Ana Sayfa Blog Sayfa 4569

Doğu Afrika: Uyum artıyor ama… ~2

allAfrica.com ‘da geçen hafta çıkan haberi, Yeşil Gazete dostu Tuğçe Tuğran‘ın çevirisiyle, iki parça halinde sizlerle buluşturuyoruz.

Yazının ilk bölümnü buradan okuyabilirsiniz:

 

Hükümet çiftçileri yenilikçi teknikler benimseme konusunda teşvik ediyor mu? Bu konudaki rolü nedir?

Hükümetin çok büyük bir rol oynaması gerekiyor. Tüm bölgede tarım araştırmaları ve kalkınma çabalarına çok az önem veriliyor. Hükümetler bütçelerinin yüzde onunu tarıma ayırma sözü verdiler ama bu bölgelerde sözlerini tutmaktan çok uzaktalar. Bu sektöre yatırım yapmalıyız. Eğer gıda güvenliğini artırmak istiyorsak buna ihtiyacımız olacak çünkü yatırımlar şu anda çok çok düşük seviyede.

‘Yağmur döngüleri değiştikçe ve iklim değişikliğine bağlı olarak hava sıcaklıkları arttıkça, çiftçilerin daha hızlı ve kapsamlı bir şekilde değişmeleri gerekebilir’ diyorsunuz. Çiftçilerin bahsettiğiniz bu değişiklerin ne zaman yapması gerekiyor?

Hâlihazırda daha aşırı olaylar ve değişkenlikten bahsediliyor. Önümüzdeki 10, 20 ve 30 yılda bu olayların artacağını kesin olarak biliyoruz. Ama bu hemen yarın olacak bir şey değil ve ben de ‘ya hemen değişin ya da sonunuz gelir’ şeklindeki mesajı vermek istemiyorum. Yine de çiftçilerin bu konuları düşünmesi ve gerekli ayarlamaları yapmaya başlamaları gerekiyor. Bu yüzden bu konuda bir takım değişiklerin olması iyi bir şey. İnsanlar bu konuda düşünmeye başladı ve iklim değişikliği konusunda eskisine göre çok daha bilinçliler. Bununla beraber, çiftçiler davranışlarını iklim değişikliği olduğu için değiştiriyor değiller. Bu zenginlere, iklim değişikliği için iyi bir şey yapmak istediğimizde bir yere uçakla gitmemeye karar veren bizlere, yani refah düzeyi yüksek insanlara özgü bir lüks. Küçük çiftçilerin durumu bu değil. Ama son derece bilinçliler ve eskisine göre daha fazla bilgiye erişimleri var. Bu bilişim sistemleri ile mümkün olan yeni olanaklara işaret ediyor, cep telefonu ve televizyondan bilgiye erişim gibi. Bölgede giderek daha fazla insanın televizyonu var ve televizyon izliyorlar. Herkesin radyosu var, herkesin cep telefonu var veya bir cep telefonuna erişimi var. Yani birçok farklı kanaldan bilgiye erişim mevcut, burada önemli olan da bu. Ama herhangi mucize çözümlerden veya teknolojik bir sihirden bahsetmek mümkün değil.

Küçük çiftçileri yenilikçi tarım tekniklerini benimsemeleri ve bu yenilikleri hızlıca hayata geçirmeleri konusunda nasıl motive ediyorsunuz? Araştırmanızdan ortaya çıkan, diğerlerinden daha başarılı bir program veya teknik var mı?

Kadınları karar sürecine dahil etmek ve onlara bilgiye erişim konusunda daha fazla fırsat vermek. Biliyoruz ki çiftliklerle ilgili kararlar alınırken hane düzeyinde kadınların da en az erkekler kadar sözü geçiyor. Ama kadınlar bilgi akışından dışlanmış durumdalar. Bu yüzden anahtar bir strateji kadınları tüm bu çabalara dahil etmek ve onları özellikle hedef almak. Bu erkekleri dışlamak veya onları tehdit etmek anlamına gelmiyor, ama kadın kesinlikle daha fazla dahil edilmeli ve kadınlara ulaşmanın daha yenilikçi yolları bulunmalı.

Bununla beraber, şu ana kadar Afrika’da daha iyi ve daha fazla bilgiye aç olduğunu söylemeyen bir tek çiftçi ile görüşmedim. Yani daha alacak çok yolumuz var.

Tarımda yapılan yeniliklerin, örneğin GDO’lu tohumların birer batı ürünü olduğu, ve sadece batılı tarım şirketlerinin çıkarlarına hizmet ettiğini söyleyen gruplara cevabınız ne olur?

Bu konuda uzman değilim, ama çiftçilerin mevcut her türlü seçenek ve stratejiye ihtiyaçları var. Ortada büyük bir zorluk var. Bu devirde hala bu kadar çok çiftçinin yılın sonunu getirmek ve ailelerini besleyebilmek için uğraştığını görmek gösteriyor ki daha alınacak çok ama çok yok var.

Küçük çiftçilerin mevcut tarımsal değişikliklerden sadece birini benimsemeleri mümkün olsaydı, sizce hangisi en etkili olurdu?

Korkarım ki mucize bir çözüm yok. Ama su kıtlığı önümüzdeki yıllarda gerçek bir sorun olacak yani hem ev kullanımı hem de tarımda kullanılacak su konusunda düşünmeye başlamak kesinlikle anahtar teşkil ediyor.

