Ana Sayfa Blog Sayfa 4541

Küresel Isınma sonrası yeni besin kaynağı muz olacak

Yeni bir rapor, iklim değişikliği sonucunda muzun milyonlarca insan için hayati bir besin kaynağı haline gelebileceğine işaret ediyor.

Uluslararası Tarımsal Araştırma İçin Danışma Grubu (CGIAR) araştırmacıları, gelişmekte olan bazı ülkelerde patatesin yerini muzun alabileceğini söylüyor.

Washington’da faaliyet gösteren kuruluş, dünya genelinde 13’ü az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki toplam 16 uluslararası tarımsal araştırma merkezi arasında eşgüdüm sağlıyor.

Hava sıcaklıkları arttıkça manyok ve az bilinen börülce bitkisi de tarımda giderek artan bir rol oynayabilir.

Geleneksel ürünler iklim değişikliğiyle mücadele ederken, insanlar yeni ve daha farklı mönülere alışmak zorunda kalabilir.

Birleşmiş Milletler dünya gıda güvenliği komitesinin talebi üzerine bir grup uzman, dünyanın en önemli 22 tarımsal ticari ürününü küresel iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğine dair senaryoları inceledi.

Muzlar çiçek açıyor

Uzmanlar, sağladıkları kalori bakımından dünyanın en büyük üç ürünü olan mısır, pirinç ve buğday gelişmekte olan pek çok ülkede azalacağını tahmin ediyor.

Ayrıca görece serin iklimlerde yetişen patatesin de artan hava sıcakları ve dengesiz hava koşullarından olumsuz etkileneceğini öne sürüyorlar.

Raporun yazarları bu değişikliklerin hâli hazırda patates yetiştiren bölgelerde dahi “belli başlı muz türlerinin yetiştirilmesi konusunda bir açılım sağlayabileceğini” öne sürüyor.

Raporu hazırlayanlardan Dr. Philip Thornton BBC’ye yaptığı açıklamada, muz türlerinin kısıtlayıcı özellikleri olsa da, belli konumlarda patates karşısında iyi bir seçenek olacağını anlatıyor.

Thornton “Tam anlamıyla sihirli çözüm olmayabilir, ama sıcaklıklar arttıkça, muz, küçük çiftçinin deneyebileceği bir seçenek olabilir” diyor.

Raporda, buğday, protein ve kalori kaynağı olarak dünyanın en önemli bitkisi olarak tanımlanıyor.

Ancak araştırmaya göre, pamuk, mısır ve soya fasulyesine verilen daha yüksek fiyatlar, gelişmekte olan ülkelerde buğdayı iklim değişikliğinin yarattığı baskıya karşı daha da zayıflatan topraklara iterek, zor bir gelecekle yüzleşmeye mahkum ediyor.

Özellikle güney Asya’da bir seçenek, bir dizi iklim baskısına dayanıklı olan manyok olabilir.

Fakat insanları yeni ürünlere ve beslenme şekillerine alıştırmak kolay mı?

Bruce Campbell, dünya çapında ileri gelen kuruluşlar arasındaki çalışmaları düzenleyen, İklim Değişikliği, Tarım ve Gıda Güvenliği (CCAFS) programının müdürü.

Campbell, BBC’ye gelecekte yaşanacak değişikliklerin, geçmişte de yaşanmış olduğunu belirtti ve ekledi:

“20 sene önce Afrika’nın belli bölgelerinde hiç pirinç tüketilmiyordu, şimdi tüketiliyor. İnsanlar fiyatlardan dolayı tercihini değiştiriyor. Bulması da, pişirmesi de daha kolay. Bu türden değişiklikler oluyor ve gelecekte de olacağını düşünüyorum.”

Protein baskı altında

Araştırmacıların endişelerinden biri, beslenmedeki protein ihtiyacının nasıl sağlanacağı.

En yaygın kaynaklardan biri olan soya fasulyesi, hava sıcaklığı değişikliklerine karşı aşırı hassas.

Bilimciler Sahra Çölü’nün güneyinde kalan Afrika ülkelerinde “fakirin eti” olarak bilinen börülcenin, kuraklığa dayanıklı olduğuna ve daha ılıman iklimleri tercih ettiğine işaret ediyor.

Bu özellikleri sayesinde soyaya iyi bir seçenek olabileceği düşünülüyor.

Ayrıca börülcenin yaprakları da hayvan yemi olarak kullanılabilir.

Nijerya ve Nijer dahil olmak üzere bazı ülkelerde, çiftçiler çoktan pamuk üretimini terkedip, börülce yetiştirmeye başladılar.

Rapor, hayvan proteini kaynaklarında da değişimler yaşanmasının olası olduğuna da işaret ediyor.

CCAFS Müdürü Bruce Campbell, “Kuraklıkla mücadele eden Güney Afrika’da, büyükbaş hayvancılıktan, küçükbaş hayvancılığa doğru bir yönelim var. Üretim konusunda sorun yaşadıklarını gören çiftçiler, değişime gerçekten istekli” diyor.

Campbell’a göre değişim çılgın bir heves değil; “Gerçekten mümkün…”

(BBC Türkçe)

 

Kaf Sin Kaf 100 yaşında

0

Kadızade Zühtü Işıl önderliğinde, Kadızade Raşit, Süreyya İplikçi, Refik Civelek, Osman Nuri ve Örnekköylü Hüseyin’in, 1 Kasım 1912’de kurduğu Karşıyaka Spor Kulübü, 100 yaşında. Karşıyaka’nın kuruluşunun 100. yıldönümü, İzmir’de saat 19:12’de başlayacak coşkulu kutlamalara sahne olacak.

Karşıyaka camiasının taraftarlarla birlikte planladığı kutlamalar bugün saat 19:12’de başlayacak.

İzmir’in ulu çınarı Karşıyaka Spor Kulübü bugün 100. yaşını bitirmenin haklı gururunu yaşıyor.

