Ana Sayfa Blog Sayfa 3902

BM’den K.Irak’a dev yardım operasyonu

A newly arrived Syrian refugee receives aid and rations, at Al-Zaatri refugee camp in the Jordanian city of MafraqBirleşmiş Milletler  Kuzey Irak’taki yardıma muhtaç 500 bin kişiye ulaşmak için son 10 yıldır giriştiği en büyük yardım operasyonuna başladığını açıkladı.

100 tonluk çadır ve gıda yardımı taşıyan bir uçak Erbil’e inerken, daha çok sayıda uçağın gitmesinin beklendiği açıklandı.

BM’ye göre şu an Irak’ta ülke içinde mülteci konumuna düşmüş 1,2 milyon kişi var.

Yardım operasyonu, ABD’nin IŞİD örgütünü hedef alan hava saldırıları eşliğinde yürütülüyor.

IŞİD geçtiğimiz haftalarda Irak’ta büyük bölgeyi ele geçirdi.

ABD önceki günden bu yana 10’a yakın hedefın vurunduğu, toplamdaysa IŞİD hedeflerine karşı 90’dan fazla sorti yapıldığı açıklandı.

IŞİD’ın ABD’nin hava saldırılarını misilleme olarak Amerikalı gazeteci James Foley’i başını keserek öldürmesine karşın, hava saldırıları devam etti.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) gelecek 10 gün içinde Kuzey Irak’a 2,500 ton yardım malzemesi ulaştırmayı hedeflediğini açıkladı.

Türkiye, Ürdün ve İran üzerinden kamyonlarla karayoluyla daha fazla yardım ulaştırılacağı kaydedildi.

BM’ye göre Irak’ta bu yıl 1,2 milyon kişi evlerinden oldu. 500 bin kişi Anbar bölgesindeki çatışmalardan kaçarken, 600 bin kişi de son günlerde Musul ve Sincar’da yaşanan çatışmalardan kaçtı.
Zebari hükümete döndü

Bu arada Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari geçen ay istifa ettiği Irak hükümetine döneceğini açıkladı.

Zebari, Maliki’nin Kürt yönetimini “teröristlere” ev sahipliği yapmakla suçlamasından sonra Kürt kökenli Zebari ve Kürt milletvekilleri Maliki hükümetinden desteklerini çekmişti.

 

BBC Türkçe

MİMARLAR ODASI BAŞKANI MUHÇU “Başbakan’ın İzniyle Silüeti Bozan 200 Gökdelen Daha Var”

istanbul siluet

Danıştay’ın, Zeytinburnu’nda silüeti bozan 16/9 gökdelenlerinin traşlanmasını öngören kararıyla ilgili Bianet’e  konuşan Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, “İstanbul’un tarihi yarımadasını Boğaziçi’ni ve Anadolu Yakası silüetini etkileyen 200’e yakın gökdelenin imar izinleri bizzat Başbakan’ın izniyle alındı” dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Traşlayın dedim, özellikle rica ettim. Hiçbir şey yapmadılar. O nedenle çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” dediği 16/9 gökdelenlerinin Danıştay kararı gereğince traşlanması gerekiyor.

Gökkafes duruyor

Söz konusu gökdelenlerle ilgili karar akıllara mahkeme süreci yıllar boyu süren ve silüeti bozma konusunda simge haline gelen Gökkafes’i getirdi. Gökkafes’in farklı mahkemelerce yürüyen hukuki süreci Yargıtay’ın umut veren bozma kararına rağmen en sonunda 2012 yılında kaybedildi.
Yıkılan Park otel yeniden mahkemelik

Ancak mesela Fenerbahçe’de kıyı kanuna aykırı şekilde yapılan Piramit İş Merkezi, mahkeme kararının ardından tam 13 yıl sonra 2004’te yıkıldı. Şu an bu alanda lüks bir plaj faaliyet gösteriyor.

