Ana Sayfa Blog Sayfa 4427

Santralistanbul’a nasıl güvenilecek?

Santralistanbul koleksiyonunun 17 Şubat’ta Maçka Mezat’ta satışa çıkarılmasına tepkiler giderek büyüyor.

Kamusal Sanat Mirası, koleksiyonunun satışı nedeniyle geçtiğimiz günlerde bir imza kampanyası başlattı. İmza kampanyasının metninde santralistanbul’un koleksiyonunun dağılmasına izin vererek kamu mirasına ihanet ettiği belirtildi. 8 Şubat’ta verilen yanıtta ilgi, eleştiri ve taleplerin memnuniyetle karşılandığını, fakat taleplere olumlu yanıt verilmeyeceği ifade edildi. Kamusal Sanat Mirası ise “Taleplerin dikkate alınarak, sorunun herkesin içine sinecek şekilde çözülene kadar Change.org’da başlatılan ve envanterdeki sanat eserlerinin kamusal alanda kalmasını talep eden imza kampanyasına devam edileceğini” duyuruyor.

Ne olmuştu?

İlk olarak Yeşil Gazete’de 1 Şubat tarihli “Santralistanbul Çağdaş Sanat Müzesi kapanıyor mu?” başlıklı haberde Yüksel Arslan’ın küratörü Levent Yılmaz’ın belirttiği haliyle “sanatçıların kendi eserlerini müze yönetimine satarken, daha sonra müzayedeye çıkacağından habersiz olduğunun” altını çizmiştik. Akabinde Radikal ve Milliyet’te de yayımlanan tepki yazıları üstüne Change.org’da bir imza kampanyası açıldı ve 3 Şubat’ta bir araya gelen yazar, sanatçı ve küratörler konuyu masaya yatırarak üniversiteye, Kültür Bakanlığı’na ve sanatçılara birtakım sorular yönelttiler. Bilgi Üniversitesi,  kendilerine yöneltilen “Koleksiyonun müşterek bir alanda muhafazası mümkün mü?”, “Koleksiyon bu şekilde satılırsa sanatçılar kuruma nasıl güvenecek?” şeklindeki sorulara yazılı bir açıklamayla cevap verdi.  Açıklamada “Santralistanbul müze envanterinde, 168 eser var. Eserlerin dönemsel sergilenme etkinlikleri sürdürülecek” dendi. Açıklamada dünyanın pek çok müzesinin koleksiyonlarındaki eserleri satışa sunduğu da belirtildi.

Kamusal Sanat Mirası ise “müze koleksiyonlarından eserlerin çıkarılması sıkça yapılan bir işlemdir; ancak bu işlem belirli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilebilir” diyor. Açıklamada, Bilgi Üniversitesi bildirisinde verilen müze örneklerinden Guggenheim ve MoMA New York’un da üyesi olduğu, Modern ve Güncel Sanat Müzeleri ve Koleksiyonları Uluslararası Komitesi CIMAM’ın 10 Kasım 2009’da kabul ettiği ve Haziran 2011 yeniden düzenlediği, ‘Modern ve Güncel Sanat Müze Koleksiyonlarında Eserin Elden Çıkarılması Hallerinde Takip Edilmesi Gereken Genel İlkeler’ belgesi hatırlatılıyor. Söz konusu ilkelerde şu ifadeler yer alıyor.

“Koleksiyondan eser çıkarmak, ancak müze koleksiyonunun içeriğini veya kalitesini iyileştirmek kaydıyla meşru kılınan bir yöntemdir. Bütün kurumlar eser alımına ve eserin elden çıkartılmasına ilişkin temel ilkeler benimsemeli ve bunları takip etmelidir. Eser alımında uygulanan ihtiyat ve özen, eserin elden çıkarılması sürecinde de uygulanmalıdır.”

Kamusal Sanat Mirası; “Bu ilkelerde de vurgulandığı gibi koleksiyonlardan eser çıkarma kararı, müzelerin sergileme ve eylem politikalarının dinamiklerine göre verilir. Söz konusu müzelerin koleksiyonlarından eser çıkarmaları belirli, uzun vadeli düzenlemeler ve programlamalar çerçevesinde gerçekleştirilir” diyor ve ekliyor. “İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne bağlı Santralistanbul Çağdaş Sanat Müzesi CIMAM üyesi olmasa da sanat koleksiyonu barındıran bir müze olarak yukarıda belirtilen, uluslararası düzeyde kabul edilmiş genel ilkeleri takip etmekle ahlaki açıdan yükümlüdür. Bu bağlamda müzelerin topluma ve eserlerini koruma altına aldığı sanatçılara karşı sorumlulukları tartışmaya açılmalıdır. Yasal düzenlemelerin yetersiz kaldığı durumlarda gündeme gelen soruların etik çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir.”

Sanatçı ve kürator tepkileri:

Koleksiyonun mezata düşeceği duyulduktan sonra sanatçılar, konuyla yakından ilgili yetkililer ve küratörlerler basında yer aldığı haliyle şu açıklamaları yapmıştı.

