Ana Sayfa Blog Sayfa 4886

En fazla hava kirliliği Edirne’de

Türkiye’de, Ekim ayında en yüksek kükürtdioksit ortalaması Edirne’de, partiküler madde ortalaması ise Afyonkarahisar’da gerçekleşti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2011 yılı Ekim ayına ilişkin ”Hava Kalitesi” verilerini açıkladı. Buna göre, kükürtdioksit (SO2) ortalamalarının en yüksek bulunduğu il ve ilçe merkezleri sırasıyla Edirne, Muğla, Bolu, Uşak ve Niğde olurken, partiküler madde (PM10) ortalamalarının en yüksek bulunduğu il ve ilçe merkezleri Afyonkarahisar, Malatya, Batman, Gaziantep ve Kahramanmaraş (Elbistan) olarak sıralandı.

Aynı dönemde il ve ilçe merkezlerinde ölçüm yapılan istasyonlardan elde edilen kükürtdioksit ortalamaları incelendiğinde, Kısa Vadeli Sınır (KVS) Değeri ve İlk Seviye Uyarı Eşiği ölçüm yapılan hiçbir istasyonda aşılmadığı kayıtlara geçti.

Partiküler madde ortalamaları incelendiğinde, KVS Değeri Adıyaman, Afyonkarahisar, Gaziantep, Malatya, Kahramanmaraş (Elbistan), Mardin, Siirt, Van, Batman ve Kilis’de aşılırken, İlk Seviye Uyarı Eşiği Afyonkarahisar, Malatya, Mardin ve Batman’da aşılmadı.

6 yeni film vizyonda

Aksiyon serisi ‘Görevimiz Tehlike‘nin son halkası ‘Mission: Imposible Ghost Protocol‘, Ümit Ünal’ın son filmi ‘Nar‘, Meltem Cumbul ve Timuçin Esen’in başrolünde olduğu ‘Labirent‘ ve bağımsız sinemanın önemli isimlerinden Miranda July imzalı ‘Gelecek‘ haftanın öne çıkanları…

Ümit Ünal’ın yönettiği ve Serra Yılmaz, İrem Altuğ, Erdem Akakçe ile İdil Fırat’ın rol aldığı ”Nar” filmi, dram sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak.

Filmin konusu şöyle: ”Nar, bir kadının kendi adaletini aramasıyla başlayan bir öykü. Nar, apayrı şeylere inanan 4 kişiyi bir evin içinde, yarım gün gibi kısa bir sürede adalet konusunda, kendilerine yarattıkları inanç dünyaları konusunda ciddi bir sorguya tabi tutuyor.”

Filmin fragmanı: İzlemek için tıklayınız

GELECEK
Miranda July’nin yönettiği ve Miranda July, Hamish Linklater, David Warshofsky ile Isabella Acres’nin oynadığı ”Gelecek” filmi, dram sahneleriyle sinemaseverlerin karşısına çıkacak.

Filmde, 30’lu yaşlarında bir çift olan Sophie ve Jason, hayatlarında bir dönüm noktasına gelmişlerdir. Bu aşamada sürekli bakım isteyen hasta bir kedinin bakımını üstlenmeye karar verirler. Kediye sahip olduktan sonra özgürlüklerini yitireceklerini bildiklerinden, son bir ayda hayallerini gerçekleştirmek adına işlerinden ayrılırlar. Amaçları son özgür günlerini en iyi şekilde geçirmektir.

MISSION: IMPOSIBLE GHOST PROTOCOL
Brad Bird’in yönettiği ve Tom Cruise, Jeremy Renner, Simon Pegg ile Paula Patton’ın rol aldığı ”Mission: Imposible Ghost Protocol” filmi, macera sahneleriyle izleyicilerin ilgisini çekecek.

Filmde IMF, Kremlin’e terörist bombalı saldırı düzenlemekle suçlanınca Başkan, Hayalet Protokolü’nü devreye sokar. Ethan Hunt ve teşkilatı IMF arasındaki bağ kopar. Herhangi bir desteği kalmayan Hunt, teşkilatının adını temize çıkarmak için bir yol bulmak zorundadır. Hunt’ın bu göreve, eski IMF arkadaşlarından oluşan bir takımla atılmaya mecbur olması işleri daha da karmaşık bir hale sokar.