Yeni Asır’ın haberine göre, Karşıyaka Taraftar Derneği ve Çarşı Grubu, İzmir ve Türkiye spor kamuoyunda ses getirmeye hazırlanıyor. Saat 18.00’de Karşıyaka Çarşı girişinde toplanmaya başlayacak olan yeşil-kırmızılı taraftarlar gecenin geç saatlerine kadar kutlamalarını sürdürecek. Program saat 19:12’de başlayacak. Saatler 20.12’yi gösterdiğinde Karşıyaka İskele ve Bostanlı İskelesi sahili boyunca taraftarlar meşale yakacak. Sahil çevresindeki binalar ve Gümüşpala, Doğançay ve Örnekköy’den İzmir Körfezi’ni gören tüm yüksek nokta ve binalardan da meşaleler yakılacak. Bu organizasyon için Karşıyaka Taraftar Derneği 7 bin meşale temin etti.

Karşıyaka Kulüp Başkanı Cihan Büyükoral, bugün yapılacak organizasyona Karşıyaka’da yaşayan herkesi davet etti. Büyükoral, “Futbol ve basketbolda aldığımız sonuçlar ile güzel bir hafta geçirdik. Taraftarımız ve camiamızla birlikte 6 ay sürecek 100 yıl etkinliğimizin startını vereceğiz. Semtimizin aidiyet duygusu aşılamak ve yüceltmek için bu tip organizasyonlar çok önemlidir. Bunun camiaya da hava katacağına inanıyorum. Kolay değil bir asırı geride bırakıyoruz. İnşallah ikinci 100 yılımızda kendi tesisleri ve stadında daha iyi yerlerde mücadele eden Karşıyaka Spor Kulübü olur” dedi.

Bugünkü organizasyonda Karşıyaka İskelesi’nde, PTT ile ortaklaşa bastırılan 100. yıl hatıra pullarının tanıtımı da yapılacak.

(Eurosport.tr)

 

1. Uluslararası Amed Film Festivali devam ediyor

29 Ekim’den başlayan ve Ortadoğu Sinemacılar Derneği (OSAD) tarafından bu yıl ilk kez gerçekleştirilen Amed Film Festivali 4 Kasım’a Pazar günü sona eriyor. Festivalde uzun metraj, kısa metraj ve belgesel filmlerle senaryolar değerlendirilecek.

Mikail Aslan, Ayşe Polat, Yüksel Yavuz, Rugeş Kırıcı, Mustafa Gündoğdu’nun ulusal film festivali jürisinde yer aldığı festivalin senaryo jürisinde ise Ahmed Hüseyni, Mizgin Bingöl,Deniz Gündüz, İlhan Bakır ve Erol Balcı bulunuyor.

Uzun metrajda “Bênder”, “Li Vir”, “Meş”, “Rêç”, “10 Çirkê”, “Kırık Midyeler”; kısa metrajda “One Shot”, “Qilm (Kesit)”, “Land Of The Heroes”, “Xodika Reş”, “Peyarê (Sidewalk)”, “Ali Ata Bak”, “Bê Bersiv”, “Toros Canavarı”, “Lorîna Kewên Mirî Kolanek Li Paş Malê Me“; belgesel kategorisinde ise “Ez Firîyam Tu Ma Li Cih”, “Awazên Axê”, “Min Rastî Nivîsand”, “Anlat Bana”, “Halepçe”, “Masîwanen Bejîye” ve “Beklemek” filmleri değerlendirilecek. Festivalde finale kalan senaryolar ise BUST, Guhar, Mizgîn ve Şerê Wijdanê.

Festivalde ayrıca Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı”, Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı”, Yılmaz Güney’in “Sürü”; Seyfi Teoman’ın “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” filmlerinin de yer aldığı 56 film gösterilecek. Aynı zamanda Kürt Sineması, Alternatif Sinema ve Yılmaz Güney Sineması konularında paneller düzenlenecek.

OSAD (Ortadoğu Sinemacılar Derneği) üyesi Emin Doğan, festivali düzenlemekteki asıl amaçlarının Kürt sinemacılarını bir araya getirmek olduğunu belirtti. “Birincil amacımız şu anda direnişte olan bir halkın isteklerine cevap olacak bir sinema gerçeğini yaratmak” diyen Doğan bu gerçekliği işleyen yönetmenleri bir araya getirip bu gücü kitlelerle buluşturmak istediklerini ifade etti.

Toplumun sıkıntılarını dile getirmek anlamına gelen alternatif sinemayı benimsediklerini ifade eden Doğan, festivalin Kürt sinemasının gelişmesi için alternatif bir çalışma olduğunu dile getirdi.

“Kürdistan’da sinema bakirdir. İşlenmemiştir. Bizler de sinemayla hıncımızı sanatsal bir dille anlatıyoruz. Yoksa bizim hıncımız ne resme dökülebilir, ne yazılabilir, ne sinemaya sığar” diyen Doğan, festival ile birlikte yeni projelerin Kürt sinemasına kazandırılacağını

Festival programına buradan ulaşabilirsiniz.

(Bianet)

Ağaoğlu 1453’e karşı 2 günde 20bin imza

Yesilist.com web sitesinin Maslak 1453 projesine karşı başlattığı “İstanbul uyan, kabusun gerçek oluyor!” kampanyasına imza verenlerin sayısı 48 saat içinde 20 bini geçti.

Maslak 1453 projesine karşı halen imza atmadı iseniz buradan kampanyaya katılabilirsiniz.

Kampanyayla iş makinelerinin Fatih Ormanları’ndan çekilmesi ve proje için Ağaoğlu Holding’e verilen iznin iptali talep ediliyor.

Kampanyaya atılan her imza için, Ağaoğlu Holding‘e bir talep e-postası gidiyor. E-postanın içeriği şöyle:

“Ağaoğlu Holding’in iş makinelerini Fatih Ormanları’ndan derhal çekmesini istiyoruz.

