Ana Sayfa Blog Sayfa 4446

Atık piller için Pilpedal

Son dört yılda 15 ton atık pil toplayan Konak Belediyesi, Pilpedal uygulamasıyla dikkatleri bir kez daha çevreye ve doğaya çekti.

Çevre ve insan sağlığını tehdit eden, içinde ağır metaller barındıran atık pilleri toplayan Konak Belediyesi, son dört yılda 15 ton atık pile ulaşarak rekor kırdı. Konak ilçesine bağlı muhtarlıklara, okullara, sağlık kurumlarına, alışveriş merkezlerine, otel ve işyerlerine yerleştirilen atık pil toplama kutuları, duyarlı İzmirlilerin katkısıyla doldu taştı. Atık pil toplama kampanyalarında birçok ödülü
olan Konak Belediyesi, yeni bir projeyi hayata geçirdi.

Çevreye duyarlı uygulamalar arasında yerini alan Pilpedal, atık pil toplamaya başladı. İlk turunu Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde atan Pilpedal, vatandaşlar tarafından ilgiyle karşılandı. Bundan sonra atık pillerin Konak Belediyesi bisikletli çevre görevlileri tarafından toplanacağını açıklayan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, “Çevre duyarlılığını artırmak için yine çevre dostu bir araç seçtik. Pilpedal sadece atık pilleri toplayan bir bisiklet olarak görülmemeli. Onu gördüğümüz her an atık pillerin çevreye ve sağlığa ne kadar zararlı olduğunu, dünyamızı korumak için bir adım atmak gerektiğini hatırlayacağız” dedi.

(Son Dakika.com)

Dilovası halkı daha temiz bir çevre için yürüdü

Kocaeli’nin Dilovası İlçesi’nde Dilovası Koruma ve Geliştirme Platformu’nun organizasyonuyla daha temiz bir Dilovası için, siyasi parti temsilcileri ile vatandaşların katıldığı eylem yapıldı.

Bin kişinin katıldığı eylemde göstericiler Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesi ve İzmit Atık ve Artıkları Arıtma, Yakma ve Değerlendirme Tesisi (İZAYDAŞ)’ın kaldırılmasını istedi. İlçedeki sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerin destek verdiği ‘Çevre Eylemi’ Dilovası Belediyesi binası önünden yürüyüşle başladı. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu yaklaşık bin kişilik grup, bölgelerinde bulunan Kömürcüler OSB ve İZAYDAŞ’I istemediklerini belirterek yetkililere seslerini duyurmaya çalıştı.

Dilovası Koruma ve Geliştirme platformu, tarafından gerçekleştirilen ve Kömürcüler OSB ve İZAYDAŞ’ın kaldırılması için yapılan eylem yürüyüşün ardından olaysız bir şekilde sona erdi.

(Ajanslar)

Avrupa Çevre Ajansından ibretlik rapor

EEA'nın raporunda deniz yaşamına kalıcı zararları 1976'dan beri bilinen Doğum kontrol hapı Etinilestradiol'un 2027'ye kadar kullanımda kalacağı da belirtiliyor

Avrupa Çevre Ajansı (EEA) tarafından 23 Ocak’ta yayımlanan “Erken Uyarılardan Geç Kalmış Dersler” raporu sağlık ve çevre konularında geçmiş dönemde yapılan yanlışlardan ders alınamamış olduğunu gözler önüne serdi.

Ekogazete’den Atilla Alpöge’nin haberine göre ilgili raporda EEA örnekler ile beslediği raporunda geçmişten sağlık sorunlarına yol açtığı kanıtlanmış olduğu halde çözüm yoluna gidilmesi hep ertelenmiş birkaç vakayı aktardı.

2001’de bu çalışmanın birinci cildini yayımlayan EEA benzeri vakaları sıralamıştı. Amyant üretimi ve kullanımının kansere yıol açtığı 1896’da tespit edilmiş olmasına karşın amyantın yasaklanma tarihi 1990’larda gerçekleşti. Kurşunun toksik niteliği eski Romalılar zamanından beri bilinmesine, 1925’te bazı Amerikan bilim insanları benzine kurşun karıştırılmasının tehlikeli olacağını ısrarla ifade etmiş olmasına rağmen bu konuda önlemler alınması gene 1990’lı yıllarda gerçekleşebildi.

Doğum kontrol hapı olarak yaygın kullanılan “etinilestradiol”un atık kanalizasyon suları yoluyla doğaya ve denizlere karıştığı, (balıklarda cinsiyet değişikliğine neden olmak gibi) etkiler yarattığı 1976’da fark edildi ancak Avrupa Birliği 2012’ye kadar bu konuda tavır almaktan kaçındı.  AB’den yapılan açıklamada bunun zararlarını aza indirecek önlemlerin 2016’da ilan edileceği, 2027’den sonra ise kullanımına izin verilmeyeceği belirtildi.