Filmin fragmanı: İzlemek için tıklayınız

LABİRENT
Tolga Örnek’in yönettiği ve Meltem Cumbul, Timuçin Esen, Sarp Akkaya ile Rıza Kocaoğlu’nun oynadığı ”Labirent” filmi, macera sahneleriyle sinemaseverlerin karşısına çıkacak.

Filmin konusu şöyle: ”İstanbul’da kalabalık bir caddede büyük bir patlama meydana gelir, içlerinde yabancıların da olduğu 95 kişi ölür. Bu katliam, Türkiye’den Londra ve Washington’a şok dalgaları halinde yayılır. Fikret ve Reyhan adlı 2 istihbaratçı tarafından yönetilen bir grup Türk istihbaratçısı, terörist örgütünü durdurmak için çalışmaya başlar. Fikret ve Reyhan’ın yaşadıkları zorluklar onları bir araya getirir.”

Filmin fragmanı: İzlemek için tıklayınız

ÜNYE DE FATSA ARASI
Esra Alkan’ın yönettiği Türkiye’nin ilk mizah belgeseli ”Ünye de Fatsa Arası” filminde, Fatsa ve Ünye’nin kültürel, sanatsal, tarihsel, yöresel zenginliklerini ve aralarındaki ezeli rekabet mizahi bir dille anlatılıyor. Filmde Ali Poyrazoğlu, Ferhan Şensoy, Kadir İnanır, Mustafa Altıoklar sanat dünyasını temsil ederken, Ordu Valisi Orhan Düzgün, Milletvekili Mustafa Hamarat ve Ünye Belediye Başkanı Ahmet Arpacıoğlu, devlet erkanını temsil etti.

KATİL KÖPEK BALIĞI
David R. Ellis’in yönettiği ve Sara Paxton, Dustin Milligan, Chris Carmack ile Jel David Moore’un oynadığı ”Katil Köpek Balığı (Shark Night 3D)” filmi korku sahneleriyle izleyicilerin ilgisini çekecek.

Filmde, göldeki bir adada bulunan yazlığa tekneyle gelen Sara ve arkadaşları hemen mayolarını kuşanırlar. Ne var ki Malik sudan tek kolu kopmuş halde çıkınca, adadaki parti havası son bulur. Doktor adayı olan Nick, Malik’e ilk yardımı yapar ve adanın diğer tarafına geçmek için tekneyle yola çıkarlar. Ancak göl kocaman ve saldırgan yüzlerce köpekbalığıyla doludur.

Adliye önünde özgür basın eylemi

Özgür basın emekçileri, gözaltındaki arkadaşları için iki gündür Emniyet Müdürlüğü önünde yaptıkları nöbet eylemini Beşiktaş Adliyesi önüne taşıdı. Gazeteciler arkadaşları için basın açıklaması yaptı.

Beşiktay Adliye önünde “Özgür basın susturulamaz”, “Susma, haykır, özgür basın haktır”, “İçeride, dışarıda hücreleri parçala”, “Özgür Gündem susturulamaz” sloganlarıyla arkadaşlarını bekleyen basın emekçileri, savcılık sorgusu sürerken basın açıklaması yaptı.

Dicle Haber Ajansı (DİHA), Etkin Haber Ajansı (ETHA), Özgür Gündem Gazetesi, Atılım Gazetesi, Özgür Radyo, Mücadele Birliği Dergisi, Kızıl Bayrak Gazetesi, Halkın Günlüğü Gazetesi, Özgür Gelecek Gazetesi, Yarın Gazetesi, Emeğin Dünyası Gazetesi, Alınteri Gazetesi, Sendika.org ve Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu‘nda çalışanların düzenlediği eylemde ETHA editörü Nadiye Gürbüz bir açıklama yaptı.

‘Operasyon hükümet planı’

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın “KCK operasyonlarının hepsi koordinasyon içinde tartışılmış, kararlaştırılmış, planlanmış ve yürütülmektedir” sözlerini hatırlatan Gürbüz, şöyle konuştu:

“Bu gözaltı ve tutuklamaların hiçbir hukuki tarafı yok. Düzmece iddialarla ‘hukuki kılıf’ uydurulmaya çalışılan bu son gözaltı dalgası da bir kez daha göstermiştir ki, emekçi halkın gerçekleri öğrenmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Özgürlük ve demokrasi isteyenlerin, bu istemlerin sesini yansıtanların susturulmak istendiği açık. Gazete bürolarının bombalanmasından çalışanlarının katledilmesine, gazetelerin yasaklanmasından para cezalarına kadar Kürt basınına ve devrimci, sosyalist basına, özgür basına yönelik saldırının türlü yöntemleri uygulanıyor. Ancak, bugüne kadar alamadıkları gibi, bundan sonra hiçbir sonuç alamayacaklar.”