Yine 23 kat olarak planlanan, 18 katı çıkılan Park Otel inşaatı 1994’te durduruldu. 10 katı traşlanarak sekiz kata indirildi. Ancak şu anda yerine yapılan Park Otel’e de Danıştay yürütmeyi durdurma karar verdi. Ama otel işletmeye açıldı.

“Mahkeme kararları uygulanmıyor”

Bianet’te yer alan habere göre Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, söz konusu iş merkezi ve otelle ilgili kararların caydırıcı olmadığını aksine yargı kararlarının uygulanmamaya başladığını belirtti.
“O yıllarda bu ve benzeri birkaç uygulanan mahkeme kararının caydırıcı olacağını düşünüyorduk. Ancak mahkeme kararlarının uygulanmaması ile karşı karşıya kaldık. Mesela tarihi yarımadada 1. derece arkeolojik alandaki Four Seasons oteli imar planı iptal olmasına rağmen, Ertuğrul Günay’ın ‘yıkacağız’ demesine rağmen işletmeye açıldı. Keza Park Otel’de de yürütmeyi durdurma kararına rağmen işletmeye açıldı.

“Maslak’a bakmak yeter”

“Daha pek çok karar var uygulanmayan. Hiçbir mahkeme kararı uygulanmadığı gibi kararları kadük hale getirmek için değişik yöntemler uygulanıyor. Ya aynı plan üzerinde değişiklik yapılarak yürürlüğe sokuluyor ya da yargıçlar tehdit ediliyor. O aşamaya geldik.
“Söz konusu 16/9 projesini başbakan işin başından beri biliyor, onun onayıyla oldu. Bu yıkım meselesini gündeme getirmesi tamamen firma ile yaşanan ikili sorunlar nedeniyle oldu. Sonuçta İstanbul’un tarihi yarımadasını Boğaziçi’ni ve Anadolu Yakası silüetini etkileyen 200’e yakın gökdelenin imar izinleri bizzat Başbakan’ın izniyle alındı. Buna örnek olarak Maslak hattındaki bütün gökdelenler gösterilebilir.”

www.bianet.org

Solomon Adaları “onurlu” bir göçe hazırlanıyor

Deniz seviyesinin yükselmesi ve tsunami tehditine karşı Solomon Adaları yetkilileri Pasifik adalarında ilk kez görülen bir karar aldı; ada halkının aşamalı olarak taşınması.

Solomon Adalarında 2007 yılında yaşanan tsunami falaketi sonrası. Fotoğraf: rtcc.org
Solomon Adalarında 2007 yılında yaşanan tsunami falaketi sonrası. Fotoğraf: rtcc.org

Choiseul koyunda bulunan Taro Adası’ndaki yaklaşık 1000 kişinin yaşadığı Choiseul ilçesi deniz seviyesinin 2 metre altında bulunuyor. Bu bölgenin deniz seviyelesinin yükselmesi ile gelecekte fırtına ve deprem dalgalarına daha da hassas olması bekleniyor.

Yer değiştirmek tek seçenek

Tüm bu risklere karşı önlem alınması için Choiseul koyu sakinleri, Avustralya hükümeti tarafından fonlanan bir grup mühendis, bilim insanı ve planlamacılardan iklim değişikliğinin etkilerine karşı nasıl adapte olacaklarına dair danışmanlık alıyor.

Danışmanlık ekibinden çıkan karar; kısa vadede önleyici tedbirlerin alınması ve aynı zamanda anakaranın adaya yakın bir bölgesinde yeni bir şehir inşa edilip nüfusun aşamalı olarak taşınması.

Topluluğun güvenliği için yer değiştirmenin tek seçenek olduğunu ancak bu taşınmanın on yıllar alacağını belirten uluslararası danışmanlık grubunun yöneticisi Philip Haines, 5000 kişinin yaşayabileceği büyüklükte bir yerleşim alanının belirlendiğini; hastane, okul gibi gerekli altyapıların önümüzdeki 5 yıl içerisinde yapılacağını; yolların, hükümet binalarının ve hidroelektrik sisteminin de kurulması gerektiğini sözlerine ekliyor.