Selma Gürbüz – Sanatçı (Milliyet): Sanatçı eserinin bir müzede yer almasını, kalıcılığının bir kanıtı olarak görür. Bu nedenledir ki bir müze resim almak istediğinde işin parasal yönünü hiç düşünmez. Bilgi Üniversitesi, Santralistanbul, çağdaş Türk resmi müzesini kurmaya soyunduğunda tüm sanatçılarımız gibi ben de sembolik fiyatlarla seve seve verdim resimlerimi. Bunu yaparken de, günün birinde üniversitenin el değiştireceğini, müze için toplanmış eserlerin sanatçılara danışılmadan, haraç mezat satılacağını aklıma getirmemiştim? Bu nedenle bir sözleşme yapma gereği de duymadım. (Radikal) Galeri Nev, benden ve diğer sanatçılardan sembolik fiyatlarla müzeye eserler satmıştı. Şimdi ise düşük fiyatlarla alınan ve bağışlanan eserlerin müzayede yoluyla satışa sunulduğunu görüyorum. Bu, sözün bittiği yerdir.

Taner Ceylan – Sanatçı (Radikal): İlber Ortaylı’nın kütüphanesinin yanmasıyla birlikte Zeki Faik İzer’in resimlerini Resim Heykel Müzesi’ne bağışladığı aklıma geldi. Bugün o müze nerede? AKM nerede? Borusan Art Center kapanıyormuş, tiyatroların durumu malum. Tüm bu gelişmeler sanatçı olarak beni oldukça üzüyor, hayal kırıklığına uğratıyor. Sonuçta unutmayalım ki, Santralistanbul, koleksiyonu yaparken satın alınan eserler bir müze vaadiyle alınmıştı. Yani sanatçılar eserlerini bir müzede sergilenecekleri için satmışlardı! Ortada müze olmadığı gibi yıllar içinde bu konuyla ilgili bir açıklama veya özür de olmadı bildiğim kadarıyla. Merakla bekleyeceğim, en azından müzayedede satılan eserlerden, yasanın sanatçılara hak gördüğü telifler ödenecek mi?

Sarkis – Sanatçı (Milliyet): Santralistanbul koleksiyonunda yer alan ve satışa çıkan 22 giysili ve 13 fotoğraflı yerleştirmem ayrılmaz bir bütündür. Bu yapıt 2005’te Aksanat’taki ‘Bir Kilometre Taşı’ adlı sergimin can damarıydı. Bu yapıtın prodüksiyonunu Aksanat yapmıştı. Santralistanbul bu yapıtı hem sergileyip hem çevre çocuklarıyla yaşatacaktı. Bu yapıtı benden satın aldılar ve Aksanat (giysilerin, fotografların) prodüksiyon masraflarını Santralistanbul’a hediye etti. Bu yapıtı ancak bir kurum yaşatabilir, yapıtın konseptine uygun sürekli icralarla. Bir yapıtın bir müzeye girmesi kamuoyuyla birleşmesi demektir zaten. Aramızda yazılı bir sözleşme olmadı. Şimdiye kadar benim yapıtlarımı koleksiyonlarına katan onlarca müzede ‘ikinci satış’ gibi bir kavram gelmedi, düşünülmesi bile kurumun etiğine ters düşerdi, zira bir müze satış yeri değildir.

Yüksel Arslan – Sanatçı (Milliyet): “Maçka Mezat’taki Santralistanbul Müzesi’nin resim koleksiyonu satışını iki gün önce öğrendim. Çok korkunç ve üzücü bir haber! Her resmin bir alış ve  satış fiyatı olursa da bu beklenmedik haber düşündürüyor beni: Dünyanın bütün üniversitelerinde özel bir koleksiyon vardır. Bilgi Üniversitesi için de böyle bir müze düşünülüp gerçekleşirse çok sevinirim.” (Cumhuriyet) “Ben bunları müzeye verdim. Üniversitelerin kendi ufak müzeleri vardır. Bunları satmak çok üzücüdür. Bu işe çok karşıyım. Üniversite müze­sinde bu yapıtlar kalabilir. Üniversite­lerde dünyanın her yanında arşivler, tablolar ve değerli kitaplar vardır, de­mek ki bunlar üniversite malı olarak kalabilir. Bu konuyla hukuki yönde kı­zım uğraşıyor. Ben uğraşamayacağım. Bakalım, üniversite de bu konuda top­lanmış diye duydum. Bu resimleri pey­nir ekmek gibi satmak tatsız bir olay­dır. O işleri ben Oğuz Özerden’e sat­mıştım. O üniversiteyi satınca, üniver­site de bunları satmaya karar vermiş. Çok tatsız bir olay.”

Osman Erden – AICA Türkİye Başkanı (Radikal): Genelde bir müzeye girmiş bir eser, artık sanat piyasasından çekilmiş olarak kabul edilir. Birkaç sene önce, bu müze de büyük bir heyecanla oluşturuldu. Türkiye sanat ortamı da heyecanlandı, eserler bağışladı. Şimdi müzenin önemli bir kısmının kapatılıp dersliğe dönüştürülmesi ve koleksiyonun önemli bir kısmının satışa sunulması hem kurum hem de Türk çağdaş sanat ortamı açısından büyük bir utançtır. Umarım 17 Şubat’a kadar gerekli tepkileri gösterebiliriz.

Haldun Dostoğlu – Galeri Nev’in kurucusu (Radikal): Bir üniversite bünyesinde toplanmış, araştırmacılara da açık ve çok önemli eserlerden oluşan bu koleksiyonun, toplu olarak saklanması, korunması ya da bir başka müzeye satılması veya bağışlanması yerine, müzayede yoluyla dağıtılmasını etik bulmuyorum.

