Ana Sayfa Blog Sayfa 4572

Tarkan’dan yavaş şehir Seferihisar’ı ziyaret

Doğayı ve kültürü yaşatma projeleriyle tanınan Seferihisar geçtiğimiz günlerde Megastar Tarkan’ı ağırladı.

Doğa Derneği Başkanı Güven Eken ile birlikte Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’i ziyaret eden Tarkan, Seferihisar Belediyesi ve Doğa Derneği’nin ortaklaşa yürüttüğü projeler hakkında bilgi aldı. Seferihisar köylerini gezerek bölge halkıyla buluştu ve köylülerin misafiri oldu. Seferihisar’dan ve burada yapılan çalışmalardan çok etkilenen Tarkan, projelerin devamı için her türlü desteğe hazır olduğunu söyledi.

Tarkan, Belediye Başkanı Tunç Soyer’i ziyareti sonrasında düşüncelerini şu sözlerle ifade etti: “Burada sanki geleceğin Türkiye’sini gördüm. Keşke dünyada her yer Seferihisar gibi doğasına ve kültürüne bu kadar sahip çıksa, keşke her yerde yaşam kalitesi bu kadar yüksek olsa. Belediye Başkanı Tunç Soyer’i dinlerken vizyonundan ve yaptığı çalışmalardan çok etkilendim. Beni en çok etkileyen Seferihisar’ın “Geleceğin Türkiye’si” hedefi oldu. Seferihisar ve köylerinde binlerce yıldır sürmekte olan sakin yaşam, bence tüm dünya için çok değerli ve bu  yaşam kültürünün devam etmesi bana umut veriyor. Doğa Okulu başta olmak üzere Doğa Derneği ve Seferihisar Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü projelere destek olarak bundan sonra ben de Seferihisarlılar’ın yanında yer alacağım.”

(Doğa Derneği)

 

Rus yerel haber sitesinden belediye yöneticilerine “Yapma da görelim” kampanyası

0

Rusya’nın Yekaterinburg şehrindeki yollarda bulunan çukurların onarılmaması nedeniyle yerel haber sitesi ura.ru, başlattığı kampanya ile yollardaki çukurlara belediye yöneticilerinin resmini çizdi ve kendi sitesinde yayınladı.

Amaç yoldaki çukurları hwer türlü uyarı, ikaz ve haberlere rağmen kapatmayan belediye yetkililerinin dikkatini çekerek sorunun çözümünü sağlamaktı. Ura.ru bununla da yetinmedi ve çukurların etrafına yerleştirdiği kameralarla da olayın takipçisi oldu.

Sonuç mu? Sonuç oldukça ilgi çekiciydi. Hemen hemen her televizyon kanalında ve basında  haber oldu bu kampanya, sosyal medyada da gün geçtikçe yayıldı ve sonuçta belediye asli sorumluluğu altında bulunan görevini vakit geççirmeden yapmak zorunda kaldı.

Kampanya için hazırlanan videoyu buradan izleyebilirsiniz.

Darısı Yeşil Gazete’ye ve yerel yönetimlerimize diyelim

(Yeşil Gazete)

Otomobilsiz 1 gün diyenler Cumartesi Bağdat Caddesine

Bu haftasonu, İstanbul Bağdat Caddesi ve civarında oturanlara gün doğdu. Bir günlüğüne otomobil gürültüsünden uzak, trafik keşmekeşinden azade bir gün geçirerecekler.

Otomobilsiz Yaşam Günü (World Car Free Day) kapsamında 22 Eylül Cumartesi saat 10:00’da Bağdat Caddesi Göztepe Işıklar Kavşağı’nda bulunun ki arabasız günde özgürce bisiklet sürme, ezilirim korkusu yaşaamdan rahat rahat caddelerde dolanma fırsatından siz de yararlanın. Bisiklet sürecekler için istikamet,  Göztepe parkında buluşma, saat 10:00 da çıkış, Bağdat caddesi, Kızıltoprak, Fenerbahçe güzrgahının rdından Fenerbahçe parkında kısa bir mola ve sunulan ikramları kabul ya da treddetme; soluklandıktan hemen sonra   Caddebostan, Suadiye, Bağdat caddesini takip ederek, Göztepe ışıklar da gümnün sonunu getirme.

