Ana Sayfa Blog Sayfa 4565

AB’nin Rüzgâr Enerjisi Kapasitesi 100 Gigavatı Aştı

0

Avrupa Rüzgâr Enerjisi Birliği’nden (EWEA) yapılan açıklamaya göre Avrupa Birliği’nin kurulu rüzgâr enerjisi kapasitesi 100 gigavatı aştı. 100 gigavat enerji çıktısı yaklaşık 39 nükleer santralin çıktısına veya 11310 kilometre uzunluğunda kömür yüklü bir trenden elde edilecek enerjiye denk geliyor.

EWEA Başkanı Christian Kjaer, geçtiğimiz birkaç yıl boyunca AB’nin kurulu rüzgâr enerjisi kapasitesinin yılda yaklaşık 10 gigavat arttığını ve 2012’de de yaklaşık artışın aynı seviyede olacağını ifade etti; ancak, 2013 ve takip eden yıllarda artışın ivmesinin azalabileceğini ekledi. Kjaer’e göre sektör siyasi belirsizliklerden ciddi şekilde etkileniyor.

Küresel ekonomik krizden etkilenen AB hükümetlerinin yenilenebilir enerji yatırımlarına desteklerini kesmeleri ve bankaların faiz oranlarını artırıp kredi vadelerini kısaltması, sermaye yoğun rüzgâr enerjisi sektörünü olumsuz etkiliyor. Sektör, emeklilik fonları ve sigorta sektörü gibi uzun vadeli yatırımcıların ilgisini çekmeye çalışıyor.

100 gigavatlık kurulu kapasitenin büyük kısmını ise karada kurulu rüzgâr santralleri oluşturuyor. Ağ ve finansman altyapısı engelleri aşılabilirse okyanuslarda kurulacak santrallerle mevcut kurulu kapasitenin misliyle artırılabileceği öngörülüyor. Halihazırda karadaki bir rüzgâr değirmeni 1.2-1.4 milyon dolar arası yatırım gerektirirken denizde kurulan rüzgâr değirmenleri karadakilerin yaklaşık üç katına mal oluyor.

EWEA, rüzgâr enerjisine yatırımı artırmak için Avrupa Komisyonu ve üye devletlere 2020 yılı itibariyle %20’lik mevcut yenilenebilir enerji hedefini artırma ve enerji ağı altyapısına yatırım yapılması çağrısında bulunuyor.

(Yeşil Gazete, Reuters)

Dara raporu iklim değişikliğinin yol açacağı kıyameti gözler önüne seriyor

2012’de iklim değişikliğinin etkileri tüm dünyada kuraklıklar, orman yangınları, seller olarak tezahür etti. Kuzey Kutbu buzullarının tarihteki en düşük seviyeye gelerek rekor kırması, ve ekonomik kayıpların da gözle görülür olmasıyla, devlet başkanları ve sorumlu bakanlar da iklim değişikliğiyle ilgili demeçlerini artırdı. Geçtiğimiz günlerde, bağımsız kuruluş DARA tarafından yayınlanan İkinci İklim Değişikliği Hassasiyet Raporu ise içerdiği somut rakamlar göz önüne alındığında bu güne kadar yapılmış en ciddi uyarılardan biri olma niteliğini taşıyor.

Raporda, iklim değişikliğinin küresel gelişmeyi ciddi şekilde baltaladığı bulgusu öne çıkıyor. Ayrıca, dünyaya maliyeti şimdiden 1.2$ trilyonu aşan iklim değişikliği ile mücadele için kayda değer adım atılmamasının meydana gelen ölümlerin en büyük sebeplerinden biri  olduğu ifade ediliyor.

Rapora göre iklim değişikliği halihazırda senede yaklaşık 400.000 insanın ölümünde rol oynuyor. Bunun en büyük sebebi ise iklim değişikliğinden kaynaklanan ve en çok  gelişmekte olan ülkelerdeki çocukları etkileyen açlık ve bulaşıcı hastalıklar.

