Ana Sayfa Blog Sayfa 4451

Türkiye kültür politikası; şov mu? Hak mı?

The Guardian Gazetesi’nde yer alan, “Türkiye arkeolojik değerlerinin izinde kültürel savaş yürütüyor” başlıklı haberde, Türkiye’nin kültürel mirasına dahil olan binlerce yapıtın geri dönmesi için kültürel şovenizm yaptığı, Berlin, Paris ve New York’taki dünyanın önde gelen müzelerine “şantaj girişimi”nde bulunduğu iddia edildi.

İstanbul'da Topkapı Sarayı Arkeoloji Müzesi’ndeki Konya Sidamara lahiti. Konya'daki 5000 yıllık mezarlık yakın zamanda beton dökülüp, eğlence alanı haline getirildi. Fotoğraf: Imagebroker / Alamy

Habere göre Ankara, yabancı arkeoloji çevrelerini ve müzeleri, yasa dışı yollarla götürülen yapıtlar gönderilmediği takdirde kazı izinlerini yenilememek ve hatta iptal etmekle tehdit ediyor. Bu iddiayı dillendiren Berlin, Paris ve New York’taki üst düzey kültür işleri yetkilileri, Türkiye’nin bir diğer kozunun ise “Müzelerimizdeki koleksiyonları yabancı müzelerde sergilenmek üzere göndermeyiz” tehdidi olduğunu savunuyor. Gazete, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün, 2011’de Türkiye’ye gönderilen Hitit’lerden kalma Boğazköy Sfenksi’nin iade edilmemesi halinde kazı izinlerinin iptal edileceği yönündeki iddiasına da yer verdi. Başkent Berlin’deki Bergama Müzesi’ni yöneten Prusya Kültürel Miras Kurumu’nun başkanı Hermann Parzinger, Türkiye’yi “kirli bir siyaset oyunu oynamakla” suçluyor. Parzinger, “Türklerin siyasette agresif tarzı çekici bulduğunu”, “yabancı arkeologları dışarı iterek, bize ve başkalarına şantaj yapmaya çalışıyor” diyor. Yeni taktiğin ise “kazıların altyapısına yeterli yatırım yapılmamakla suçlanmak” olduğunu söylüyor.

Yaşlı Balıkçı

Parzinger, Türkiye’nin Sfenks’ten sonra üç yapıtı daha istediğini vurgulayarak, “tüm eserlerin bir asırdan daha uzun zaman önce yasal olarak kazanılmış olduğunu ve üçünü de yasal olarak gönderme zorunluluklarının olmadığını” söylüyor. Söz konusu üç eser Afrodisias’ın Hadrianik Hamamlarında bulunan 2000 yıldan eski olan mermer gövdeli yaşlı balıkçı heykeli, bir ortaçağ  mezarı ve Konya’dan 13. yy’dan kalma bir mihrab. Gazete haberinde, Louvre, Metropolitan ve British Museum’lardan da örnekler veriyor.

Gazete, Türkiye’nin yabancı müze ve arkeoloji çevrelerine baskı ve tehdit uyguladığı iddialarını reddettiğine dikkat çekerek, “Ankara, sadece Türkiye’ye ait olanı istediğini söylüyor” ifadesine yer veriyor ve Ertuğrul Günay’ın “Türkiye’nin eskiye oranla tarihe daha çok bütçe ayırdığından” bahsediyor.

Öte yandan gazete Türkiye’de çalışan arkeologların bu girişimlerle, kazı alanlarına yönelik bariz ihmallerinin çelişki oluşturduğundan da bahsediyor ve en önde gelen örneklere yer veriyor.

Gazete haberinde Allinoi Hamamları’nın verilen onca mücadeleye karşın Yortanlı Barajı’nın yapımı için gözden çıkarılmasından, M.Ö. 300 yılından kalma Zeugma’nın sular altında bırakılmasından ve aynı kaderi Bronz çağı şehri Hasankeyf’in de beklediğinden bahsediyor. Dahası Konya’daki 5000 yıllık Askar Höyük Mezarlığı’nın çimentoyla doldurulup eğlence alanına dönüştürülmesinden, Yenikapı’da bir Bizans Limanı ve 8000 yıllık insan kalıntılarının Marmaray Tüneli inşasında bulunması sebebiyle süren kazılara Başbakan Erdoğan’ın öfkelenip, arkeoloji topluluklarına, kazıların çabucak sonlandırılmasını emrettiğinden bahsediyor.  Türkiye’den ismini vermeyen bir arkeolog; “bu çelişkiler gerçekten ürkütücü” diyor ve sebebini ise  “tabii ki, [Türkiye hükümeti] bazı eserlerin iadesini talep etme hakkına sahiptir, ama bunu asla yabancı kazı alanlarını tehdit ederek denememeli, bir şey diğeriyle karıştırılmamalıdır” diye açıklıyor.