World Car Free Day’de  amaç tüm dünya ile aynı anda otomobilsiz bir hayatın mümkün olduğuna dair farkındalık yaratmak, bir gün olsun otomobil olmadan yaşamayı denemek için bisiklet kullanmak. Bu şekilde  sürdürülebilir bir yaşam ve kent ortamı için bir adım atılacak, bu arada karbon salınımı yaratılmayacak, petrol kullanılmayacak, gürültü de ortadan kaldırılacak.

(Yeşil Gazete)

 

Victor Cabedo hayatını kaybetti

0

İspanya’nın Bask Bölgesi’ni temsil eden Euskaltel-Euskadi bisiklet takımı, sporcularından Victor Cabedo’nun, memleketi Onda’dan birkaç kilometre uzaklıktaki Almedijar mevkisinde antrenman yaparken yolun iniş bölümünde karşıdan gelen bir aracın çarpması sonucu öldüğünü açıkladı.

23 yaşındaki Cabedo’nun kariyerindeki en önemli başarısı 2011 sezonunda İspanya’da düzenlenen Asturias Bisiklet Turu’nda kazandığı etap zaferiydi.

TÜSİAD vesilesiyle AKP siyasetinin çıkmazı – Erol Katırcıoğlu

Doğrusu, nasıl AKP, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in yükselttiği sesten rahatsızsa, ben de “Haydi öyleyse siyasete gir!” ya da “Herkes kendi işine baksın!” ya da “TÜSİAD, 28 Şubat’ın hesabını vermeli” diyerek TÜSİAD’ın susturulmaya çalışılmasından rahatsızım.

Bu sözlerimden benim TÜSİAD’ın yakın ve uzak tarihini onaylayan biri olduğum sonucuna varılmasın. Öyle değilim. Aksine TÜSİAD’ın geçmişte, üzerine düşenleri yapan bir kurum olduğunu düşünmediğim gibi şimdi de TÜSİAD’ı üzerine düşenleri yapan bir kurum olduğunu düşünmüyorum. Ama yine de yüzlerce üyesi olan bir kurumun başkanının “Uludere ve Afyon’da neler oldu” sorusunu yükseltmesi için illa ki siyasete girmesinin, illa ki bir şeyin (üstelik de içinde olmadığını söylediği hâlde) hesabını vermesini istemenin demokratik bir tutum olmadığını düşünerek rahatsızım.

Ben TÜSİAD’ın yaptıklarından değil yapmadıklarından dolayı eleştirilmesi gerektiğine inananlardanım. Mesela, ülkenin gelişmesinde bu “ceberut devlet”in ve siyasetin nasıl birinci derecede engelleyici olduğunu yıllar önce öğrenmiş oldukları hâlde bu kadrolara karşı çıkmamalarından dolayı eleştirilmesi gerektiğine inananlardanım.

Yıllardır neredeyse her vesileyle yazarım, şimdi yine yazacağım. TÜSİAD Genel Kurulu’nda Halis Komili ve arkadaşlarının çabalarıyla gündeme getirilen polis tarafından öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin öldürülmesini kınama kararına, “Biz devlete karşı çıkamayız” diyerek karşı çıkan iş dünyası örgütü olduğu için eleştirilmesi gerektiğine inananlardanım.

Ya da kendisine “anayasa” yazdıran ama daha sonra gelen eleştirilerde rahmetli Bülent Tanör’e sahip çıkmayan bir örgüt olduğundan dolayı eleştirilmesi gerektiğine inananlardanım.

Ama yukarıda da dediğim gibi bütün bunlar günün birinde bir TÜSİAD başkanının hükümete “Uludere ve Afyon’da neler oldu” sorusunu yöneltmesini engelleyemez, engellememelidir de.

Doğrusu bu tartışmada benim ilgilimi çeken bir başka yön, Ümit Boyner’e iktidarın en üst düzeyinden cevap verilmiş olması. Bu, Ümit Boyner’in söylediklerini önemsizleştirme çabası gibi görünse de aslında tam da tersini yapmıyor mu? Yani eğer Ümit Boyner’in sorduğu soru, yönelttiği eleştiriler önemsiz ve yanlışsa neden Başbakan ve Başbakan Yardımcıları düzeyinde cevaba muhatap oluyor ki? Daha alt düzeyden biri cevap verir geçerdi.

Bence bu tavır bile hükümetin ve de Başbakan Erdoğan’ın mağduriyet günlerinin sorunsalından pek de uzaklaşmadıklarının en açık göstergesi.