Araştırmaya göre, bu etkiler gelişmekte olan ülkelerde en ağır şekilde hissediliyor. İklim değişikliğine bağlı aşırı hava sıcaklıklarının tarım üretimini düşürmesi gıdasızlık, yoksulluk ve buna bağlı gelişen hastalıklara yol açıyor. Bu döngünün nihai sonucu ise ölüm oluyor.

DARA’nın raporunda ayrıca karbon-yoğun enerji altyapısı ve buna bağlı faaliyetlerin hava kirliliği, tehlikeli iş koşulları ve kanser oranlarını artırarak yılda 4.5 milyon ölüme sebebiyet verdiği belirtiliyor. Mevcut karbon-yoğun enerji kullanımı sürdürüldüğü takdirde, 2030 yılına kadar senede 6 milyon insanın iklim değişikliği ve yukarıda sıralanan etkiler nedeniyle öleceği öngörülüyor. Bu rakamın neredeyse 700 bininin ise doğrudan iklim değişikliğinden kaynaklanacağı belirtiliyor. Bu durumda, karbon yoğun ekonomi ve iklimin ortak krizi bugünden itibaren önümüzdeki on yıl içerisinde toplam 100 milyon insanın hayatına mal olacak. DARA, iklim değişikliğinin etkilerinin insanların sadece belli bir kısmını değil neredeyse tümünü etkileyeceğinin altını çiziyor.

Meseleye sadece küresel gelişme ve ekonomi tarafından bakıldığındaysa, iklim değişikliği sebepli ekonomik kayıpların sadece 2010 yılında GSYH’nin küresel ortalamasını yaklaşık %1 düşürdüğü görülüyor. Karbon yoğun ekonominin, iklim değişikliğinden bağımsız kayıplarının ise küresel GSYH’nin %0.7’sine mal olduğu belirtiliyor. 2010 yılında, karbon ekonomisi ve iklim değişikliği nedenli kayıpların toplamı 1.2 trilyon doları aşıyor.

Ancak, bu küresel rakamlar, gelişmekte olan ülkeleri ve dünyanın en yoksul insanlarını etkileyen inanılmaz büyüklükteki asıl zararı saklıyor. En az gelişmiş ülkeler, 2010 yılında iklim değişikliği ve karbon ekonomisi nedeniyle GSYH’lerinin ortalama %10’unu kaybetti. Üstelik raporda öngörülen ölümlerin %90’ı gelişmekte olan ülkelerde olacak, doğrudan iklim değişikliğinden kaynaklanan ölümlerde ise bu oran %98’e çıkıyor.

Üstelik küresel ekonomik kriz içerisindeki dünya, iklim değişikliği ile mücadele için yeni kaynak yaratmak yerine, diğer gelişme fonlarını iklim değişikliğine karşı destek fonlarına aktarma yöntemini izliyor. Bunun bir sonucu olarak Milenyum Kalkınma Hedefleri ile birlikte yoksulluğu azaltma çabaları da tehlikeye giriyor. Dünyanın önde gelen ekonomilerinin iklim değişikliği gerçeğinden muaf olmadığı hesaba katıldığında ise, sadece ABD, Çin ve Hindistan’da 2030’da ekonomik zararın senede 2.5 trilyon dolar, ölümlerin ise senede 3 milyon kişiden fazla olacağı öngörülüyor.

Raporda, dünyanın her kesiminin iklim değişikliğinin etkilerinden nasibini alacağını ortaya koyan bulgular bunlarla da sınırlı değil. Yukarıdaki rakamlara ek olarak 250 milyon insan deniz seviyesindeki yükselmeden, 30 milyon insan şimdikinden daha aşırı hava durumlarından ve özellikle sellerden, 25 milyon insan tiyal tabakası erimesinden ve 5 milyon insan da çölleşmeden etkilenecek. Bu baskıların toplamı başka sorunlara da yol açacak. Araştırmacılara göre göçlerin yanı sıra şiddet ve toplumların sosyal ve ekonomik yapısının toptan çöküşü de söz konusu olacak.

