Aaron Swartz’ın ölümü sessizce geçiştirilmeyecek, bundan eminim… İnternet dünyası daha gençliğinin baharında çok önemli işlere imza atmış böylesi bir kaybı sessizce geçiştiremez. Ne dostları ne de internet aktivistleri bu ölümü bir kader veya talihsizlik olarak görmeyecek. Tüm dünyada özgür ve bağımsız bir internet ortamının yaratılması konusundaki çabaların da bu ölümle birlikte gömülmesini isteyenler kuşkusuz azımsanamayacak kadar güçlü ve etkili.
Bana sorarsanız bu ölümle güç savaşı yeni bir döneme girecek. Ekranlarınıza daha fazla “bilmeniz istenmeyen bilgi” ulaşacak. Baskı da aynı oranda artacak. Baskıya karşı çıkan blok da bu dönemde gücünü artıracak. Özellikle dünyadaki küreselleşmenin en güçlü kendisini hissettirdiği grup olan aktivistler içerisindeki dayanışma ve direniş yeni bir faza girecek. Bugün ne Türkiye’de ne de dünyanın kendilerini gelişmiş sayan demokrasilerinde özgürlük kavramı, sokaktaki insanın haklarının korunmasını esas almıyor ne yazık ki…
Güçlülerin ve güce yakın olanların her zaman daha adil ve daha az suçlu oldukları bir dünyada yaşıyoruz. Adalet terazisini elinde tutan Themis‘in, gözlerini bağlamasının bir anlamı vardı. Ardından adalet terazisini ellerinde tutanların gözlerinin bağını açmayı başaran güçlerin, bugün bize verilen pek çok sınırlı özgürlüğü bile elimizden almak için onun kılıcıyla sembolize edilen cezayı kime vereceklerini bilemez haldeyiz. O nedenle bu yeni süreçte internetteki bu hareketlere dönük yeni ve sert kararların da geleceğini öngörmek için âlim olmaya gerek yok…
Görmemize gerek olmadığı düşünülen bilginin şeffafça dolaşımı
Swartz’ın ölümü tüm dünyada artık azımsanamayacak sayıdaki, internetteki özgürlükler ve şeffaf bilgi dolaşımını yaygınlaştırmaya çalışan aktiviste uygulanan baskının sonucuysa -ki ailesi ve yakın çevresi bunu açıkça ifade etmekten kaçınmıyor- hepimizin çok daha duyarlı olması gerekiyor. İnternet kullanıcılarının kendilerini savunan birey ve gruplara karşı bir tavır alması gerekiyor.
Sivil itaatsizlikler, bireylerin aldıkları risklerle toplumların dönüşümlerine sebep olabilecek türden değerli girişimlerdir. Bizim aktivist dediğimiz insanlar da bu riskleri göze alarak sonuçlarına katlanma cesaretini gösterenlerdir. Swartz’ın ölümü bu risklerin ve baskıların ölçüsünü göstermesi açısından anlamlı.
Sözkonusu olan, bizler veya bizlerin bugün elde ettiği kazanım gibi görünen sembolik haklar değil. Asıl olan siyasi baskı, ahlaki yönlendirme ve dayatmalarla budanmaya devam edilen özgürlüklerin bir sonraki dönemde nasıl bir dünya hayaliyle bizi yüz yüze getireceğidir. Bu küresel bir “insan hakları” meselesidir. Bu meseleye kafa yormayanların da bunların sonuçlarından etkileneceklerini söyleyelim. O nedenle en azından arada bir bu konuları düşünmelerini teşvik etmekte fayda var; kendi iyilikleri için…
Facebook, “Graph Search” adlı yeni arama işlevini tanıttı. Graph Search, web’de arama yapmayı değil Facebook’taki bağlantılarınızlailgili aramayı ele alıyor ve Zuckerberg’e göre bildiğimiz arama işlevlerinden oldukça farklı.
ChipOnline’da Zeynel A. Öztürk imzalı habere göre; merakla beklenen basın toplantında Facebook CEO’su Mark Zuckerberg‘in bizzat tanıttığı yeni işlev, örneğin “San Francisco’daki arkadaşlarım hangileri?“, “Star Wars ve Harry Potter’dan kimler hoşlanıyor?“ sorularına (İngilizce olarak sorduğunuzda) cevap verebiliyor. “San Francisco’daki restoranlar hangisi?” şeklindeki bir soru ise size San Francisco’daki en popüler restoranları listeliyor. Cümlenizi daha karmaşık bir hale getirerek daha spesifik sorular sormanız da mümkün. Graph Search, Google ve Bing‘in aksine internette arama yapmıyor, ancak sorular sorarak sosyal ağın 1 milyarlık kullanıcı tabanı içinde çeşitli aramalar yapmanıza izin veriyor. İşlev, kullanıcıların gizlilik ayarlarına saygı gösteriyor. Bununla birlikte “yeni bağlantılar” sağlamak isteyenler, örneğin “San Francisco’daki arkadaşlarımın arkadaşı olan yalnız kızlar kimler” gibi sorular sorabiliyorlar.