Proje için fon arayışı

Bu stratejinin gerçekleştirilmesi için Solomon Adası yetkilileri uluslararası bağışçılardan iklim değişikliği fonu arıyor. Bu hafta Pasifik Adalarına kısa bir ziyarette bulunan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry buradaki ulusların; ABD’nin fonladığı “Asya-Pasifik bölgesinde iklim değişikliğinin etkileri ile başa çıkma programı”ndan faydalanacağını belirtti.

İlk defa bir başkentin tüm hizmet binaları ve tesislerle birlikte yer değiştireceği bir proje olan Choiseul projesi diğer Pasifik adasındaki şehirler için model olması bekleniyor.

Haberin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.

(Reuters, Yeşil Gazete)

 

Lice’deki heykel olayının ardındaki tuhaflıklar silsilesi – Ezgi Başaran

Kürt meselesi kaşınmak istendiğinde şehirdeki en yumuşak karnın Lice olduğu anlaşılmıştır. Birileri bu ilçeye oynamaktadır.

Bu meşum olayın göründüğü biçimiyle gerçekleştiğine inanmak son derece güç.

Dün Lice’de olanlardan söz ediyorum. PKK’lilerin mezarlığına 15 Ağustos’ta dikilen, örgütün liderlerinden Mahsum Korkmaz’ın heykeli dün sabah 09.00 itibariyle yıkıldı.

Bu yıkımı protesto edenler arasından Mehdi Taşkın adlı genç kafasından vuruldu ve maalesef hayatını kaybetti.

Karnından dört kurşunla yaralanan diğer bir gencin durumu ise ağırdı bu yazı yazılırken.

Bu olayı anlamak için birkaç adım geriye gidelim ve birkaç kilit soru soralım…

**

Öncelikle sorular…

BİR: Heykeli oraya kim dikti? Belli değil. Daha doğrusu ne Diyarbakır’daki Kürt siyasi hareketinin temsilcileri ne de örgütün yurtdışındaki izleyenleri ve medyasında buna değinen, değinmek isteyen var. Niye olsun diyeceksiniz… Bu tür şeyler, yani anıt mezarlar, büstler, heykeller hakkında söz ettirmek, böbürlenmek, sahiplenmek için yapılır. PKK, KCK ya da gençlik örgütü YDG-H o heykeli biz yaptırdık, getirip biz diktik demedi, demiyor. Görüştüğüm kaynaklar da ‘Kimdir vallahi tam bilemiyoruz’ noktasının ötesine geçmiyor.

İKİ: O heykeli 15 Ağustos günü, öyle gizli saklı, karanlık bir kuytuda değil, gayet aleni biçimde getirip Lice’ye nasıl diktiler? Normal şartlarda kuş uçurtmayan güvenlik güçlerinden “Hoop hemşehrim ne iş?!” diyen çıkmadı. “Hele siz bi dikin de, milliyetçilik damarları kaşınmış Türkler köpürsün. Bak biz o zaman gösteririz” der gibi… Sizce de tuhaf değil mi?

Şimdi gelelim bu hadiseye kadar biriktirilenlerin dikkat çekici boyutlarına.

Mesela sadece iki gün önce ‘PKK silahlarla uyuşturucu operasyonu düzenledi’ şeklinde fotoğraflı bir haberin ajanslara düşmesi…

Bu başlı başına ilginç bir haberdi çünkü Diyarbakır’ın özellikle Suriçi’ndeki Hasırlı ve Cemal Yılmaz gibi bazı yoksul mahallelerinde ciddi bir uyuşturucu problemi olduğu iki-üç yıldır biliniyordu. 1 ay önce de Diyarbakır Belediyesi bununla ilgili bir çalışma başlatmıştı. Eşbaşkan Gültan Kışanak’ı aradım ve ne olduğunu öğrenmek istedim: “Bu haberleri garipsiyorum. Bizim belediye olarak uyuşturucu ile mücadelemiz gayet açık, 92 sivil toplum örgütünü topladık. Metruk binaları yavaş yavaş bu iş için kullanılamaz hale getiriyoruz. Evet seçim döneminde halkın bizden ilk talebi uyuşturucu belasına çözüm bulmamızdı. Yani doğrudur ciddi bir sorun var ama tam da çözüm sistemini kurmuşken burada sanki kontrol dışı işler oluyormuş izlenimi uyandıran haberler için ne diyebilirim bilmiyorum.”