Oğuz Özerden – Santralistanbul’un kurucularından (Radikal): Vaktiyle çok uğraşmıştık bu koleksiyonu oluşturmak için. Nejat Devrim’lerin bir kısmını Fransız galerilerden bir kısmını ailesinden almıştık. Danışmanlarımızla tek tek seçmiştik, Türk modernizmi üstüne kurulsun istemiştik yaparken. Eserleri aldığımız insanlar da, müzede sergileneceğini bildikleri için sevinerek verdiler. Hepsinin de parası verildi. Doğrusu çok fazla bağış yok bunların içinde. Biz Nil Yalter’in ‘Göbek Dansı’ gibi nadide bir eserini almıştık, sergiledik, Nil Hanım da bu sergi sırasında yaptığı bir enstalasyonunu bağışlamıştı müzeye. Bir de Osman Kavala’nın bağışladığı Hakkı Anlı tablosu var.
Burada kritik olan, eserlerin satılmasından çok orada sergilenemeyecek hale gelinmesi. Orası derslik oldu. Bu yüzden madem bu eserler orada sergilenemeyecek, o zaman kamunun deposunda duracağına özelin duvarında durması daha iyi.
Tek anlamadığım, biz bu eserleri aldığımız zaman, kamunun elinde olsun diye tescil ettirmiştik, müze envanterine. Her sene teftiş de edilirdi hatta. Ama satılması konusunda izin alınmış demek ki…

Vasıf Kortun – SALT, küratör (Radikal): Santralistanbul oluşturulurkenki süreç içinde, o zamanki mütevelli heyeti başkanı ciddi miktarda alım yapmıştı bu koleksiyon için. Avrupa’dan da Türkiye’den de çok kritik, tarihsel öneme sahip işler satın alındı. Alımlar yapılırken herkes eserlerin müze için alındığının, ona göre fiyatlandırılması gerektiğinin ve Türkiye tarihine yaptıkları katkıların bilincindeydi. Bu yüzden çok özel koşullarda aktarımlar yapıldı. Herkes iyi niyetle, inanıp güvendikleri, kamusal hizmet veren bir kuruma karşı, tarihi sorumluluklarını yerine getirdi. Aynı zamanda buranın akademik bir kurum olması sebebiyle ayrı bir güven söz konusuydu. Şimdi kimi “Biz bunları parasıyla satın aldık” diyecektir, kimi “Bu müze değil Oğuz Özerden koleksiyonudur” diyecektir; türlü tuhaf ve komik özürler yağacaktır. Ama şu an yönetim el altından, bu koleksiyonun nereden geldiğinin bilgisini vermeden koleksiyonu dağıtıyor. Böyle bir koleksiyonu parçalamak Kral James İncili’nin ilk kopyasını sayfa sayfa satmak gibi bir şey.
Bir yanda bir türlü açılamayan Resim Heykel Müzesi, eserlerinin akıbeti belli olmayan Ankara Müzesi gibi vakalar var. Öte yandan, özel sektöre güvenip devredilen müzecilik örneklerinden biri gözümüzün önünde yok oluyor şimdi. Kamuya güvenemiyorsak, özel sektör de hüsrana uğrattıysa, Türkiye’nin sanat belleğine ne olacak? Tehlikeli bir gidiş olarak görüyorum bunu. Devletten müze ve kamu hizmeti için kiralanan, bu iddiayla yola çıkan bir özel kurumun bu şekilde davranması, başka örnekler için de çok tehlikeli bir öncül olacak. Bunu durdurmamız gerekiyor. Türkiye’deki özel müze statüsünün yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Mevcut yasa o kadar işlevsiz ki, kimse eserleri müze envanterine geçirmek istemiyor. Santralistanbul’da da geçirilmemiş olabilir. Ama envantere geçirilmişse ve bugün böyle satılabiliyorsa o da kafa karıştırıcı bir durum.

****

Kamusal Sanat Mirası, 17 Şubat’taki müzayede öncesi, 14 Şubat’ta durumu değerlendirmek için Bilgi Üniversitesi temsilcileriyle bir araya gelerek bir toplantı yapacaklarını, bu sürece kadar sanata duyarlı kişilerin Change.org’daki imza kampanyası aracılığıyla destek vermelerini bekliyor.  Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Direktörü Elvan Omay ve Mütevelli Heyeti Başkanı Rifat Sarıcaoğlu’nu mahatap alarak yayımladıkları metin ise şöyle;

 

İstanbul’un kültür-sanat ve eğitim platformu olma vaadiyle açılan santralistanbul, Çağdaş Sanat Müzesi’nin kapatılmasının ardından, İstanbul Bilgi Üniversitesi sanat koleksiyonunu müzayedede satışa çıkardı. 2007’de açıldıktan sonra, Paris’teki Centre Pompidou, Karlsruhe’deki ZKM ve Leon’daki MUSAC gibi kurumların sergilerine ev sahipliği yapan ve Türkiye sanat tarihine dair Modern ve Ötesi gibi kapsamlı sergiler düzenleyen santralistanbul, Çağdaş Sanat Müzesi koleksiyonunun dağılmasına izin vererek kamu mirasına ihanet ediyor.

17 Şubat 2013’te Sofa Otel’de gerçekleştirileceği duyurulan müzayedeyi düzenleyen Maçka Mezat, aralarında santralistanbul’un da bulunduğu koleksiyonların kaynağına dair bir açıklamada bulunmazken, satışı şu şekilde tanıtıyor: “150 adet eserden oluşan ve hemen her sanat disiplininden örnekler taşıyan özel koleksiyonların müzayedesi, Türk modern ve çağdaş güzel sanatlarının çok önemli yapıtlarını içermektedir.”