Yeni işlevin cevaplayabildiği sorular arasında “Arkadaşlarımın Paris’teki fotoğrafları“, “Arkadaşlarımın 1990’dan önceki fotoğrafları” ve fazlası var.
Graph Search’ün henüz çok erken bir beta aşamasında olduğunu söyleyen Zuckerberg, hizmetin ilk olarak kişilere, fotoğraflara, konumlara ve ilgi alanlarına odaklanacağını bildiriyor.
“Önümüzdeki haftalarda ve aylarda” kullanıma sunulacağı açıklanan Graph Search, İngilizce diline yoğunlaşan bir işlev gibi görünüyor ve şu an sadece Amerikan İngilizcesi için sunuluyor. Dolayısıyla onu Türkçe dilinde kullanabilmemiz için biraz beklememiz gerekebilir. Hizmetin kısıtlı beta sürümünün “bekleme listesine” katılmak için https://www.facebook.com/about/graphsearch adresini ziyaret etmeniz ve sayfanın altındaki yeşil “Bekleme Listesine Katıl” düğmesine basmanız yeterli.
Jurassic Park ve Karayip Korsanlarının devam filmleri çekilecek.
Kaptan Jack Sparrow’un maceralarını anlatan ve Türkiye’de “Karayip Korsanları” adıyla yayınlanan “Pirates of the Caribbean” serisinin 5. filmi, Temmuz 2015’te gösterime girecek. Jack Sparrow’ü canlandıran ünlü aktör Johnny Depp’in serinin 5. filminde de başrol oynayacağını açıklandı.
Dev dinozorlar geri dönüyor
2005’te gösterime gireceği söylenen, ardından bu tarih 2008’e ertelenen ama bir türlü çekilemeyen ‘Jurassic Park 4’ için gösterim tarihi nihayet belli oldu. ‘Jurassic Park’ serisi dördüncü filmiyle 13 Haziran 2014 tarihinde sinemaseverlerle buluşacak. Daha önce de defalarca öne sürülen iddia bu kez resmiyete kavuştu.
Serinin ilk iki filmini yöneten Steven Spielberg, bu kez yönetmen koltuğundan ayrılıp filmin yapımcılığını üstlenecek.
Universal Stüdyoları’nın seçeceği yönetmenle devam edecek filmin 3 boyutlu çekilmesi planlar arasında. Serinin ilk filmi ise üç boyutlu formatıyla Nisan’da tekrar sinemalarda olacak.
Cittaslow tarafından ”sakin kent” ilan edilen Taraklı ilçesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girebilmek için başvuru yaptı.
AA’nın haberine göre Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman yaptığı açıklamada, ilçenin tarihi eserleri ve doğal güzellikleriyle bilindiğini belirterek, uluslararası alanda tanınırlığının artırılması amacıyla UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girebilmek için başvuru yaptıklarını söyledi.
Haberde, ilçedeki nüfusun 7 bin civarında olduğunu dile getiren Özkaraman, ”300 tarihi evden 110’u tescilli” olduğunu söyledi.
Özkaraman, “şu anda birçok binada restorasyon çalışması devam etmektedir. Taraklı, şehrin gürültüsünden uzakta, huzurlu ve sakin bir ilçe. Türkiye’nin 8 sakin şehrinden bir tanesidir. Bu açıdan baktığımızda UNESCO’nun listesinde yer almayı umut ediyoruz. İlçemizin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından turizmde öncelikli yöre ilan edilmesi sağlandı” diye konuştu.
Özkaraman, ilçeyi geçen yıl 100 bin turistin ziyaret ettiğini belirterek, ”Mümkünlü” reklamlarının ilçenin tanıtımını sağladığını sözlerine ekledi.
Taraklı
Eski adı Dablar olan Taraklı’nın Helenestik dönemde Bytinia adını alan bölge içinde olduğu biliniyor. Hisartepe’de bulunan iki sarnıca göre buranın geçmişinin Milattan Önce 2 binli yıllara kadar uzandığı sanılıyor.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde ilçede halkın şimşir kaşık ve tarak yapması nedeniyle adının Yenice Tarakçı olarak anıldığını belirtiyor. Yenice Tarakçı ismi zamanla halk dilinde Taraklı olarak değişip şimdiki kullanıldığı halini almış.
Edit [20:35]
Taraklı treking için birçok elverişli güzergâha sahip bir açık hava müzesi görünümünde. Burada yürüyüş yapmak, fotoğraf çekmek mümkün olacaktır.
Güzel bir kanyonu, kanyonun altında bir mağarası var. Özellikle reklamdan sonra gelen ziyaretçilerin arttığını gören bölge halkı sevecenlikle yerleşim hakkında bilgi verecektir.
Sakarya’nın Taraklı Köyü’ne, İstanbul’dan Ankara istikametine giden TEM gişelerinden girerek, otobandan Adapazarı-Bilecik sapağından çıkış yaptıktan sonra Bilecik istikametini takip ederek, 30 kilometre sonra Ali Fuat Paşa Kasabası’na varmadan yeni Göynük-Taraklı yol ayrımından ulaşmak mümkün. Yol yaklaşık 2 saat sürüyor.