Gazete haberini Parzinger’in sözleriyle, 1860’larda Berlin’e götürülen Bergama Sunağının Türkiye’de otoritelerce iadesi istenen tartışmaların yaşandığını ama Berlin’e hiç bir resmi talebin ulaşmadığından bahsederek kapatıyor.

Bakan Ertuğrul Günay ise eleştirilere şu yanıtı verdi:

“Şantaj yapıyorlar, diye eleştiriyorlar. Çünkü Avrupa’nın bazı büyük müzelerinin kolleksiyonlarının büyük çoğunluğu, çeşitli biçimlerde Ön Asya ülkelerinden toplanmış eserlerle dolu. Bu ülkeler ortak bir dayanışma başlattıkları takdirde müzelerin önümüzdeki yüzyıl sonrasında envanterlerinde doğru dürüst bir şey kalmaz. Bunu bildikleri için müthiş bir direnç göstermeye çalışıyorlar. Bir takım uyduruk belgelerle ‘Kazalım da yarısı sizin yarısı bizim olsun’ denmiş mesela. Böyle denmiş de ‘En görkemli parçaları sen götür, yoldaki taşları da bana bırak’ denmemiş ya. Bunların hepsi o sözleşmelerin kuralları ihlal edilerek, o günkü yerel birimlerdeki insanlar çeşitli yöntemlerle ikna edilerek götürülmüş eserler.

Bu tartışma başlarsa bundan Batı müzeleri çok zararlı çıkacak. O yüzden bu işi başlatanlara karşı müthiş bir savaş ilan ediyorlar. Türkiye’nin bu mücadelesi dünyada ses getirmeye başladı. Gittiğim yurtdışı ülkelerinde Kültür bakanları ile masaya oturunca, ‘Sizin bu gayretinizi biliyoruz, biz de bu konuda sizle işbirliği yapmak istiyoruz’ diyerek özellikle Doğu Avrupa ve Ön Asya ülkelerinde bir sıcak diyalog yakaladık. UNESCO, Türkiye’nin bu konudaki mücadelesini dikkatle gözlüyor ve bize hak veriyor. Müzelerimizi restore ederek ve yeni müze yaparak da bunları en iyi şekilde korumanın ve sergilemenin alt yapısını hazırlıyoruz. Eskiden bizi nerede sergileyeceksiniz diye sorguluyorlardı.”

 

The Guardian, Hürriyet, Yeşil Gazete

Suriye iç savaşı ve zeytin ağaçlarının kaderi! – Vedat Özdan

Antik Mısırlı’lar, insanoğluna zeytinyağı üretimini Tanrıça İsis’in öğrettiğine inanırlardı. Pharaoh’lar piramitlerin yapımında zeytinyağı kullandılar. Mısır’da antik mezarlardan zeytinyağı kapları çıkmıştır.

Yunanlılar, en faydalı hediye olarak insanoğluna zeytinyağını, Bilgelik Tanrıça’sı Athena’nın bahşettiğine inanırlardı. Antik Yunan’da atletler yarış öncesinde vücutlarına zeytinyağı sürerlerdi. Olimpiyat meşalesinde zeytinyağı yakılırdı.

İncil’de tam 140 defa zeytinyağına referans vardır.

Bir hadisinde zeytinyağı için Hz. Muhammed’in “içinde 70 hastalığı iyileştirecek bir şifa vardır”dediği rivayet edilir.

Zeytin ağacı, zenginlik ve güç sembolüdür.

Bolluk, zafer ve barışı simgeler.