“Basın özgürlüğü, muhalif, devrimci, sosyalist basının özgürlüğü kadardır” diye Gürbüz, özgür, devrimci sosyalist basının susturulduğu yerde, toplumsal vicdanların da karartılacağını söyledi.

Gürbüz, “Toplum vicdanının karartılmasına izin vermedik, vermeyeceğiz” dedi ve ekledi: “Basın özgürlüğüne kast eden Terörle Mücadele Yasası bir an önce kaldırılsın, tutuklama mekanizması olarak kurulan Özel Yetkili Mahkemeler dağıtılsın.”

(ETHA)

Avrupa’da ulaşım sektöründe grev dalgası

0

Avrupa’nın bazı ülkelerinde ulaşım sektöründeki grevler, Noel öncesi günlük yaşamı olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor.

Fransa’da hava limanlarında kalkış öncesi yolcularınkontrolünden sorumlu güvenlik çalışanlarının başlattığı grev, Noel tatiline çıkan on binlerce yolcuya sıkıntılı anlar yaşatıyor.

Fransa Başbakanı François Fillon, ‘‘hava trafiğinin aksamasına izin vermeyeceklerini ve bunun için polisi devreye sokacaklarını’‘ açıkladı.

Portekiz’de perşembe günü başlayan tren yolu çalışanların grevi, işçi sendikası ve işveren temsilcileri arasında anlaşma sağlanamaması halinde pazar günü sona erecek. Belçika’da da tren yolu çalışanları bir günlük greve gitti.

İngiltere’de yüksek mahkeme, 26 Aralık’taki resmi tatil gününde metro çalışanlarının greve gitmesini engellemek için işverinin yaptığı başvuruyu reddetti.

Metro çalışanları, geçen yıl yine aynı tarihte greve gitmişti.

Macar polisi eylemci milletvekillerine müdahale etti

0

Macar polisi parlamentonun önünde kendilerini zincirleyen çevreci liberal muhalefet milletvekillerinin protesto eylemine müdahale etti.

Reuters Haber Ajansına göre, Budapeşte’deki gösteride polis tarafından gözaltına alınan çeşitli milletvekilleri arasında eski Sosyalist Başbakan Ferenc Gyurcsanyde bulunuyor.

Parlamentonun en küçük, en yeni partisi olan ve gençlerden oluşan Başka Politika da Mümkündür (LMP) partisi milletvekilleri ile taraftarları, 1 Ocak 2012’den itibaren yürürlüğe girecek yeni yasalarla ilgili oylamanın yapılacağı parlamentoyu bu sabah abluka altına almıştı.

Bugün çıkması beklenen, seçim, vergi ve merkez bankasıyla ilgili yasalarla, Macar demokrasisinin yok edildiğini savunan parlamenterler kendilerini parlamentonun kuzey ve güney kapılarına zincirlemişlerdi. Eylemci milletvekilleri iktidar partili milletvekillerinin parlamentoya girişlerini engellemeye çalıştılar.

Muhalefetin şiddetle karşı çıktığı, ancak üçte iki çoğunluğa sahip iktidar partisinin buna rağmen meclisten geçirmeye kararlı olduğu yasalar, muhalefete göre, ülkede diktatörlüğe giden yolda atılan son adımlar.

LMP başkanı András Schiffer bugünün “Macar demokrasinin kara günü olduğunu” söyledi.

Macar Başbakanı Viktor Orbán ise, Macaristan ve IMF arasındaki görüşmelerin kesilmesine de neden olan AB eleştirilerine bir mektupla yanıt verdiğini ve AB’nin taleplerini reddettiğini basına duyurdu.

Başbakan Orbán AB Komisyon başkanı José Manuel Barroso’ya yazdığı mektupta, Brüksel’in, AB normlarına uygun görülmediği için karşı çıktığı maddelerin yasalaşacağını, çünkü bu yasaların demokrasiye ve istikrara bir zarar vermeyeceğini vurguluyor.