The Guardian Çevre Bölümü Direktörü Damian Carrington‘un gazetesinde kendi imzasıyla çıkan haberi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Bora Kabatepe‘nin çevirisiyle sunuyoruz.
***
Yeni araştırmalar, hali hazırda 1 milyar insanını aç bırakan, 2 milyar insanını da 2050 yılına kadar açlıkla karşı karşıya bırakacak Dünya’nın yaşadığı gıda krizinin, sıcak dalgaları son 50 yılda görülen hasat artışlarını tersine çevirdikçe daha da kötüleşeceğine işaret ediyor.
Şu an Avustralya’da görülenlere benzer aşırı sıcak dalgalarının, gelecek yıllarda iklim değişikliğinden dolayı kat kat daha sık karşımıza çıkacağı tahmin ediliyor. Muazzam sıcaklar, 2012’nin ABD tarihinin en sıcak yılı olmasına ve mısır hasadının son 20 yılın en kötüsü olmasına neden oldu.
Fransa’daki mısır tarımını örnek alan yeni araştırma, mısır üretiminde önümüzdeki 20 sene için %12’ye varan düşüşler öngörüyor. Geçtiğimiz Pazar günü yayınlanan, daha uzun dönemli bir diğer araştırmaya göre ise, iklim değişikliğine karşı harekete geçilmezse, 2050’ye geldiğimizde buğday ve soya üretimlerinin %30 azalacağını gösteriyor.
Reading Üniversitesi’nden bu mısır araştırmasına katılan Ed Hawkins’e göre “Gelecek gıda güvenliğimiz için alarm zilleri çalıyor. “Geçtiğimiz 50 sene boyuca tarımda suni gübre ve sulama çözümlerinin yayılması gibi gelişmeler, dünyanın ana gıda ürünlerindeki üretimi arttırmıştı, ama artık bu artışlarda bir yavaşlamayı görmeye başlıyoruz.”
Dünyada sıklığı giderek artan sıcak günlerin sayısının bu yavaşlamayı açıklayabileceğini de sözlerine ekledi. Leeds Üniversitesi’nden Prof. Andy Challinor’a göre ise “Tarımda yaşanan gelişmeler, gelecekteki sıcaklık baskılarının etkilerini kapatabilmek için çok yavaş. Bir yandan iklim değişikliği yaşanırken bir yandan da artan bir nüfusu beslemek büyük bir sorun, hele ki tarıma elverişli alanlar azken. Eğer gelecek yıllardaki iklimler için plan yapmaya başlamazsak, temel ekinlerin üretimi büyük risk altına girebilir”
Hawkins, Challinor ve arkadaşları Birleşik Krallığın en büyük mısır sağlayıcısı olan Fransa’da sıcaklığın 32 C’nin üzerine çıktığı gün sayısının mısırı nasıl etkilediğini incelediler. Hasat 1960’tan 2000’e kadar dörde katlanmasına rağmen, sıcak günlerin sayısının 2 katına çıktığı son 10 yılda güç bela artış gösterebildiğini gördüler.
2020’li yıllara gelindiğinde, sıcak günlerin Fransa’nın daha önce aşırı sıcaklarla tanışmamış bölgelerinde daha sık görülmesi beklenirken, çiftçiler sıcak havanın ekinlerine verdiği zararı önleyecek bir yol bulamazlarsa mısır hasadı bugüne göre %12 düşüş yaşayabilir. Hawkins’e göre farklı yerlerdeki farklı bitkiler için farklılıklar olacaktır bilinmeli ki “Aşırı sıcak ekinler için iyi değil!”
Bakersfield, Kaliforniya’da fıskiyeler bir aşırı sıcak dalgası sırasında ekinleri suluyor Fotoğraf: David McNew/Getty Images
Nature Climate Change’de yayınlanan araştırma ise artan sellerden, klima kullanımına kadar iklim değişikliği ile bağlantılı birçok farklı etkinin ve karbon salımlarını azaltarak bu etkileri nasıl azaltabileceğinin araştırıldığı ilk küresel ölçekli çalışmaydı. Reading Üniversitesi’nden Prof. Nigel Arnell “Araştırmamız sera gazı salımlarını azaltmanın olumlu etkilerini açıkça ortaya koyduğunu gösteriyor – ekinlerde oluşan zararların ve sellerin azalması iki temel fayda” diyor.
Örneğin bahar buğdayının küresel üretkenliği 2050’ye gelindiğinde %20 düşebilirdi ancak sera gazı salımlarını önleme konusunda somut adımlar atılırsa bu düşüş 2100 ylına kadar ertelenebilir.