Türkiye’deki yakın sanat tarihinin önemli bir kesitini barındıran bir üniversite koleksiyonundaki sanat eserlerini özel koleksiyonlara teslim etme kararının etik boyutunu tartışmak gerekiyor. Bu koleksiyon, kamuya açık bir müzenin hem güvenli bir emanetçi olacağı hem de üniversite bünyesinde akademik araştırmalara imkan tanıyacağı vaatleri doğrultusunda oluşturuldu. Bahsedilen vaatlerin hiçbirini yerine getirmeyen İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin, koleksiyonu ikinci el piyasaya çıkarması basit bir satış işleminden ibaret değildir; aksine, Türkiye’nin kamuya ait sanat mirasına yapılan bir saldırı niteliği taşımaktadır.

Bilgi Üniversitesi yönetimi bu kararından vazgeçinceye kadar kamuoyu oluşturmak suretiyle direneceğimizi ilan ederiz.

Metne şu adresten imza verebilirsiniz.

*****

Radikal, Milliyet, Cumhuriyet, Yeşil Gazete

Yurttaş Kazım bir kez daha kazandı

Rize Salarha Vadisi’nde kurulmak istenen Ambarlık HES Projesi mahkeme tarafından iptal edildi.

Rize’nin Salarha Vadisi üzerinde kurulması planlanan Ambarlık HES Projesi’nin iptali için açtığı davaların masrafını ineğini satarak  ve banka kredisi kullanarak temin eden Kazım Delal, verdiği hukuk mücadelesinde yeni zafer daha kazandı. Ambarlık HES hakkında açılan davada Rize İdare Mahkemesi, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından verilen Çevre Etki Değerlendirme raporuna iptal kararı verdi. Karar HES karşıtı mücadele için de emsal niteliği taşıyor.

Derelerin Kardeşliği Platformu’ndan (DEKAP) yapılan açıklamaya göre Rize İdare Mahkemesi, 11 Ocak’taki dava ile ilgili gerekçeli kararını açıkladı. Kararda mahkeme heyetinin 2’ye karşı 1 oy ile ÇED projesinin olumlu olduğuna yönelik kararın iptalini onayladı. Mahkeme kararında anayasaya, Çevre Kanunu’na ve Kyoto Protokolü’ne atıflar yapıldı, bilirkişi raporları ve ek raporlar eklendi.

Mahkeme kararını değerlendiren DEKAP Sözcüsü Ömer Şan, mahkeme kararlarında HES karşıtı mücadele için önemli vurgular olduğuna dikkat çekti. Ekolojik dengenin korunmasına azami ölçüde dikkat edilmesi gerektiğinin söylendiğini belirten Şan, ÇED süreçlerinin prosedür olmaktan çıkarılması gerektiğinin de önemli olduğunu kaydetti.

Ambarlık HES projesine karşı yaklaşık 5 yıldır hukuk mücadelesini sürdüren Kazım Delal, karar sonrasında bir basın açıklaması yaptı. Delal, avukatlara, DEKAP’a ve yaşam savunucularına teşekkür etti. DEKAP’ın ve Delal’in avukatı Remzi Kazmaz da hukukun üstünlüğü ilkesine olan bağlılığın ve yargı bağımsızlığının önemine dikkat çeken bir konuşma yaptı. Vadilerde, yaylalarda, köylerde geliştirilen HES projelerinin “sürdürülebilir kalınma” ya da “sürdürülebilir çevre” ile ilgisi olmadığını belirten Kazmaz, HES karşıtı mücadele için emsal niteliğinde bir sonucun çıktığını söyledi. Davanın ve DEKAP’ın avukatlarından Yakup Şekip Okumuşoğlu da bu dava ile haklılıklarının bir kere daha ortaya çıktığını dile getirdi.

(Sendika.org, Yeşil Gazete)

 

Kürce’de mahkeme kararı uygulanmıyor!

Yapımı esnasında 3500 yıllık Likya köprüsü kalıntılarının yok edildiği, hali hazırda nesli tehdit altında olan kırmızı benekli alabalık türününe ait yaşam alanının daraltıldığı KÜRCE HES projesi, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen faaliyetlerine devam ediyor.

Alakır vadisindeki Dedegöl Enerji’ye ait Kürce HES projesi hakkında 5 Aralık 2012’de yürütmeyi durdurma kararı verilmiş, yürütmeyi durdurma kararına yapılan itirazlar da Antalya 2. İdare Mahkemesi tarafından 9 Ocak 2013 tarihinde reddedilmişti.

Kürce HES projesi hakkında verilen yürütmeyi durdurma kararının Vali tarafından işleme konulmadığı için başlatılan imza kampanyası sonuç verdi.

Change.org internet sitesi üzerinde Alakır Nehri Kardeşliği tarafından başlatılan imza kampanyası yürütmeyi durdurma kararının uygulanması için Antalya Valisi’ne seslendi ve toplanan 2000 imzanın sonunda Vali Dr. Ahmet Altıparmak HES’i yerinde inceleyerek Dedegöl Enerji’ye yürütmeyi durdurma kararının bir an önce uygulanması talimatını verdi. Talimat, Kumluca Jandarma komutanlığı tarafından 08 Şubat günü Dedegöl Enerji’ye tebliğ edildi.

‘Baraj kapatları açılsın’
İmza kampanyasını düzenleyicisi olan Alakır Vadisi Kardeşliği, Vali’ye seslerini duyurduklarını, bu başarıdan güç alarak baraj kapaklarının açılması için yeni bir imza kampanyası başlattıklarını duyurdu.