Raporda bir çok etkinin artık engellenemez olduğu fakat kısa dönemde halen bazı kayıpların önlenebileceği; kaynak aktarımı yoluyla insan kayıplarının, ekonomik kayıplara dönüştürülebileceği belirtiliyor. Kırsal yoksulluğu azaltmaya yönelik programlar, temiz hava düzenlemelerinin sağlanması, daha güvenli çalışma ortamları ve karbon yoğun enerji altyapıları nedeniyle risk altında bulunan insanlar için modern enerji seçenekleri oluşturulması sunulan çözüm önerileri arasında yer alıyor. Araştırmacılar, bu çözümlerin ekonomik bir bedeli olacağını; ancak, hayat kurtaracağını vurguluyorlar. Öte yandan, ekonomik kayıpların da şimdiden yapılacak yatırımlarla azaltılabileceğini belirtiliyor. Tarıma yatırım bunlardan biri olarak raporda yerini alırken, insanların uyum sağlama sınırları, okyanusları soğutmanın imkansızlığı, çölleşmenin neredeyse hiç geri döndürülememesi gibi problemler de sıralanıyor ve bu sorunların daha da derinleşmesi beklenmeden şimdiden adım atılması gerektiği ifade ediliyor.

Düşük karbona dayanan bir ekonomiye geçişin GSYH’nin yaklaşık %0.5’ine ya da daha azına mal olacağı belirtilirken bu maliyetin, iklim değişikliği ve karbon ekonomisinden kaynaklanan zararların karşısında düşük kaldığı ve salımları azaltmanın toplum için her durumda net fayda sağlayacağının altı çiziliyor.

daraint.org/wp-content/uploads/2012/09/CVM2-Low

daraint.org/wp-content/uploads/2012/09/CVM2ndEd-ExecutiveSummary.

guardian.co.uk/environment/2012/sep/19/extreme-weather-new-normal-climate-change

Yeşil Gazete için derleyen: Cansın Leylim Ilgaz

(Yeşil GazeteDARA, The Guardian)

 

“Müslümanların Masumiyeti” filminin yapımcısı tutuklandı

0

Dünyanın çeşitli kesimlerinde protestolara yol açan islam karşıtı “Müslümanların Masumiyeti” filminin yayınlanmasında katkısı olduğu düşünülen bir kişi tutuklandı. ABD’nin Los Angeles kentindeki mahkeme bu kişinin kefaletle serbest bırakılma talebini reddetti.

Davaya bakan hakim, 55 yaşındaki Nakoula Basseley Nakoula’nın geçmişteki aldatmacalarına da göndermede bulunarak, kefaletle salıverilmesi durumunda kaçabileceğine hükmetti.

Nakoula 2011 yılında bir bankayı dolandırmaktan aldığı hapis cezası ardından şartlı tahliye koşullarını ihlal ettiği için soruşturmaya tabi tutulmuştu. Nakoula 2010 yılında 21 ay hapis cezası almış ve şartlı tahliye koşulu olarak beş yıl boyunca bir polis memurunun izni olmadan bilgisayar ve internet kullanması yasaklanmıştı.

Gözaltına alınma nedeninin tartışmalara yol açan film ile bir ilgisi olmadığı açıklandı. Mısırlı bir Kıpti olan Nakoula’nın Müslümanların Masumiyeti isimli filmin 14 dakikalık tanıtımının prodğktörü olduğu söyleniyor.

Söz konusu filmin yayınlanmasının yarattığı tepkiler nedeniyle Nakoula saklanmaktaydı. Filmde Arapça dublaj yapılan bir bölüm, Muhammet Peygamber’le alay edildiği iddiasıyla geniş çaplı tepki toplamıştı.