“Yüzyılların kenti, yuvamız, gürültüsüne, karmaşasına rağmen sevdiğimiz şehrimiz bugün koskoca bir metropol olan İstanbul’un kendine has doğası, kültürü, değerleri, Boğaz’ı, yüzyılların izlerini taşıyan mahalleleridir, bu şehrin albenisi.

“Ama büyümek, gelişmek adına yok ediyoruz değerlerimizi. Mimar Sinan’ın su kemerleri diktiği, İstanbul’un akciğeri, çeşit çeşit kurda kuşa yuva Fatih Ormanı’nın tam ortasına 320.000 metrekarelik bir beton kütle konuyor. Ağaçlar kesiliyor, beton temeller atılıyor, orada yaşayan doğal hayat yok oluyor ve bütün bu yıkım, yapay kentlerde önceden belirlenmiş suni ‘sosyal’ ve ‘kültürel’ eğlenceler yaratmak için. Oysa İstanbul’un güzelliği, eskiliği, kendi kültürü, şehrin dört bir yanına yayılmış, kimi zaman gizli kalmış hazineleri ve gizemidir.

“Biz, İstanbullular, bakmazken bir sabah kalktık ve Fatih Ormanı’mızın yok edildiğini öğrendik. Kızgınız, üzgünüz, ve biz farkında değilken ormanımızın sözde çevreyle dost binalar için yok ediliyor olmasını kınıyoruz. Asıl sürdürülebilir olan kültürel değerleri korumak iken 320.000 metrekarede yapay bir dünya yaratmak isteyen projeye onay verilmesini de 1453’ten beri bizim olan şehrimizin ve kültürünün yok edilmesi olarak addediyoruz.

“Ağaoğlu Holding’in iş makinelerini Fatih Ormanları’ndan derhal çekmesini istiyoruz.”

Yeşilist nedir?

Yeşil işletmeleri, etkinlikleri ve haberlerin takip edilebileceği bir web sitesi olan Yeşilist, çıkış noktasını, “çevreye duyarlı ve sağlıklı yaşamı seçenler olarak, yeşil olmanın sanıldığından kolay olduğunu ve akıllı seçimlere hiç de uzak olmadığınızı göstermek”; amacını ise “ortak deneyimler yaşadıklarımızla bir araya gelmenin yanında yeşil olmak isteyip nereye gideceklerini kestiremeyenlere de elimizden geldiğince rehber olmak” olarak tanımlıyor

(Bianet, Yeşil Gazete))

Açlık Grevinde 51. gün. Sanatçılar Taksim Gezi Parkında buluşuyor

Vedat Türkali’nin çağrısı ile bir araya gelen sanatçılar, açlık grevlerine dikkat çekmek ve hükümete çözüm için çağrısında bulunmak üzere Taksim’de olacak

Vedat Türkali’nin çağrısı ile bir araya gelen sanatçılar, cezaevlerinde 51.gününe giren açlık grevlerine dikkat çekmek, ölümleri durdurmak ve hükümete çözüm için çağrısında bulunmak üzere yarın (1 Kasım) saat 13.00’da Taksim Gezi Parkı’ndaki merdivenlerde bir araya gelecek.

Türkali’nin mektubunun okunacağı ve tüm sanatçıların davetli olduğu eylemin çağrıcılarıVedat Türkali, Murathan Mungan, Orhan Alkaya, Nur Sürer, Redd,  BGST Kardeş Türküler,Aytac Arman, Altan Erkekli, Kazım Öz, Hüseyin Karabey, Ayfer Düzdaş, Ferhat Tunç, Yusuf Çetin, Füsun Demirel, Semir Aslanyürek, Kenan Bal, Funda Şirinkal, Şebnem Sönmez,  Erdal Ceviz, Senar Turgut, Erkan Can, Menderes Samancılar ve Serdal Genç.

Orhan Alkaya’nın kaleme aldığı “Açlığı Bitirmek İnsanlığı Başlatmaktır” başlıklı çağrı metni şöyle:

“Açlık grevlerini yok sayabilirsiniz. Yok saydığınızla burun buruna gelmenize mek parmak kaldı.

“Bilinebilen zamanlardaki en masum taleplere, sınır tanımaz kibrinizle karşı koyuyorsunuz. Siz bu yeteneğinizi marifet sayıyorsunuz.

“İnsan ölümleri kibrinizi okşayan bir sevince dönüşmesin.

“İnandığınız her ne var ise, yaşama hakkı adına orada durun.

“Yıllar boyu yürütülen inkâr politikalarının aleti olmaya bir son verin.

“Hiçbir zaman, hiçbir iktidar bu kadar az ve bu denli somut taleple karşılaşmadı.

“Bu talebi karşılayın.

“Kendinizi bu kadar çok sevmeyin. Biraz da insanı sevin.

“Artık anlayın; insanın direnme gücü karşısında ayakta kalabilen hiçbir iktidar yok.

“İnsan olmanın korkutucu bir tarafı yok.

“İktidarın geçici yürütücüleri; lütfen insan olun.

“Tutsaklara kulak verin. Kibrinizin tutsağı olmayın.

“Vücudunu açlığa yatırmış her insan, insanlığın direnci ya da ölümüdür.

“Gecikmeyin.

“Biz altında imzası olanlar, en son ana kadar hak için, adalet için, barış için, özgürlük için konuşmaya devam edeceğiz.

“Bizden bu kadar uzak kalmayın.

“Üzmeyin, üzülmeyin.

“Öldürerek ölmeyin.”