**

Bir başka olay daha… Dünkü heykel olayından yaklaşık 12 saat önce (PKK’nin Kandil’deki liderlerden Duran Kalkan tarafından yakın zamanda Sterk TV’de yayınlanan röportajda bir parça eleştirilen) YDG-H’ın olduğu iddia edilen bir Twitter hesabından ‘o heykele dokunursanız kimse bizi tutamaz’ minvalinde bir mesaj yayıldı.

İşin ilginci bu mesaj değil. Bu mesajın yayılmasına 500 binden fazla takipçisi olan ve Fethullah Gülen’in sitesi Herkul.org’un yöneticisinin retweet ederek iştirak etmesi yadırgatıcıydı.

Bir de fotoğraf hadisesi var. Heykel yıkıldıktan sonra yüzleri gizlenen birkaç askerin devrilen heykelin yüzüne postallarıyla bastıkları fotoğraf. Uzun süre sadece Cihan Haber ajansının servis ettiği ve öfkeleri kaşımaktan başka işe yaramayan bu fotoğrafı da uzun süre sadece Samanyolu Haber yayınladı.

Bunları niye anlattım: Ne zaman ki Kürt meselesinde bir adım atılıyor yahut bir kriz yaşanıyor, Lice’de bir fişek ateşleniyor. 2012’de İmralı’yla ilk görüşmeler başladığında öyleydi. 2013 Haziran’ında Gezi’nin bir uzantısı olarak Medeni Yıldırım’ın ölümü de Lice’deydi. Bu yılın Haziran’ında da Ramazan adlı bir genç öldürülmüştü. Nerede? Lice’de.

Ne bunlarla ne de heykel olayıyla Cemaat’in ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Elbette hayır. İma dahi etmiyorum.

**

Anlatmak istediğim açık açık şudur: Her yönünden tuhaflık akan bu heykel olayının Lice’de yaşanması tesadüf değildir. Kürt meselesi kaşınmak istendiğinde şehirdeki en yumuşak karnın Lice olduğu anlaşılmıştır. Birileri bu ilçeye oynamaktadır.

Cemaat ise çözüm sürecine baştan itibaren karşı olmasının ötesinde bu kez AKP’ye olan hiddetinden bir nevi Devlet Bahçeli tiradı, bir nevi Aydınlık, bir nevi Sözcü hissiyatı ve sorumsuzluğunda davranmaktadır. Sonunda ölümlerin yaşandığı feci olaylarda bu tip pozisyonlar almayı, demek ki, kendisine yakıştırmaktadır.

Ezgi Başaran – Radikal

Altın Koza adayları belli oldu

altın koza21. Altın Koza Film Festivali kapsamında yapılacak Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın finalistleri belli oldu.

Yarışmaya başvuru yapan 45 filmden, 12’si jüri önüne çıkmaya hak kazandı.

15 – 21 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek 21. Altın Koza Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alacak finalistler belli oldu. Her yıl yoğun ilgiyle karşılaşan yarışmaya başvuran 45 filmden, 12’si jüri önüne çıkacak.