Yaprakları, Antik Yunan’da yapılan olimpiyat oyunlarında galiplerin tacı olmuş, “kutsama” ve “saflaşma”nın amblemi, ortalama ömrü 300 – 400 yıl olmasına rağmen üç bin yıl yaşamışlarına rastlanan, bu yüzden mitolojide ve botanikte kendisine “ölümsüz ağaç” tabir edilen zeytin ağaçlarının, Suriye iç savaşındaki makus talihidir yazımızın konusu.

(…)

Ahmed Haşim’den esinlenerek söylüyorum: İnsanın bedenen ve ruhen bir otobüs koltuğuna yerleşmesi zaman alır.

Biletimi almış ve yaklaşık iki buçuk saat sürecek bir yolculuğa kendimi hazırlamaya çalışırken, yanıma oturmamasını dilediğim mavi kabanlı, iri kıyım genç adam arka koltuktaydı. Ara ara konuştuğu ela gözlü kızına şifa bulmak üzere gittiği Ankara’dan “eli boş” dönüyordu. Kendisi de güzel kızı da epey yorgundu. Belli ki ellerini ve yüzlerini yıkayamacak kadar koşuşturmalı bir gün geçirmişlerdi. Tek biletle seyahat ediyorlardı ve otobüste hiç boş yer yoktu. Gür, ama babacan sesi dikkatimi çekiyordu genç adamın. Koridorda kimi zaman ayakta duran, bilgisayar ekranına bakmak için yanıma gelen, kimi zaman yere oturan kızına karşı şefkatliydi. Yorgunluk ve sıkıntı belirtisi yoktu ses tonunda. “Ne” olduklarını ifşa etmemesi için bakışlarıyla kızı üzerinde tahakküm kurmuyor, konuşurken dışlamıyor, kıyafet ve yaşam tarzlarının “tabi olduğu yaşam alanı”nın sınırlarının dışına çıkmaması için hiçbir ikaz içermeyen ses tonuyla, onu daha az şey istemeye ve rahatsızlığını gizlemeye zorlamıyordu.

Mola sırasında yanımdaydılar. Hava karanlık ve rüzgarlıydı. Kıza, terlemiş olabileceğini ve soğuk almamak için önünü iliklemesini söyledim. Babası, “Sıcağa alerjisi var. Hemen sıcaklıyor ve üstünü çıkarıyor. Sonra da hasta oluyor. Laf dinletemiyoruz.” dedi. Ses tonunda ve tavırlarında yakınlaşmayı kolaylaştırmak ve kendini daha güvende hissetmek için kızını “itham eden” ve onu kendi gözüyle benim yerime “savunmasız bir yere” koyan hiçbir emare yoktu. Buna rağmen kızın zeytin yeşiline kaçan koyu ela gözlerinin içine dikkatle baktım. Birşey görünmüyordu.

Karşımda, öylece hazırolda duruyor ve otobüsün kalkış saatini bekliyordu. Onu izlerken, ilkokul öğrencilerine ders verdiğim yıllar gelmişti aklıma. Tebessümle öğrencilerimi hatırlamaya çalışırken, farkında olmadan en üst düğmemi de iliklediğimi görünce, babasından pembe montunun fermuarını çekmesini istedi. Ona, aferin anlamında gülümsedim. Ama bakışlarında hiçbir anlam değişikliği olmadı.

Gelecek sene de giysin diye bedenine biraz büyük gelen montuyla, tek bacağının üzerinde, başka dünyalara uçabilmek için dinlenen bir “flamingo” gibi öylece duruyor, konuşmuyor, ama yanımdan da ayrılmıyordu. Sonra babası anlattı durumunu. “Elli – yüz metre yürüyemiyor, hemen yoruluyor. Biz, Ankara’dan doktordan geliyoruz. Kalpten şüpheleniyorduk. Ama kalbinde sorun yokmuş. Nedenini bulamadılar. Bir daha gidip, başka tetkikler yaptıracağız. Yemesi içmesi iyi maşallah, ama… ”

Göbeğine bakarak “Sen neden biraz kilo vermeyi denemiyorsun!” dedim; rahatsızlığını, tanımadığı insanlarla paylaştığı için kızının canının sıkılabileceğini düşünerek. Sözünün bu şekilde kesilmesine oralı olmadı. Belli ki hayat, herşeye takılmamayı ve çabuk sinirlenmemeyi öğretmişti ona.