Her ne kadar “vesayet rejimi” bitti deseler de Başbakan Erdoğan ve AKP’nin kurmaylarının kafalarında ve ruhlarında “vesayet rejiminin” kavgaları hâlâ sürmekte. Hâlâ o dönemin terimleriyle, o dönemin kavramlarıyla düşünüp davranmaktalar.

Çünkü “vesayet rejimini” geriletmiş, bundan dolayı da toplum içindeki desteği yüzde 50’ye çıkmış, kendine güvenen bir iktidarın siyasetinin, yeni dönemde eski rejimin aktörlerinin bazılarıyla birlikte davranıp yaraların sarılması yönünde yeni uzlaşmalar ve işbirlikleri yaratmak olmalıydı, her seferinde birisine laf yetiştirmek değil. Kavgaları “ilânihaye” sürdürmenin kimseye bir yararı olmayacağı gibi içinde yaşadığımız koşulların da bunu gerektirdiği açık.

Son zamanlarda Erdoğan değişti mi türünden soruların cevabı da sanırım burada gizli. Erdoğan“vesayet rejimi”ni gerilettiği hâlde kendisi hâlâ bu eski rejimin yarattığı psikolojiyle, bu eski rejimin yarattığı kavramlar ve terimlerle düşünüyor.

Ortam değişip Erdoğan değişmeyince, biz Erdoğan’ın değiştiğini düşünüyoruz. Sanırım hepsi de bu…

Erol Katırcıoğlu- Taraf

ABD`de ‘İşgal` bir yaşına bastı- Can Semercioğlu

CAN SEMERCİOĞLU
21. yüzyılın ilk on yılında yaşanan küresel krizin en büyük etkilerinden biri de ABD’de görüldü. 2011 yılının Eylül ayında ekonomik eşitsizliğe ve fakirliğe karşı Wall Street sokaklarında bir hareket dolaşıyordu, “İşgal” hareketi. Hareketin önemli finansal merkezlerin işgal ederek yaptığı eylemler kısa süre içinde dünyanın gündemine oturdu. Medya sürekli olarak İşgal hareketinin yaptığı eylemleri ve polisin uyguladığı aşırı şiddeti gösterirken, İspanya, İtalya, İngiltere, Fransa gibi Avrupa’nın önemli şehirlerinde de işgal eylemleri yapılmaya başlandı. Hareket kısa sürede küresel bir nitelik kazandı.
ABD’de ekonomik krizin derinleşmesi ve hayat standartlarının düşmesinin ardından çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu gruplar geçtiğimiz yıl Eylül ayında New York’ta bulunan Zuccotti Park’ta bir eylem düzenledi. Düzenlenen eylemde göstericiler çadırlarıyla parkın içine yerleşmişlerdi ve parkı “işgal etmişlerdi.” Sonrasında Wall Street’te Amerikan küresel sermayesinin önemli şirketlerinin binalarını işgal ettiler ve buralarda eylem düzenlediler. Talepleri oldukça basitti: Bütün protestocular fakirliğin, gelir eşitsizliğinin düzeltilmesini ve paranın siyasette sözünün geçmesi devrinin son bulmasını istiyorlardı. İşgal grupları, bu taleplerinin ardından seslerini, kendilerine buldukları “biz yüzde 99’uz” sloganıyla duyurmayı başardılar. Yüzde 99 ise yüzde birlik burjuva elit kesimin gelirin yüzde 99’una sahip olması, kalan yüzde 99’luk halkın da yüzde bire tamah etmesi anlamına geliyor.

EKONOMİDEN BİRAZ DAHA FAZLASI
Hareket sadece gündelik ekonomik taleplerle kalmıyor, bu taleplerin küresel finansal bütünlük ile ilişkisini kurarak sermaye karşıtlığı temeline oturuyordu. Bu açıdan “yüzde 99” söylemi, kapitalizm karşıtlığının 21. yüzyıldaki önemli bir sloganı haline geldi. Uygulanan neo-liberalizm ve sadece para ve sermaye üzerine kurulu bir yaşam istemediğini söyleyen halk da harekete büyük destek verdi. Ancak İşgal hareketi sadece ekonomik olarak tanımlanabilecek bir hareket değil. NATO karşıtı eylemler düzenleyen hareket, Suriye’ye yapılacak emperyalist müdahaleyi protesto etmişti. Nükleer programı bahane edilerek İsrail ile birlikte ABD’nin saldırmak istediği İran konusunda da benzer bir tavır takınmışlardı. Bunun yanında ekolojist söylemler de harekette önemli bir yer kapsıyor. Hareketin önemli bir noktası da şiddet içermeyen protestoları tercih ediyor olmaları.