Fakat toprağım bereketini sağlamaya yönelik önlemleri de düşünmek gerekir. Sadece gübre satın almaktan bahsetmiyorum. Aynı zamanda kompost ve hayvan dışkısı da gerekli ve bunu yapmaya başlayan insanlar görmeye başladık. Bu tarz önlemler: taraçalama, yüzeyden akıp giden suyun azaltılması, organik maddeleri toprağa geri kazandırmak-bunlar çok önemli. Ve çiftçiler kendileri de toprak verimliliğinin azaldığını görüyorlar, çünkü topraktan gelen organik maddeyi toprağa yeterli derecede geri koymuyorlar. Bunların anahtar konular olduğunu düşünüyorum.

İşte Yeni Özgür Dünya, İran ve Rusya’da “Google” yasak

Reuters, İran’ın, Google’a erişimi yasakladığını ve devlet kurumlarıyla işletmelerin ‘yeni ulusal ağa’ bağlandığını belirtti.

İran halkı bir süre önce Tahran rejimi tarafından açıklanan yerel internet ağını kullanmak için ilk adımı atarken, Google’ı da kullanım dışı kaldı. Reuters, her iki gelişmenin aynı zamanda gerçekleşmesinin planlı olup olmadığı hakkında kesin birbilgi bulunmadığını belirtti. İran hükümetinden bir yetkili bugün yaptığı açıklamada, yerel internet ağının siber güvenlik çalışmalarını güçlendirmeyi amaçladığını ifade etti. Bu açıklamanın birkaç saat öncesinde, İran televizyonları Google arama motorunun ve e-posta hizmetinin (Gmail) bloke edileceğini duyurdu.

Öte yandan Rusya’nın Volgagrad şehrinde yaşayan bir blogger, şehirde ‘Vkontakte.ru’ ve “Youtube”  sitelerine  girmek istenildiği  zaman internet tarayıcısında, Rusya telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri servisi tarafından yazılmış bir mektupla karşılaşıldığını anlattı. @SlavaMez adlı blogger tarafından yayınlanan mektupta; Rusya telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri servisi, internetabonelerine ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı filmin aşırıcılık taşıdığı mahkeme tarafından onaylanana kadar, bu filmi yayınlayan sitelere girilmemesini tavsiye ediyor. Aynı şehirde ikamet eden bazı kullanıcılar ise ‘VKonte.ru’ ve ‘Youtube’ sitelerinin yanı sıra Google sitesine de erişimin sınırlandırdığını ifade etti.

Dünya genelindeki resmi çağrılara rağmen, YouTube’un sahibi internet arama motoru devi Google filmin yayından kaldırmayacağını açıkladı. Bunun üzerine Afganistan, Pakistan ve Bangladeş’de de YouTube’a erişim yasağı getirildi.

Galatasaray sezonu Van’da depremzedelerle açıyor

Galatasaray Spor Kulübü’nün Erkek, Kadın ve Tekerlekli Sandalye basketbol takımları sezonu bugün Van’da açıyor. Galatasaray Basketbol Şubesi’nin sporcuları özel uçakla geldikleri Van’da tüm gün süren organizasyonlarda depremzedelerle bir araya gelecek.

Van’da yaşanan depremlerin ardından Galatasaray basketbol takımları depremzedelere destek vermek için bugün Van’da sezonu açıyor. Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Basketbol Van İl Temsilcisi Gökhan Gencer Galatasaray Medical Park Erkek Basketbol, Kadın Basketbol ve Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımlarının yeni sezonu Van’da açacaklarını belirtti.

Düzenlenecek organizasyonlarda, Galatasaray’ın davetlisi olarak Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Suat Kılıç’ın da kentte geleceğini anlatan Gencer, “Galatasaraylılar Van adına böylesi güzel bir organizasyon çerçevesinde ilköğretim okulu öğrencilerini ziyaret ederek onlarla bir süre sohbet edecekler. Daha sonra depremzedeler için getirmiş oldukları hediyeleri dağıtacaklar. Deprem konusunda önemli mesajlar verecekler. Salı günü Anadolu Öğretmen Lisesi’nde bizim tekerlekli sandalye basketbol takımımız ile bir karşılaşma yapacaklar. Tüm Vanlı basketbol severleri bu karşılaşmayı izlemeye bekliyoruz. Erkek basketbol ve Kadın basketbol takımlarının da birer karşılaşması olacak. Böylesi bir organizasyon Galatasaray Kulübü’nün inisiyatifinde gelişen bir organizasyon. İlimiz adına kendilerine çok teşekkür ediyoruz. Depremden sonra tekrar basketbola olan ilginin artması için çok önemli bir organizasyon. Galatasaray Kulübü yöneticilerini ve sporcularını en iyi şekilde ağırlayacağız” dedi.

Galatasaray kafilesi okulları ziyaret ederek minik öğrencilere moral verecek. Sarı kırmızılı basketbolcular ayrıca öğrencilerle birlikte yemek yiyecekler. Ardından erkek ve kadın takımları karışık bir maç yaparak değişik bir organizasyona imza atacak.

Galatasaray Basketbol Takımları sezon açılış törenini Van’da tamamladıktan sonra akşam uçağı ile İstanbul’a dönecekler. Galatasaray’ın bu organizasyonuna büyük emek veren iki genç yönetici Sedat Doğan ve Emir Sarıgül katılacak.