Eski bir lisanslı futbolcu olduğunu, askerde de futbola devam ettiğini, sonra bir komutanın kendisini mutfağa verdiğini ve o günden sonra kilo almaya başladığını ve bir daha da veremediğini söyledi. Ne iş yaptığını sordum:

“Asi nehri kenarında bir köy var. Nehrin öbür tarafı Suriye’dir. Oradan kayıklarla zeytin ağı geçiriyorlar. Teneke teneke sızma zeytinyağı. Suriyeli’ler kilosunu pazarda 3 liraya satıyorlar. Bir tenekesi 50 – 55 liraya geliyor. Kendim de pazardan aldım. Çok şahane. Kayıkla gelenleri bizim toptancılar alıyor. Bir seferde 18 – 20 ton geliyor. Benim arabaya yüklüyor, söyledikleri yere götürüyorum. Benim işim bu, nakliyecilik. Bu aralar kaçak zeytinyağı işi iyi, çok şükür.”

(…)

Annemin evine gece geç saatte vardım. Salonun ışığı halen açıktı. Zile bastım. Son beş yılki her ziyaretimde hissettiğim gibi, bu kez de zile basmamla kapının açılması arasındaki süre uzamıştı.

Kapı açıldı ve “içinden çıktığım insan”, her zamanki gibi beni memnuniyet, şefkat ve minnetle karşıladı. Sarıldı ve doya doya öptü. Her hareketinde, her sözünde karşılıksız sevgi, sahip çıkma, kollama, dinleme, anlama ve iyi dilek vardı. Bu kez onu, hayattan kopmamak için birbirine sıkıca sarılmış, yorgun ve giderek küçülen, ama merak, estetik, tatlı sohbet ve kimi zaman çok zarif, kimi zamansa 77 yıllık tecrübeden sızma, doğrudan, saf ve berrak espirileriyle incelerken, minimal “form”unu, minimal enerjiyle tutmaya çalışan borularla yaratılmış Ömer Uluç eserlerini hatırladım. Onun deyimiyle söyleyeyim. “Bileti sadece gidiş kesilen hiç kimse olmadı bu dünyada oğlum. Hayat eskitir insanı.

Ertesi sabah kahvaltıda bana, evimizin bahçesindeki ağaçtan topladıklarıyla yaptığı siyah zeytinden ikram etti. Nasıl yaptığını sordum merakla. “Bir kavanozı dolduruyor ve tuz ekliyorsun. Sonra her gün birkaç defa kavanozu sallıyorsun. Bir hafta sonra siyah bir su bırakıyor. Onu süzmen lazım. Yaklaşık bir ay boyunca her gün beşik sallar gibi birkaç kez sallayarak bu kıvama geliyor. Sabır işi, ama oluyor sonra.”

Hava güzel diye kahvaltı sonrasında beni küçücük bahçesine davet etti. Kış ortasında tomurcuk veren gülleri gösterip: “Arsızlara bak. Biraz güneş görünce hemen açıyorlar.” dedi tebessümle.

Zorlanarak yere eğildi ve bir siyah zeytin tanesini aldı. “Üzüm bitiyor, zeytinlere başlıyorlar. Serçeler diyorum. Şuraya bak, nasıl gagalamışlar!  Tek ısırıkta yere düşmüş.” dedi gülümseyerek.

Öğleye doğru kahvelerimizi yudumlarken peş peşe duyduğum ambulans sesleri üzerine, Suriyeli’lerin çektikleri sıkıntıları anlatmaya başladı. Hastaneye gelenlerin halinden, boşaltılan, bombalanan evlerden aldıkları bakır tencereleri getirip satanlardan, pazarda satılan Suriye zeytinyağından vs. söz etti.  Onu dinlerken, otobüs molasındaki sohbete takılmıştı aklım. Sonra annem: ”Oğlum İdlip tarafındaki bütün zeytin ağaçlarını kesip yakıyorlarmış. Yazık onca yıllık ağaçlara. Ama ne yapacaksın! Çoluk çocuk… Bu soğukta…”

Birden irkildim. Çünkü birkaç ay önce İdlip’te bir zeytin yağı fabrikasının Esed güçleri tarafından bombalandığını ve yirmiye yakın sivil insanın öldüğünü okumuştum.