Parlamento yarın başlayacak 3 günlük Noel tatili öncesinde, tam 14 yasayı oylayacak. Bu yasalar arasında Barraso’nun karşı çıktığı yasalar da var.

(BBC)

Kırılma noktası – Ragıp Zarakolu


 

Çocukluğumdan hatırlayabildiğim ilk anı, 1951-52 yılından. Sadece batan kocaman bir portakal gibi bir güneş. Ahşap bir konağın dördüncü katında oturuyormuşuz Beykoz’da.

 

Sonra hatırladığım Beykoz’dan Bakırköy’e otomobille gelişimiz yine ahşap bir konağa. İlk gün yer yatağında tavandaki nakışlara bakarak uyuduğumu hatırlıyorum. Herhalde 4-5 yaşındayım. Adnan Menderes ile ilk tanışmam da o yıllarda oldu. Şahsen değil karikatürler aracılığı ile. Çocuk dünyama Menderes koca burunlu karikatürleri ile hayli sempatik gelmişti. Dolayıyla bir başbakan benim için korkulan bir figür değildi. Demek o zamanlar siyasetçilerin karikatür kompleksi yokmuş. O yıllarda siyasetçileri ti’ye alan bir karikatür albümü bile vardı evde.

 

İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ı da severdim bir çocuk olarak, çünkü küçük boylu idi. Bir şarkı da çıkmıştı o zamanlar o sıralar. “Mini mini valimiz” diye.

 

1954 seçimleri Türkiye’de yeni bir kırılma noktası oldu. DP, ezici bir zafer kazandı CHP karşısında. DP liderleri ve parti alt yöneticileri iyice havaya girdi ve ilk dönemdeki popülist tavırlarını yitirmeye başladılar.

 

Tek Parti rejiminin İstanbul’dan sürdüğü babam, 1950 seçimlerinden sonra yeniden İstanbul’a gelmişti. Ve 1954 sonrasında yeniden sürüldü İstanbul dışına egosu büyüyen DP yöneticileri ile çatıştığı için.

 

Oysa ilk dönemde “halk insanı” imgesi veren DP’lileri “kasketliler” çok sevmişti. Köylü ve işçi kasketliler… Köylüler Jandarma dayağından kurtulmuştu. Ekonominin gelişmesi ile birlikte kentlerde iş olanakları artmaya başlamıştı. Babamın öğretmenlik döneminden tanıdığı Mesudiye’liler, Geyran’lılar Bakırköy’deki evimizin kapısını çalmaya başlamışlardı, ayaklarındaki cizlavet lastikleri ile. Babam da onlara iş bulmada yardımcı olmaya.

 

Tek Parti rejimi içinde, sistemin “B” partisi olarak yükselen ana muhalefet partisi DP, sol ile başlattığı utangaç diyaloğu, 1954 aralığında, CHP’nin Tan Gazetesi’ni ve diğer sol yayın organlarını “milliyetçi gençliğe” bastırmasından sonra kesmişti.

 

CHP’nin iktidardan düşmeden önce, 1945-1950 yılları arasında yaptığı kötülüklerden biri de, “solkırım” oldu. 1945 sonrasında tutuklamalar, parti, sendika kapatmalar, gazete baskınları, sol basına yönelik hapis cezaları birbirini izledi. CHP içinde de, köy enstitülerini başlatan ve dünya klasiklerinin çevirisi ile bir çeşit rönesans yaratan hümanist ekip tasfiye edildi. Bunu üniversitelerdeki sol eğilimli akademisyenlerin tasfiyesi izledi.

 

Benim doğduğum 1948 yılında Sabahattin Ali’nin kaybedilmesi, daha sonra yargısız infaza kurban gittiğinin anlaşılması, aydınlar arasında “bir korku cumhuriyeti” hissiyatının gelişmesine neden olmuştu. İttihat Terakki döneminden ve 1920’li yıllardan beri ilk kez bir yargısız infaz olayı yaşanıyordu.

 

1950 Mayıs’ında İsmet Paşa seçim öncesi son mitingini İstanbul’da yaptığında, İstanbul Valisi Gökay, Taksim’de toplanan yüzbine yakın insanı göstererek, “İşte İstanbul Paşam” diyecekti. Ama iki gün sonra İstanbul’lular Tek Parti rejimini alaşağı edeceklerdi. Bunlar arasında, çaresizlikten “yetmez ama evet” diyen sosyalistler de vardı.