BÜTÜN DÜNYAYI ‘İŞGAL ET’
İşgal hareketi, sadece ABD ile sınırlı kalmadı. Dünyanın birçok noktasına yayılarak siyasal bir akım haline geldi: Wall Street’i İşgal Et’den, İşgal Et’e dönüştü. Ekonomik krizin sarstığı Avrupa başta olmak üzere dünyadaki beş kıta İşgal eylemleri ile sarsıldı. Hükümetler yapılan eylemlerden ötürü geri adım atmak zorunda kalırken, küresel anlamda bir isyan dalgası oluşmuş oldu. Hareket, Ermenistan, Avusturya, Belçika, Kanada, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Kıbrıs, Danimarka, Franca, Almanya, Hong Kong, İtalya, Malezya, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Nijerya, Norveç, İrlanda, Güney Afrika, İspanya, Güney Kore, İsviçre, İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya ülkelerine yayıldı. Hareketin bu şekilde küreselleşmesinin ardından, eylemciler “Dünyayı işgal et” sloganlarını kullandılar.

POLİSİN ‘ORANTISIZ GÜCÜ’ TARTIŞILMIŞTI
İşgal hareketi, yaptığı eylemlerde bulunduğu bölgede çadır kurarak ve o andaki temel ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde oturarak protestosunu gerçekleştiriyor. Sembolik olarak, oturdukları binanın ya da yerin aslında kendilerine ait olduğunu böylece göstermiş oluyorlar. Polis ise bu eylemleri gerçekleştiren protestoculara çok sert müdahale etmişti. Geçtiğimiz yıl yapılan işgal eylemlerinde ve yürüyüşlerde polis cop ve plastik mermiyle göstericilere saldırmış, aşırı bir şekilde biber gazı kullanmıştı. Polis bununla beraber eylemcileri kışkırtarak şiddete karşı olan eylemcilerin şiddet eyleminde bulunmalarını sağlamak istemişti. Yaşanan küçük çaplı olaylardan sonra yapılan gözaltıların binlerle ifade edilebileceği belirtiliyor.

FARKLI BİR DEMOKRASİ TALEBİ
İşgal hareketinin yaptığı eylemler ve kullandığı siyasal dil, çok partili rejimlerde oluşturulacak çözümlerin ötesinde bir demokrasi anlayışını kendinde görüyordu. Göstericiler halkın kendiliğinden ve aşağıdan demokrasisini talep ediyorlardı. Özellikle de günümüzde sermayenin küreselleşmesi, hareketin ulus-devlet ölçeğindeki bir demokrasiye inanmayışının ve ulus-ötesi bir demokratik tavra sahip olmasının en önemli temeli oldu. Hareket, ekonomik yıkım yıllarında parlamenter sisteme dayanmayan ve halkın taleplerini baz alan küresel bir demokrasi anlayışı inşa etmek istedi. Bu demokrasi anlayışının simgesi de sosyal medya oldu. Nitekim göstericiler sosyal medya üzerinden örgütlenerek ve ortak kararlar alarak eylemlerini gerçekleştiriyordu. Daha sonra İspanya’da Indignados (Öfkeliler) ve diğer birçok ülkede İşgal adı altında eylemler düzenlenmesi bu tarz bir demokrasi için umut olmasına karşın, İşgal hareketi taleplerini dile getirmede ve eylemlerini sürdürmede sürekliliğini koruyamadı.
2012’ye girildiğinde, dünyanın birçok ülkesinde neo-liberal politikalara ve kemer sıkma paketlerine karşı eylemler yapılıyordu. Yapılan eylemler sermayedarları ve hükümetleri sarsıyordu. On binlerce kişinin katıldığı protesto gösterilerine zamanla halkın desteği azalmaya başladı. Medyanın da ilgisini kaybetmesinin ardından İşgal hareketi düşüşe geçmeye başladı. Çok az sayıda kişi ile etkisiz eylemler yapan hareket, birinci yıldönümüne kadar sessizliğe gömüldü.