Alakır Vadisi Kardeşliği Dedegöl Enerji’ye kararı uygulamaları ve baraj kapaklarını açmaları için çağrıda bulundu. Yapılan yazılı açıklamada yeni imza kampanyasınının amacı şu şekilde özetliyor:
“Bugün alınan yürütmeliğin durdurulması kararına ve valinin bizzat talimatına karşın Kürce HES hala kanunsuz olarak barajda su tutmaya, tam kapasite olarak elektrik üretip haksız kazanç elde etmeye devam ediyor. Bu sebeple, bizler mücadelemize devam ediyoruz. Bugün itibariyle, Change.org’da Dedegöl Enerji yetkililerini derhal bu kararı uygulamasını talep eden yeni bir imza kampanyasını başlattığımızı duyuruyor ve kamuoyuna ilan ediyoruz,”
Kampanyayı http://change.org/DedegolEnerji adresine girerek inceleyebilirsiniz.

(Yeşil Gazete)

Lüleburgaz’da ekoloji kurultayı engellendi

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) tarafından bugün Lüleburgaz’da yapılması planlanan Ekoloji Kurultay’ı ertelenmek zorunda kaldı.

Çorlu Ergene İnsiyatifi tarafından yapılan açıklamada, BDP milletvekili Sebahat Tuncel’in ve CHP milletvekilleri Melda Onur’un da katılacağı kurultayın, CHP Lüleburgaz ilçe örgütünün başını çektiği bir grup tarafından kurultayın yapılmaması yönünde çalışmalar sonucu ileri bir tarihe ertelendiği duyuruldu.

Açıklamada kurultayın yapılacağı belediye tiyatro salonunun baskılar yapılarak verilmemesinin sağlandığı, yerel gazetelerde kurultayı düzenleyen kurum ve bireylerin hedef gösterildiği ve katılımcılara etkiliğe katılmamaları yönünde baskı yapıldığı bilgileri verildi.

(Evrensel)

 

Rusya: Kömür madeninde patlama, 18 ölü

0

Rusya’nın kuzeyindeki Komi bölgesindeki bir kömür madeninde meydana gelen patlamada en az 18 işçinin öldüğü belirtiliyor. Kurtarma ekipleri, yeraltında sıkıştığı sanılan işçileri çıkarmaya çalışıyor. 240 civarında işçi ise yüzeye çıkmayı başardı.

Vorkutinskaya madenindeki patlamaya, metan gazı birikmesinin yol açtığı sanılıyor. Kutup bölgesindeki Vorkuta kentine yakın olan maden, çelik devi Sverstal tarafından işletiliyor.

Rusya’nın dev kömür sektöründe güvenliği artırma çabalarına rağmen sıkça kazalar meydana geliyor.

(BBC Türkçe)

Eski Milli Eğitim Bakanı Dinçer, “Engelliden öğretmen olmaz” buyurmuş

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Milli Eğitim Bakanlığı’nın eski Bakan Ömer Dinçer döneminde TBMM Dilekçe Komisyonu’na verdiği, “Öğretmenlik bedensel engeli bulunanlar tarafından icra edilebilecek mesleklerden değildir” yanıtına tepki gösterdiği ortaya çıktı.

Erdoğan’ın, Komisyon Başkanı Mehmet Daniş’i iki kez arayarak “Böyle bir yanıt var mı? Bu doğru mu?” diye sorduğu öğrenildi.

Hürriyet Gazetesi’nden Umut Erdem’in haberine göre, Karaman’dan İsmail Kılınçarslan, “Engelli öğretmen alımı yapılması” isteğiyle Komisyona bir dilekçe yazdı. Kılınçarslan’ın talebini işleme koyan Komisyon, MEB’den görüş istedi. MEB’den alınan cevabi yazıda, şunlar kaydedildi:

“Geçmişteki uygulamalar öğretmenlik mesleğinin bedensel engeli bulunanlar tarafından icra edilebilecek mesleklerden olmadığını gösterdiği, bu nedenle, özürlü öğretmen istihdam edilmesi yerine, özürlü personel istihdamına ilişkin kontenjanın eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı dışındaki diğer hizmet sınıflarında istihdam edilecek özürlülere ayrılması düşünülmüştür.”

Bu görüşmelerin ardından AKP Sosyal İşler Başkanlığı devreye girerek bir çalışma yaptı ve engellilerin öğretmen olarak atanmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı görüşünde birleşildi. Şubat başlarında MEB’in engelli öğretmen atayacağı yönünde açıklama yapıldı.

Dilekçenin sahibi engelli Fransızca öğretmeni Kılınçarslan, konu ile ilgili olarak: “Eski Bakan Ömer Dinçer ‘engelliden öğretmen olmaz’ dedi. Nabi Avcı’nın gelmesi bizim için şans oldu. Hemen bir düzenleme yapıldı. Madem olamıyor ben beş sene üniversiteyi nasıl okudum ve diplomayı alabildim? Niçin öğretmen diploması verildi? Dilekçeme verilen yanıt üzerine dava açmayı planlıyordum, tam o sırada Bakan değişikliği gerçekleşti ve bundan vazgeçtim” şeklinde konuştu.

(T24, Hürriyet)

Cilvegözü Sınır Kapısı’nda büyük patlama: 9 ölü

Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı yakınlarında patlama meydana geldi, 9 kişi öldü, 30’a yakın yaralı var.