Amerika Birleşik Devletleri yapımı olan “Müslümanların Masumiyeti” filmi, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika ve Sri Lanka’ya kadar birçok ülkede, yer yer şiddet içeren protestolara neden oldu.

Bingazi’deki protestolar sırasında, ABD’nin Libya Büyükelçisi Chris Stevens ve 3 Amerikalı personelin aralarında olduğu çok sayıda kişi hayatını kaybetmişti.

(BBC)

 

 

Çanakkale içinde Bienal, Bienal’de Kazdağları

3. Uluslararası Çanakkale Bienali 28 Eylül – 3 Kasım 2012 tarihleri arasında yapılıyor. “kurgular ve karşı duruşlar” başlığı altında yapılacak etkinlikler kentin değişik mekanlarında gerçekleşecek.

Antik Çağdan günümüze kıtalar ve okyanuslar arasında jeopolitik bir geçit olma özelliği taşıyan Çanakkale Boğazı’nın Doğu yakasında uzanan Çanakkale’de gerçekleşecek olan 3. Bienal de, günümüzdeki siyasal, ekonomik ve toplumsal gerçekler ve bunları sorgulayan, irdeleyen, yorumlayan kurgular ve karşı duruşlar bağlamında savı olan bir kültürel ve sanatsal etkinlik olmayı amaçlıyor.

Bienal bu savın, günümüz sanatçısının zihinsel, duyumsal ve görsel üretimleriyle küresel ve yerel bağlamda demokrasilerin gerçekleşmesi için bir çalışma, sorgulama, yorumlama ve çatışma alanları ya da durumları yaratacağını göstermeye çalışacak. Bienal düzenleyicilerine göre bu sav aynı zamanda, bu boğazın açıldığı Akdeniz coğrafyasının günümüz küresel kültür sanayi içindeki bellek taşıyıcı, esin verici, yaratıcılık tetikleyici, yenilik üretici özelliklerinin etkisini de vurgulamayı, bundan da öte sanatın kendi siyaseti olduğunu ve bunun öteki siyasetle rekabet ederek topluma başka bir birlikte yaşama olanağını açtığını ileri sürmektedir.

Çok zengin bir içeriğe sahip 3. Çanakkale Bienali kapsamında bir dizi yan etkinlik yapılacak. Buğday Derneği başta olmak üzere bir grup yerel sivil toplum kuruluşu da Kazdağlarındaki altıncıların yaptığı doğa tahribatına dikkat çekmek amacıyla bir etkinlik gerçekleştirecek.

Etkinliğin duyurusu  şöyle:

 KAZDAĞLARI İÇİN 28 EYLÜL 2012, CUMA GÜNÜ SAAT 17:00 ‘DE ÇANAKKALE BİENALİ KATILIMCISI OLARAK ÇANAKKALE ESKİ OTOGARI’NDAYIZ!

Biz  Buralarda Değiliz, Kaz Dağlarındayız…  

Nadi Güler, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Kazdağları Doğal Ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Bayramiç Yeniköy Ekolojik Yaşam ve Tohum Derneği

Kaz Dağları’ndaki siyanürle altın aramanın çevresel etkilerini gözler önüne sererek, bölgedeki insanlar, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleriyle birlikte toplumsal  bilinci harekete geçirecek  kolektif bir yapı…

Tohum  ve  maden yasalarından, kehanetlerin, efsanelerin, ermişlerin, inançların mekanı, dağlara, taşlara kurbanların adandığı, bin pınarlı İda  dağlarını korumaktır esas olan…

Troya Savaşı’ndan beri bölgede var olan direnç mekanizmalarına  eklemlenerek, toplumsal aidiyet duygusunu güçlendirmek…

Adem ve Havva’nın cennetten kovulmasına sebep olan elmanın temsil ettiği şey  bilginin kendisidir. İnsanın evrenin bilgisine sahip tek varlık olan tanrının onayı olmadan bilgiye ulaşması,  ne kadar büyük itaatsizlik sayılıyorsa,  siyanürle altın aramalarına karşı bizim de, benzer bir itaatsizlik göstermemiz  kimlerin cennetten kovulmasına sebep olur ?