İşgal’ciler ne talep ediyor?
İşgal hareketi, her ne kadr halkın kendiliğinden bir hareketi olsa da tamamen hedefsiz ve savruk bir hareket değil. Hareketin de kendine özgü belirli talepleri var. Eylemlere katılan aktivistler, kurumların üzerindeki siyasi etkinin kaldırılmasını istiyor; daha eşitlikçi bir gelir dağılımı istiyor; daha çok ve nitelikli iş talebinde bulunuyor; bankalarda spekülatif işlemlerin yapılmasına karşı çıkıyor; öğrencilere yönelik eğitimin ücretlerinin düşürülmesini talep ediyor. Bu talepler her ne kadar yazılı olmasa da hareketin içinde bulunan herkesin ortak paydasını oluşturuyor. Hareketin içindeki bazı gruplar da “Yüzde 99 Manifestosu” yazmış ve küresel kapitalist sistemin durumunu ve kendilerinin ne istediğini bu broşürde anlatmışlardı.
Resimiçinde yazı: İşgal’cilerin profili
İşgal hareketine mensup kişiler, elbette gökten zembille inmedi. Onlar da ABD’nin bir parçası ve ülke siyaseti içinde farklı yelpazelerde konumlanıyorlar. Fordham Üniversitesinin yaptığı bir araştırma İşgal hareketi katılımcılarının yüzdelik profilini gösteriyor:
– Demokratlar: 25
– Çay Partisi: 12
– Sosyalistler: 11
– Yeşiller: 11
– Cumhuriyetçiler: 2
– Çay Partisi: 0
– “Ötekiler”: 12
– Kendilerini konumlandırmayanlar: 39
İşgal’de birinci yıl eylemleri
Spot: İşgal hareketinin birinci yılında New York’un finans merkezinde eylem düzenleyen göstericiler, ülke sermayesinin simge haline gelmiş binalarını işgal etti. Polis çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.
Wall Street işgalinin birinci yıldönümünde sokağa dökülen göstericiler, Zuccotti Park’ta yeniden işgal eylemi düzenledi. Göstericiler, ABD finansının merkezi olan Wall Street’i tıklım tıklım doldururken, polis de New York Menkul Kıymetler Borsası önüne barikat kurdu. Birinci yıl işgalinde yaklaşık 200 kişinin “huzuru bozmak” ve “araç ve yaya trafiğini” engellediği iddiasıyla gözaltına alındığı belirtildi. Görgü tanıklarının da iddiaları doğruladığı belirtildi.
Göstericiler, bunun dışında dün öğle saatlerinde Bank of America binasında eylem düzenledi, burada da gözaltılar yaşandı. Dünya Finans Merkezi’ne yürüyüş yapmak isteyen göstericilerin bir kısmını da polis gözaltına alırken, Goldman Sachs Tower’ın önünde oturma eylemi yapmak isteyen protestocular da polis tarafından yaka paça gözaltına alındı.

BİZ SATILDIK, BANKALAR KURTARILDI
Eylem planlarının hedefine New York Borsası’nı koyan ve burada oturma eylemi düzenlemek isteyen protestocular, polis tarafından engellendi. Bowling Green Park’a gönderilen göstericiler, Battery Park’a yürüdü. Yürüyüşte yaklaşık bin kadar gösterici vardı. Sabah saatlerinde de sendika liderleri ve aktivistler, işgalin simgesi haline gelmiş olan Zuccotti Park’ta eylem düzenlediler. İşgal hareketi aktivistleri “Bankalar kurtarıldı, biz satıldık”, “Bizler yüzde 99’uz” sloganları attılar.
Yaklaşık bin kadar gösterici dört farklı noktadan sabah yürüyüşe geçerek hareketin ilk kez başladığı Zuccotti Park’a geldi ve Broadway Caddesi’nde yürüyüş yaptılar. Yürüyüş sırasında polisle tartışan bazı göstericiler oturma eylemi yapmaya çalışınca polis tarafından gözaltına alındı. Elli kişilik bir grup da JP Morgan binasının lobisine girerek eylem düzenledi. Eylemcilerden sekizi gözaltına alındı.

 Can Semercioğlu – Birgün

Nefret Suçu Yasası, AKP eliyle yeni 301 olacaktır

İnternette dolaşan anlamsız film ve filme duyulan tepkinin şiddet olarak sokaklara taşması, Türkiye’de uzun süredir talep edilen bir konunun Başbakan tarafından dile getirilmesine sebep oldu. Başbakan, hedef alınan İslam’ın değerleri olunca, insanların dini inançlarına yapılan saldırılar hakkında BM’nin bir düzenleme yapması gerektiğini söyledi ve ekledi: “Türkiye olarak başı biz çekelim.”