Altın Koza’da yarışacak filmler şöyle:

Balık – Derviş Zaim

Beni Sen Anlat – Mahur Özmen

Deniz Seviyesi – Nisan Dağ, Esra Saydam

Firak – Halil Özer

Gittiler: Sair ve Meçhul – Kenan Korkmaz

İçimdeki Balık – Ertan Velimatti Alagöz

Neden Tarkovski Olamıyorum? – Murat Düzgünoğlu

Nergis Hanım – Görkem Şarkan

Silsile – Ozan Açıktan

Toz Ruhu – Nesimi Yetik

Yağmur – Kıyamet Çiçeği – Onur Aydın

Yola Çıkmak – Evren Erdem

Sonuçlar 20 Eylül’de

En İyi Film seçilecek eserin 350.000 TL’lik ödülün sahibi olacağı yarışmanın sonuçları 20 Eylül gecesi yapılacak Kapanış Töreni’nde belli olacak.

15 Eylül’de başlayacak Altın Koza Film Festivali’nde, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın yanı sıra Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması düzenlenecek. Özel gösterimler, söyleşiler, sergiler ve atölye çalışmaları ise yine festival haftası boyunca sanatseverleri bekleyen diğer etkinlikler olacak.

Japonya’da toprak kaymasında en az 27 kişi öldü

Japonya’nın Hiroşima şehrinde meydana gelen toprak kayması sonucu aralarında çocuklarında olduğu 27 kişinin öldüğü, 10 kişinin de kayıp olduğu belirtiliyor.

Şehir merkezinin 5 km uzağında dağ eteğindeki bir yerleşim yerinde meydana gelen toprak kaymasına; son haftalarda yağan yağmur ile doygunluğa ulaşan toprağa, bir gecede bir ayda yağması gereken miktar kadar yağmur yağmasının neden olduğu belirtiliyor.

An aerial view shows a landslide that swept through a residential area at Asaminami ward in Hiroshima, western Japan
Fotoğraf: REUTERS
Local residents wait for rescue operation atop of collapsed houses as rescue workers stand by next to them, after a massive landslide swept through a residential area at Asaminami ward in Hiroshima
Fotoğraf: REUTERS

Evlerin 100 metre sürüklendiği bölgede kurtarma çalışmaları devam ederken ölü sayısının artmasından endişe ediliyor.

Yaz tatilini yarıda keserek Tokyo’ya geri dönen Başbakan Shinzo Abe yüzlerce askeri kurtarma ekibine destek olması için sevk edeceğini belirtti.

(Reuters, Yeşil Gazete)

Termik santrale karşıyım, DOSAB’da ve her yerde – Sedar Esen

10 Haziran 2014 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesinde DOSAB tarafından yapılması planlanan “DOSAB Buhar ve Enerji Üretim Tesisi” projesine ilişkin ÇED başvuru dosyasını uygun bularak, proje ile ilgili ÇED sürecini başlattı. Yapılan açıklamada ÇED sürecinde “halkın katılım toplantısı yapılmaması, bunun yerine istek, öneri ve görüşlerin doğrudan Valilik, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve Bakanlığa iletilebileceği” belirtiliyor.

Bu açıklamanın ardından Bursa kamuoyu konuyu tartışmaya başladı. Siyasi partiler, dernek ve STK’lar, medya ve özellikle de Demirtaş’a yakın mahallelerde yaşayan halk, “Buhar ve Enerji Üretim Tesisi” olarak adlandırılan ama aslında “Termik Santral” olan projeye karşı çıkıyorlar. 49 MW gücünde planlanan tesis kömür yakacak ve Demirtaş Organize Sanayi Bölgesinde yer alan fabrikalar için buhar üretecek. Kömürün de ağırlıkla Dursunbey’den geleceği ve yılda 500 bin ton kömür yakılacağı ifade ediliyor.

DOSAB yetkilileri bu tesis ile üyelerine daha ucuz sıcak su ve buhar vereceklerini, maliyetlerin düşeceğini belirtiyorlar. Evet, kapitalizmin tek ölçütü “kar” ve bunu sağlamanın yolu da maliyet düşürmek, ne pahasına olursa olsun!