Dünya belleğini iki boyutlu bir görselliğe dönüştürmüşken,  sanatsal  yaratımın ayakta kalabilmesi için kendine toplumsal bir konum oluşturması beklenirdi;  Çünkü dünyadaki en büyük çaba, gerçeklik olgusunun tekrar tekrar kurgulanmasına harcanmakta.

Yüzyıllar önce matbaalarında kutsal kitaptan önce, takvimi basan batılı sistemler, zamanın üretken kullanımı üzerinden üretim ilişkilerini yönlendirmişlerdi. Zira inanç sistemi iyi işlemeyen bir iktisadi modelin uzun vadede yaşamadığını görmekteyiz.

Dolayısıyla, liberal politikalar sonucunda eriyen geleneksel insani ve iktisadi modeller karşısında çağdaş sanat yönetimi de eski ahlaki korumacılığını geri çağırmak durumunda. 

Ürkmeyin, varlık nedenlerinizi topluma dayandırın…

(Yeşil Gazete)

Muğla’da Tohum Takas Şenliği

Yerel/atalık tohumların korunması, paylaşılması ve üretilmesi için son yıllarda düzenlenen tohum takas şenliklerine bir yenisi daha ekleniyor. 1. Muğla Yerel Tohum Takas Şenliği “Yerel tohumlar gelenek ve geleceğimizdir” başlığıyla 30 Eylül 2012 Pazar günü Muğla’da Konakaltı İskender Alper Kültür Merkezi’nde 10:00-13:00 saatlerinde yapılacak.

Muğla Belediyesi, Muğla Kent Konseyi, Kadın Meclisi, Muğla il Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, Köy-Koop Muğla Birliği, ZMO Muğla Şubesi, CKD Muğla şubesi, Muğla Çevre Geliştirme Derneği ve Akdeniz Yeşilleri Derneği’nce düzenlenen şenlikte tohum takasının üretici standları, ele emeği standları, fotoğraf sergisi ve özel tohum sergisi açılacak; yemek ve halkoyunları gösterisi düzenlenecek

Ayrıca Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın kolaylaştırıcılığında bir panel gerçekleştirilecek. Panele Ziraat Mühendisi ve 23. dönem mvk Prof.Gürol Ergin, Buğday Derneği başkanı Güneşin Oya Aydemir, böcek bilimi uzmanı Dr.Füsun Tezcan ve Muğla Meyve Mirası Projesi’nden Damla Kaptan katılacak.

(Yeşil Gazete)

Greenpeace Akdeniz’in çelişkili mesajları

Greenpeace yıllardır Türkiye’de çevre mücadelesine önemli katkılarda bulunuyor ve bir bakıma çevre hareketinin seyrini değiştirmiş gruplardan biri olarak sayılıyor.

Fakat Greenpeace Akdeniz çarşamba günü sosyal paylaşım ağı Facebook sayfasına koyduğu videoyla destekçi ve takipçilerine çelişkili bir mesaj verdi. Videoya göre Greenpeace’in gemisi Arctic Sunrise, Kuzey Kutbu’ndaki rekor seviyedeki erimenin sebeplerini araştırıyor. Greenpeace Akdeniz hem bu kampanyaya dikkat çekmesi hem de araştırmayı ve gemideki günlerini yazması amacıyla Ayşe Arman’ı kutuplara gönderiyor. Çelişki burada başlıyor ve Arman videonun sonunda kutuplar seyahatine karbon salım miktarının oldukça yoğun olduğu bilinen 4*4 jeep ile giderken görünüyor.