Cilvegözü Sınır Kapısı bölgesindeki gümrük personelinin lojmanlarına çok yakın bir noktada, giriş kapısına yaklaşık 40 metre uzaklıktaki tampon bölgedeki park alanında saat 15.00 sıralarında büyük bir patlama oldu.
Patlamanın Suriye plakalı bomba yüklü aracın sınırı geçişinin hemen ardından olduğu belirtildi.

10 ölü, 32 yaralı

Hatay Valisi Celalettin Lekesiz, patlamada 5’i Suriye uyruklu 9 kişinin öldüğünü, 30’a yakın da yaralı olduğunu açıklarken, AA muhabirinin aldığı bilgiye göre ise, Reyhanlı Devlet Hastanesi’ne 2 Türk ve 3 Suriyeli’nin cenazesinin getirildiği, olayda ölenlerin sayısının 10’a yükseldiği öğrenildi.

Patlamada yaralanan ve ölen kişiler Reyhanlı Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

Patlamada yaralanan çok sayıda kişi de hastaneye başvurdu. Ambulanslarla getirilen kayıtlı yaralı sayısının 32’ye ulaştığı, kendi imkanlarıyla veya vatandaşların yardımıyla hastaneye gelen kayıtsız yaralılarla bu sayının 50 civarında olduğu kaydedildi.

Doğu Akdeniz Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürü Adnan Korkmaz da, patlamanın meydana geldiği alanın, Suriye’ye insanı yardım yapan derneklerin yardımlarının başka araçlara aktarılması için kullanıldığını belirterek, bu alanın son günlerde genellikle kalabalık olduğunu söyledi.

Patlama haberinin duyulmasının ardından çok sayıda kişi hastane önünde toplandı. Hastane bahçesinde toplanan yaralı ve ölü yakınlarının bekleyişi sürüyor.

Gül ve Erdoğan bilgi aldı
Bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cilvegözü Sınır Kapısı’ndaki patlamayla ilgili Hatay Valisi Celalettin Lekesiz’den, Başbakan Erdoğan da İçişleri Bakanı Muammer Güler’den bilgi aldı.

(CNNTürk, Yeşil Gazete)

Prof. Dr. Gülşen Altuğ: “Bilimsel çalışmalar için 30 balık tanesiyle hareket edemeyiz”

Marmara Belediyeler Birliği tarafından düzenlenen toplantıda konuşan Prof. Dr. Gülşen Altuğ, “30 balık tanesinden 11’inde ağır metal çıktı diye, medyada ‘balık yemeyin’ mesajları veriliyor. 30 balık tanesine bakıp, ‘balık yemeyin’ diyemeyiz. Balık yemekten ölecek bir millet değiliz” dedi.

Marmara Belediyeler Birliği tarafından düzenlenen ve Marmara Denizi’nin kirlilikten arındırılması, korunması ve belediyelerin sorumlulukları yönündeki çalışmaların ele alındığı “Derdimiz, Değerimiz, Denizimiz: Marmara” çevre sempozyumunun Bilim Kurulu üyeleri bir araya geldi.

İTÜ Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İzzet Öztürk, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Prof. Dr. Gülşen Altuğ, ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Kıdeys, TÜBİTAK MAM Çevre Enstitüsü Uzmanları Doç. Dr. Çolpan Polat Beken, Dr. Arzu Olgun, Sinan Hüsrevoğlu, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Yrd. Doç. Dr. Ahsen Yüksek, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Uzman Kadir Doğan, Marmara Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Züver Çetinkaya, Çevre Yönetim Merkezi Direktörü Aynur Acar, Basın Danışmanı Fatih Sanlav, Çevre Yüksek Mühendisi Mustafa Özkul ve Çevre Mühendisi Cihat Kahraman’ın katıldığı yemekte, Marmara Belediyeler Birliği’nin çevre çalışmaları konuşuldu.

Marmara Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Züver Çetinkaya, “Birliğimizin kuruluş gayesi olan çevre temizliğine yönelik çalışmalara büyük önem veriyor, her yıl 30’un üzerinde bilimsel çalışma gerçekleştiriyoruz” derken, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe başkanlığında sürdürülen çalışmalarla ilgili detaylı bilgilendirme yaptı.

“Bilimsel çalışmalar için için 30 balık tanesiyle hareket edemeyiz”

İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülşen Altuğ, medyada geniş yer bulan balığın kanser yaptığına ilişkin haberlerle ilgili ilginç bir açıklama yaparak, “Balık yemekten ölecek bir millet değiliz. Japonlar yılda ortalama kişi başı 70 kilo balık yiyor, bizim ortalamamızsa yılda 7 kilo bile değil. 30 balık tanesinden 11’inde ağır metal çıktı diye, medyada ‘balık yemeyin’ mesajları veriliyor. 30 balık tanesine bakıp, balık yemeyin diyemeyiz. Bu analizlerin bilimsel geçerliliği yok. Gerçekçi veriler ve bilimsel çalışmalar için 30 balık tanesiyle hareket edemeyiz. Ülkemizde balık tüketimi çok az ve bunu arttırmanın yollarını aramalıyız. Bu noktada Marmara Belediyeler Birliği’ne ve Birlik Başkanı Recep Altepe’ye gerçekleştirdiği çalışmalar dolayısıyla teşekkür ediyorum. Ülkemizde balık ve deniz mahsulleri tüketimi çok az. Balık en sağlıklı besin kaynağıdır. Sağlıklı balık sağlıklı suda yaşar ve bilim insanları ile medya el ele vererek, sağlıklı çevre için canla başla çalışmalı. Ancak bunu yaparken gerçekçi verilerle hareket etmeliyiz. Balık yemeyin diyebilmek için çok uzun süreli ve balıklarda yüksek derecede ağır metal olduğunu ispatlayan çalışmalar yapılmalı” dedi.