10 yıl sonra yayımlanan ikinci cildinde incelenen olgular, birinciden hayli farklı alanları yansıttığı halde iki rapor arasında çarpıcı bir benzerlik göze çarpıyor:  On yıllık süre kontrol ve düzenleme sistemini hızlandırmamış, tavır değişiklik olmamış.  Birinci raporun sergilediği derslerin hiç iz bırakmamış olduğu anlaşılıyor.

Öte yandan, ilk olarak Le Monde gazetesi tarafından dile getirilen ve raporun yayımlanmasının ilaç ve kimyasal şirketi lobisi tarafından geciktirildiğine ilişkin iddialar EEA tarafından kesin bir dille yalanlandı. EEA, raporun gecikmesinin sebebini “çok sayıda yazarın son ana kadar çalışması” olarak açıkladı.

EEA tarafından yayımlanan “Erken Uyarılardan Geç Kalmış Dersler” raporunun orjinaline buradan ulaşabilirsiniz

(Ekogazete, Yeşil Gazete, EEA)

Ahmet Yıldız davasında SPOD’un müdahillik talebi reddedildi

Ailesi tarafında eşcinsel kimliği nedeniyle hunharca katledilen Ahmet Yıldız’ın 12. Davası 25 Ocak 2013 Cuma günü Üsküdar Adliyesi’nde görüldü.

Davaya müdahil olarak katılmak isteyen SPOD LGBT Derneği, Ahmet Yıldız’ın avukatları ile birlilkte duruşma salonunda hazır bulundu. Mahkeme heyeti tarafından alınan karara göre, SPOD LGBT Derneğinin müdahillilk talebi kurumun zarara uğramadığı gerekçesiyle reddedildi. Ahmet Yıldız’ın avukatlarından Rozerin Seda Kip,  “zanlılar yakalanmadıkça bu dava bu şekilde ertelenmelerle uzayıp gidecek, bir an önce katil zanlılarının bulunup adalete teslim edilmesi gerekiyor” dedi.

Zanlıların henüz yakalanmadığı davada sanıkların savunması için İstanbul Barosu tarafından atanan Av. Yaşam Çiçek, “Davada müdafi olarak bulunuyorum. Dava sonuçlanmadan yorum yapmak doğru değil. LGBT derneklerinin müdahillik taleplerini müvvekilimin haklarını koruma kapsamında düşünerek, red talebimizi dile getirdik. Ayrıca müvekkilimi tanımıyorum. Kendisi hakkında fikrim ve yorumum yok” dedi.

Duruşma sonunda alınan karara göre, dava 27 Mayıs 2013 gününe ertelendi.

Haber: Michelle Demishevich

(Yeşil Gazete)

 

Kök hücre tedavisinde dönüm noktası

Bilim adamları, felçten hemen sonra enjekte edilen kök hücrelerin hastanın iyileşmesinde etkili olduğunu ortaya çıkardı.

“Stem Cell Research and Therapy” dergisinde yayımlanan çalışmada felç geçirdikten 30 dakika sonra kök hücre enjekte edilen farelerin beyin faaliyetlerinin, iki hafta içinde tamamen normale döndüğü belirlendi.

Bolivya’daki La Paz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden araştırmacılar, yağ ve kemik iliği hücrelerinden aldıkları kök hücreleri laboratuvar ortamında felç geçiren farelerin kan damarlarına enjekte etti.

Kök hücrelerin enjekte edilmesinden 24 saat sonra hızla iyileştikleri gözlenen farelerin, iki hafta sonra yapılan davranış testlerinde de beyin faaliyetlerinin tamamen normale döndüğü belirlendi.

Araştırmacılar, kök hücreler ne kadar çabuk enjekte edilirse felçten sonra meydana gelen zincirleme reaksiyonun o kadar kolay kontrol altına alınabildiğini vurguladı.

Araştırmayı yöneten Dr. Exuperio Diez-Tejedor, dakikalar, hatta saniyeler içinde müdahale gerektiren felç deneylerinde cerrahi girişim gerekmeden alınabildikleri için yağ hücrelerinin tercih edildiğini söyledi.

Halihazırda hastaların tedavisi için felçten sonraki bir saat içinde pıhtılaşma önleyici ilaçlar kullanılıyor.

Kök hücreler, kandan kemiğe, sinirden deriye her tür hücreye dönüşebilme özelliğine sahip olduğu için beyinden kalbe, gözden böbreğe birçok alanda tedavi amaçlı kullanılıyor.