Araştırmada nehir taşkınları, iklim değişikliği ile ilgili adımların atılması halinde en büyük iyileşme sağlanacak başlık olarak öne çıkıyor. Eylemsiz kalınması demek, en iyimser tahminle ısınmasının 4C olacağı ve 330 milyona yakın insanın daha büyük sellerle karşılaşacağı anlamına geliyor. Ama bu sayıyı, salımlar yakın gelecekte azalmaya başlarsa, yarısına indirmek mümkün. 2012^de 8000 evin sular altında kaldığı Birleşik Krallık için seller en büyük iklim tehtidini oluşturuyor.
Bir diğer önemli etki de sıcaklıkla beraber artacak klima kullanımı. Soğutma için gereken enerji artacak ancak eğer salımları düşürmek için harekete geçilirse bu artış %30 düşürülebilir, özellikle de Avrupa’da. Ancak iklim ile ilgili önlemlerin su sıkınıtısı üzerinde çok da etkisi yok. Salımların azalması sorunlarla yüzleşecek insanların yalnızca %5’ini kurtarabiliyor.
“Ama salımları azaltmak, size adaptasyon için süre tanıyor” diyr Arnell. “Bunu yaparak etkileri ertelemek için 2030’lardan 5-10 yıl kadar, 2050’lerden ise onyıl kadar süre kazanmış oluyorsunuz. Bu, iklim politikalarının insane üzerindeki etkileri gerçekten değiştirebileceğini gösteren ve oldukça umut veren bir çalışma”
Birleşik Krallık Enerji ve İklim Değişikliği Sekreteri Ed Davey’ göre ise “Küresel salımları düşük seviyede tutarak iklim değişikliğinin kötü etkilerini engellememiz mümkün. Bu araştırma sıcaklıkları 2 C altında tutmanın yararlarını bize gösteriyor ve neden BM iklim değişikliği müzakerelerine bağlı kalmamız ve 2015’e kadar küresel bağlayıcılıkta bir anlaşmaya varmamız gerektiğini bize anlatıyor.”
Ünlü bilim insanı ve çevre aktivisti David Suzuki‘nin EcoWatch.org’da yayınladığı köşe yazısını, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Gizem Hasırcıoğlu‘nun önsözü ve çevirisiyle sunuyoruz.
***
Yeni yılın ilk günlerinde yayınlanmış bu yazıyı henüz yeni yılın ilk haftalarını sürüyorken sizlerle paylaşmak istedik. İklim değişikliği inkârının artık imkânsız olduğu bugünlerde, geçmişte yapabileceklerimizle kat edebileceğimiz yolu düşünmek bir kenara Yeşil Gazete olarak neden hemen şimdi daha geç olmadan çözüm yolunda harekete geçmemiz gerektiğini anlatan birçok makale ve yazıyı sizlere ulaştırmaya çalışıyoruz. Dünyanın ileri gelen iklim ve ekoloji aktivistleri, bilim insanları; bizi bütün dünyayı harekete çağırıyor. Ve bunun yolu önce bakış açımızı ve alışkanlıklarımız değiştirmekten geçiyor. Ancak bu küresel ortak aklı yaratabildiğimizde söz hakkı sahibi yaptığımız kişi ve kurumların politikalarını değiştirmekte etkili olabiliriz. Bu yüzden sayısız ödüllü genetik bilimci ve iklim aktivisti David Suzuki’nin dediği gibi “umuyoruz bu yıl gezegenimizi önemseyerek yaşayacağımız yeni bir yaşam yolunun göstericisi olur” (Gizem Hasırcıoğlu)
***
1988 yılında yüzlerce bilim insanı ve bürokrat uluslararası bir iklim değişikliği konferansı için Toronto’da toplandılar. Kümülatif kanıtlarla insanın sebep olduğu küresel ısınma konusunda yeterince alarmdaydılar ve şu görüşü ileri sürdüler “İnsanlık plansız, kontrolsüz, küresel olarak yayılan bir deney yürütüyor. Bu deneyin nihai sonuçları küresel bir nükleer savaştan sadece biraz daha az yıkıcı olacaktır.”
Bu konferansta dünya liderlerine, sera gazı salımlarının 2005 yılına kadar yüzde 20 azaltması konusunda baskı yaptılar. Eğer bu çağrıya kulak verseydik ve bu hedef için kampanyalar yürütmüş olsaydık, bugün biz Kanadalılar azalan hava kirliliği sayesinde daha sağlıklı olurduk, daha büyük enerji kaynaklarımız ve daha çok işimiz olurdu. Ayrıca yenilenebilir enerji konusunda dünya lideri olabilir ve milyonlarca dolar tasarruf edebilirdik.
1988 yılı çevreciler açısından önemli bir yıldı. 1988 yılında George H. W. Bush Amerika Birleşik Devletlerinin başına geçmiş ve “çevreci bir başkan” olacağına söz vermişti. İçinde yeşil bir altyapı yoktu fakat halk onu nihayetinde tutmadığı bir söz vermeye zorladı. Aynı yıl Margaret Thatcher yerden dışkı alırken kameralara dönüp, “Ben de bir yeşilim” dedi.