Peki Türkiye Nefret Suçu, Nefret Söylemi, ya da daha da kapsamı daraltırsak dini inançlara yapılan saldırıların engellenmesi ile ilgili bir düzenlemeyi yapabilecek durumda mı? Baştan peşin peşin söylemek (belki de Başbakan’ı uyarmak) gerek. Eğer dini inançlara yapılan saldırılar hakkında bir yasa ya da Nefret Suçu, Nefret Söylemi hakkında bir yasa çıkarsa Türkiye’de, Başbakan’ın çevresinde ceza almadık çok az insan kalır. İş daha da ileriye gider, Başbakan’ın kendisi de bu yasa kapsamında yargılanabilir. Hatırlarsanız seçim öncesi “Ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne afedersiniz Rumluğumuz kaldı.” demişti Başbakan. Öncülük edecek bir ülkede, ilk olarak böyle sözleri yargılamalılar. Ya da o kadar geriye gitmeye gerek yok derseniz, son İmam Hatip Okulları, diğer okullar ve terörist yetiştirme meselesine bakmak yeterli olacaktır.

Başbakan’ın çevresi için de durum pek farklı değil aslında. Örneğin özdeş medyanın yayınlarını incelerseniz, (Bkz: Özdeş Medya) her gün bir Nefret Söylemi ile karşılaşabilirsiniz. Alevi kelimesinin bu medyadaki alt anlamlarına, Zerdüşt kelimesinin alt anlamlarına, Rum kelimesinin, Ermeni kelimesinin, Yahudi kelimesinin alt anlamlarına bir bakalım. Sünnet olmamanın, yani yaygın inançta Hıristiyan olmanın, bugün protokolde önlerde yerleri olanlar için ne anlama geldiğine bir bakalım. Sonra da düşünelim, bu düşünce yapısından çıkacak bir Nefret Söylemi Yasası, bir Nefret Suçu Yasası bizi nerelere götürür?

Götüreceği yer Sünni İslam’ın 301’i olacaktır. Türklüğü Aşağılamak gibi muğlak bir ifadenin yarattığı sonuçları hepimiz hatırlıyoruz. Günümüzde devlet katında milli duyguların önemi ile dini duyguların önemi yer değiştirmiş olabilir ama baskı ve tekleştirme açısından aralarında pek fark yok. Bu gidişle 301 de, Türkiye’nin ilk Nefret Suçuna karşı yasası olarak tarihe geçebilir. Gidişiat sonucunda önümüze çıkarılacak olan Nefret Suçları Yasası’nın sonuçları da 301’in yarattıklarından pek farklı olmayacak. Sünni İslam düşüncesi dışında bir fikir belirtmek, bir muhbir mümin tarafından bu “Nefret Suçu”dur diyerek şikayet edilecek, birileri de gereğini yapacak. Daha bu sabah medyaya düşen bir haber de, bunun böyle olacağının en önemli kanıtı. Hatırlarsınız Malatya Sürgü’de, Ramazan sırasında halk Alevi bir aileye tekbirlerle saldırmıştı ve aileyi linç etmek istemişti. O olayın iddianamesi yazıldı. Sonuçta, Alevi ailenin “var olan veya varsayılan suç örgütlerinin korkutucu gücüyle” güruhu tahrik ettiği kanaatine varıldı. Alevi ve Kürt bir aile doğrudan suç örgütleriyle bağlantılandırıldı ve 48 mağdur linç meraklısına en fazla 6.5 yıl, aileye ise 14 yıl hapis istendi. Aslında sadece bu iddianame bile Nefret Suçları üzerine konuşulan bir komisyonda örnek olarak incelenebilir.

Yani Türkiye’de durum o kadar açık ki aslında. Başbakan’ın dini inançtan kastettiği Sünni İslam. Hıristiyanlık, Musevilik, Zerdüştlük ya da başka bir inanç değil. Dezavantajlı grubu koruması gerekecek yasa da bu haliyle, baskın olan düşüncenin hakimiyetini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacak. Hatta doğrudan onun için kullanılacak. Bu haliyle çıkabilecek bir yasa, her gün nefret söylemleriyle yıkanan beyinlerimizi korumaya değil, düşünce özgürlüğünü biraz daha kısmaya, hakim olan düşünceye karşı ifade özgürlüğünü biraz daha baskılamaya yarayacak. Ve büyük ihtimalle en çok Nefret Suçu kaynağı olanlar tarafından savunulacak.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/#!/Urbarli