(Cnn Türk)

Avustralya’da sel felaketi

Geçtiğimiz hafta 50 dereceyi bulan hava sıcaklıklarından ötürü ortaya çıkan orman yangınları ile mücadele eden Avustralya, şimdi de fırtına ve seller ile mücadele ediyor.

Ülkenin doğu ve kuzey bölgelerini etkisi altına alan aşırı yağışlar birçok bölgede yerleşim alanlarını sular altında bıraktı. Tropikal hortum Oswald’ın vurduğu kuzey doğu sahillerinde ise, 3 kişi hayatını kaybetti.

Sel suları arasında onlarca insanın mahsur kaldığı bölgede, tahliye çalışmaları sürüyor.

Aşırı yağışların getirdiği tahribatla uğraşan Avusturalya, 2 hafta önce ise, 50 dereceyi bulan hava sıcakları nedeniyle, hava sıcaklıklarını gösteren ülke haritasına yeni bir renk eklemek zorunda kalmıştı.

(Yeşil Gazete)

Küresel ısınmanın birincil sebebi: Karbondioksit – Belkıs Gökbulut

Dünya var olduğundan bu yana geniş çaplı iklim değişiklikleri yaşanmıştır. Son dönemlerdeki bu iklim değişiklikleri kutuplardan alınan buz kalıpları sayesinde analiz edilebilmektedir. Buz kalıpları 400.000 yıllık iklim değişikliği bilgilerini verir. Bu veriler karbondioksit ve sıcaklığın birbirine yakın bir ilişki içinde değişim gösterdiğini, aynı periyotlarda düşüp, yükseldiklerini gösteriyor. Hava sıcak olduğunda karbondioksit miktarının fazla,  soğuk olduğunda ise karbondioksit miktarının az olduğunu biliyoruz. Geçmişte dünya ikliminin en sıcak olduğu dönemlerde karbondioksit miktarı en fazla 300 ppm (milyonda 300 molekül), en soğuk zamanlarda ise 180 ppm olmuştur.

Öncelikle, geçmişte iklimin değişmesine neden olan pek çok faktör vardı; güneş aktiviteleri, volkanik aktiviteler ve atmosferdeki gaz bileşimleri gibi. Isınma durumunda sıcaklık ve karbondioksit arasındaki ilişki ise şu şekilde gerçekleşiyordu: Dünyanın Güneş etrafındaki hareketindeki değişikliklerden dolayı okyanuslardaki sıcaklık arttığında okyanuslardan atmosfere salınan karbondioksit miktarı da artıyordu, bu salım ısınma gidişatını sürekli olarak artırıyor, bu da beraberinde yeniden okyanuslardan atmosfere karbondioksit salınmasına neden oluyordu. Bu geri dönüşümlü sistem buzul çağları ve buzul çağları arası dönemler için geçişi kuvvetlendiriyordu.

2012’ de Oregon State Üniversitesi, Yer bilimleri bölümünde çalışan JD. Shakun 20.000 sene önceki sıcaklık kayıtlarını inceledi, yaptığı çalışmada geçmişteki karbondioksit ile sıcaklık değişimleri arasındaki ilişkiyi ortaya çıkardı.

Elde edilen sonuçlarda:

  • Dünyanın yörüngesel döngülerindeki değişimler 19.000 sene önce ilk ısınmanın oluşmasında etki gösterdi, bu da Kuzey kutbu üzerinde değişimlere neden oldu.
  • Kuzey kutbunda ısınma buzulların erimesine neden oldu, sonucunda ise geniş oranda tatlı su okyanus sularına karıştı.
  • Tatlı suyun artışı Atlas okyanusundaki sirkülasyonu engelleyerek, yarım küreler arası ısının inip çıkmasına neden oldu. Bunun sonucunda 18.000 yıl önce ilk olarak Güney yarım küre ve okyanuslar ısındı.
  • 17.500 yıl önce Güney yarım kürede okyanus ısınmalarına paralel olarak okyanustan atmosfere karbondioksit salımı başladı.Bu yaşananlar sera etkisine sebep olurken  atmosferin yeniden ısınmasına etki etti.

Tüm bu bulguların ışığında geçmişte de küresel ısınmanın %90’ının atmosferdeki karbondioksit miktarındaki artıştan sonra gerçekleştiği ispatlanmıştır.

Aşağıda bu çalışma sonucunda hazırlanmış olan grafiği göreceksiniz. Mavi çizgi yıllara göre küresel sıcaklıktaki değişimleri, kırmızı olan Güney yarım küredeki sıcaklık değişimlerini, sarı olan ise atmosferdeki karbondioksit miktarındaki değişimleri gösteriyor.  Yukarıda  bahsettiğim ilişki grafikten de açık bir şekilde gözlenebiliyor.