 

Daniel Cohn-Bendit Fransız Yeşillerinden ayrıldığını açıkladı

Avrupa Parlamentosu’nun Yeşiller Partisinden Fransız üyesi Daniel Cohn-Bendit, partisinin Avrupa Birliği’nde bütçe disiplini anlaşmasına karşı çıkma kararı almasının ardından yeşiller partisi üyeliğinden ayrıldığını açıkladı.

1968 yılında Paris’teki öğrenci hareketlerindeki lider rolüyle tanınan Cohn-Bendit’in ayrılığı, Yeşiller Partisi içinde ve Sosyalistlerin Yeşillere kabinede iki bakanlık verdiği Fransa’da tartışmalara yol açabilir.

Fransız Yeşillerin büyük kısmı, mali sözleşmenin AB’deki krize uzun vadeli çözümler getiremeyeceği ve çevre dostu politikalar üretilmesine yardımcı olamayacağı kararı yönünde oy kullanmışlardı. Cohn-Bendit’e  göre bardağı taşıran son damla oldu bu. Yeşillerin avrupa bütçesine hayır demesinin ertesi günü olan 23 eylül pazar günü , “bu harekete dahiliyetini parantez içine aldığını” duyurdu.

Daniel Cohn-Bendit’in Cumartesi günü katılmadığı Fransız Eko-Yeşillerinin (d’EELV) Federal Konsey’inde yapılan oylamada %70 ile AB bütçe disiplini anlaşmasına “Hayır” deme kararı çıktı. Cohn-Bendit’in yakın çevresine ağustoa ayı başından beri bu konuda bir karar çıkacağını öngördüğünü, konseye gitmesinin bir yarar sağlamayacağını düşündüğü için de gitmek istemediği belirtiliyor.

Fransa’nın mali sözleşmeyi önümüzdeki ay onaylaması bekleniyor. Ancak koalisyondaki bir bölünme, Sosyalistlerin sağ muhalefetin desteğine ihtiyaç duyması ve siyaseten küçük duruma düşmesine yol açabilir.

Fransız i-Tele kanalına konuşan Cohn-Bendit, ‘Dünkü konsey çok acıklıydı. Bu harekete üyeliğimi askıya alma kararı aldım. Yeşillerle aramdaki bağın artık koptuğunu görüyorum’ şeklinde konuştu.

Fransız Yeşiller partisinin mali sözleşmeye yaklaşımını ‘tutarsız’ bulduğunu söyleyen Cohn-Bendit, partinin iktidar koalisyonundan çekilmesi gerektiğini söyledi ve  ‘Bu sol politika eğilimine destek vermek istemiyorum’ şeklinde konuştu.

Öğrenci hareketlerindeki rolü sebebiyle ‘Kızıl Danny’ lakabı takılan Cohn-Bendit, 1999 yılından beri Fransa’daki Yeşil partilerden milletvekilliği yapıyordu ve Avrupa Parlamentosu’ndaki Yeşiller grubunun da eşbaşkanıydı.

( Le MondeEuractiv.com)

Araba yerine Yayaba

Her yıl 22 Eylül’de çeşitli etkinliklerle kutlanan ‘Dünya Otomobilsiz Günü’ (World Carfree Day), etkinliklerinin İstanbuldaki adresi bu sene Kadıköy Moda Caddesi oldu. Sokak Bizim Derneği tarafından etkinlik için hazırlanan alternatif ulaşım aracı “Yayaba” gün boyu sokaktan geçenlerin ilgisini çekti.

Dünya Otomobilsiz Günü toplu taşıma sisteminin, bisikletle ulaşımın ve yürümenin yaygınlaştırılmasını, toplu taşıma odaklı komşuluk birimlerinin gelişimini ve yürünebilir çevrelerin genişlemesi amacını güdüyor. İstanbul’da 2000 senesinden bu yana belli aralıklarla kutlanan Dünya Otomobilsiz Günü, bu yıl da ‘insan odaklı şehir planlaması’nın önemine ve ‘sürdürülebilir ulaşım seçeneklerine’ dikkat çekmek adına Sokak Bizim Derneği aracılığıyla Kadıköy Moda Caddesi’nde kutlandı.

Dernek üyeleri alternatif ulaşım aracı “Yayaba”yı kurmalarının ardından gün boyu canlı müzik eşliğinde piknik yaptılar ve cadde sakinleri ile sohbet etmeyi ve  ‘Avrupa Hareketlilik Haftası’ ve ‘Dünya Otomobilsiz Günü’ ile ilgili bilgi vermeyi de ihmal etmediler. Etkinlik, Moda’dan Kadıköy’e  doğru YAYABA ile gerçekleştirilen yürüyüş ile son buldu.

Sokak Bizim derneğinin etkinliklerinden haberdar olmak ya da katılımda bulunmak için web adresi sokakbizim.org/ , facebook facebook.com/pages/Sokak-Bizim/ veya twitter  twitter.com/sokakbizim üzerinden bilgi alabilirsiniz.