(Bianet)

 

İğneada, “Termiğe Hayır” dedi, Beğendik’teki ÇED toplantısı yapılamadı

İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’nın bitişiğinde orman arazisi’ne yapılması planlanan ithal kömürle çalışacak termik santral’in yapılmaması için mücadele veriliyor

Trakya’nın Beğendik ilçesinde yapımı planlanan Termik Santral için düzenlenen ÇED toplantısında santrali yapacak firma yetkilisi,raporu hazırlayanlar ve devletin ilgili kurumları halka bilgi vermek amacı ile geldikleri toplantı salonunda halkın tepkisi ile karşılaştı’

İğneada,Beğendik,Limanköy,Sivriler,Avcılar,Demirköy,Vize,Babaeski, Yenice,Edirne,Kırklaeli,İstanbul halkı ve çeşitlisivil toplum kuruluşları ‘Termik Santral’ istemediklerini belireterek toplantının yapılmasını engellediler. ÇED sürecinin ilk toplantısının yapılamaması üzerine 2 Kasım’da Ankara’da ikinci bir toplantı gerçekleşecek. Bölge halkının, sivil toplum kuruluşlarının bu toplantıda da “Termik Santral” istemediklerini yetkiliere iletmesi bekleniyor.

Kırklareli’nin Demirköy İlçesine bağlı İğneada Beldesi, Beğendik Köyü sınırları içerisinde EMBA Elektrik Üretim A.Ş. tarafından kurulması planlanan ‘Trakya Entegre Termik Santral Projesi”nin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinin başlatılması ile ilgili açıklama yapan İğneada Belediye Başkanı Tahir Işık, İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’nın bitişiğinde Orman arazisi’ne yapılması planlanan ithal kömürle çalışacak termik santral’in yapılmaması için sonuna kadar mücadele edeceklerini açıkladı.

Orman arazisine ithal kömür yakan termik santral yapmayı teklif eden EMBA Elektrik Üretim A.Ş. şirketini turizm, tarım ve hayvancılık ile geçinen tüm İğneada ve çevre halkım adına kınıyorum. Gerek orman arazisine böyle bir yatırımın yapılmaya çalışılması, gerek seçilen yerin hemen yanıbaşında İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı olması bakımından planlanan bu yatırımın geç olmadan durdurulmasını istiyoruz.’ diyen Tahir Işık, kömür yakan termik santralin yapılması halinde santral ile elde edilecek elektriğin sağlayacağı maddi gelirden çok 2007 yılında Milli Park İlan edilen, Dünya Bankası’nın GEF2 fonundan ve Avrupa Birliği’nin çevre fonlarından milyonlarca dolar çevrenin korunması için yardım alan, Dünya’daki 3 Longoz Ormanından biri olan İğneada Longoz Ormanlarında doğal yaşamın büyük hasar göreceğini, altın kumları ile ünlü İğneada’ya her yaz gelen 400,000 turistin santral’den deşarj edilen sudan etkileceğini, bu haliyle yapılması planlanan tüm işlemlerin hukuka aykırı olacağını belirtti.

Öncelikle Çevre ve Şehircilik Bakanımıza sesleniyorum, santral yapılmak istenen yer orman’dır, 6.5 km uzaklığında ise İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı bulunmaktadır. Dünya Bankası’ndan ve Avrupa Birliğinden buranın korunması için yardım alınmıştır, tüm bilimsel araştırmalarda santralın baca gazının etrafını nasıl olumsuz etkilediğini, küllerin depolanmasının ne büyük felaketlere yol açtığı açıklanmaktadır. ÇED sürecini hemen durdurun.’ diyerek, kömür santrallerinin cıva kirliliğine sebep olduğunu, küçük partiküller ve radyasyon nedeniyle gerçekleşen hastalıkların kaynağı haline geldiğini, kömürün yanması sonucu açığa çıkan atığın zehir olduğunu belirtti.konuthaberleri.com

Tahir Işık, EPDK’nın 14.06.2012’da EMBA’nın elektrik üretim lisansı başvurusunu incelemeye aldığını, EPDK’nın ÇED süreci tamamlanmadan üretim lisansı vermesi halinde dava açacaklarını bildirdi. Tahir Işık önceliklerinin ÇED sürecinin iptal edilmesini sağlamak olacağını, ancak başarılı olamazlar ise, kendilerine açık olan tüm hukuki yolları takip edip, ithal kömürle üretim yapacak termik santrali orman arazisine, İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’nın dibine yaptırmayacaklarını belirtti.

EMBA elektrik üretim A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Eray Kapıcıoğlu’na sesleniyorum, Dünya Göz Hastanesi gibi başarılı ve nezih bir Hastane zincirinin sahibisiniz, yapınızda dürüstlük ve insan sevgisi var, merhametli bir iş adamısınız. Lütfen İğneadamızda orman arazisine, Longoz Ormanları’mızın yanı başına bu termik santrali kurmayın. Gelin size Milli Parkımızı gezdirelim, bu doğayı görmek için her yıl gelen binlerce turisti, bunlar için kurulan tesisleri, tarım, hayvancılık ile geçinen çiftliklerimizi tanıtayım, bu yatırımı buraya yapmayın’ dedi

Tahir Işık, Termik Santral yapılması planlanan Beğendik köyünün, Bulgar sınırınımızın yanıbaşında olduğunu, Bulgar tarafındaki tüm köylerin ve belediyelerin termik santral yüzünden ayaklandığını, her gün Bulgar basınından bilgi talep edildiğini, aynı ilgiyi ve duyarlılığı kendi basınımızdan beklediğini belirtti.