 

Kasketli yığınlar DP liderlerini lüks arabalar yerine bindikleri jipler içinde görüp onları coşkuyla karşılıyorlardı.

 

Ancak 1954 seçimlerinden sonra bir şeyler ters gitmeye başladı.

 

DP, çoğunluk sisteminden dolayı İstanbul’un bütün milletvekillerini almıştı. Kilit rol oynadıkları için listesinde, Ermeni, Rum ve Yahudi adaylara da yer vermişti. Bu arada sol kökenli birkaç aday da DP listesinden seçilmişti.

 

Söylem olarak “demokrasi” mücahidi olan DP, sosyalistleri 1950 öncesi baskılarda yalnız bırakmıştı. İktidar olduktan sonra ise ilk darbeyi sosyalistlere indirecekti. 1951 yılında TC. tarihinin en büyük komünist tevkifatı yapıldı. TCK 141-142. Maddeler ağırlaştırılarak, ölüm cezası da getirildi. Sol bu ağır darbelerin etkisini ancak 60’lı yılların ortasında atlatabilecekti.

 

DP, İnönü’nün yolundan giderek ABD müdahalelerine destek verdi, Kore savaşına katıldı. Barış derneği kapatıldı.

 

1955 yılında ise iki önemli kopuş yaşandı.

 

1. Kopuş, liberal aydınların DP içindeki otoriterleşmeyi protesto ederek, yeni bir anayasa talebi ile partiden ayrılmaları olacaktı. DP’den ayrılanlar ileride Hürriyet Partisi’ni oluşturacaktı. Bunlar arasında, ileride İHD kurucularından olacak olan, (1986) Emil Galip Sandalcı da vardı. Bu grup 1957 erken seçimleri öncesinde, seçim sistemi şans vermediği için CHP’ye katılmak zorunda kalacaklardı. Dolayısıyla DP, reformistliği CHP’ye kaptıracak ve onun kendini yenilemesine olanak sağlayacaklardı.

 

2. Kopuş ise 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül olayları oldu. DP’ye oy veren azınlıklara bir pogrom ile teşekkür edilmiş oldu (!).

 

1950’de “demokrasi şampiyonu” olan DP, İslami kesimin oylarını da toplamayı başarmıştı. Ancak “sol” ile olan gibi, “İslami kesim” ile olan kopuş da erken yaşandı. 1951 yılında DP, bazı marjinal grupların eylemlerini bahane ederek bir “Atatürk’ü koruma yasası çıkardı. Aslında İnönü döneminde “Atatürk kültü” oldukça gerilemişti. CHP’ye karşı DP “Atatürkçülük” bayrağını yükseltti. 1953 yılında Atatürk’ün naaşı, milyonları yeniden ağlatarak, görkemli bir törenle Anıtkabir’e taşındı. Adeta 1938 yılındaki cenaze töreninin tekrarı yapıldı. Kemalizm, “Atatürkçülük” etiketi altında yeniden canlandırıldı. CHP ise bunun rövanşını 1960 darbesi ile bir çeşit “sol” Kemalizm icat ederek aldı.

 

DP’nin son kopuşu ise Kürtlerle yaşandı. Tek Parti diktasının canlı anıları nedeniyle, Kürtlerin önemli bölümü DP’yi destekledi.

 

1950 sonrasında DP’nin General Mustafa Muğlalı’yı Kürt kıyımından dolayı yargılaması ve mahkûm etmesi, Kürtlerin gönlünü kazanmasına neden olmuştu. Öte yandan DP, Dersim sürgünlerinin yurtlarına dönmesine de izin vermişti.

 

Ancak 1958 Irak Devrimi’nden sonra, Güney Kürtlerinin bazı haklar kazanması Ankara’yı çok rahatsız etmişti. Dersim kıyımının baş aktörlerinden bir olan Celal Bayar, 1950’lerde yükselen yeni genç aydın Kürt kuşağını hedef aldı. Ünlü 59’lar tutuklaması yaşandı.

 

1955 İstanbul pogromundan dolayı sosyalistlerin asılmasını isteyen Celal Bayar, bu kez Kürt gençlerinin asılmasından söz ediyordu. Çok daha geniş bir tutuklanma yapılmasını istemişti. Onun başlattığı Kürt aydınlarına yönelik baskıları, 27 Mayıs Cuntası ve onu izleyen CHP-AP koalisyonu da sürdürecekti.