(Yeşil Gazete , Yapı.com)

Hem Sol, hem Yeşil – Arif Ali Cangı

Her gün onlarca ölümlerle adeta savaşı yaşıyoruz. İktidar Partisi, ‘öldürerek bitireceğim’ gözü dönmüşlüğü ile daha fazla ölüme davetiye çıkartıyor. Anamuhalefet Partisinin ne yapmaya çalıştığı belli değil, zikzaklar çizip duruyor. Özelikle son günlerdeki Oslo açıklamalarıyla, tepkiler üzerine yaptığı savunmalarıyla Kürt Meselesi konusunda tam anlamıyla çuvalladı, bu arada kendi içindeki çözüm arayışlarını da boşa düşürdü. Şiddetin tavan yaptığı bir ortamda, müzakereyle, tartışmayla, demokratik siyasetle çözüm arayanların sözleri de duyulmaz oldu. Bu ortamda siyaseti konuşmak çok zor, ama yine de sözü, siyaseti değerli kılmaktan başka yolumuz yok.

Türkiye’nin can yakıcı bu sorunu gibi tarihinden kaynaklanan sorunlarının yanı sıra, her alanda eşitsizlik, adaletsizlik ve ciddi demokrasi sorunları ortada duruyor. AKP iktidarının giderek artan otoriterleşmesi ve muhafazakârlaşması ile sorunlar derinleşiyor, buna karşı duran muhalefetin de ciddiye alınır çözüm yolları önermediğini görüyoruz.

Diğer yandan, bugün artık küreselleşen kapitalizmle, insanın emeğinin sömürüsünün yanı sıra doğal varlıklar da kaynak haline geldi, doğa da sömürünün konusu haline dönüştürüldü. Uygulanan politikalarla yaşam kaynakları hızla tüketiliyor, yaşam alanları kirletiliyor, önlenmeyen küresel iklim değişikliğiyle ekolojik yıkım kapımıza dayandı. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle de kapitalist sistemin sürekliliğini sağlanmaya çalışıyor. Bu sistem, aynı zamanda eşitsizliklerin, hiyerarşinin ve merkezileşmenin sürekli hale geldiği, şiddetin kurumsallaşmış biçimde gündelik yaşamın parçası haline geldiği, dayanışmanın yok olduğu bir toplum düzenini de yarattı.

Toplumsal ve ekolojik yıkıma götüren bu gidişi durduracak yeni bir yol bulmak zorundayız. Bu yol, sistemi değiştirmeyi hedefleyen yeni bir siyasetle açılabilecektir. Son kamuoyu yoklamaları yeni siyaset arayışının toplumsal zeminin olduğunu bize gösteriyor.

Var olan sorunlar karşısında oluşturulacak yeni siyaset, ekolojinin yanı sıra Türkiye’nin eşitlik, özgürlük ve demokrasi sorunlarına da çözüm politikaları önermek zorundadır. Bir başka deyimle yeni siyasetin emek siyaseti, kimlik siyaseti ve ekoloji siyasetini buluşturması gerekmektedir.

Son yıllarda ‘sol’un içindeki ayrışmadan emek siyaseti ile kimlik siyasetini ortaklaştırmayı başaran bir akım olarak ‘özgürlükçü sol’ ortaya çıktı. Siyasal alanda bu düşüncenin yürütücüsü Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) oldu. Yaşadığı pek çok sıkıntısına rağmen EDP özgürlükçü sol düşüncenin taşıyıcılığı görevini ısrarla sürdürüyor. Şimdi özgürlükçü sol düşünce ile ekoloji düşüncesinin, yeşil siyasetin ortaklaşması aşamasına gelindi. EDP ile yeşil düşüncenin siyasal düzlemdeki taşıyıcısı olan Yeşiller Partisi arasında yaklaşık on aydan bu yana ortak çalışmalar sürdürülüyor. Bu ortak çalışmalarla yeni siyaset için epeyce yol alındı. Bu çabanın ‘özgürlükçü sol düşünce ile ekoloji düşüncesinin koalisyonu’ şeklinde mi, yoksa ‘iki alanın birbirini tamamlayan yeni bir siyasetin inşası’ şeklinde mi sonuçlanacağı merakla izleniyor.

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var, yeşil düşünce ile özgürlükçü sol düşüncenin buluşturma çabaları, çok değerli çabalardır. Bu çabalar, dünyayı, çağı doğru okumanın, değişmenin, dönüşmenin göstergesidir. Kendisi değişen, dönüşen bir hareket, sistemi de radikal biçimde değiştirme potansiyelini içinde taşır.

KAPİTALİZM – ENDÜSTRİYELİZM

Yeni siyasetin inşası için özgürlükçü sol düşünce ile yeşil düşüncenin kavramlarının anlaşılması ve ilişkilendirilmesi bir ihtiyaç olarak ortada duruyor. Bu kapsamda, ‘sol’un en belirleyici yanı kapitalizm eleştiri, kapitalizmi aşma hedefidir. Yeşil düşünce sisteminde kullanılan en belirleyici kavram ise ‘antiendüstriyelizm’dir. Yeni siyasetin oluşturulmasında öncelikle antikapitalizm ile antiendüstriyelizm kavramlarını ele almak gerekiyor. Önce, yeşil düşüncenin anlaşılabilmesi için antiendüstriyelizm kavramı üzerinde durmakta yarar görüyorum. Burada iki alıntı yapmak istiyorum.