(İHA, Yeşil Gazete)

İnanır: “Öcalan, yasaklanan ‘İsyan’ filmimdeki Apo’dur”

Kadir İnanır'ın doğudaki kaçakçılık sorununu ela alan "Katırcılar" filminden bir sahne

Türk sinemasının ekol aktörlerinden Kadir İnanır, İmralı görüşmeleri ile yeni bir barış sürecine giren Kürt sorunu üzerine kendi düşüncelerini Radikal Gazetesi’nden Ezgi Başaran’a anlattı. Ezber bozan sözleri ile bu sorun ile şimdi değil 30 yıl öncesinden beri ilgilendiğini belirten İnanır, Abdullah Öcalan’ın ismi daha ortada yokken kendisinin oynadığı “İsyan” filmindeki Apo karakteri ile Öcalan’nın aynı kişi olduklarını, benzer süreçlerden geçerek sömürülen insanlarına önderlik ettiklerini söyledi.

Başaran’ın, “Abdullah Öcalan size göre kimdir?” sorusuna, “Öcalan bana göre bir Apo. Benim ‘İsyan’ filmimdeki Apo” şeklinde yanıt veren Kadir İnanır, “Film şöyledir: Feodal yapı içerisinde ağanın baskısıyla kaçakçılığa sürüklenen bölge halkını “Ben kaçakçılığa gitmiyorum” diyerek isyana teşvik eden ve özgürlüğe kavuşturmak için dağlara çıkaran adamı anlatır. Bu filmi çektiğimde Öcalan henüz ortada yoktu. Ama film hâlâ yasaklı. Çünkü filmdeki adım Apo…” diye devam etti.

“Katırcılar” filminde de doğuda yaşayan insanların mecbur bırakıldığı kaçakçılık sorununa el attıklarını vurgulayan İnanır, “1986’da ‘Katırcılar’ diye de bir film çekmiştim. Bana kalırsa sinematografimin en güçlü filmidir. Hatasızdır, özgündür. Orada neyi anlatıyorduk? Uludere’de katledilen o kaçakçıların hikâyesini… ‘Katırcılar’ filmini yasaklamamışlardı, meğer sonra filmde anlattığım insanların üstlerine bomba atacaklarmış. Yazıklar olsun. 1986 nere, 2012 nere… Bazen hiçbir şey değişmiyor, sadece ben, yani insanlar eskiyor gibi geliyor.” şeklinde konuştu.

Fotoğraf: Muhsin Akgün

Ezgi Başaran’ın sorularına içtenlikle yanıt veren Kadir İnanır, Kürt sorununda geçen onca yıla karşın bir mesafe alınamamış olmasına karşın mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmemek gerektiğini, “Benim yapımda vazgeçmek, hayata küsmek, umutsuzluk yoktur. Ama mücadeleciyim, umudumu koruyorum diye bazı gerçekleri görmeyeceğim, gördüğümü söylemeyeceğim anlamına gelmez.” sözleri ile aktardı.

Kürtler ayrı, PKK ayrı gibi ayrıma gitmenin de anlamsız olduğunu vurgulayan İnanır,”PKK nedir? Bir Kürt partisidir. PKK kimlerden oluşur? Kürtlerden. O Kürtler neden bizim kardeşimiz değil? Ne zamandan beri kardeşimiz değil? Niye o dağa çıkmışlar? Bu sınıflandırmalar da siyasi. Ben siyasetçi değil sanatçıyım. Daha da önemlisiyim, sadece insanım. Şunu da unutmayalım: Bugün ne PKK ne Öcalan ne BDP ne de Kürt halkı Türkiye’den ayrılma gibi bir hayalin peşinde. Bunu istemiyorlar ve istemediklerini de söylediler. O yüzden yalandan yere politikalar üretip gerginlikler yaratmayalım. Barış sürecinden kim dönerse, çok canı yanar. Çünkü halkın heyecanını ve desteğini boşa çıkarmış olur. İşte o zaman bu cennet ülke, olur sana cehennem.” sözleriyle barış sürecinden geriye dönülmemesi gerektiğini belirtti.

(Radikal)

13. İstanbul Bienal spo(nso)ru tartışmaları start aldı

Her yıl Koç Holding ana sponsorluğunda yapılan İstanbul Bienali ve bienal üzerinden tartışılan sanatın sponsorlaştırılması problemleri, bu yıl da yapılan tanıtım oturumuyla birlikte başlamış oldu. Bilindiği üzere İstanbul Bienali kendi sanat etkinlikleri kadar bienale karşıt sanat etkinlikleriyle de dolu dolu geçiyor. Bu yılki yani 13. İstanbul Bienali’nin başlığı, bienalin küratörü Fulya Erdemci tarafından açıklandı ve tartışmalar da başlamış oldu. Bienalin açıklanan kavramsal çerçevesiyle birlikte bu yılki bienal tartışmalarının önceki yıllara göre daha hararetli, geçeceğini kestirmek güç değil.

“ANNE, BEN BARBAR MIYIM?”