 

Aslında Adnan Menderes-Celal Bayar ikilisi hayli problemliydi. Menderes liberal eğilimleri ile Bayar’ın otoriterliği arasında bir gelgit yaşıyordu.

 

CHP’nin provokatif muhalefeti de Bayar’ın otoriter eğilimlerine gerekçe bulmasına neden oluyordu.

 

Güçlü bir iktidar olmasına karşın, DP gerçek bir demokratikleşmeyi istemedi. Kolay iktidar olma avantajını kullandı. Bu da onun sonunu getirdi.

 

Bayar 1960 yılında öncelikle gençlik kesiminde yükselen muhalif dalgaya karşı yine “tedip” ve “tenkil” den bahsedebiliyordu. Ve Menderes’in erken seçime gitme isteğini engelleyerek, darbenin önünü açtı.

 

AKP de 2011 seçimlerinde, DP’nin 1951 seçimlerinde kazandığı başarıya benzer bir zafer kazandı. Ama bu zaferle birlikte ülke yeniden kırılma noktasına geldi.

 

Sosyalistler karşısındaki tahammülsüzlük son birkaç yıldır arttı.

 

Kürtler yeniden büyük bir baskı kampanyası ile yüz yüze kaldı.

 

Liberallerle bir kopuş yaşamıyor (1954 gibi).

 

Basına yönelik davalar arttı, hapisteki gazetecilerin sayısı da…

 

1940’ların ikinci yarısında, 50’lerin ikinci yarısında benzer gelişmeleri yaşadık, sistem daha da otoriterleşti, “polis devleti” olma özelliği öne çıktı.

 

Ne yazık ki şu günlerde, “ustalık” döneminde olmaması gereken şeyler yaşanıyor. Bütün bunlar bir siyasi iktidarın aşınıp, eskidiğinin göstergeleridir.

 

Bayar/Menderes ilişki ve çelişkisi bugün farklı bir boyutta yaşanıyor. Sonuçta bir eğilim diğerine teslim oluyor.

 

1990’ların başında da demokratik reformlar bekleniyordu. Sonuç felaket oldu.

 

Ne yazık ki, 2000’li yılların ikinci yarısında da reform yerine, daha ağır yasaklar ikame edildi.

 

Reform olanağı gibi, yeni, demokratik, katılımcı bir Anayasa olanağı da ziyan edildi, ediyor.

 

Ve yeni bir kırılma noktasındayız.

 

Biz bu filmi görmüştük. Haydi hayırlısı!

 

”De ja vu.

 

Kandıra 2 Nolu F Tipi Cezaevi / 16.12.2011

Ragıp Zarakolu – Taraf

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde 52 vergi denetçisi

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ”Belediyede denetimler, vergi denetçileri, müfettişler, Sayıştay denetçileri ve İçişleri Bakanlığı müfettişleri eksik olmuyor” dedi. Kocaoğlu, Ekonomik Kalkına Koordinasyon Kurulu Toplantısı öncesi gazetecilere yaptığı açıklamada, belediyede İçişleri Bakanlığı müfettişleri ile 52 vergi denetçisinin görev yaptığını söyledi. ”Belediyede denetimlerin ve vergi denetçileri, müfettişler, Sayıştay denetçileri ve İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin eksik olmadığını” savunan Kocaoğlu, şöyle konuştu: ”Vergi kontrolörü adı altında, kendilerine ait olup olmadığı belli olmayan, her konuyu araştıran 52 insan var. Bakacakları konular sınırlı. Diğerlerine bakmasında mahzur yok, bakıyorlar. Genel müdür, genel müdür yardımcısı, daire başkanlarına, çok da nezaket kurallarını aşan, taciz içerisinde davranışta bulunuyorlar. Bunlar aynı zamanda vergi mevzuatını da bilmiyorlar, belediye mevzuatı ve ihale mevzuatını hiç bilmiyorlar. Bu arkadaşların sözleri ve verdikleri raporlarla hareket ediliyor. Bize daha inceledikleri 2006 yılının raporunu vermeden vergi dairesine götürüp, kurumlara yalan yanlış vergi tahakkuk ettirmeye çalışıyorlar.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, ESHOT, İZSU’yu kurumlar vergisi mükellefi yapmak hedefindeler. Ne yapıyorlar, ne ediyorlar bilmiyorum, ‘istisna’ diyorlar. İZSU’da vidanjörle hizmet vermişiz, (siz bu vidanjör işinden kar ettiniz, vergi vermeniz gerekir) diyorlar. Komik şeylerle karşılaşıyoruz. Komik değil, acı gerçeklerle yüz yüzeyiz. Ben bunu ülkenin geleceği açısından çok tehlikeli buluyorum.”