Tüm bunların yanı sıra, bulgulardan da anlaşıldığı üzere geçmişte oluşan sera etkisi ancak binlerce yılda oluşan değişimlerle meydana geliyordu.

Aşağıda yıllara göre sıcaklık ve karbondioksit miktarı değişimleri gösteren grafiği inceleyebilirsiniz. Mavi çizgi karbondioksit, kırmızı olan ise sıcaklık değişimlerini gösteriyor.

400.000 sene önce de sıcaklık ve karbondioksit miktarlarının aynı periyotlarda yükseldiğini ya da düştüğünü kolayca fark edilebiliyoruz. Son 600 ila 1000 yılda oluşan değişimlere bakıldığında ise  tamamıyla aynı çizgide değişim göstermeye başladıklarını görüyoruz. Bunun sebebi ise  geçmişte 180 ila 300 ppm arasında değişen atmosferdeki karbondioksit miktarının bugün 393 ppm civarında olmasıdır. Yani bugünkü duruma son 400.000 senedir rastlanmamıştır ve son dönemdeki küresel sıcaklık artışının esas sebebi budur.

Bu duruma neden olan şey ise 19. yüzyılda gerçekleşen Sanayi Devrimi ile birlikte petrol, kömür ve benzeri fosil yakıtların yaşamımızın bir parçası haline gelmesidir. Artan tüketim ihtiyacı ile birlikte enerji kaynaklarının kullanımı geniş çapta artış göstermiştir. Fosil yakıtların kullanımı sonucu atmosfere salınan sera gazları bir örtü etkisi yaratarak dünyaya gelen güneş ışınlarının dünyayı terk etmelerini engellemiş, atmosferi terk edemeyen güneş ışınları da dünyada kalıp hava sıcaklığının normal olmayan bir biçimde artmasına neden olmuştur.

Tüm bu etkilerin özellikle karbondioksit miktarındaki artışa bağlanma sebebi; atmosferdeki miktarının diğer tüm sera gazlarınınkinden fazla olmasıdır. Atmosferde kalma süresinin diğer sera gazlarının çoğununkinden fazla olduğunu da göz önünde bulundurursak, küresel ısınma için tehdit oluşturan en önemli etken olduğunu anlayabiliriz. Bu nedenle geçmişte ve bugün yaşanan sıcaklık değişimleri incelendiğinde karbondioksit miktarındaki değişim ile sıkı bir ilişki içinde olduğunu görebiliyoruz.

Özetle, küresel ısınmanın en büyük sebebi olan karbondioksidin  atmosferdeki miktarı, Sanayi Devrimiyle beraber 3 kat artmış, bunun sonucunda ise küresel sıcaklık yaklaşık 0.8 santigrat derece yükselmiştir. Geçmişte milyonlarca yılda gerçekleşen bu artış atmosferdeki ısı dengesini bozarak, dünya üzerinde ciddi iklimsel değişikliklere sebep olmuştur.  Dünyada daha sık yaşanmaya başlanan iklim felaketleri, karbondioksit salımına küresel çapta sınırlamalar getirilmediği takdirde daha tehlikeli boyutlara ulaşacak ve dünyayı geri dönüşü olmayan bir yola sürükleyecektir.

 

Belkıs Gökbulut

Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu

Eskişehir’de operasyon. Büyükerşen savcılığa çağrıldı

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Kentsel gelişim ihalesi’yle ilgili sürdürülen soruşturma kapsamında, 10 belediye çalışanı gözaltına alındı. İfadesi alınmak üzere savcılığa çağrıldığı iddia edilen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ise iddiaları yalanladı ve operasyonu ‘seçim arefesinde itibarsızlaştırma’ olarak nitelendirdi.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Kentsel gelişim ihalesi’yle ilgili sürdürülen soruşturma kapsamında bu sabah yaklaşık 10 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında belediyenin üst düzey yöneticileri de bulunuyor.

2 yıldır sürdürülen soruşturma kapsamında belediyede herhangi bir aramanın yapılmadığı, evrakın daha önce incelendiği belirtildi.

İfadesi alınmak üzere savcılığa çağrıldığı iddia edilen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ise iddiaları yalanlayarak, yapılan operasyonu “seçim arifesinde itibarsızlaştırma” olarak nitelendirdi.