Bilmeyenler için söyleyeyim, “Melcei Üdeba” başlıklı yazımızdaki Mikhail Paşa’nın memleketi olan Hatay’ın Altınözü ilçesinin  Suriye’li komşusudur İdlip. Dünya zeytin yağı üretiminde bizim hemen altımızda beşinci sırada olan Suriye’nin en ünlü zeytin yağı merkezlerindendir. Uçsuz bucaksız bozkırlara, dağlara, tepelere, bağlara ve bahçelere uzanmış zeytin ağaçlarıyla meşhur bir şehirdir.

Bir zeytin ülkesi olan Suriye’de iç savaş, demek ki, medeniyetin en eski işaretlerinden birisi olan, bolluk, bereket ve barışın sembolü olan “ölümsüz ağaç”a da istemediği şeyleri yaptırabiliyordu.

Akad’lar geldi aklıma. Zeytin yağını (zirtoon) ilk kez dünyada bu topraklarda üreten ve Tanrılarına “Altın Suyu” diye armağan eden Eba Krallığı.

Birçok dilde barışın, yaşamın ve doğurganlığın sembolü;

Mezapotomya’dan Antik Yunan’a, oradan Roma’ya uzanan bu mitolojik varlık;

Bu kez üşüyen savaş çocuklarının çıplak ayaklarını ısıtıyormuş, İdlip’te.

Vedat Özdan – www.t24.com

Unutulan örnek: Fener Balat Projesi – Korhan Gümüş

Avrupa Komisyonu ve UNESCO desteği ile uygulanan Fener Balat Rehabilitasyon Projesi eksikliklere, yaşanan politik sorunlara, kötü yönetilmesine rağmen önemli bir örnek oluşturuyor.

1996 Habitat Konferansı sonrası İstanbul’da bir pilot uygulamanın gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı. Yanıbaşımızdaki bu örneğin bugün, kentsel dönüşümün tartışıldığı bir aşamada unutulması, üzerinden ıslak bir süngerle geçilmesi manidar.

Bugün yeni yasa ile kentsel dönüşüm uygulamalarına baktığımızda hala aynı soruya cevap aramakta olduğumuzu düşünürsek, bu unutkanlığın nedenlerini sorgulamamız gerekiyor.

Bu proje 1996 Habitat Konferansı sonrası İstanbul’da Avrupa Komisyonu ve UNESCO desteği ile başlatılan ilk kentsel iyileştirme (rehabilitasyon) çalışması.
Sivil kuruluşların da desteği ile, ama özellikle bir kaç yöneticinin girişimi (Yves Doges, Fransa-Minja Yang, UNESCO) ile ilk adımları atılan projede uygulanan yöntem önemli bir örnek oluşturuyor.

Bu projede kamu yerleşim alanını spekülasyona açmak yerine, bölgede yaşayan insanların ihtiyaçlarını, isteklerini ve imkanlarını dikkate aldı. Birinci aşamada bağımsız kuruluşlarla işbirliği yapıldı. İkinci aşamada uzmanlık kuruluşlarından yarışma ile ve süreç olarak hizmet alındı. Yerel büro ile halkın katılımı ve şeffaflık içinde projeler nihayetlendikten sonra, yani son aşamada müteahhitler devreye girdi. Burada Avrupa Komisyonu, sözleşme gereği 7 milyon Euro bir hibe yapmayı kabul etti. Bu uygulamada yerinden edilme olmadı ve semt sakinleri yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler.

Karşılaştırmalı olarak bakarsak, aynı süreç içinde Süleymaniye’de ise Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir şirket olan Kiptaş’ın zorlaması ile birlikte hızlı bir el değiştirme olurken, ikincisinde (Fener-Balat) satışlar hibe şartlarına bağlı olarak engellendi.

Avrupa Komisyonu uygulamasıbirinci aşamada kar amacı gütmeyen kuruluşlarla programın geliştirilmesini, ikinci aşamada proje hizmetinin uzman kuruluşlar konsorsiyumlarının yarışması ile elde edilmesini ve semtte bir proje ekibinin/bürosunun çalışmasını hedefledi. Son aşamada inşaat işleri için ihaleler yapıldı. Ayrıca bütçeden semtte bir STK merkezinin kurulması için pay ayrıldı ve proje aynı zamanda fiziksel çevrenin iyileştirilmesi yanında bölge halkının yaşam koşullarında da bir iyileştirme hedeflendi. Ancak proje çeşitli engellemelerle karşılaştı ve sürdürülebilir olamadı.Çünkü bu tür bir katılımcı yönetim deneyimi siyasetin misyonu ile çelişti. Bu yüzden bir pilot çalışma olarak dikkate alınmadı ve adaylık sürecinde Avrupa Kültür Başkenti programı içinde yer almasına rağmen yerel nüfusun yerinden edilmesine yol açan Sulukule projesi gibi örneklere taşınamadı.