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding’in sponsorluğunda 14 Eylül-10 Kasım 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 13. İstanbul Bienali’nin başlığı, bienalin küratörü Fulya Erdemci tarafından açıklandı.

13. İstanbul Bienali’nin başlığı ve kavramsal çerçevesi, küratörü Fulya Erdemci tarafından 8 Ocak Salı günü İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maçka Kampüsü’nde düzenlenen bir basın toplantısıyla açıklandı. Basın toplantısına konuşmacı olarak Fulya Erdemci’nin yanı sıra İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer de katıldı. 13. İstanbul Bienali’nin başlığını, şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alıntılayarak “Anne, ben barbar mıyım?” olarak belirleyen Fulya Erdemci, toplantıda kavramsal çerçeveyi anlattı.

13. İstanbul Bienali, kamusal alan tartışmalarına ve kentsel dönüşüme odaklanıyor.

Basın toplantısında küratör Fulya Erdemci, 13. İstanbul Bienali’nin odak noktasının siyasi bir forum olarak kamusal alan fikri olacağını açıkladı. Fulya Erdemci’ye göre tanımı ve içeriği üzerine çok tartışılan bu kavram, güncel demokrasi biçimlerini sorgulayan, günümüzün mekansal-ekonomik politikalarını tartışmaya açan, uygarlık ile barbarlık kavramlarını sorunsallaştıran, ve bu bağlamda, sanatın rolünü araştıran bir matris işlevi görecek.

Bugün toplumdaki “mutlak öteki”ye işaret eden “barbar” tanımlamasının tekrar gündeme getirilmesinin neyi ortaya koyduğunu sorgulayan Erdemci, baskın ve kemikleşmiş söylemleri sarsarak, toplumdaki en zayıf ve dışlanmışların da sesinin duyurulacağı bir alan açmak adına, sanatın yeni pozisyonlar yaratma ve yeni öznellikler inşa etme potansiyeline işaret etti.

Erdemci, İstanbul Bienali’nin, kamusal alan söyleminin toplumsal siyasi bir forum yaratma olanağını, mekansal-ekonomik adalet, kamusal alanda sanat ve sanat-pazar ilişkilerinin açımlanması üzerinden öne çıkarmayı amaçladığını da belirtti. “Kamusallık” kavramını yeniden düşünme imkanı yaratacak İstanbul Bienali, yeni düşünce ve hayalgücü kanalları açmayı hedefleyerek, kamusal bir buluşma ve tartışma zeminini harekete geçirecek.

Toplantıda ayrıca, 13. İstanbul Bienali’nin sergi mekanları olarak kentsel dönüşüm sonucunda geçici olarak boş bırakılan kamusal yapıların kullanılacağı bilgisi de verildi. Sergilerin yer almasının planlandığı mekanlar arasında, adliyeler, okullar, askeri yapılar, postaneler, tren istasyonları gibi eski ulaşım merkezleri, depo veya tersane gibi eski endüstriyel yapılar ve yoğun tartışmalara konu olan Taksim Meydanı ile Gezi Parkı gibi kamusal kent mekanları yer alıyor. Bunun yanı sıra, alışveriş merkezleri, oteller ve ofis-konut kuleleri gibi günümüz şehirciliğinin alametifarikalarının da sanatsal müdahalelere açılmasının düşünüldüğü aktarıldı.

“Şehri kamusallaştırmak” başlığı altında İstanbul’un kentsel dönüşümüne odaklanan üç günlük etkinlik şu ifadelerle duyurulmuştu:

“İstanbul muazzam bir sermaye yatırımıyla dönüştürülüyor ve bu dönüşüm tarihsel ve kültürel çeşitlilik taşıyan mahalleleri yok ediyor. Bu bağlamda, tartışmamızın başlangıç noktası İstanbul’un kentsel dönüşümünün toplumsal ve kültürel etkisi ve kentlilerin buna tepkileri olacak.”

Etkinliğin ilk gününde yapılan sunumlarda neoliberal kent politikaları ve İstanbul’da halihazırda devam eden kentsel dönüşüm uygulamaları eleştirilirken, Sendika.Org’un haberine göre Öğrenci Kolektifleri’nden bir itiraz geldi. İtirazın nedeni, kentsel dönüşüme eleştirel yaklaştığı iddia edilen bir etkinliğin, bu dönüşümden rant sağlayan Eczacıbaşı ve Koç’un sponsorluğunda yapılmasıydı. Kolektif üyesi bir öğrenci sunumların ardından söz alarak şu soruyu sordu:

İKSV’nin kurucusu olan Eczacıbaşı Holding’in Kartal’da 5500 metrekarelik bir alanı kentsel dönüşüm projeleri yapmak için satın almasını ve aynı zamanda İstanbul Bienali’nde şehrin kamusallaştırılması tartışmasını ahlaki buluyor musunuz? Eczacıbaşı Holding bir yandan kenti talan ederken bir yandan da burada sanki bu talana muhalifmiş gibi davranması ikiyüzlülük değil midir?”

Salondaki izleyiciler bu itiraza alkışlarla destek verirken kürsüden tatmin edici bir cevap gelmedi. İzleyicilerin bir kısmı da salonu terk etti.

Güncel sanat çevresi ve basından konukların katılımıyla gerçekleştirilen toplantının ardından küratör Fulya Erdemci ve İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer basın mensuplarının sorularını yanıtladılar. Basın toplantısına kamusal program eş küratörü Dr. Andrea Phillips de katıldı.

İksv.org, Sendika.org, Yeşil Gazete