(Ntvmsnbc)

 

Erkan Saka: “Aaron Swartz umut verici bir sembole dönüştü”

Yard. Doç. Dr. Erkan Saka

İnternet aktivisti Aaron Swartz’ın intiharı ardından çok şey yazıldı. Yeşil Gazete ekibinden Can Tonbil de, Aaron’u intihara sürüklediği söylenen “akademik makalelerin çalınması” suçlamasını, ya da daha doğru tabiri ile akademik makalelerin  ücretsiz şekilde paylaşması hikayesinin peşine düştü. Bu konuda akademik manada en önemli isimlerden biri olan, Yrd. Doç. Ekran Saka ile hem Aaron Swartz’ı hem de akademik makale endüstrisini konuştuk.

 

Can Tonbil: Aaron Schwartz (tr. Aaron şıvartz) doğru telaffuz ediyorum değil mi? Erkan Saka: “Aaron Swartz” (tr. svartz). En son buna karar kıldım. Swartz’un s’den sonra ch yok ya. Doğrudan sw. Konu ile alakalı birkaç video izleyince bunda karar kıldım.

Aaron Swartz

Sıvords diye geçiyor. Rusların videolarında Şıvords diyor, ama Amerikalılar genelde Sıvords diyor. Telaffuzla alakalı. Evet bayağı çalıştık geçen hafta Sosyal Kafa’da nasıl telaffuz edeceğiz diye. Ölümünden sonra Swartz’la alakalı olan haberlerde, özellikle ölümüne sebep olduğu söylenen davadan bahsediliyor. Yani MIT üniversitesi’nden giriş yaparak JSTOR adlı akademik makale arşivi sitesinden çok sayıda makale indirip, insanlara ücretsiz bir şekilde erişimine açtığı suçlamasıyla yargılandığı davadan.

Evet, şuradan da indiriyorum (torrent programını gösteriyor).

İnternete yüklediler mi?

Onun anısına 32 gigabyte’lık bir torrent dolaşıyor. Bütün o videoları, makaleleri desteklemek için ben de açtım iniyor. 32 gigabyte, daha çok zamanı var inmesine de.

Bu dava üzerinden baktığımız zaman Aaron Swartz’ın daha geçmişi de var. Reddit’in kurucularından tutun da ACTA, SOPA ve PİPA gibi interneti denetim altına almak isteyen yasalara karşı da oldukça çaba sarfeden bir isimden bahsediyoruz.

Evet, en son şeylerinden biri o. Zaten en son kurduğu NGO da biraz böyle bu tip daha lobi aktivizmle ilgili şeylerdi.

Demand Progres değil mi?

Evet. Bu aktivizm hareketlerinde de bu derneğin büyük rolü var. Anladığım kadarıyla da, bu çalışmaları  içinde son odaklandığı çalışmalar da, hükümetlere de baskı yapacak bir lobi çalışmalarıydı. O SOPA* karşıtı şeylerde onun parçasıydı gördüğüm kadarıyla. Birde tabi hükümet daha user friendly bu bağlamda. Dinliyor gibi en azından Obama Hükümeti. Kendisi de zaten oradan. Tam o dijital kuşağın bir bakıma sonucu gibi bir yerde Obama’nın başarısı. Kısmen tabii, tamamen ona indirgenemez de. O bakımdan herhalde en son faaliyeti oydu. Önceki işleri daha teknik katkılardı.

Kanıtlanmamış olsa da, bu torrentin içeriğini insanlara ücretsiz olarak dağıtma ne gibi bir cezai sorumluluk getiriyor?

Hukuki ayrıntıları çok iyi bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla bu suçlama biraz da ibret olsun diye Aaron’ın üzerine gidilmesinden ibaret. O yüzden, zaten savcının da görevden alınmasına dair bir imza kampanyası var. Örnek olsun mesajı vermek istiyorlar. Sonra savcı da açıklama yapmak zorunda kaldı. Onlar bile bunun klasik manada çalma, hırsızlık faaliyeti olduğunu düşünmüyorlardı. Ama onun açacağı kapıyı kapamaya çalıştılar.

Peki bu kapıyı açmasındaki hikaye nasıldı?