Tahir Işık, İğneada Belediye Başkanı

4 Nisan 1960 yılında İğneada’da doğdu. İlköğrenimini İğneada’da, orta öğrenimini Vize’de tamamladı. Öğrenim hayatını bitirdikten sonra İğneada’ya dönerek ticaret hayatına atıldı. Belediye Başkanı seçilene kadar da ticaretle uğraştı. Evli ve 2 çocuk babası olan Tahir IŞIK 2004 yerel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinden Belediye Başkanı seçildi. Göreve geldiği günden beri kasabada yaşayan tüm halkına hiçbir ayrımcılık yapmadan belediye hizmetlerinden faydalanmalarını sağlamak kendi çıkarları değil halka hizmeti ön plana çıkarma tek amacı oldu. Bir taraftan göller ve ormanlarla çevrili diğer taraftan kilometrelerce uzunluktaki sahil şeridi ile kasabayı ülkemizin ender bulunan turizm beldesi haline getirmek halkının sosyal ve ekonomik durumunu iyileştirmek Modern belediyecilik anlayışı içinde kasabasını yaşanabilir bir çevre haline getirmek kendisine biçtiği vizyondur

Trakya Entegre Termik Santral Projesi

Proje konusu faaliyet; EMBA Elektrik Üretim A. Ş. tarafından Kırklareli İli, Demirköy İlçesi, İğneada Beldesi, Beğendik Köyü sınırları içerisinde 500.000 m2 Orman Arazisinde planlanan 1.232 MWm/1.200 MWe kurulu gücünde Entegre Termik Santralidir. Proje alanı Bulgaristan sınırına 3,2 km, İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’na 6.5 km uzaklıktadır. Denizden temin edilecek Soğutma suyu tekrar denize deşarj edilecektir. Santralın işletilmesi sırasında yakma sonucunda oluşan uçucu ve yatak külü dışarıya verilememesi durumunda santral alanı içerisinde depolama alanında depolanacaktır. EMBA Elektrik Üretim A.Ş’nin ortakları Dünya Göz Hastanesi kurucusu Eray Kapıcıoğlu (%25) oğlu Vahit Kapıcıoğlu (%5) , Anap eski milletvekili ve Aytaç’ın kurucusu Mete Bülgün (%20), Haşim Kılıç’ın damadının ortağı Bülent Sungur %30 ve Adnan Demir %20 şeklindedir.

İğneada Longoz Milli Parkı:

Milli Park alanı, 03.11.2007 tarihli Bakanlık Olur’u ile 13.11.2007 tarihli ve 26699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak, daha önce Tabiatı Koruma Alanı, Doğal Sit, Yaban Hayatı Koruma Sahası gibiçeşitli statülere sahip ve birbirinden ayrı parçalar halinde yer alan korunan alanların, daha geniş bir alanda milli park şemsiyesi altında birleştirilmesiyle ülkemizin 39. Milli Parkı olarak İlan edilmiştir. 3155 hektarlık Milli park alanı, Demirköy’e 25 km uzaklıktadır ve İğneada beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Yıldız (Istranca) Dağlarından Karadeniz sahillerine doğru akan derelerin taşıdığı alüvyonların birikmesi ve mevsimsel olarak sular altında kalması sonucunda milli parktaki longoz ormanları oluşmuştur. “LONGOZ” tipi ormanlığın dünyadaki 3 örneğinden biri İğneada ve Kıyıköy sahil şeridi ormanlıklarıdır.

Longoz (Su basar) tipi ormanlık alanı; kışları sularla kaplanan ormanlık alandır. Dünya da Amazon, Afrika Kongo Havzası veTürkiyemiz de de İğneada da bulunmaktadır. Ulusal ve Avrupa ölçeğinde korunabilmiş en önemli subasar ormanının yer aldığı İğneada bölgesi içerdiği farklı ekosistemleriyle yöredeki bir çok hayvan türü için kaliteli ve farklı yaşam alanları oluşturmaktadır. Zengin biyolojik çeşitliliği, birbiriyle doğrudan ilişkili ve farklı yaşam alanları ile İğneada Longozları, ülkemizin de içinde bulunduğu ılıman kuşakta eşsiz bir konuma sahiptir. Bölge; tatlı ve tuzlu su gölleri, kıyı kumulları, tatlı ve hafif tuzlu bataklıkları, subasar ormanları, yaprak döken meşe, kayın, gürgen,dişbudak, kızılağaç gibi karışık ağaç türlerinden oluşan orman tiplerinin hepsini barındırmaktadır.

(T24, Yeşil Gazete))

 

 

New York Maratonu Sandy’e rağmen bu Pazar koşulacak

New York belediye başkanı Michael Bloomberg, ABD’nin doğu sahilini yıkıp geçen Sandy Kasırgasından sonra ertelenme ihtimali konuşulan New York maratonun tarihinde bir değişikliğe gidilmediğini, dünyaca ünlü maratonun Pazar günü koşulacağını açıkladı.

New York Yol Koşucuları direktörü Mary Wittenburg, Çarşamba günü yaptığı basın toplantısında maratonun kaderinin tamamıyla belediye başkanının ellerinde olduğunu belirtmişti.

Belediye Başkanı Bloomberg ayrıca Perşembe akşamı Brooklyn Nets ve New York Knick takımları arasında oynanması gereken NBA açılış maçının da ertelendiği bilgisini teyit etti. NBA’de ev sahibi takımın adı ikinci sırada yazılıyor.

New York Maratonu her yıl katılan onbinlerce atleti ile dünyanın en önemli maraton yarışlarından birisi olarak biliniyor. New York Maratonunun resmi web sitesine göre geçen yıl maratona katılan 47bin atlet finişi ilk sırada görmek için mücadele etmişti.

(Yeşil Gazete, Eurosport)

Yeni partiye; isim, logo, slogan

Hoşbulduk… :)

Bendeniz askerdeyken yeşil harekete uzak kaldım. EDP ile yeni bir parti kurularak sonuçlanacak olan birleşme  yolunun şu güne kadarki sürecinde de aktif rol alamadım. Bildiğim kadarıyla Haziran ayında gerçekleşen kongre, Yeşiler Partisi’nin birleşme sürecini organize edecek Parti Meclisi ve MYK’yı oluşturdu.

Tam ben askere gitmek üzereyken yeni partinin ismi  tartışmaları başlamıştı. Bu konuda gelişmeler ne alemdedir bilemiyorum. Bu konuda hem fikrimi belirtmek, hem de tartışmayı gazete aracılığıyla şeffaf bir zemine taşımak istiyorum.