“Yeşil düşünce literatüründe kullanılan belki de en spesifik kavram ise antiendüstriyelizmdir. Endüstriyalizmi sanayi toplumunu tanımlamak için kullanılmasının ötesinde asıl ayırdedici anlamına iki kutuplu dünyanın özgül şartları içinde kavuştu. Yeşil hareketlerin doğduğu yıllarda Sovyet ve Çin tipi sosyalist sistemlerin de rakibi oldukları kapitalist sistemden bir farkı olmadığı, iki sistemin ortak noktası olarak endüstriyelizm gösterilmiştir ” (1)

“Endüstri toplumunu belirleyen endüstriyalizm, ekonomik cephede, sermaye ve teknoloji yoğun bir üretim sürecinde talebin kışkırtılmasına dayalı üretim örgütlenmesiyle yalnızca küçük bir azınlık için refah sağlarken çoğunluğu yoksulluğa mahkum etmektedir. Toplumsal cephede, patriyarkal değerlerle yoğrulduğu için kadın-erkek eşitsizliğinin ebedileştiği, kurumsallaşmış şiddetin gündelik yaşamın parçası kılındığı, merkeziyetçiliğin her alana sindiği bir toplum durumudur. Siyasal cephede, örgütlenme ve işleyişin hiyerarşik ve merkeziyetçi olduğu, farklı siyasal görüşlerin karar alma mekanizmalarım etkileyemediği bunun yerine uzman görüşlerinin esas alındığı, özgürlükçü ve dayanışmacı yaklaşımları dışlayan bir hukuk ve düzen anlayışının hüküm sürdüğü vurgulanmaktadır” (2)

Bu anlatımlardan da anlaşılacağı üzere yeşil hareketin değiştirmeyi önüne koyduğu endüstriyel toplum ile solun değiştirmek istediği kapitalist toplum tanımları arasında önemli bir farklılık yoktur. Burada sol açısından öne çıkan kırılma, Yeşil Hareketin çıkış yıllarında, doğaya karşı politikaları nedeniyle reel sosyalizmi, kapitalist sistemin ikizi olarak tanımlanmış olmasıdır. Bu kırılmanın ‘Özgürlükçü sol’un reel sosyalizme olan eleştirisiyle, Yeşil Hareketin bugünkü küresel kapitalist sisteme yönelik eleştirisi ile aşılabileceğini düşünüyorum.

Günümüzde, sürdürülebilir kalkınma kavramı arkasına gizlenmiş olan sürekli ekonomik büyüme dünyanın fiziki koşullarını zorlamaktadır. Endüstrileşmenin mevcut düzeyi ve hızı karşısında yenilenemeyen doğal kaynak rezervleri tükenmekte, ortaya çıkan atıklar ve nüfus baskısı çevrenin taşıma kapasitesinin ötesinde yoğun bir kirlilik yaratmaktadır. Bugün endüstriyelizm, küreselleşen kapitalist sistemin taşıyıcısı işlevini görmektedir. Buradan kapitalist sistemi aşmadan endüstriyel toplumdan kurtulmanın, endüstriyelizmden kurtulmadan da yaşanabilir bir dünya kurmanın mümkün olmadığı sonucu çıkmaktadır. Bu sonuç aynı zamanda yeşil ve solun ortaklığını zorunlu kılıyor.

Sözün özü; eştlik, özgürlük, adalet, barış ve dayanışma gibi solun değerleriyle, doğayı bir kaynak deposu olarak görmeyen, doğayla uyumlu bir yaşamı hedefleyen, yaşamın korunmasını önceliğine alan yeşil düşüncenin harmanlandığı, hem sol hem yeşil yeni siyaset hem mümkün, hem de kaçınılmaz gözüküyor.

(1) Ümit Şahin – Yeşil Düşünce – Yeşil ve Siyaset – Lotus
(2) Aykut Çoban  Çevreciliğin İdeolojik Unsurlarının Eklenmesi – Yeşil ve Siyaset – Lotus

Arif Ali Cangı- www.turnusol.biz

Doğu Afrika: Uyum artıyor ama… ~1~

allAfrica.com ‘da geçen hafta çıkan haberi, Yeşil Gazete dostu Tuğçe Tuğran‘ın çevirisiyle, iki parça halinde sizlerle buluşturuyoruz.

 

Washington, DC — Doğu Afrika’nın son 60 yılda gördüğü en büyük kuraklığın üzerinden yaklaşık bir yıl zaman geçti. Bölgedeki dört farklı ülkeden 700 küçük çiftlik sahibi ile yapılan anketler, gıda güvensizliğinin hala acil bir sorun olmaya devam ettiğini gösteriyor.

Araştırma CGIAR İklim Değişikliği, Tarım ve Gıda Güvenliği Araştırma Programı tarafından yürütüldü. Sonuçlar son on yılda çiftçilerin duruma karşı yaratıcı tarım teknikleri benimsediğini, ancak gıda güvensizliğinin uyum kabiliyetlerini olumsuz etkilemeye devam ettiğini gösteriyor.

Araştırmacılara göre ankete katılan hanelerin yarısından fazlası ekin hasadını artırmak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için farklı teknikler geliştiriyorlar. Yine de bu değişiklikler yavaş ilerliyor ve çiftçilerin iklim değişikliğinin getirdiği zorluklarla mücadele etmek ve artan gıda talebini karşılamak için daha hızlı ve kapsamlı yenilikler aramaları gerekebilir.