Kapıyı açmak tanımlanmamış alana girmek demekti. Tanımlanmamış derken, internet özgürlüğü aktivistleri için çok açık bir alan var. Bilginin kamusallaşması ve açık hale getirilmesinden bahsediyorum. Hatta çoğu akademisyen de bu görüşte. Ama orada bu, fikri mülkiyet hakları meselesinin bir cephesi. Diğer cephede de  akademik yayıncılar var. Şimdi bazı ürünler vardır ki bireysel olarak sahip olman gerekir. Mesela arabamın herkes tarafından sürülmesini, açık hale gelmesini istemem. Herkes kullansın diye almam o arabayı.  Ama bilgi aynı şey değil. Farklı bir anlamı var bilginin. Fakat bu da fikri mülkiyet hakları çerçevesinde metalaştırılmaya çalışılıyor. Bir yere kadar meta olmuş durumda zaten kapitalist sistemde. insanlar da bilginin, araba gibi ya da benzer diğer ürünler gibi aynı seviyeye gelmemesi için mücadele ediyor. Aaron da bunlardan birisiydi. Ortalama bir akademisyen de Aaron’la aynı görüşte. Yani bir bakıma benim makalemin satılması okunmasına engel oluyor. Aslında üniversite yönetimlerinin de işine gelen bir sistem değil bu. Çünkü Üniversiteler o üretimi yapan akademisyenlerin maaşını zaten ödüyor ve ayrıca akademisyenler araştırma fonlarından da para alıyor. Üniversiteler ürettiği bilginin, maaşını ödeyip ürettirdiği bilginin bir daha parasını ödemek zorunda kalıyor. Üniversite yönetimi tarafından bakıldığında da, Aaron açısından durum benzer. Aaron harekete geçerek, bu meselenin bir daha tartışılmasını sağladı.

Unutulmuş bir tartışma mıydı bu?

Aslında değil. Ama hep üstü kapatılmaya çalışılıyordu. “Copyright”cılar bunu da dayatıyorlar. “Bak bu da mülkiyettir. Bunu paylaşman=çalmak demektir” diyorlar. Bunun dağıtımı açıkça suçtur demeye çalışıyorlar. 
Aaron’da, bir bakıma o hareketiyle buna tam damardan bir karşılık verdi. Olayın sonucu olarak da, savcı da bir bakıma copyright’cıların sözcüsü haline geldi. Aaron’ı en ağır şekilde cezalandırmaya çalıştı. Süreç böyle başlamış oldu diyebiliriz.

Sistemin nasıl işlediğine dair bahsetmek gerekirse bu işleyiş nasıl oluyor? Akademik bir makale yazdınız diyelim ve bir dergiye gönderdiniz. Bu aşamadan sonra işler nasıl ilerliyor?

Genelde akademik üretim çok çeşitlidir ama özünde bu sertifikasyon süreci için hakemli denen bir süreçten geçilmesi lazımdır. Bu bir dergi olabilir, kitap olabilir, kitabın bir bölümü olabilir ya da kitabın tamamı olabilir. Akademik yayıncı kitabı yine bir hakeme gönderir . Her halükarda böyle bir hakemli süreçten geçer. Uzun bir süreçtir çoğu zaman. O indeks işlerinde bir takım özel hiyerarşiler de vardır. Bir makalenin indeks’li bir dergide yayınlanması iki üç yılı bulur. Şu anda akademik üretimin reyting sistemi böyle. Aslında özüne bakılırsa aynı sistem için açık kaynaklı dergilerde uygulamaya girmeye başladı. Artık böyle dergiler de var. Şimdiye kadar ki süreç, bir akademik yayıncı var, onun düzenlendiği kitap yayınları var, çalışmanı yayınlanması için onlara gönderiyorsun, onlar da basıyordu. Sonra kütüphaneler de satın alıyordu. Ya da istersek alıyorduk.

Satın alınırken ödenen para kimin cebine giriyor peki?

Yazarlar çok para almaz.

Yani akademik dergilerin oluşturduğu bir tekelden bahsedebilmemiz  mümkün.

Tabii. Düşünüyorum da, yazarlarına para veren akademik dergiler var mıdır?… Olabilir ama bu beklenen bir şey bile değil. Çünkü akademisyenler için önemli olan çalışmalarının orada yayınlanması. O yüzden aslında akademik dergiler açısından yayıncılık çok karlı bir sektör. Genellikle iyi bir akademik dergi yüksek meblağlar karşılığında bütün kütüphaneler tarafından satın alınacaktır. Kütüphanelerde bunu kullanıcılarına açıyor. Genelde bireysel harcamalar yetmez bu makaleleri almaya. İşte kitap sıradan nitelikteki bir kitap 10 Dolar civarındadır, ama bir akademik yayın 20 Dolardan aşağı değildir.

Peki alternatif yok mu?

Var aslında. Epeydir bu konu konuşuluyor aslında. Ama işte burada aktörler çok önemli. Yani akademinin içindeki karar verici konumundaki akademisyenlerin tavırları da önemli. Onlar “makalelerinizi nerede yayınlatacağız” diye düşünüyorlar. İnternet teknolojisi ile gelen dönüşüm, her alanda olduğu gibi bu alanda da devam ediyor tabii. Aslında genç akademisyenler açık kaynağa ilgi duyuyor. Ama onların ilgi duyması da yetmiyor, çünkü o genç akademisyenlerin daha doçent olmaları, profesör olmaları lazım. O doçentliği profesörlüğü verecek olan kişilerde jürilerdeki eski akademisyenler. Onların hoşuna gitmiyor bu açık kaynak olayı.