Bir diğer çelişki de Arman’ın eşi Ömer Dormen’in, BP’nin Türkiye ve Nordik Satış Direktörü olmasından kaynaklanıyor. BP aynı zamanda 20 Nisan 2010 yılında Meksika Körfezi’nde yaşanan çevre felaketinden de sorumlu tutuluyor.

Videonun paylaşımından sonra tepki alan Greenpeace Akdeniz kendi resmi sayfasından:

“Ayşe Arman, gazeteci kimliğiyle kutuplardaki rekor erimeye dikkat çekmek ve Türkiye’nin en cok okunan köşe yazarlarından biri olarak konuyu geniş kitlelere duyurmak için kutuplara gidiyor. Ayşe Arman’ın eşinin veya yakın çevresinin ne yaptığıyla ilgilenmiyoruz. Biz, Ayşe Arman’ın gazeteci kimliğiyle ilgileniyoruz. Amacımız ülkemizin en çok takip edilen köşe yazarlarından biri aracılığıyla Greenpeace’in başlattığı bu küresel hareketi gündeme taşımak ve Kuzey Kutbu’nu kurtarmak için herkesin bu harekete katılmasını sağlamak” açıklamasını yaptı.

Greenpeace’in dikkat çekmeye çalıştığı konunun ‘Kuzey Kutbu’ndaki hızlanmış erime olduğundan kuşku duyulmasa da bunu çelişkilerle ortaya koyması durumu destekçilerine sorgulatıyor. Ayşe Arman’ın kutup seyahatinden dönerken bavulundan neler çıkaracağını, bu meseleye nasıl bir katkıda bulunacağını dikkatle izleyeceğiz.

Kuzey Kutbu’ndaki rekor erime

ABD Ulusal Kar ve Buzul Verileri Merkezi, geçtiğimiz günlerde Kuzey Buz Denizi’ndeki buzulların, 1979’da kayıt tutulmaya başladığından beri en düşük seviyeye ulaştığını bildirdi. Verilere göre, 16 Eylül itibariyle 3,41 km2’lik bir alanı kaplayan buzullarda 1979’dan beri %45’lik bir küçülme görüldü.

Greenpeace, Haziran 2012’den beri, Kuzey Buz Denizi’nde petrol aramalarının durması ve bu bölgede bir koruma alanı oluşturulması için kampanya yürütüyor. Kampanyaya yaklaşık 2 milyon kişi imzalarıyla destek verdi. Kampanyaya destek olmak için savethearctic.org/tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

(Yeşil Gazete)

Google’dan yenilenebilir enerji atağı

Google, Çarşamba günü (dün) yaptığı açıklamada ABD Oklahoma’da bulunan data merkezi için 48 Megawatt’lık temiz, yenilenebilir enerji sağlayacak rüzgar türbini aldığını duyurdu, Rüzgar türbininin önümüzdeki yıl faaliyete geçmesi bekleniyor.

Canadian Tepelerine kurulacak olan rüzar türbini ile Google’ın halihazırda enerji ihtiyacını sağladığı Grand Kanyon nehrindeki barajdan sağladığı enerjinn birleştirileceği de şirket tarafından yapılan açıklamada belirtildi.

Rüzgar türbininden elde edilecek 48 Megawatt’lık enerji, Google’un bilgi bankasının bulunduğu ve Oklohoma City’e 250 km mesafedeki Mayes kasabasındaki tüm ihtiyacı da karşılayabilecek kapasitede.

Google yaptığı açıklamada hedefledikleri yenilenebilir enerjinin toplamda 260 MW olduğunu söyledi. 1 MW enerji bin evin enerji ihtiyacını sağlayabiliyor.

(Yeşil Gazete, Chicago Tribune)

 

Tel Aviv artık bisiklete biniyor!