Kanada başbakanı Brian Mulroney da 1988 yılında yeniden seçildi. Yeni parlak bir politik yıldız, Lucien Bouchard’ı çevre bakanı olarak atadı. Bir röportajda Bouchard’a en kendisine göre çevre meselemizin ne olduğunu sordum ve “Küresel Isınma” cevabı aldım. Devam ettim: “Peki ne kadar ciddi olduğunu düşünüyorsunuz?” Cevabı: “ Canlı türlerimizin bekasını tehdit ediyor, hemen şimdi harekete geçmeliyiz.”
1988 yılında ekolojik sorunlar kamunun ortak endişesiydi, bilim insanları görüşlerini dile getirdiler, politikacılar doğru şeyleri söylediler. Küresel ısınma o zaman da acil bir konuydu ve hala da öyle. Bugün 25 yıl sonra, karbondioksit salımları artmaya devam ediyor, hali hazırda sonuçlarını görüyoruz- daha çok olağanüstü hava olayları, eriyen buzullar ve Kuzey Kutbu, artan deniz seviyeleri, nehirlerde azalan su akımları ve iklim ile alakalı hastalık ve ölümler. Bütün bunlar hızlı ekonomik büyüme kaydeden Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerde oluyor. Aynı zamanda kullandıkları fosil yakıtlar sebebiyle artan sera gazı salımlarına sebep olan en sanayileşmiş milletler, bu salımları azaltmak için en az çabayı gösterenler.
İnsanları diğer canlılardan ayıran, geleceği hayal edebilen zihinleri ve mevcut davranışlarıyla onu şekillendirebilmeleridir. Atalarımız tecrübe, bilgi birikimi ve iç görü ile tehlikeleri ve fırsatları sezmeyi, avantajlardan faydalanmayı ve tehlikeleri önlemeyi bilmişlerdir. Bilim insanları ve süper bilgisayarlar ise ileri görme yeteneğimizi daha da güçlendirdi. On yıllardır uzmanlar bizleri nüfus istatistikleri, teknoloji, aşırı tüketim ve küresel ekonomi nedeniyle canlı kürenin kimyasal, jeolojik ve biyolojik özelliklerinin değiştiği konusunda uyardılar.
Shutterstock'dan alınmıştır
1992 yılında içlerinden 104’ü Nobel ödülü sahibi 1700’den fazla saygın bilim insanı, “Dünya Bilim İnsanlarının İnsanlığa Uyarısı”nı imzaladılar ve dediler ki “Birkaç on yıl sonra şu anda karşı karşıya olduğumuz tehlikelerin önüne geçme şansımız kaybolacak ve insanlık için ümitler ölçülemeyecek kadar azalacak.”
Bu uyarı, çevreye zarar veren aktivitelerin kontrol altına alınması, dünya ekosistemleri bütünlüğünün korunması, kritik kaynakların daha verimli kullanılması, kontrollü nüfus büyümesi, yoksulluğun azaltılması ve en sonunda giderilmesi, cinsel eşitlik ve kadınların doğurganlık haklarının korunmasını içeriyordu.
Ne kadar erken harekete geçersek, bu zorlu meseleleri aşmak o kadar kolay olur. Durakladığımız her yıl bütün bu meseleleri insanlar ve çevre üzerinde yaptığı olumsuz etkilerle daha maliyetli ve zorlu hale getiriyor. Öte tarafta umudun işaretleri yok değil. Birçok ülke- şehir, eyalet- küresel ısınma sorununu ciddiye alıyor ve salımları azaltmak ve temiz enerjiye geçmek konusunda çalışıyorlar. Bazı dünya liderleri mevcut paradigmayı- yani, ekonominin bütün bu meselelerin üstünde olduğu önkabulünü- bile sorguluyorlar.
Bu çok elzem bir konu. Ekonomi, isteklerimizin sınırlarını belirlemek üzere var fakat solunabilir bir hava, içilebilir su, yenilebilir gıda ve istikrarlı bir hava ve iklimin değerini ne belirler? Ekonomi, şüphesiz ki daha iyi bir gelecek içindir, kendini bitirmek için değil ve muhakkak ki bütün canlılığın sürdürülebildiği zengin ve çeşitli bir ekosferi desteklemelidir. Umalım ki bu yıl bizlere gezegenimizi önemseyerek yaşayacağımız yeni bir yaşam yolunun göstericisi olsun.
Yeşil Gazete için çeviren: Gizem Hasırcıoğlu – (twitter.com/Gizem_H)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mayıs 2011’de Hopa’da gerçekleştirmek istediği seçim mitingi öncesi ve sonrasında yaşanan olaylarla ilgili açılan davanın ilk duruşması bugün Hopa Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı.
Sanık avukatlarından Meriç Eyüboğlu, sanıkların, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak, polise taş, sopa, şişe ile saldırmak, polisin görevini yapmasını engellemek, kamu malına zarar vermek, polisleri yaralamak ve Başbakanlık koruması Servet Erkan’ın otobüs üstünden düşmesine neden olmak gibi suçlamalar yöneltildiğini söyledi.