Malatya Sürgü’deki olaylarda suçlu bulundu: Linç teşebbüsüne maruz kalan alevi aile

Ramazan ayında Malatya’da, ramazan davulcusunun tahriki ile alevi ailenin evine saldırılması sonucu yaşanan olaylarla ilgili iddianame hazırlandı. Savcı, ‘korkutarak tahrik ettiler’ dediği Alevi aile fertlerine daha fazla ceza talep etti.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü beldesinde yaşayan Evli ailesi fertleri oruç tutmadıkları halde evlerinin önünde ısrarla davul çalan Mustafa Evşi’yi burada davul çalmaması konusunda uyardı.

Beldede olay duyulunca 50 -60 kişilik grup, Kürt ve Alevi olan Evli Ailesi’nin evinin önünde toplandı ve evin içinden çekilen görüntülerin sosyal medyada paylaşılması ile tekbir getiren grubun evi taşlamaya başladığını da kanıtladı. Evin yanındaki ahır ateşe verilirken, yaklaşık 2 saat süren olaylar, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu son buldu.

Kamuyounda yankı uyandıran bu olayla ilgili iddianame hazır ve savcı, Alevi ailenin “var olan veya varsayılan suç örgütlerinin korkutucu gücüyle” güruhu tahrik ettiği kanaatine vardı.

Doğanşehir Cumhuriyet Savcısı Ahmet Aydın, davulcu Mustafa Evşi’nin “suç işlemeye tahrik, mala zarar verme, basit yaralama ve zincirleme hakaret” suçlarını, Alevi ailenin haksız tahriki altında işlediğini savundu.

Savcı bu yüzden normalde 1.5 yıldan 13.5 yıl arası hapis isteyebileceği davulcu Evşi’nin cezasından 4’te 1 ila 4’te 3 oranında indirim yapılmasını istedi. Evşi için istenen ceza 4.5 ay ila 10 yıl arasında olacak.

Evli ailesini linç etmek üzere evin önünde toplanan ve evi taşlayarak aileye hakaret eden kalabalıktaki 48 kişiye de mala zarar verme, basit yaralama ve hakaret suçlarından dava açan savcı, bu kalabalığın da Evli ailesinin tahriki sonucu bu suçu işlediğini ileri sürdü. Savcı Aydın bu yüzden 8.5 yıla kadar hapsi istenebilecek 48 şüpheliye haksız tahrik indirimi yapılırak 3 aydan 6.5 yıla kadar hapis cezası verilmesini istedi.

14 YILA KADAR HAPİS

Savcı Aydın, Evli ailesinin oğlu Servet Evli hakkında davulcu Mustafa Evşi’ye vurduğu gerekçesiyle basit yaralama, davulcuya hakaret ve tehditte bulunduğu gerekçesiyle alenen hakaret ve tehdit, evin önündeki kalabalığa yönelik sözleri nedeniyle de “var olan veya varsayılan suç örgütlerinin korkutucu gücünden yararlanarak zincirleme tehditte bulunmak” suçlarından 3,5 yıldan 14 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını istedi.

Savcı Aydın, evin kızı Leyla Evli’ye de “var olan veya varsayılan suç örgütlerinin korkutucu gücünden yararlanarak zincirleme tehditte bulunmak” suçundan 2.5 yıldan 8.5 yıla kadar hapis cezası verilmesini istedi.

Evli ailesinin avukatı Ali Hamamcı, linç girişiminde bulunan kalabalığa mala zarar vermek suçundan soruşturma açıldığı anda sonucun böyle olacağını tahmin ettiklerini belirtti:

“Savcı olayların asli faili olarak linç girişimine maruz kalan Evli ailesini göstermiştir. Bu çok vahim bir hukuk komedisidir.

İddianamelere baktığınızda sanki Evli ailesi durduk yere bütün Sürgü’yü tahrik etmiş, bu insanlar da tahrik altında gidip mala zarar vermişler. Jandarma, Evli ailesinin evinin basılacağını biliyordu ama koruyamamıştı. Hukuk da Evli ailesini koruyamadı ve mağdur etti.

Bu çok acı bir durum. Bu olaya ilişkin böyle bir sonuca varmak bu ülkenin geleceği açısından son derece tehlikeli. Bu tavır, bu tür suçların işlenmesine sosyal ve siyasal zemin hazırlamak olur.