Geçenlerde bu yönde yapılmış beyin fırtınasının yer aldığı eski bir e-maili inceledim. Gördüğüm kadarıyla yeşiller içinde çoğunluk benzer düşünmekle birlikte, yine çoğunluk benimle benzer çıkmazlar içinde.

Elbette her iki partinin üyeleri de önemli olanın isim değil de örgütlenmenin ve ekolojik sol mücadeleyi hakkınca gerçekleştirmenin başarı sağlayacağında hemfikirdir.  (Yine de bu yönde gelecek bilgiçliklere karşı ekstra belirtme ihtiyacı duydum.)

Yeni partinin tüzüğü, iç örgütlenmesi ve ilkelerinin, doğrudan demokrasi yöntemlerince tartışıldığından eminim. Bu yönde çalışan arkadaşlara da güvenim tam. Ben daha çok yeni partinin ismi, logosu ve sloganına odaklanmak istiyorum.

İmaj çağında hele ki yeşil ve sol hareketlerin yeni (ana akım) medya düzeninde kendisine yer bulamaması düşünülünce, tıpkı alternatif eylemlilik modelerinde olduğu gibi anaakım düzen partilerine kıyasla aslında bizim çok daha yaratıcı olmamız gerekliliği ortaya çıkıyor. Üstelik Selim Türkhan‘ın seçimlerde oldukça etkili olduğunu da unutmamak gerekiyor. Buna karşılık Gülen Cemaati’nin yaptığı gibi dünyaca ünlü çağdaş imajmakerlara parayı verip, düdüğü çalabilecek durumda değiliz. Açıkçası daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere Ak Parti’nin kurulurkenki başarısında logosundan ismine, sloganından Ankara’daki merkez binasının mimari yapısına kadar sembollerin kullanımı müthiş başarılıydı. Keşke bu kadar ileri teknikleri kullanan partinin altından zaman içinde görüldüğü gibi taşra despotları çıkmasaydı.

Bence isim konusunda Türkiye’deki en başarılı örnekleri Anavatan Partisi, Ak Parti, Refah Partisi ve Genç Parti oluşturur. Bunlardan üçü zaten iktidar olduğu gibi Genç Parti ise ne tüzüğü, ne parti içi demokrasisi, ne ilkeleri, ne de projeleri tartışılmadan %7 küsür oy aldı. Bu isim genç ve apolitik Türkiye’de o kadar pozitif bir çağrışım ki; aynı isimle şimdilerde medyatik bir sima liderliğinde yine bir parti kurulsa %3 oyunun cepte olduğunu iddia edebilirim.  Daha eski partiler de bu tartışmaya eklenebilir ancak o isimlerin yaşatıldığı zamanları bizzat deneyimlemediğim için fikir beyan edemem. Benim gözlemlediğim kadarıyla Türkiye’de kurulmuş 60 küsür parti arasında yukarıdaki isimlerin başarısı, tek kelime olmasıyla ve o sözcüğün de ideoloji hatırlatmamasıyla ayırt edilir. Yani toplum CHP, DYP, DSP, SHP, ÖDP, BDP, DTP, TKP gibi isimlerden sıkılmış durumda. Kusuruma bakılmasın ama bizimle benzer tüzük ve mekanizmalara sahip olduğunu sandığım ve bizimle benzer evrensel düşünce değerlerine yönelmiş EDP ismi de bence başarısız bir isim örneğini oluşturuyor. Bunlar ismiyle hemencik eskiye uyumu anıştırmakta. Oysa Türkiye sığ siyasetinde toplumun her zaman yeni olana meylettiği gözlemlenebilir.  Aynı torna atölyesinden çıkmış gibi duran bu kısaltılmış üç harflere nazaran DSİP, EMEP, ANAP gibi dört harflilerin bile daha yaratıcı olduğunu sanıyorum. Yeni bir soluk iddiasında olan her partinin sembollerinde yeniliğe gitmesi, ilk duyuşu pozitif yönde etkilemekte, merak uyandırmaktadır. Ak Parti’nin AKP olmadığını, buna karşılık eskiden kalma partilerin de Ak Parti’yi ille de AKP olarak yani eski seslerle çağırmasında yaşanan gerginliğin esas anlamı budur. Eskiler “sen de bizdensin” dedikçe Ak Parti “hayır, ben yeniyim” dercesine bağırmaktadır.

En çok yeşil partilerin merak edilmeye ihtiyacı var. Türkiye toplumunda özellikle milli eğitim aracılığıyla oluşturulmuş basmakalıp düşünce biçimlerinin neredeyse tümden reddi ve ters yüz edilmesi anlamına gelen ekolojik düşüncenin idrak edilebilmesi için daha çoook zamana ihtiyacımız var. Zaten bizim ve yeni kurulacak partinin de iktidar hedeflemekten ziyade ayakları yere basan sağlam bir muhalefet gerçekleştirmek üzere yola çıktığımızı sıklıkla belirtiriz.

Örneğin e-maillerden gördüğüm kadarıyla yeni partinin ismi için çoğumuzun kulağına “Yeşil Demokrat Parti” veya “Yeşil Demokrasi Partisi” hoş gelmektedir. Bence de bu gösterge aslında tam temsil yeteneğine sahip. Ve hatta Yeşiller’in Yeşili ve EDP’nin Demokrasi’sini alarak tam bir ortaklığı hatırlatmakta. Dahası kısaltılmışı YDP olan bu isim, ses olarak da hem Yeşiller’i, hem EDP’yi anıştırmakta. Buna karşılık bu isim tam anlamıyla eski sesleri hatırlatıyor. Bence bu isimle, kulağımıza hoş gelse de eskiden kalan zihinlerimizin bir ilüzyonuyla karşılaşıyoruz. Aldanmayalım. :) Benim aklımda pozitif bir anlam taşıyacağına inandığım ve kısaltılmışı yine YDP olan “Yeşil Dünya Partisi” var. Bu ismin Türkiye’deki milliyetçi zihniyeti kırabilecek ve küresel bir hareket olduğumuzu anımsatıp, merak uyandırabileceğini sanıyorum ancak bu isim de eski sesler içine sıkışacaktır. Aynısı Yeşil Sol Parti dediğimizde de karşımıza çıkar ve bir arkadaşımızın da belirttiği gibi bizi sol içine sıkıştırır. Sol sözcüğü ise Gündüz Vassaf’ın da sıklıkla belirttiği gibi Türkiye’de daha en baştan lanetli durumdadır.