Olaylar sırasında sadece basın açıklamasına katılanların değil, polis saldırısından tüm Hopa’nın etkilendiğini ifade eden Eyüboğlu, Metin Lokumcu’nun biber gazıyla öldürüldüğünü, çok sayıda kişinin yaralandığını, çay çorba içen insanların bile polis şiddetine maruz kaldığını hatırlatarak, bugüne kadar bir devlet görevlisine dahi dava açılmadığına dikkat çekti.
Eyüboğlu: İddianame polis fezlekesinin kopyası
Eyüboğlu, dava dosyasında hukuka aykırı deliller olduğunun altını çizerek, sorguya geçilmeden beraat kararı verilmesini, bunun kabul edilmemesi durumunda hukuka aykırı delillerin dosyadan çıkarılmasını talep ettiklerini ama iki taleplerinin de reddedildiğini söyledi.
“Biz ortada bir suç olmadığını söylüyoruz. Bunu bizim söylememiz önemli değil, ortada gerçekten ‘suç’a dair hukuki bir delil de yok.
“Bu dosyada 51 kişiden 26’sı hakkında ne gözaltı işlemi yapılmış, ne de savcılığa çağrılarak ifadeleri alınmış. Kendilerini ilk kez iddianamede görüyorlar. 20 klasörlük iddianameye baktığımızda da savcılığın polis fezlekesini kopyala yapıştır yaptığını görüyoruz. Polis fezlekesindeki hataları bile aynen geçirmişler.
“Mesela sanıklardan Ali Aksu 31 Mayıs akşamı gözaltına alınıyor. 1 Haziran’da gözaltında olduğu için Metin Lokumcu’nun cenazesine katılamıyor. Ancak iddianamede Aksu’nun cenazeye katıldığı ileri sürülüyor. Bu gibi pek çok örnek yer alıyor iddianamede.
“Savcılığın iddianame düzenlerken lehte ve aleyhte delilleri toplaması gerekir. Lehte hiçbir delili toplamamış. Bunun yanı sıra biz savcılığa o gün Hopa’da olanlarla ilgili bir cd sunmuştuk. Ancak o cd dosyaya konmamış. Tamamen tek taraflı ve hukuka aykırı delillere dayanan bir iddianame düzenlenmiş.
“Böylesine özensiz bir iddianame bu kadar geç hazırlandığı için müvekkillerimizin bir kısmı yedi ay hapis yattı. Bu iddianameyi polis fezlekesi şeklinde hazırlayan savcı terfi oldu ve Ankara’ya gitti.
Sabah 09.30’da başlayan duruşmada 14.45 itibariyle aralarında Ali Aksu, Hopa Halkevi Başkanı Kamil Ustaoğlu’nun da olduğu 10 kişi ifade verdi.
Polisle sanık yakınları arasında gerginlik
Duruşmaya verilen arada sanık ve yakınları ile avukatlardan oluşan grup adliye binası önünde basın açıklaması yaptı. Halkevleri Doğu Karadeniz temsilcisi Taylan Kaya, olayların ardından beş farklı şehirde 147 kişinin gözaltına alındığını, 259 kişiye dava açıldığını belirterek, “Hopa bilinçli tercihle hedefe konuldu. Demokrasi mücadelesinden vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Hopa saldırısının olacağı o gün 3 bin 500 polisin ilçeye gelmesiyle belliydi. Horon tepen Hopa halkına karşı hiçbir uyarı yapılmadan büyük bir saldırı oldu. Bu saldırıda Metin Lokumcu’yu kaybettik. Şimdi arkadaşlarımız yargılanıyor. AKP’nin 31 Mayıs’ın intikamını alma süreci devam ediyor.“
Sanıklar görüntü almak isteyen bir sivil polis memuruna tepki gösterdi. Sanıklar polis kamerasını kapattırdıktan sonra açıklamaya devam etti.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu kapatılması istemiyle Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada yerel mahkeme, çiftçi sendikaları konfederasyonun, işçi işveren sendikası niteliği bulunmadığı ve çiftçilerin sendika kurmasının mümkün olmadığı yönünde karar vermişti. Yargıtay’a Çiftçi Sendikaları tarafından yapılan temyiz sonrasında, 27 Kasım 2011 tarihinde duruşma yapıldı. Yargıtay duruşma sonrasında 11 Ocak 2013 günü kararını açıkladı.
Yargıtay tarafından verilen kararda, Çiftçilerin Konfederasyon olarak örgütlenmesini engelleyecek bir iç hukuk kuralı bulunmadığını ve uluslararası sözleşmelerle de çiftçilerin örgütlenme haklarının güvence altına alındığını belirterek mahkemenin kapatma kararını bozdu.