 

Korhan Gümüş -www.marksist.org

 

Samatya’da Ermeni bir kadın daha saldırıya uğradı

Dün gece İstanbul Samatya’da yine yaşlı bir Ermeni kadın saldırıya uğradı. Öldüresiye dövülen yaşlı kadın, kırılan gözlüğünün camı gözüne battığı için bu sabah ameliyata alındı.

Samatya’da son bir ayda yaşlı Ermeni kadınlara yapılan üçüncü ırkçı saldırıya tepki gösterenler, bugün saat 16.00’da Yenikapı Karakolu önünde protesto eylemi yapacak.

Irkçı saldırı karakola yakın bir yerde gerçekleşti. Kaçan saldırganın 35 yaşlarında olduğu, baştan aşağı siyah giyindiği bildiriliyor.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, tüm ırkçılık karşıtlarını bugün 16.00’daki eyleme katılmaya çağırıyor.

Aralık 2012’de Samatya’da 87 yaşındaki bir Ermeni kadın saldırıya uğradı. Darp edildi, ziynet eşyaları çalındı ve bir gözünü kaybetti.

Aralık 2012’de, Noel zamanı, 84 yaşındaki Ermeni kadın Marisa Küçük, evinde yedi yerinden bıçaklandı, boğazı kesildi ve vücuduna keskin bir aletle haç çizildi.

(Turnusol)

 

ODTÜ’den 2013’ün Yeşil Beyinleri proje yarışması

ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü, bu yıl ikincisini düzenlediği lise ve üniversite öğrencilerine yönelik Uluslararası Proje Yarışmalarıyla 2013’ün “Yeşil Beyinleri”ni arıyor.

ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Sürdürülebilir Çevre ve Enerji Sistemleri Yüksek Lisans Programı tarafından “yaşamsal üçlü” olarak nitelendirilen çevre, enerji ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği konularında farkındalığı artırmak ve geliştirmek amacıyla düzenlenen yarışmanın son başvuru tarihi 1 Mayıs 2013.

Her iki yarışmaya da öğrencilerin iki kişilik takımlar halinde başvurması gerekiyor. Takımlar, yarışmaya çevre, enerji ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği konularında geliştirdikleri özgün projeler ile katılabilecekler. Yarışmanın birincisi, Eylül 2013’te, finale kalan beş takımın projelerini ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda sunmasının ardından uluslararası jüri tarafından belirlenecek.

BAŞVURU İNTERNETTEN

Üniversite öğrencilerine yönelik Uluslararası Proje Yarışması’na (IPC) katılmak isteyen takımlar, çevre, enerji ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği konularında özgün projelerini 2 bin kelimeyi aşmayacak ve 3-6 şekil ile destekleyerek İngilizce olarak hazırlayacaklar. Projelerde sürdürülebilirlikle ilişki, özgünlük, yapılabilirlik, etkinlik, fizibilite analizi ve yazım/çizim kalitesi kriterleri aranıyor.

Yarışmaya başvuruda bulunmak için sees.ncc.metu.edu.tr/

Yarışmada birinci olan takım 1.000 Euro, ikinci 750 Euro, üçüncü 500 Euro ve KKTC gezisi ile ödüllendirilecek.

(Enerji Günlüğü.net)

Taner Yıldız: ‘İkinci nükleer santralin firma seçiminde son aşamaya gelindi’

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sinop’ta kurulması planlanan nükleer santralin yapımı için firma seçimi konusunda son aşamaya gelindiğini söyledi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Sinop’ta kurulması planlanan ikinci nükleer santralin yapımı için firma seçimi konusunda son aşamaya gelindiğini belirtirken, ”Özellikle Çin, Japonya ve Güney Kore’nin taleplerimize daha farklı yaklaştıklarını gördük. Rekabetin biraz daha hızlandığını söyleyebilirim” dedi. Bakan Yıldız, nükleer santralin Rusya’ya bağımlılığı azaltacağını belirtirken, ”Atatürk Barajı’nın, Keban Barajı’nın ürettiği elektriğin yerine nükleeri koymaya çalışmıyoruz, doğalgazın yerine nükleeri koymayı düşünüyoruz” diye konuştu.