Yani jenerasyon farkı var.

O yüzden açık kaynak o kadar hızlı yayılamıyor. Ama teorik olarak. Eğer hakemli bir süreç oluyorsa ve bir değerlendirmeden geçiyorsa, neden bunu açık kaynaklı bir platformda yayınlamayalım ki? Ama itibarlı dergiler, bu eski tip üretim anlayışına sahip. Kara verici konumda da sıfatı büyük olan hocalar var. Tekrar etmek gerekirse, henüz onlar da pek yanaşmıyorlar bu işe.

Peki Ama zaman yavaşta olsa bir değişim var diyebilir miyiz?

Tabii tabi. Kesinlikle bir sürü open access journal var halihazırda. Bir google-lama da çıkar. Dönüşüm başladı. Ama dediğim gibi eksik. Örneğin e-kitaplar. Tartışılan şey hala e-kitap yayından sayılır mı sayılmaz mı? Bir kesinlik yok. Bazı jüriler kabul ediyor bazıları kabul etmiyor. Benim doçentliğe başvururken yazdığım iki e-kitap var, ama bilmiyorum kabul ederler mi?

E-kitap olarak dediğiniz…

Yine bir yayınevi tarafından basılıyor. Ama teorik olarak niye olmasın? Sonuçta yayın. Ama orada hakem bu çalışma sadece internette yayınlanmış derse ne olur bilemiyorum. Sonuçta jüri üyelerinin çoğunluğunun bu şekilde düşünebilme ihtimalleri var.

Arada gerçekten de bir jenerasyon farkı var.

Tabii var. Yani anlamaya çalışıyorum. Akademik üretimin biraz ciddiyet kazanması açısından hakemlik kurumu önemli. Bununla beraber, hakemlik kurumunun çok iyi işlemediğine dair de  birçok eleştiri var. Bir taraftan da, bahsettiğim bu büyük dergilerde de bazı yazıların hep aynı kişiler tarafından, aynı networkler çevresinde üretildiğini görüyorsunuz. Ama bir oturmuş bir reyting sistemi var. Televizyonda sevmezdik ama sistem çökmeden önce sektör reytinge bakardı. Benzer bir durumda da hakemli dergiler için söyleyebilmek mümkün.

Aaron Swartz meselesine dönecek olursak, böyle bir insanın ölümü ile beraber  tekrardan mücadele bitmiştir ya da ACTA, SOPA ve PIPA’nın önümüzdeki Obama’nın ikinci yılında tekrardan gündeme gelmesini öngörüyor musunuz?

Bu Aaron’a ait bir olay değil. Hatta birçok insan ölmeden önce Aaron Swartz ismini bile duymamıştı. Bence bu artık kişinin ötesinde bir hareket. Aaron’da bir kahramana dönüştü. Keşke ölmeseydi ama onun ölümü aslında bir tür onun davasını yürütenler için bence bir sembol oldu. Yoksa bir yere gitmeyecek. Ama şu var, SOPA’nın bir defa engellenmesi, SOPA bitti anlamına gelmez. Bu telif hakçıları büyük bir sektör. Kolay pes etmeyecekler zaten. Hiç bir internet aktivistinin de “Oh biz kazandık, oturalım” deme lüksü de yok. O yüzden önümüzdeki aylarda ve yıllarda bu hareket devam edecek.

Kaldığı yerden…

Tabii tabii, aynen. Bence bir bilinçlenme oldu. Uzun zamandır bu kadar duygusal metinler görmemiştim. Aaron gerçekten de önemli bir karaktermiş. İnternet için bir kayıp ama internette zaten yeni sıçramalar yapıyor. Ve internet aktivistleri devam ediyor, çok açık uçlu bir kaynaktan bahsediyoruz. Her gün yeni bir araç çıkıyor, yeni bir şey çıkıyor. Yani Aaron’la bitmez bu olay ama Aaron bir sembole dönüştü. Ümit verici bir sembole dönüştü. Röportaj:

M.Can Tonbil – Yeşil Gazete

İşte Sundance ödülleri

Bağımsız sinemanın en önemli merkezlerinden biri sayılan Sundance Film Festivali, düzenlenen ödül töreniyle sona erdi.

Ryan Coogler

Amerika’nın en geniş katılımlı festivali sayılan Sundance tüm dünyadan yenilikçi ve bağımsız yeni filmleri sinemaseverlerle buluştururken, gösterimi yapılan düşük bütçeli filmleri dünyaya tanıtıyor. Bu yıl festivalde, ”Fruitvale’‘ adlı dramatik anlatı ve ”Blood Brother” belgeseli, izleyici ve jüri ödüllerini aldı.