Nairobi’de bulunan Dünya Sosyal Ormancılık (agroforestry) Merkezi’nden Patti Kristjanson araştırmanın liderliğini yapıyor. Kristjanson, AllAfrica’dan Lauren Everitt ile araştırmanın sonuçları, tarımsal yenilikler geliştirmede hükümete düşen görevler ve gıda güvenliği sorununun aciliyeti hakkında konuştu. Tarım ekonomisti, mucize çözümler olduğuna inanmıyor ama kadınlar, bilişim teknolojileri ve çiftçilerin motivasyonunun bir araya gelerek Doğu Afrika’daki gıda güvensizliğini azaltmaya katkıda bulunabileceğini düşünüyor.

Araştırmanız, gıda güvensizliğinin çiftçileri yenilikçi tarım teknikleri benimsemekten alıkoyduğunu gösteriyor. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi biraz açıklar mısınız?

Bu bir çok ülkeden rastgele seçilmiş hanelerin dahil edildiği bir anketti. En fakirler ve benzeri bir seçim kıstası yoktu. Sonuçlara göre bu kadar geniş bir yelpazede ve farklı yerlerde gıda güvensizliği devam ediyor ki bu da çok önemli bir bulgu. Hane halkına ‘Yıl içinde toplam kaç ay, herhangi bir kaynaktan yemek bulabilmek için zorlanıyorsunuz’ diye sorduk. Burada sorun kendi kendine yetebilmek değil, herhangi bir şekilde yiyecek gıda maddesine ulaşabilmek. Örneğin Kenya’da haneler yılda iki aya varan süreler boyunca yemek bulmak için zorlanıyorlar. Etiyopya’da bu süre altı aya kadar çıkıyor.

Sonra çiftçilerden herhangi bir sebeple tarım sistemlerinde yaptıkları değişikliklerden bahsetmelerini istiyoruz-ekinler, hayvanlar, su veya toprak yönetimi gibi konularda. Genel bir tanım ortaya koymaya çalışıyoruz çünkü fark ettik ki insanlar çok geniş yelpazede değişiklikler yapıyorlar ve bunlar hakkında çok açık bir fikrimiz yok.

Sonra çiftçilere neden bu değişiklikleri yaptıklarını sorduk, örneğin daha kısa sürede ekin veren ürünleri tercih etmeye başlamışlardı. Tabii ki nedenler çok değişken ve karmaşık. Bu hepimiz için böyle: bir davranışımızı değiştirdiğimizde bunun tek bir sebebi olmuyor genelde. Bu değişikliklerin piyasa kaynaklı, iş gücüne ve toprağa bağlı olduğunu gördük ve tabii hava ve iklim de konuşulan konular arasındaydı. Ama insanlara gidip ‘iklim değişikliği davranışlarınızı nasıl etkiliyor’ diye sormadık. Bu iyi bir yaklaşım değil çünkü insanlar size ne duymak isterseniz onu söylüyorlar.

Gıda güvensizliği seviyeleri hala oldukça yüksek ve bununla insanların yaptığı değişiklikler arasında sıkı bir ilişki bulduk. Bu anlamda gıda sıkıntısının adaptasyon ve yenilikler geliştirme kabiliyetini sınırlamadığını söyleyebiliriz. Burada bir sebep sonuç analizi yapmıyoruz, yani bunun sebebinin gıda güvensizliği olduğunu söyleyemeyiz, ama farklı yerlerde ortaya çıkması aradaki ilişkiyi incelememiz gerektiğini gösteriyor. Burada yapılması gereken tek şeyin çiftçilere yeni teknolojiler hakkında daha iyi bilgi sunmak olmadığına işaret ediyor.

Eğer bu kadar ciddi sınırlamalar varsa ve insanlar yeni pratikleri benimseyemiyorsa, o zaman bu ana sebebi incelememiz gerekir. Yani gıda güvenliği durumuna özellikle dikkat etmemiz gerekiyor. Bununla beraber, tüm haberler kötü değil. İnsanlar davranışlarını değiştiriyor, yeni pratikler geliştiriyorlar, yeni bilgilere son derece açıklar. Ama kendilerini sınırlayan bir takım engellere bir çözüm bulunması gerekiyor ki onlar da değişebilsin ve yeni şeyler yapabilsinler.

Araştırmanız birçok hanenin hâlihazırda yenilikçi tarım tekniklerini benimsediğini ortaya çıkardı. Son on yılda hanelerin yüzde 55’i en az bir tane daha kısa döngülü ekin tipi, yüzde 56’sı da en az bir tane kuraklığa dayanıklı ekin tipi yetiştirmeye başlamış. Bu değişikliklerin sebebi nedir? Kendiliğinden mi yoksa hükümetlerin veya STK’ların başlattığı değişiklikler mi?

Bu çok güzel bir soru, biz de şu anda devam eden incelemelerimizden bunun cevabını bulmaya çalışıyoruz. Dediğim gibi insanlara neden bu değişiklikleri yaptıklarını sorduk. Cevap yukarıdakilerin hepsi. İnsanlar birden fazla sebep gösterdiler. Köylerden ve birçok değişikliğin olduğu yerlerden bahsediyoruz. Kimsenin olmadığı, hiçbir proje veya programın yürütülmediği yerlere gitmedik. Gerçek şu ki Afrika’da böyle yerler bulmak kolay değil. Evet projeler oldu, yapılan araştırmalar var, burada çalışan STK’lar var. Bu araştırmayı da bu sorunun cevabını bulmak için yapmadığımızı söylemem gerekir. Biz programların ve projelerin yeni teknolojilerin benimsenmesinde ne derece etkisi olduğunu anlamaya çalışmıyoruz, bu başka bir araştırma konusu. Bu yüzden bu konuda sadece bunları söyleyebilirim.