Kararın ardından Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Abdullah Aysu’nun yaptığı yazılı açıklamada, “Bu kararın ardından çiftçiler köy köy il il örgütlenmeye başlayacaktır. Bugüne kadar konfederasyonun kapatılması davası nedeniyle, örgütlenmemizin önüne yasal engeller çıkartılmıştır. Ancak Uluslararası hukuktan doğan haklarımızın iç hukuk metni olarak kabul edilmesine yönelik Yargıtay kararının ardından, çiftçilerin öz örgütlenmeleri engellenemez. Çiftçilerin hak aramalarının engellenmesine, tarımın tasfiyesine ve çiftçilerin ekmeksiz, işsiz bırakılmasına karşı mücadeleye devam edeceğiz .” dedi.
Tütün Sen Davası da Kazanıldı
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem de, “Cuma günü bir sevinçli haber de Tütün Sen kapatılması davasından aldık. Tütün üreticilerinin kurduğu sendikanın kapatılamayacağı yönünde Yargıtay kararını verdi. Tütün Sen’in üst kuruluşu olan Konfederasyonun da kapatılamayacağı yönünde Yargıtay’ın esas yönünden verdiği bozma kararı çiftçiler açısından tarihi bir kazanımdır. Tütün üreticileri, konfederasyon kurma hakkı da kazanmıştır. Bundan sonra mücadelemizi yükseltmek ve çiftçilerin ekonomik ve sosyal haklarını kazanmak bizlerin görevidir.” Dedi.
Davanın Yargıtay tarafından bozulması ardından, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu avukatı Fevzi Özlüer de, “Yargıtay istemimiz doğrultusunda karar verdi. Türkiye’de milyonlarca tarım çalışanı, çiftçilik mesleğini icra etmektedir. Bu çalışanlar klasik anlamda bir fabrika işçisi değildir. Ancak bu çalışanların çıkarlarını korumak amacıyla sendika veya konfederasyon oluşturması yargı tarafından güvence altına alınmıştır.” dedi.
Hukuki Kazanımlarımız İç Hukuk Düzenlemesi Olarak da Korunmalıdır
Konfederasyon Başkanı Abdullah Aysu tarafından yapılan yazılı açıklamanın devamında ise, Yargı kararlarının uygulanması için yasama organının bir an önce iç hukuk düzenlemesi yapması ve çiftçi haklarının yasal güvenceye kavuşturulması gerektiği belirtildi. Açıklamanın devamında ise, “Çiftçi Sendikaları Konfederasyonunu oluşturan sendikalar Çay-Tütün-Hububat-Fındık-Zyetin-Üzüm -Ayçiçei üreticileri ile hayvan yetiştiricilerinin ve tüm üreticilerin hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesi en temel varlık sebebimizdir. Kadın ve erkek üreticileri örgütlemek, aynı amaç içinde toplamak,üreticilerin ve insanlığın özgürlük içinde mutlu ve uygar bir yaşama düzeyine kavuşması önümüzde bir hedef olarak durmaktadır. Sosyal güvenliğin ve sosyal eşitliğin bütün gerekliliği ile gerçekleşmesi için her türlü sömürüyü ortadan kaldırmak, kır emekçilerinin ekonomik ve sosyal çıkarlarını savunmak, sosyal, ekonomik ve politik kültürlerini geliştirmek zorundayız. Çiftçilerin toplu sözleşme hakkını güvence altına almak, işsizlik ve sağlık tehlikelerini ortadan kaldırmak ve tüzüğünde belirtilen diğer çalışmaları yapmak amacıyla Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalar olarak mücadeleye devam edeceğiz. Başarımız tüm Türkiye ve Dünya emekçilerine armağan olsun“ denildi.
2012 yılını ‘suya zam’ yılı ilan eden İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne karşı Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi tarafından açılan dava görülmeye devam ediyor.
2012 yılının Ocak Ayı’nda %10, Mayıs ayında % 25,6 zam yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi, yeni yılın ilk gününe İzmirlilerin en temel insan hakkı olan suya erişimine yaptığı %5’lik bir zamla merhaba dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yıl içerisinde birçok İzmirli’yi isyan noktasına getiren zamlara karşı Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcülerinden Av.Ali Arif Cangı ve diğer parti üyelerinin açtığı dava ise Salı günü devam edecek.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin yaptığı yazılı açıklamasında, yapılan zamların ve yüksek faturaların enflasyon ve yatırım masrafları ile açıklanabilir tarafı olmadığı belirtildi. Belediyenin gösterdiği bu yaklaşım ile sağlaması gereken kamu hizmetini ticarileştirmiş olduğuna dikkat çekilen açıklamada, en temel insan haklarından olan suya erişim hakkının ve sağlıklı yaşama hakkının, özellikle yoksul aileler için hiçe sayıldığının altı çizildi.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi tarafından açılan dava ve oluşan kamuoyu tepkisi yüzünden Haziran ayında yaptığı zamların bir kısmını geri çekmek zorunda kalan İzmir Büyükşehir Belediyesi, 2013’ün ilk gününe ise tekrar suya yaparak girmişti.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin basın açıklaması tam metni şöyle:
İzmir’de Haksız Su Zammına Karşı Mücadelemiz Devam Ediyor
1 Ocak 2012 tarihinde, temel ihtiyaç olan suya %10 zam yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi, 18 Mayıs 2012 tarihinde %25,6 oranında yeni bir zam daha yapmıştır.