Starbucks işgaline New York işgalcilerinden destek

“Akbank, Garanti, Finansbank, Vodafone ve kahveye doymayan kampüsümüzde İlly, Robert’s Coffee,  Dunkin’ Donuts ve son olarak da Starbucks. Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs  çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi.  Okulumuzda ders veren CEO’lardan tutun, şirketine tazecik eleman seçen patronlara kadar herkese yer var, bir bize yer kalmadı. Ne ucuz yemek, ne muhabbet edilebilecek bir alan, ne de siz ne istiyorsunuz diye soran var.”

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin bu cümlelerle çağrı yaptığı Starbucks işgal eylemi 17. gününde.

“Boğaziçi İşgal Bölgesi” tabelasının karşıladığı Çarşı Kantin, öğrencilerle dolu.

Sol taraftaki mutfakta yemek yapılırken yerlere halı atılmış Starbucks’ta öğrencilerin bazıları kitap okuyor, bazıları sohbet ediyor, bazıları da bilgisayarlarını açmış, çalışıyor.

Boğaziçi işgaline New York İşgalcilerinden destek mektubu geldi…

İşte o mesaj:

NEW YORK İŞGALCİLERİNDEN DESTEK MEKTUBU!

New York’tan İstanbul’a, 6 Aralık’ta kendilerine ait olanı geri alan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine selamlarımızı ve dayanışma duygularımızı gönderiyoruz.

Ucuz ve besleyici gıda sağlamak o kadar da zor bir iş değildir. Ancak öğrenciler gıda istediklerinde, üniversite onlara Starbucks verdi. Net olalım: küresel kapitalizmin zora dayalı buyruklarını aç öğrencilere dayatmak bir şiddet eylemidir. Ancak, bu kez, öğrenciler bunlara tahammül etmedi. Yönetim vurduğunda, öğrenciler de vurdu.

Kampustan kampusa, kentten kente, mücadele ediyoruz. En başta mücadelelerimiz kendi yerel alanlarından yükseliyor, insanlığın ihtiyaçlarına sağır kapitalist sınıfın yağmalama ve tacizlerine karşı tepkilerden yükseliyor. Onların zehirli, tek kullanımlık kahve bardaklarını reddettiğimiz zaman yaşamaya başlıyoruz. Bu reddetme sürecinde, mevcut sistemin aşağılayıcı kamçılarından uzakta yaşamaya, kendi yemeklerini birlikte yapmaya, birlikte yemek yemeye karar veren başkalarından öğreniyoruz. Ve böylece yavaş yavaş perde aralanıyor ve gerçek düşman ortaya çıkıyor. Gıdanın metalaştırılmasını kabul etmiyoruz artık. Artık yaşamlarımızın metalaştırılmasını reddediyoruz. Herhangi bir eğitim, politika ve ekonomik elitinden gelen “Bu gıda yeterince iyidir” ya da “bu yaşam biçimi yeterlidir” gibi biyopolitik müdahaleleri kabul etmiyoruz.

Sizin mücadeleniz bizim mücadelemizdir. Bu mücadelenin bize öğrettikleri garantilemektedir ki, bir gün, biz de orada sizinle olacağız; parasız ve bol yemeğimizi hep beraber paylaşacağız. Bu dayanışma mesajını böyle okuyun.

Dayanışmayla,

Gezici İşgal Komitesi (New York City)

http://starbuckssenligi.blogspot.com/

Canavarlar soframızda! GDO’lu mısıra izin çıktı

Biyogüvenlik Kurulu Başkanı Hakan Yardımcı, NTV’nin yayınında önemli açıklamalarda bulundu.

Yardımcı, şunları söyledi:

“Daha önce sadece üç soya çeşidine izin vermiştik. Daha sonra 13 mısır çeşidi ile ilgili bilimsel komitelerin raporlarını ilan ettik, kamuoyunu görüşünü aldık. Kurulumuz kararını verdi. Buna göre 13 mısır çeşidinin yem amaçlı olarak kullanılmasına resmen izin verilmiştir. Bugün itibarıyla web sayfamızdan ilan edilecek.