Fruitvale, California’da bir toplu taşıma durağında vurularak öldürülen 22 yaşındaki Oscar Grant’ın gerçek hikâyesine dayanıyor. Hikâyeyi yazan ve yöneten 26 yaşındaki Ryan Coogler, Radikal’in haberine göre, festivalin en büyük ödülünü alırken yaptığı konuşmada, insanların sevdiklerini ve tanımadıklarını nasıl iyileştirdiği hakkında bir film yaptığını söyledi.

Coogler, ”Bu ödül evim ve aynı zamanda Oscar Grant’ın yaşadığı, nefes aldığı, sevdiği, uyuduğu, kavga ettiği, eğlendiği ve 22 yıl hayatta kaldığı yer olan Bay Area’ya gidiyor” diye konuştu.

Ödülü kazanan diğer yapım ”Blood Brother” adlı belgesel de HIV taşıyan yetimlerle çalışmak için Hindistan’a giden genç Amerikalı Rocky Braat’ı anlatıyor. USA Today’in haberine göre filmin yönetmeni Steve Hoover, aldığı ödülün birçok çocuk için cesaret verici olacağını çünkü hayatlarının çok zorlu olduğunu ve kimsenin onların ismini bilmediğini söyledi.

Festivalde, Kamboçya filmi ”A River Changes Course” uluslararası belgesel dalında ve Güney Kore ‘nin dramatik anlatı türündeki filmi ”Jiseul” dünya sineması dalında ödül kazandı.

İşte 2013 Sundance Film Festivali’nde kazananlar listesi;

ABD Büyük Jüri Ödülü, Dramatik: Fruitvale

ABD Büyük Jüri Ödülü, Belgesel: Blood Brother

Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü, Dramatik: Jiseul

Dünya Sineması Jüri Büyük Ödülü, Belgesel: A River Changes Course

İzleyici Ödülü, Dünya Sineması, Dramatik: Metro Manila

İzleyici Ödülü, Dünya Sineması, Belgesel: The Square

İzleyici Ödülü, ABD, Dramatik: Fruitvale

İzleyici Ödülü, ABD, Belgesel: Blood Brother

İzleyici Ödülü, En İyi ikinci: This is Martin Bonner

Yönetmenlik Ödülü, ABD, Dramatik: Afternoon Delight

Yönetmenlik Ödülü, ABD, belgesel : Cutie and the Boxer

Yönetmenlik Ödülü, Dünya Sineması, Dramatik: Crystal Fairy

Yönetmenlik Ödülü, Dünya Sineması, Belgesel: The Machine Which Makes Everything Disappear

Görüntü Yönetmeni Ödülü, Dünya Sineması, Dramatik: Lasting

Görüntü Yönetmeni Ödülü, ABD, Belgesel: Dirty Wars

Görüntü Yönetmeni Ödülü, ABD, Dramatik: Ain’t Them Bodies Saints

Görüntü Yönetmeni Ödülü, ABD, Dramatik: Mother of George

Görüntü Yönetmeni Ödülü, Dünya Sineması, Belgesel: Who Is Dayani Cristal?

Filmcilik Başarısında ABD Belgesel Jüri Özel Ödülü: Inequality for All

Filmcilik Başarısında ABD Belgesel Jüri Özel Ödülü: American Promise

Oyunculukta ABD Dram Jüri Özel Ödülü: Miles Teller and Shailene Woodley,The Spectacular Now

Ses Tasarımı ABD Dram Jüri Özel Ödülü: Shane Carruth and Johnny Marshall, Upstream Color

Dünya Sineması Dramatik Jüri Özel Ödülü: Circles

Punk Ruhunda Dünya Sineması Belgesel Jüri Özel Ödülü: Pussy Riot — A Punk Prayer

Dünya Sineması Belgesel Düzenleme Ödülü : The Summit

ABD Belgesel Düzenleme Ödülü: Gideon’s Army

Senaryo Ödülü, Dünya Sineması, Dramatik: Wajma (An Afghan Love Story)

Waldo Salt Senaryo Ödülü: U.S. dramatic : In A World…

Alfred P. Sloan Film Ödülü: Computer Chess

Kısa Film Jüri Büyük Ödülü: The Whistle

Kısa Film Jüri Ödülü, ABD kurgu: Whiplash

Kısa Film Jüri Ödülü, uluslararası kurgu: The Date

Kısa Film Jüri Ödülü, non-fiction: Skinningrove

Kısa Film Jüri Ödülü, animasyon: Irish Folk Furniture

 

Yeşil Gazete, USA Today, Sundance.org, CBSNews, Radikal