Peki Bursa halkı neden bu tesise karşı çıkıyor? Çünkü termik santraller hem küresel ısınmaya neden olan sera gazlarını(karbon dioksit) hem de hava kirliliğine neden olan gaz ve parçacıkları havaya salarak, ayrıca kül dağlarına ve asit yağmurlarına neden olarak insan sağlığına ve doğaya zarar vermektedir. Termik santralin çevreye verdiği zararlar yanında, bu santralde kullanılan kömürü üreten madende çalışan işçilerin yaşadığı kazalar, solunum hastalıkları, maden bölgesinde tarımın olumsuz etkilenmesi gibi yan etkileri de var.

DOSAB özeline geldiğimizde ise santralin yapılacağı bölgeye komşu mahallelerde onbinlerce insan yaşamakta ve bölgede tarım yapılmaktadır. Özellikle bu bölgede yaşayanların tesisten ciddi biçimde etkilenecekleri açıktır. DOSAB yetkililerinin “santralin çevreci olduğu” açıklamasını duyunca aklımıza “ben çevrecinin daniskasıyım” diyen Sayın Erdoğan geldi. DOSAB yetkilileri kusura bakmasınlar ama söze değil yapılan işe bakmak gerek. Santralde kömürün yakılması sonrası ortaya çıkacak külün nasıl ve nerede depolanacağı belirsizdir, bu durum büyük risk yaratmaktadır. Ayrıca soğutma için gerekli olan günlük 10.000 ton civarında su nereden sağlanacak? Sularımızın giderek tükendiği bu dönmede yer altı sularının yok edilmesi kabul edilemez.

Ülkemizde şu anda kömürle çalışan 22 adet termik santral bulunmakta ve 7 termik santral de yapım aşamasındadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2010-2014 stratejik planında, AKP’nin 2023 vizyonuna uygun olarak kömür ön plana çıkarılmaktadır. Bazıları lisans bazıları da ÇED aşamasında olan 80 yeni termik santral yapımı planlanmış durumdadır. Mevcut termik santral kurulu gücü 13 bin MW iken, kurulmak istenen yeni termik santrallerin kurulu gücü 65 bin MW dolayındadır ki, bu rakam akıl almaz biçimde yüksektir.

Hayali enerji talep tahminleri ile ve enerji bağımsızlığı, kalkınma söylemleri ile Türkiye bir kömür tuzağına sürüklenmektedir. Türkiye’nin daha çok enerji üretimine değil, ürettiği enerjiyi daha akıllı kullanmaya ihtiyacı vardır. Kömürü bir enerji kaynağı olarak kullanmaktan vazgeçmeli, mevcut santralleri bir plan dahilinde kapatırken yeni hiçbir termik santrale izin verilmemelidir. Ülkemiz temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları olan rüzgar, güneş ve jeotermal açısından zengindir ve bu kaynaklar ihtiyacımız için yeterlidir.

DOSAB da yapılmak istenen termik santrale kuşkusuz ki karşıyım, ama sadece ona değil, Kozağaçlı’da ve diğer yerlerde yapılmak istenen termik santrallere de karşıyım. Türkiye’de kömürlü termik santrallerin neden olduğu hava kirliliği her yıl 7.900 kişinin ölümüne neden olmaktadır. Kömür, iklim değişikliğinin en büyük nedeni olan sera gazları arasında başta gelen karbon dioksitin de en önemli kaynağıdır. Sera gazı salımını1990-2012 arasında %133 arttıran Türkiye, bu artışı büyük ölçüde kömür ve diğer fosil yakıt kullanımına borçludur.

DOSAB termik santraline karşı çıkarken “yerinden yönetim” in önemini de vurgulamak gerek. Bursa’da yapılmak istenen bir santrale ya da başka bir tesise Ankara’dan karar veren “merkezi yönetimi” değil, Bursa’da ne yapılacağına Bursa’da yaşayanların karar vermesini öngören “yerinden yönetim” ya da “yerel özerklik” savunmak, tam da bu tür olaylarda ihtiyacımız olandır.