Yeni kurulacak partinin isminde demokrasi, eşitlik, sol, cumhuriyet, işçi, halk, sosyalist, komunist gibi, daha anlamı içselleştirilemeden içi boşaltılmış sözcüklerin geçmemesi gerekir gibime geliyor. Bu durum yalnızca Türkiye’yle sınırlı değil, dünyada da benzer bir eğilim var ve bunun en güzel örneğini aslında Yeşiller Partisi ve yeşil partiler teşkil ediyor. Bir de elbette Korsan Parti’yi anmak gerekiyor. Bunlar hem tek kelime ve hem de o tek kelimeyle çok net bir anlamı vurgulamakta. Aslında Yeşil sözcüğü de bir ideolojiyi ve hatta yeşil-sol bir ideolojiyi vurgulamasına karşın en azından Türkiye’de henüz içi boşaltılmamış durumda. Tek kelimelik parti isminin yeşil sözcüğü harici alternatiflerini de çokça (özellikle nöbetlerde :P) düşündüm. Doğa partisi, yaşam partisi, hayat partisi, can parti veya Avrupa’daki Korsan Parti gibi “tepki politikası” üreten ve günümüz Türkiyesi’nde “Kara Parti” ismiyle imgesel olarak vurucu etki yaratabilecek oldukça net isimler veya çok daha farklı türevleri düşünülebilir. Ancak hiç birinin dış politikada kendisini temsil ederken yeşiller kadar net bir duruş sergileyemeyeceğini sanıyorum. …Politik anlamda yeşil sözcüğüne ihtiyacımız var.

Bildiğim kadarıyla her iki parti de yeni isimde “yeşil” sözcüğünün geçmesinde mutabık durumda. Zaten partideki arkadaşlarla birlikte benim de çıkmazım, tam da burada başlıyor. Yeşiller Partisi veya Yeşil Parti isminin tek başına gerekli isim imajını verdiği kanaatindeyim. Aslında Ak Parti’nin yaptığı ve Türkiye’deki parti isimleri arasında kendisini benzersiz kılan yani tek kelimenin açılımıyla Adalet ve Kalkınma Partisi dedirten özelliği güzel bir icat. Buna karşılık anladığım kadarıyla isimde böyle bir yaratıcı-açılım sağlayamıyoruz.

Logo konusunda ise son zamanlarda EDP logosunu daha anlamlı bulmaya başladığımı belirteyim. Aslında Yeşiller Partisi’ne ilk üye olduğum zamanlarda hem ayçiçeği logomuzu ve hem de “yüzünü güneşe dön” sloganımızı çok sever ve çok anlamlı bulurdum. Bu ikisi dünyadaki yeşil partilerde de çoğunlukla ortaklaşmış durumda. Her haliyle güneşe benzeyen ve güneşi takip edişi en belirgin çiçek olan “sunflower”, İngilizce’de ve sanırım çoğu diğer dillerde de ses ve slogan uyumu açısından bizdekinden çok daha estetik duruyordur. (Türkçe’de neden güneş değil de ay çiçeği denmiş? Ne alaka?)

Çok severdim ama EDP’nin ağacını hem daha anlamlı bulmaya başladım ve hem de bizim memleket insanının ağaç imgesini güneş imgesinden daha değerli bulacağını sanıyorum. Ağaç sağlamlığıyla, gölgesinin serinliğiyle, bereketi temsil etmesi ve çocukluk çağı çağrışımlarıyla Türkiye’de yeşil-ekolojik algıyı daha iyi temsil eder gibime geliyor. Avrupa’da yeşil partilerin güneşle özdeşleşmesi oraların iklim şartlarıyla da ilişkili. Buna karşılık Türkiye gibi daha güneyde kalan bir ülkede güneş ancak kavuruculuğundan kaçılması gereken bir imgeyi temsil ediyor. Dahası “yüzünü güneşe dön” demek, yüzünü kıbleye dönmekle özdeşleşmiş bir sesin yaşadığı kültürde en fazla İbrahim hazretlerinin bakıp anlamsız ve yalan bulduğu bir mitosu hatırlatmakta… Kısaca logo konusunda Avrupa’daki logolardan farklı olarak ağaç üzerine kurulu bir logonun toplum zihninde pozitif karşılığını daha iyi bulacağını sanıyorum.

Ağaç figürü görseldeki pozitif anlamına karşıt olarak nedense ses anlamında çoğunlukla negatif çağrışım yaratıyormuş gibi. Elbette yaratıcı birşeyler bulunabilir ki zaten sloganın tek olması da gerekmiyor.  Sloganda ekolojik ve kuvvetli etkinin bizim memleketin kültürel zihninde daha çok “toprak” sesi ve sözcüğüyle sağlanacağını sanıyorum. Ayağını toprağa basmanın, elini toprağa değdirmenin, yeniden ve fütursuzca inşa edilen mütahitler iktidarındaki Türkiye’de, betonlaşmaya karşıt duran ortak kültürel zihnimizde pozitif çağrışımlar yaratacak sloganlara gebe olduğunu sanıyorum.

Muhabbetle…

Çağrı: Tren Kaçıyor Dostlar!