Bakan Yıldız, Akdeniz ve Karadeniz’de kurulacak nükleer santrallerden üretilecek elektriği doğalgazla ikame etmek için bugünkü parayla 7,2 milyar dolarlık doğalgaz ithal edilmesi gerektiğini de vurguladı. Mimar ve Mühendisler Grubu ile Enerji Uzmanları Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen ”Nükleer Enerji ve Türkiye Süreci” konulu panelde konuşan Bakan Yıldız, geçen yıl yüzde 3,2 büyüyen Türkiye’nin enerjideki kurulu gücünün ise yüzde 8,1 civarında büyüdüğünü söyledi.

Büyüyen Türkiye’nin küçülen enerji sektörü olamayacağına söyleyen Yıldız, sektörün bütün enerji çeşitliliği ile birlikte büyümesi gerektiğini kaydetti. Bakan Yıldız, nükleere de sadece bir enerji temini olarak bakılmaması gerektiğini, sanayi sektöründeki teknolojik gelişimin nükleer teknoloji ile birlikte gerçekleşeceğini dile getirdi.

Akkuyu’da yapılacak nükleer santralin çok farklı bir modelle inşa edileceğini belirten Yıldız, ”Model şu; finansmanınızı bulacaksınız, yapacaksınız, işleteceksiniz, riskleri üstünüze alacaksınız ve piyasa modeliyle buluşacaksınız. Genel yapımız bu” diye konuştu.

(AA, Yesil Gazete)

Facebook bağımlılığı kıskanç yapıyor

Almanya’da Darmstadt Teknik Üniversitesi ve Berlin Humbold Üniversitesi uzmanlarının ortaklaşa yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre; Facebook kullanıcılarının üçte birinin Facebook’ta geçirdikleri süre boyunca ve sonrasında kendilerini yalnız, yorgun, üzgün ya da memnuniyetsiz hissettiklerini ortaya koydu

Araştırmaya yaklaşık 600 Facebook kullanıcı katılırken bu kullanıcıların üçte biri Facebook’ta geçirdikleri süre boyunca ve sonrasında kendilerini yalnız, yorgun, üzgün ya da memnuniyetsiz hissettiklerini ifade etti.

Uzmanlar yaşanan bu durumda en önemli etkenin kullanıcıların arkadaşlarının sayfalarında gördükleri olumlu haberler olduğu değerlendirmesini yapıyor. Normalde insanların kendilerine benzeyen kişileri kıskandığını ifade eden proje yöneticisi Hanna Krasnova, kullanıcıların Facebook üzerinden diğerleriyle ilgili daha fazla bilgi sahibi olduğunu ve kendilerine benzeyen insanlarla kendilerini kıyasladığını kaydediyor.

Darmstadt Teknik Üniversitesi’nden Thomas Widjaja ise kullanıcıların Facebook’ta sürekli arkadaşlarının olumlu iletilerini gördükçe kendilerini değersiz hissettiklerini belirtiyor. En çok kıskançlık yaratansa tatil fotoğrafları.

(Deutsche Welle Türkçe)

 

Teniste yılın sürprizi. Serena Williams 19 yaşındaki rakibine yenilerek Avustralya Açık’a veda etti

0

Avustralya Açık Tenis Turnuvasında 19 yaşındaki Sloane Stephens, Fransa Açık’tan bu yana sadece bir kez yenilen Serena Williams’ı 3-6/7-5/6-4 ile geçerek müthiş bir sürprize imza attı.

Rod Laver Arena’da korta çıkan 3 numaralı seri başı Williams, ilk sette oldukça rahat bir oyun ortaya koyarak Stephens karşısında 6-3 üstünlük sağladı.

Williams, ikinci setin ilk servisinde rakibinin servisini kırarak durumu 1-0 yaptı. Kendi servisi ile ikinci sette 2-0 öne geçen Williams, genç rakibinin oyuna dönmesi ile 58 dakika süren seti 7-5 kaybetti ve durum 1-1 oldu.