Ziyaret edenlerin anlattığına göre, Tel Aviv, bundan yalnızca 10 sene önce, sokaklarında bisiklete binenlerinin parmakla sayılabileceği bir şehirdi. “Deli” gözüyle bakılan bir kaç kişi ve şehrin güneyinde büyük kumaş parçalarını oradan oraya bisikletleriyle taşıyan afrikalı göçmenler dışında, bisiklete binen yoktu.

Bisiklete binmek, araba satın almaya gücü yetmeyen insanların yaptığı bir iş olarak görülürdü, üstelik “pis bir iş”ti: hava çok sıcak olduğu için çok terlerdin zira. Halbuki Tel Aviv gibi düz ve çok trafiği olan bir şehirde bisiklete binmek çok mantıklı değil miydi?

Haaretz gazetesinin haberine göre  Tel Avivliler bu durumun farkına varmışlar. Şehir nüfusunun %14’ünün artık işe ya da okula bisikletle gittiği bildiriliyor.

Bu değişimin nedenlerinden biri olarak gösterilen, Tel-Aviv’de Eylül ayının başlarında kullanıma sokulan Tel-O-Fun adlı ortak bisiklet kullanım sistemi. Bu sistemle, şehrin farklı noktalarındaki bisikletleri istediğiniz gibi kiralayıp bir başka istasyona bırakabiliyorsunuz.

Ancak bu kadarla sınırlı değil: Artan bisiklet kullanımın nedenleri arasında petrol fiyatının sürekli artışı, trafik sıkışıklığının çekilmez hale gelmesi, park edecek yer bulmanın mümkün olmaması ve ekoloji ve insan sağlığı hakkında artan farkındalık da gösteriliyor. Tel Aviv’de temiz, düzgün ve gölgeli bisiklet yollarının bulunması da tabi ki önemli bir etken.

Haaretz gazetesinin haberine göre, şehrin merkez ve güney bölgelerinde yaşayanlar arasında ulaşım için bisiklet kullananların oranı %23.5 civarında. Tel Aviv’in kuzey ve doğu bölgeleriyle Yafa’da ise bu oran %5’e düşüyor.

Bu olumlu gelişmeye rağmen, özel araçlar hala en popüler ulaşım şeklini oluşturuyor. Bu durum özellikle merkez ve kuzey mahallelerde geçerli.Kuzeyde insanların üçte ikisi özel araçlarıyla seyahat ediyor. Yafa’da ise halkın yarısı düzenli olarak otobüs kullanıyor.

Şehirde artan bisiklet hırsızlığı vakaları endişe yaratsa da, Tel Aviv’de bisiklet kullanımı hızla artmaya devam edecek gibi gözüküyor.

(GreenProphet.com, Yeşil Gazete)

 

Hayrettin Karaca’ya alternatif Nobel ödülü

TEMA Vakfı kurucusu Hayrettin Karaca, İsveç’te her yıl geleneksel olarak verilen Alternatif Nobel Ödülü’ne layık görüldü.

İsveç’in ‘Right Livehood-Doğru Yaşam Vakfı’ tarafından dağıtılan Alternatif Nobel Ödülleri’nin kazananlarından biri de Türk bilim insanı Hayrettin Karaca oldu.

Küresel barış ve güvenlik adına yaptıkları çalışmalar adına dört kişi veya kurumu ödüllendiren vakıf, bu yıl Karaca’ın dışında Afganistan’dan Sima Samar, ABD’den Gene Sharp ve İngiltere’den Campaign Against the Arms Trade (Silah Ticaretine Karşı Kampanya) örgütünü Alternatif Nobel Ödülü’ne layık gördü.

Doğru Yaşam Vakfı, 1922 doğumlu Karaca’nın, “doğal yaşamın korunması için ömür boyu yorulmaksızın süren desteği ve koruma ile yöneticilik yapmasının yanı sıra, etkin çevresel aktivistlik adına gösterdiği girişimlerden dolayı’ ödüle layık görüldüğünü belirtti.