Dün twitterdan yazdım.. 140 karaktere pek sığdıramadım. O yüzden buradan da yazma gereği duydum. Gelen gümbür gümbür otoriter kapitalist rejimdir.  Bu rejimin Şili’deki Pinochet rejiminden de; Kenan Evren rejiminden de farkı yoktur.

AKP’nin ve devletin 29 ekimi terörize etmesini kınıyorum; bunun üzerine pek de konuşmaya gerek yok; isteyen istediği görüşü istediği bayramı şiddetsiz bir biçimde istediği gibi kutlamalıdır.

Ancak; 29 ekimde olanlar umarım bu ülkenin kemalistlerine ve ulusalcılarına birşeyler öğretir: bu ülkede belki de AKP iktidarı ile başınıza bu ilk defa gelenleri ; yıllardır kürtler yaşıyor; yıllardır chpli olmayan sol yaşıyor.

Umarım artık biraz empati yapabilirsiniz; dün diyarbakır’ı teksasa çeviren, açlık grevi yapanları hiçe sayan, dün ODTÜ’yü yakıp kavuran da aynı polis, aynı devlet; aynı şiddet.

Lütfen görün bunu ve bırakın Kürtleri “bölücü, hain, şerefsiz vs.” gibi etiketlendirmeyi. Beraber yaşamak için empati yapmayı öğrenmemiz lazım. AKP tehditi işte bize empati yapma fırsatını sunuyor.

Biraz empati yapın artık. Kürtlerin başına gelen sizin başınıza da gelmeye başladı. Ama bunu kürtler 50 yıldır, 100 yıldır yaşıyor! Hem de geçmişte çoğunlukla bazen sizin de desteklediğiniz fikirler yüzünden yaşadılar!

Geleceğe dair tek umudum bu empati artık!

Kendini solcu, yeşil, kızıl, sosyalist vs. tanımlayanlara da bir çağrım var: bırakın artık kavgayı itişip didişmeyi; bıktım ortalıkta dolaşan “yetmez ama evet”ciler, “hayırcılar” tartışmasından. 29 Ekimdeki olayları da bağladık ya referanduma pes doğrusu.

Solculardan evet diyenler yardakçı filan değil, hayır diyenler de darbeci filan değil. Geçin yaftalamayı; herkes kendi doğrusu üzerinden oy kullandı.

Ortak noktalarımız kadar farklılıklarımızdır da bizi birleştiren; güzel kılan, çoğulcu kılan.

Çoğulculuk, demokrasi gibi kelimeler kalmasın dilimizde, hareketlerimize de yansısın.

Bu bölünmüşlüğümüz bize ve inandığımız politikalara fayda mayda getirmiyor. Ne daha çok üyemiz oluyor, ne de oyumuz artıyor.

Bu ülkenin nasıl olması gerektiğine, insanların nasıl daha adil, eşit bir ortamda, mutlu mesut yaşayabileceğine dair fikirlerimiz var.

Aynı düşünmek zorunda değiliz ama artık aynı masaya oturmak zorundayız. Fikirleri çakıştıralım; egoları değil.

Ah biraz birbirimizi ikna etmeye çalışmak yerine, tek doğrunun kendi söylediklerimiz olduğuna inanmak yerine, birbirimizi dinlemeye çalışsak ne güzel olur!

Kemalistler, CHPliler, Kürtler, BDPliler, Yeşiller, Solcular, Sosyalistler, Anarşistler ve adını sayamadığım daha nice muhalif unsurlar, artık sizce de üzerimizdeki elbiseleri çıkarıp, egoları bir yana bırakıp, ortaklıklarımız üzerinden fikirlerimizi paylaşmanın; kimsenin adını cilalamadan, kimsenin altında kalmadan, minimum ortak payda için harekete geçmenin?

Bence artık ortak çıkarlarımız o kadar belirgin ki, bunu bir şansa çevirip beraber hareket etmeyi öğrenebiliriz. Tek yumruk filan olmadan, hep konuştuğumuz klişeleri bir yana bırakarak, kişisel ve kurumsal / hareketsel egoları dizginleyerek, çoğulculuğumuzu koruyarak  ve de birbirimizi dinleyerek, empati yaparak beraber hareket etmeyi öğrenmenin zamanı geldi.

Tren kaçıyor, kaçmadan lütfen…

 

Yeşiller Partisi Başkan adayı Jill Stein Teksas’ta tutuklandı

ABD’de 6 Kasım’da yapılacak seçimlere Yeşiller Partisi’nin başkan adayı olarak katılan Jill Stein, Kanada’dan – ABD’ye zift petrolü (tar sands oil)  taşımak üzere inşasına devam edilen Key Stone XL petrol boru hattına karşı protesto gösterilerine katılması nedeniyle Doğu Teksas’ta tutuklandı.

Petrol Boru Hattını inşasına karşı olanlar 38 gündür devam eden eylemleri boyunca Teksas, Winsboro’daki hat üzerindeki ağaçların üzerine tırmanmış halde protesto gösterilerine devam ediyorlar.

Zift Petrolüne Hayır (Tar Sands Blockade) platformunun sözcüsü Kim Huynh konu hakkında yaptığı açıklamada Jill Stein’in tutuklandıktan sonra Wood County cezaevine götürüldüğünü söyledi.

Jill Stein daha önce yaptığı açıklamalarında, Petrol, Kömür ve Gaz şirketlerince finanse ettikleri kampanyaları ila başkanlık yarışını sürdüren Obama ve Romney’in iklim değişikliği hakkındaki sessizliklerine iklimin kendisinin afetlerle yanıt vereceğini ve bu iklim sessizliğinin ülkeyi felakete götüreceğini  ifade etmişti.

Stein, ayıca Sandy Kasırgasının Obama ve Romney gibi siyasilerin iklim değişikliği konusundaki umarsız politikalarına karşı ilerde yaşanacakların bir habercisi olduğunu da sözlerine eklemişti

(Yeşil Gazete, Washington Post)