Başbakan Erdoğan, çok haklı olarak Müslümanlara yönelik hakaretler yüzünden BM’de nefret suçları ile ilgili önerge vereceğini söylüyor. Ama ülkemizde aynı nitelikte olan bir eylemi savcılık iki insan arasındaki kavga gibi algılayıp dava açıyor. Üstelik mağdur aileyi de kitleyi tahrik etmekle suçluyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bunun toplumsal ve siyasal sonuçları ağır olur.”

(Vatan)

Bir film protestosu da Gürcistan’dan

0

Gürcistan telecvizyonlarında hapishanelerde yaşanan taciz ve işkence vakalarının işlendiği bir filmin gösterilmesi üzerine başkent Tiflis’te yüksek katılımlı protesto gösterisi düzenlendi.

Gösteriye az sayıda siyasi lider katıldı. Yapılan açıklamalarda 1 Ekim’deki seçimlere kadar halkın sukunetini koruması gerektiği dile getiridi. Gürcistan devlet başkanı Shakasvili ise mahkumları taciz eden ve işkence yapanların mutlaka en ağır cezalara çarptırılacağı sözünü verdi.

Hükümete yakın kaynaklar ilgili filmin gardiyanlar tarafından çekilerek seçimler öncesi siyasilere yönelik rüşvet amaçlı kullanılmak istenmiş olabileceğini belirtiyorlar.

Savcılık ofisi ise yaptığı açıklamada Tiflis Cezaevi şef gardiyanı ile 10 yardımcısının tutuklandığını, hapishane müdürünün ise istifa ettiğini bildirdi.

(Yeşil Gazete, El Cezire)

Kaos GL’den MHP’ye ziyaret

Kaos GL Hukuk Danışmanı Avukat Hayriye Kara ve Dış İlişkiler Koordinatörü Murat Köylü, MHP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Ruhsar Demirel’i MHP Genel Merkezi’ndeki makamında ziyaret etti.

Ziyaret, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin Kasım ayında yayımlayacağı Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi Türkiye Raporu öncesinde bilgi alışverişinde bulunmak üzere, Ruhsar Demirel’in daveti üzerine gerçekleşti.

TBMM’de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Sağlık Aile Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyesi olan Ruhsar Demirel, çeşitli toplum kesimlerinin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konularında önyargıları ve “hassasiyetleri” bulunabileceğini, ancak hükümet ve kamu yetkililerinin veya siyasi temsilcilerin eşcinsel ve trans yurttaşları ayrımcılık ve şiddete maruz kalmaktan korumakla yükümlü olduklarını söyledi.

“Eğer babalar kendi öz evlatlarını öldürüyorlarsa, herkes bunun sosyal maliyetini düşünmek zorunda. Sorunu görmezden gelemeyiz.” diyen Ruhsar Demirel “Ülkemizde demokrasi ve insan haklarını derinleştirmek istiyorsak, tüm yurttaşları ortak bir paydada buluşturmak istiyorsak, diyaloga ve bilgi paylaşımına her daim açık olmamız gerekir; birbirimizi ikna edemeyecek olsak da. Oysa ne yazık ki kendini en özgürlükçü olarak tanımlayanlardan en muhafazakarlara dek pek çok toplum kesiminin birbirine karşı önyargısı var.” şeklinde konuştu.

Tıp doktoru olan, sağlık yönetimi ve kamu yönetimi üzerine iki ayrı yüksek lisans çalışması bulunan Ruhsar Demirel uzun yıllar Sağlık Bakanlığı’nda görev yaptığını belirterek “Seks işçiliği yapan trans kadınların durumu hem trans kadınların insan hakları ve sağlığı, hem de halk sağlığı gözetilerek ele alınmalıdır. Başka bir çalışma alanı sağlanmadığı için, bir talep de olduğu için seks işçiliğine yönelmek zorunda kaldıklarını biliyoruz.” dedi.

Kaos GL temsilcileri, kayıtdışı seks işçiliği yapan trans kadınların cinsel saldırı ve nefret suçlarına maruz kalma olasılığının daha da arttığını anımsatarak, yeni anayasa, ayrımcılık yasası ve nefret suçları yasası gibi yasama süreçlerinde her türlü katkıyı sunmaya hazır olduklarını yinelediler. Yaklaşık bir saat süren görüşme, Türkiye’ye sığınan mültecilerin durumu hakkında bilgi alışverişi ile sona erdi.

(Kaos GL)