Bu son zam ile 4 kişilik bir ailenin su faturası yaklaşık 138 TL üzerinde tutmaktadır. Bu zamların ve yüksek faturaların enflasyon ve yatırım masrafları ile açıklanabilir tarafı yoktur. Belediye gösterdiği bu yaklaşım ile sağlaması gereken kamu hizmetini ticarileştirmiş ve en temel insan haklarından olan suya erişim hakkını ve sağlıklı yaşama hakkını, özellikle yoksul aileler için hiçe saymıştır.
Bu haksız tutum karşısında Eşsözcümüz Av. Arif Ali Cangı ve parti üyemiz olan arkadaşlarımız İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne zamların durdurulması ve iptali için dava açmışlardır.
Dava sonucunu beklemeyen İSZU, 1 Ocak 2012 tarihindeki zamlı faturalar ile aldığı ödemeleri halka geri ödemediği gibi, 18 Mayıs 2012 tarihinde açıkladığı yeni zammı Haziran ayı itibari ile uygulamaya başlamıştır ancak açtığımız davalar ve kamuoyunda oluşan tepki üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi 13.06.2012 tarihinde aldığı kararla zammın bir kısmını geri almak zorunda kalmıştır.
Toplamdaki zam kararı ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Yönetimi, suya erişim hakkını umursamadığını, mahkeme kararlarını takmadığını, hukuk devleti ve hukuğun üstünlüğü gibi kavramları benimsemediğini, sosyal devlet ve sosyal belediyecilik anlayışından ne kadar uzak olduğunu bir kez daha göstermiştir.
30 Mayıs 2012’de açılan dava halen devam etmektedir ve 15 Ocak 2013 Salı günü saat 09.30’da İzmir 1. İdare Mahkemesi’nde duruşması görülecektir. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak yaşam hakkının önkoşulu olan suya erişim hakkını etkileyen idari kararların ve uygulamaların takipçisi olduğumuzu, haksız ve insafsız bu zammı tüm sonuçlarıyla iptal ettireceğimizi, yargılama sırasında zamlı tarife nedeniyle tahsil edilen fazla su paralarını, şimdiye kadar olduğu gibi bu kez de İzmir’ lilere iade ettireceğimizi, kamu hizmetlerini ticarileştiren uygulamaların her zaman karşısında olacağımızı halkımıza ve kamuoyuna duyurmak isteriz.
Dünyanın en büyük dini buluşması olan Kumbh Mela Festivali, Hindistan’ın Allahabad kentinde başladı. Hindu inanışına göre 12 yılda bir yapılan festivalde milyonlarca kişi, Ganj ve Yamuna nehirlerinin birleştiği yerde günahlarından arınmak için yıkanıyor. İnanışa göre bu yıkanışla yaşam döngülerinden özgürleşiyor, ölüp, yeniden doğuyorlar. En son 2001’deki Kumbh Mela buluşmasında 40 milyon Hintli bir araya gelmişti.
55 gün sürecek festival sırasında milyonlarca Hindu, günahlarından arınmak için, kutsal kabul ettikleri Ganj Nehri’nin buz gibi sularına dalacak.
Yetkililer, astrolojik işaretlere göre festivalin en önemli günü kabul edilen bugün, sabah saatlerinde 3 milyon kişinin nehre girdiğini söyledi. Kutlamalar devam ediyor.
YENİDEN DOĞUŞ
Gün sonuna kadar 11 milyon kişinin günahlarından arınmak için Ganj’a dalması bekleniyor. Hindular, İbrik Festivali olarak da bilinen kutlamalar sırasında Ganj Nehri’nde yıkanmanın günahlarından arınmalarına ve ölüm ile yeniden doğuş döngüsünden özgürleşmelerine yardımcı olacağına inanıyor.
4 YERDE KUTLANIYOR
Festival sırasında yurt içinden ve dışından 50 milyondan fazla Hintli’nin Ganj’da yıkanması bekleniyor. Festival, “Hindu tanrısı Vişnu’nun kanatlı küheylanı Garuda’nın bir ibrik kutsal ölümsüzlük suyu için şeytan-cinlerle yapılan savaş sırasında dinlendiği” 4 yer olan Allahabad, Haridvar, Ujjain, and Nashik’de kutlanıyor.
2001’DE 40 MİLYON KİŞİ VARDI
Kumbh Mela, 6 yılda bir Haridvar ve Allahabad’da kutlanıyor. Garuda’nın uçuşu 12 kutsal gün yani 12 yıl sürdüğü için İbrik Festivali her 12 yılda bir dört kentte birden düzenleniyor.
Kumbh Mela, dünyanın en büyük dini festivali olarak kabul ediliyor. 2001’de 40 milyon kişi aynı gün Ganj’a Nehri’ne girmek için Allahabad kentinde bir araya gelerek dünya rekoru kırmıştı.