Son sette avantajı ilk bulan yine Serena’ydı. Beş kez Avustralya Açık şampiyonu, yedinci oyunda servis kırarak 4-3 öne geçti fakat genç Stephens buna da hemen cevap vermekle kalmadı, arka arkaya üç oyun kazanarak, son oyunda rakibinin servisini kırarak yarı finale yükseldi.

Sloane Stephens, yarı finalde 1 numaralı raket Victoria Azarenka ile karşılaşacak.

(CNN Türk, Eurosport)

Bugün 15:00’de Galatasaray Üniversitesine

Galatasaray Üniversitesi’nin 142 yıllık tarihi binasının yanmasının ardından binanın geleceği ile ilgili endişelen öğrenciler imza kampanyası başlattı.

İmza kampanyasına katılmak için change.org/tr/kampanyalar/gsuyaniyor-gsüotelolmasin-restore-edilerek-tekrar-okul-olarak-kullanılsın

Sosyal medyada, yangının ardından binanın “otel”e dönüştürülmek istenebileceğine dair endişeler dile getirilirken, öğrenciler okulun neden yandığının aydınlatılmasını ve restore edilerek yeniden üniversite olarak kullanılmasını istiyor. Galatasaray Üniversitesi öğrencileri, bugün saat 15:00’te yanan binada toplanarak “GSÜ Yanıyor, GS uyanıyor” eylemi ile bu isteklerini dile getirecek.

Change.org’da başlatılan ve Kültür Bakanlığı’na hitaben yazılan imza metninde şöyle deniyor:

“Yıllardır öğrencisi olduğum okulum, yılların tarihe şahitlik eden binası göz göre göre yanıyor.

Yangın henüz sönmeden otele dönüştürülmesi ihtimalinden söz edilmeye başlandı bile. Canlı yayına çıkan bir öğrenci, okula binanın otel yapılmasıyla ilgili tekliflerin geldiğini söyledi.

Durumun vahametini anlamak için tarihçi olmaya gerek yok. Geçmişin izlerinin hızla silindiği, binaların “yangın” yoluyla dönüşüme uğrayarak ticarileştiği bir zamanda yaşadığımızın farkındayız.

İçindeki bütün bilgi birikimi, belgeleri, süslemeleriyle yok olan binanın otele dönüştürülmesi acımızı ve tarihimizi bir kat daha yok edecek.

TC. Kültür Bakanlığı’nın ve Galatasaray Üniversitesi’nin derhal bir açıklama yaparak binanın geleceği hakkında endişelenen öğrencileri, hocaları, tarihçileri ve duyarlı vatandaşları bilgilendirmesini, binanın gelecekte de okula ait kalacağının ve hiçbir şartla otel ya da benzeri ticari bir amaçla kullanılmayacağının sözünü vermesini talep ediyorum.”

(Bianet, Yeşil Gazete)

 

Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun tarihi ve etapları açıklandı

0

Bu sene 21-28 Nisan tarihlerinde koşulacak olan 49. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun tarihi ve güzergahı belli oldu. Bisikletçiler, geçen yıl olduğu gibi Alanya’dan başlayıp İstanbul’da son bulacak güzergahta pedal çevirecek.

Sporculara, toplam 160 bin avro ödül dağıtılacağı açıklandı. Tur, 2008-2011 yılları arasında İstanbul’da başlayıp, Alanya’da tamamlanmış, geçen yıl ise İstanbul’un 2012 Avrupa Spor Başkenti olması nedeniyle Alanya’dan başlayıp, İstanbul’da noktalanmıştı.

49. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun etapları ile mesafeleri ise şöyle:

1. Etap: Alanya-Alanya (135 kilometre)
2. Etap: Alanya-Antalya (153 kilometre)
3. Etap: Antalya-Elmalı (152 kilometre)
4. Etap: Fethiye-Marmaris (132 kilometre)
5. Etap: Marmaris-Turgutreis (178 kilometre)
6. Etap: Bodrum-Kuşadası (179 kilometre)
7. Etap: Kuşadası-İzmir (124 kilometre)
8. Etap: İstanbul-İstanbul (121 kilometre)

(Eurosport)