Bize 5 bitkiye ait başvuru var; mısır, kolza, şeker pancarı, patates ve soya… Bunların bir kısmı yem amaçlı bir kısmı gıda amaçlı. Toplam 58 rapor çıkması gerekiyor. Biz bugünle beraber 16 rapor verdik. Sadece 13 mısır çeşidi ile ilgili karar aldık. Bundan önce de 3 soya çeşidi ile ilgili izin vermiştik. Toplam 16 çeşit.

Geriye 42 çeşit ile ilgili çalışma kalmıştır. Bunlarla ilgili raporları da kamuoyunu paylaşacağız. Gıda ile ilgili bir karar vermedik şu anda. Yalnızca mısırla ilgili karar verdik.

Bunun dışında incelemekte olduğumuz ürünler var. Şu anda gıda ile ilgili herhangi bir kararımız yok, sadece yem ile ilgili olarak kararımız var.”

TÜRKİYE’NİN GDO MACERASI
Türkiye’de “genetiği geğiştirilmiş” gıdalar şu anda sadece hayvan yemi olarak kullanılıyor. İlk olarak GDO’lu 3 soya çeşidinin hayvan yemi olarak Türkiye’ye girişine izin verildi. Soyanın ardından artık toplam 13 GDO’lu mısır çedinin de hayvan yemi olarak ithal edilmesine izin çıktı.

Biyogüvenlik Kurulu yasa gereği Ağustos ayında GDO’lu 3 mısır çeşidini halkın görüşüne açmıştı. Bu raporun ardından son olarak Eylül 2001’de GDO’lu mısır çeşitlerinin yem olarak kullanılmasına ilişkin raporu da halkın görüşene açarak ilan etti.

Son olarak bugün Biyogüvenlik Kurulu, 13 mısır çeşidi ile ilgili bilimsel kuruldan olumlu yanıt çıktığını açıkladı. Bu durumda yem amaçlı kullanılmak üzere GDO’lu mısır çeşitlerinin ithal edilmesinin de önü açıldı.

Türkiye her yıl 500 bin ton ile 1 milyon ton arasında mısır ithal ediyor. Dünyada mısırın yüzde yirmidokuzu GDO’lu tohumlarla yetiştiriliyor. Türkiye ithalatın büyük bölümünü ABD, Kanada ve Latin Amerika ülkelerinden alıyor.

KORYÜREK: ÇOK ÜZGÜNÜM
Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar grubu kurucusu Defne Koryürek Biyogüvenlik Kurulu’nun kararı ile ilgili ntvmsnbc’ye konuştu.

Koryürek, şöyle konuştu:
“Uygarlığın hayat bulduğu topraklarımız hayatiyetini besinine borçlu. Besin ki atalık tohumlarımız ve onları kollayan geleneklerimiz sayesinde binlerce yıldır devam ediyor. GDO’ların gölgesinde, gerek kendi hayatımızı, gerekse çocuklarımızın hayatını tehlikeye attığımız endişesi yakamızı bırakmıyor. Bu 13 GDO’lu tohumun yem olarak dahi sınırlarımızdan içeri girmesine izin verilmesini şüphesiz teessüfle karşılıyor ve bu bağlamda GDO karşıtı kampanyalara her türlü destek vereceğimizi ve kamuoyunda atalık tohumlara daha fazla sahip çıkılması adına kampanyalar yapmaya devam edeceğimizi açıklıyorum. Daha fazlasına nefesim yok şu anda. Çok üzgünüm.”

Gözaltına alınan gazeteciler savcı karşısında

KCK‘ya yönelik düzenlendiği açıklanan operasyonun İstanbul ayağında gözaltına alınan gazeteciler Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne getirildi.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünden çıkartıldıktan sonra öncelikle Adli Tıp Kurumuna götürülerek sağlık kontrolünden geçirilen gazeteciler, daha sonra adliyeye götürüldüğü ve savcılık sorgusuna alındıkları öğrenildi.

Adliyeye sevk edilenlerin ifadeleri, özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Bilal Bayraktar ile 10 savcı tarafından alınıyor. KCK soruşturması kapsamında olduğu iddiasıyla Salı günü İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde oparasyon yapılmış ve DiHA, ANF ajansları, Birgün ve Vatan gazeteleri ile Fransız Haber Ajansı (AFP) muhabiri 48 gazeteci gözaltına alınmıştı.