(Ntvmsnbc)

Herkes bebek doğar – Müge İplikçi

Bugün Eskişehir’de önemli bir dava var. Herkes bebek doğar davası!

7. oturumu gerçekleşecek olan davada Ahmet Aydemir, Fatih Tezcan, Halil Savda ve Mehmet Atak TCK 318’den yargılanıyor. Bu oturuma Uludere’den Ankara’ya ‘Ölüm Yolunda Barış Yürüyüşü’nü sürdüren Halil Savda katılamıyor.

Dava, askeri hapishanede işkence gören vicdani redci Enver Aydemir’e, askeri mahkemede destek vermek isteyenlere açıldı. Cumhuriyet Savcılığı’nın Aydemir’i destekleyenlere açtığı davada suç unsuru olarak gösterdiği bilin bakalım ne?

Sloganlar! Sadece bu sloganlar yüzünden 7. celsesi devam eden bir mahkeme bu. Dikkatinizi çekmek isterim.

Bu sloganlar ise şöyle:

‘Herkes bebek doğar’ (Herkes ne doğar acaba?), ‘Barış için vicdani ret’ (Bu durumda savaşı istemek bir suç değil ama barışı istemek bir suç, öyle mi?), ‘Hiç kimse asker doğmaz’ (küçük asker şarkısıyla asker gibi büyütülen bebekler var ama asker olarak doğan bebekler de var mı?), ‘Biz orduya sadece fındığa gideriz’ (E ne var bunda?) vb. Savcılığın suç unsuru gösterdiği iddianame üzerine açılan ve ilk oturumu 21 Nisan 2011 tarihinde görülen bu dava, bize neyi anlatmak istiyor?

Militarizmi seveceksiniz.

Militarizmi sevmiyorum, savaşa çanak tutan hiçbir şeyi insani bulmuyorum diyenler ise…Sizler, ah sizler, suçlusunuz suçlu!

Cumhuriyet Savcılığı yetkililerine içtenlikle sormak isterim. Bu sloganlarla Milli Savunma Bakanlığı’nın mağdur edildiğini varsayabiliriz. Ki oturumlardan birinde hakim bunu dile getirmiş. Peki ya mağdur olan binlerce aile, binlerce genç insan? Ülkede her gün akan kanın yarattığı mağduriyeti görmemek nasıl mümkün olabilir? Görmeyenler, görmek istemeyenler görmedikleriyle kalsın, peki. Ancak akıp giden bu kanın ‘o taraf’ ya da ‘bu taraf’ diye ayrıştırılamayacak bir rengi olduğunu söylemek ve buna yol açacak çarkları istememek neden bir suç olarak algılanıyor bu ülkede? Sahi mağduriyet nedir? ‘Hukuk’tan ne anlamalıyız? Bir dizi hukuksuzluğu mu? Hukuk önceliği kime verir? Kurumlara mı, insanlara mı?

Yeri geldi söyleyelim. Bugün savunmaya giden onca parayla neler neler yapılırdı. O atılan bombalarla…O atılan her bombayla kaç çocuk okutulurdu! Bu da bir slogan sayılır mı acaba?

Bunu söylediğim zaman Milli Savunma Bakanlığı’nı mağdur mu etmiş oluyorum şimdi?

Bilinen bir gerçektir. Hukuk yaşama genellikle geç kalır. Bu yüzden mahkemeleri de bir yere kadar anladığımı söyleyebilirim. Dışarda ise yaşam ışık hızıyla, kendi önlenemezliğiyle devam eder. Halkı askerlikten soğutmak denilen şey…Bu uğurda çıkarılan yeni kanunlar, eskisine yamananlar, açılan tuhaf davalar…

Peki ya gerçek? Yitirilen kayıplarla halk yaşamaktan soğuma raddesine gelmişse ne yapacağız? O zaman ne yapılacak?

Müge İplikçi – Vatan