Ama bir sonraki makale, bu soruya bu makaleden daha fazla eğilecek. Bu çalışma olup bitenleri olabildiğinde hızlı bir şekilde ortaya koymak ve hâlihazırda nelerin değiştiğini, insanların neler yaptığını anlamaya yönelikti. Şu sorunun cevabını arıyordu: Neden daha fazla toprak ve su yönetimi, su depolama ve sosyal ormancılık faaliyetleri ile karşılaşıyoruz? İnsanlar çiftliklerine ağaçlar dikiyorlar, ama bizim istediğimiz ölçekte değil. Az sayıda ağaç var. Biz, çiftçileri iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı kılacak bu tarz pratiklerin çoğalmasını istiyoruz. Yani bu yaptığımız, ‘bize neler yaptığınızı anlatın’ konusunda ufak bir adımdı. Olan bileni bilelim ki bu konularda şimdiden araştırmalar yapmaya başlayalım.

Yarın: Hükümetler ne yapıyor, çiftçilerin elinden ne gelir?

(allAfrica.com, Yeşil Gazete)

Yol bulmak – Bekir Ağırdır

Ortada bir veri hal  ve bu veri hal içinde aktörler, aktörlerin kapasiteleri, yapabilecekleri, yapamayacakları, yapmaya razı oldukları ve razı olamayacakları var.

Güncel siyaseti analiz ederken genellikle şu iki zihni hataya düşüyoruz: Birincisi, o günkü hamleye ve söyleme veya sorunun başlangıcındaki duruma kilitlenmiş olmak. Sorunun başlangıcından bugüne olan seyrini, süreci, o sürecin sorunun kendisi ve aktörlerin üzerindeki etkilerini çoğu zaman ıskalıyoruz. 

İkinci zihni hata da sürecin aktörlerin ve genel olarak da toplumun psikolojisi, duyguları, algı ve beklentileri üzerindeki etkileri dikkate almıyoruz. Üstelik bu etki tek taraflı da değil. Yalnızca süreç aktörleri ve toplumun duygularını değil, aktörlerin ve toplumun duyguları da sorun üzerinde etki ve değişim üretiyor.

Eğer sorunu çözmek istiyorsak -ki bu iradi bir kararlılık demektir-, bazen soluklanıp, o anki durumu ve geçmiş süreci gözden geçirmek gerekir. Biz bunun yerine çoğunlukla, bir önceki gün ve aşamadaki pozisyonumuzun önümüze koyduğu yeni hamleye kilitleniyoruz. O zaman da her yeni gün ve aşamada giderek kendi pozisyonumuza, duygusal bagajlarımıza esir hale geliyoruz.

Kürt meselesinde de böyle bir durum var. Herkes kendini bir pozisyona kilitledi. Belki de çözüm için yeniden yapılacak doğru başlangıç önce herkesin bir durup, düşünmesi. Elbette gerçekten çözüm istiyorsak.

Yol bulmak için sorular sormak gerekir

Düşünmek demek, sorular sormak anlamına gelir. Önce de kendimize sorular sormak: Bugünkü pozisyonum çözümü gerçekten sağlar mı? Sağlayacaksa, şimdiye kadar ne eksik, ne yanlış ki, hala sonuç alınamadı? Yoksa sorunun boyutları, dinamikleri mi sonuç almamı güçleştiriyor? Sorular böyle uzar, gider. Hep bir kavşağa gelinir: Çözüm için aynı tercih ve yöntemlerle devam edeyim mi, edebilir miyim? Yoksa değişiklik mi yapayım?

Bir de ikinci karar kavşağı çıkar önümüze: Şimdiye kadar başarılamayanlarda benim eksik ve hatalarım ne?  Karşıdakinin eksik ve hataları ne? Yani başarılamayanlarda benim payım ne, karşıdakilerin payı ne?

Bu soruların cevapları, yine sizin tuttuğunuz yolun doğru olduğu, zorlukların sorunun kendisinden ve karşı tarafın çıkardığı engellerden oluştuğu biçiminde olabilir elbette. Ama bu noktaya gelmişseniz, zaten kendi kafanızda sorunun çözümsüz olduğu noktasına da gelmişsiniz demektir. Yok, eğer hala içtenlikle çözüm istiyorsanız, o zaman soruları değiştirmek, kendinize daha sert sorular sormak, kendi pozisyonunuzu gerçekten sorgulamak zorundasınız demektir.

Gündelik ve bireysel hayatımızda da bazı sorunlar için süreç aynen böyle işler. Bir ilişkiyi bitirirken de ister sevgi, ister dostluk ister iş ilişkisi olsun,böylesi sorulardan yola çıkarız. Ama konuştuğumuz mesele Kürt meselesi gibi hepimizin hayatını ilgilendiren bir mesele ise bir karara varmak bu denli kolay değildir.

Çünkü boşanmak veya boşanmamak bireysel bir karardır. Tüm bir ülkeyi ilgilendiren meselelerde ve kararlarda aslında varmanız gereken sonuç bellidir: Barışarak, uzlaşarak çözmek.

Yol siyasi zeminde bulunur

İşte bu da siyaset üretmek demektir. Siyaset kendi doğrularımız, taleplerimiz, umutlarımız kadar karşıdakilerin de doğrularını, taleplerini, umutlarını dikkate almak, anlamaya çalışmak, cevap üretmektir.

Bir kuyumcu titizliği, hüneri ve becerisiyle ortak kararlara ulaşmak demektir.  Bazılarınıza çok romantik gelebilir bu yazdıklarım. Belki de hayalcilik.

Hayal ve gerçeğin bir arada olmasıdır aslolan. Eğer bugün temel sorunun her tarafı saran şiddet ve ölümler olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çözümsüzlüğü yaratan şiddet ve ölümlerden kendisinden daha çok, bu havanın yarattığı umutsuzluktur. Bu umutsuzluğun gündelik siyasi adımlarımızın üzerindeki rehnidir.

Siyasetin, sivil toplumun, medyanın ve aydınların yapabilecekleri ilk şey, hiç olmazsa bir gün, tek bir gün bile olsa, yeniden düşünmektir. Ben ne istiyorum? Bu istediklerim gerçekleşebilir mi? Onlar gerçekleşirse yarın sabah bu ülkede nasıl bir hayata uyanırım? O hayat benim istediğim hayat mıdır? O hayat diğerleri için nasıl bir hayat olacaktır? O hayat sürdürülebilir bir hayat mıdır?

Belki de bu gri iklimden çıkışın anahtarı içtenlikle kendimizevereceğimiz cevaplardadır.

Bekir Ağırdır- www.t24.com

Meral – Yaman Okay Parkı

0

Yazar, sinema sanatçısı, senarist Meral Okay’ın ölümünün ardından Çankaya Belediye Meclisi daha önce Meral Okay’ın kendisi gibi sanatçı eşi Yaman Okay adına yapılan parkın ismini Meral-Yaman Okay parkı olarak değiştirme kararı aldı.

Meral Okay’ın adı 1993’te ölen sanatçı eşi Yaman Okay ile aynı parkta yaşayacak. Sevilen tiyatro ve sinema sanatçısı Yaman Okay’ın 1993’te ölümü üzerine anısını yaşatmak üzere Çiğdem Mahallesi 1550. Cadde’de yapılan parkta revizyon çalışmaları sona erdi. 9 bin 546 metrekarelik alanda kurulu olan Meral-Yaman Okay Parkı, spor alanları, çocuk oyun alanları, basketbol sahası ve oturma gruplarıyla çevre sakinlerine hizmet verirken, sanatçıların adlarını da Çankaya’da yaşatacak.

(Yeşil Gazete)

Kelaynakların sayısı artıyor

Türkiye’de kelaynakların neslinin korunması amacıyla yapılan çalışmalar sonucu 2001 yılında 42 olan kelaynak sayısı 2012 yılında 152’ye yükseldi.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Yaban Hayatı Dairesi Başkanı Nurettin Taş, bu yıl 29 Şubat’ta kafeslerden tabiata bırakılan kelaynakların başarılı bir üreme dönemi geçirdiğini söyledi.
Taş, kelaynakların yıl içinde 33 yavru yaptığını belirterek, “Haziran ayında tekrar kafeslere alınan kelaynakların sayısı, yeni yavruların dünyaya gelmesiyle birlikte 152’ye ulaştı. Bu yıl doğan tüm yavrular, Orman ve Su İşleri Malatya Bölge Müdürlüğü ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü çalışanları tarafından halkalanarak kayıt altına alındı” dedi.
Kelaynakların, 1950’li yıllara kadar Türkiye’nin güneydoğusunda yaygın olarak yaşadığını ifade eden Taş, şöyle devam etti:

“1950’li yıllarda bölgedeki tarım zararlıları ve sıtmaya karşı yapılan yoğun ilaçlamadan sonra kelaynakların sayısında dramatik bir düşüş yaşandı ve 1973 yılında 23 çifte kadar düştü. Bu dramatik düşüşü durdurmak maksadıyla 1977 yılında Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından, Birecik’te 3 adet kelaynak üretme istasyonu kuruldu. 1977-1998 yılları arasında serbest şekilde göçe giden kelaynakların göçten geri dönmemeleri sebebiyle kuşlar 1998 yılından itibaren göç dönemi başlangıcında Birecik’teki istasyonda kafeslere alınmaya başlandı.”

“Popülasyon normale ulaştığında, doğaya bırakılacaklar”

Taş, kelaynakların popülasyonunun normal sayıya ulaştığında, tekrar doğaya bırakılacağını söyledi. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile İngiliz Kraliyet Kuşları Koruma Derneği arasında geçen yıl protokol imzalandığını anımsatan Taş, şunları kaydetti:

“Protokol çerçevesinde, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından, Birecik Kelaynak Üretme İstasyonu’nda bulunan kelaynaklardan 2’sine uydu vericisi takılarak, 2’si de verici takılmadan göçe gönderildi. Bu çalışma ile vericilerin uyduya gönderdikleri sinyallerin değerlendirilmesi ile kelaynakların göç ederken izledikleri yol ve karşılaştıkları problemlerin belirlenmesi amaçlandı. Ancak göç eden kelaynaklardan 150 kilometreden sonra sinyal alınamadı.”

(Dünya)