Serdar Esen

Ezidilere dostluk eli – Enver Sezgin

2007 yılının 14 Ağustos’unda Ninova Vilayeti’nin sınırları içindeki, Kathaniye ve Adnaniye köylerinde bomba yüklü dört kamyonun eş zamanlı olarak patlaması sonucu 500 civarında Ezidi yaşamını yitirmişti. Yüzlerce insan yaralanmış, yetmiş ev kullanılamaz hâle gelmişti. Yeni katliamların habercisi olan bu saldırıya aldırış eden olmadı. Gerekli önlemler alınmamış; Ezidiler kaderleri ile baş başa bırakılmışlardı. Tarihte 72 katliamla karşı karşıya gelen bu kadim topluluk, bugün bir kez daha kıyımdan geçirilmektedir.

Bir yandan, IŞİD’in saldırıları sonucu yaşamını yitirenler; öte yandan, ölülerini gömemeden yola çıkıp, saldırılardan kurtulmaya çalışan insanlar.

Zorlu yollarda açlıktan ve hastalıktan ölen çocuklar…

Bir insanlık dramı yaşanmaktadır.

Bir görgü tanığı şunları söylüyor: “IŞİD tarafından takip edilerek öldürülen çoğu çocuk ve yaşlı, onlarca kişinin cesedini gördüm. Aşırı sıcaklardan cesetlerin kokusu her tarafa yayılmıştı.” Katliamdan kaçmaya çalışan yüzlerce insan ise Şengal dağında açlık ve susuzluktan hayatını kaybetti. Kırk yaşındaki Hacı İsmail Hüso’nun şu söyledikleri bir trajedinin yaşandığını açıkça anlatmaktadır: “Yakaladıkları erkekleri öldürüp, kadınları yanlarında götürüyorlar. IŞİD’in öldürdüğü yakınlarımızın cesetleri evlerimizde kaldı. Evlerimizi ise ateşe verdiler. Onlarca yakınımız kayıp. Kimin nerede hangi durumda olduğunu bilmiyoruz.”

Ezidileri öldürenler, kutsal mekânlarını da tahrip ediyorlar. Yüzyıllardır salt inançları yüzünden zulüm gören bu insanlar, bir kez daha yollara düşmek zorunda kaldılar. Bir o kadarı ise hâlâ yaşadıkları yerleri terk etmiş durumda değildirler. Evlerinde kalanlar her gün, her an yeni katliamların birer kurbanı olabilirler. Binlerce insan Duhok ve Erbil’in yolunu tuttular. Burada okullara, boş kamu binalarına ve göçmen kampına yerleştirilmektedirler. Onlar, zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyorlar. Bir bölümü Rojava’ya sığındı. Geçen hafta içinde ise Şengal’den ve Şeyxan havzasından kaçan binlerce Ezidi, Habur sınır kapısından geçerek Türkiye’ye giriş yaptılar. Silopi, Batman, Urfa gibi illere yerleşenler, yöre halkının destekleri ile ayakta kalmaya çalışıyorlar.

Ne yazık ki, Türkiye’nin Ezidilere karşı karnesi pek parlak değil.

Bu ülkede Ezidiler hep yok sayıldılar. Baskı gördüler, horlandılar.

12 Eylül askerî darbesi onlar için zorlukların arttığı yeni bir dönem oldu. Seksenli yılların ortasında ise burada kalmaları imkânsız bir hâle geldi. Koruculuğa zorlandılar. Ancak kabul etmediler. B u kez ölümle tehdit edildiler.

Topraklarını, evlerini, anılarını burada bırakıp Avrupa’ya göç ettiler. Yıllarca sağ olarak gidemedikleri köylerine “ölülerini” gönderdiler.

Bu ülkenin, Ezidi toplumuna karşı büyük bir borcu vardır. Şimdi hiç değilse bu borcun bir bölümünü ödeme zamanıdır.

Türkiye’de insanlar haklı olarak Gazze’de gerçekleştirilen katliama tepki gösterdiler. Ölen çocuklar için yas tuttular. Bugün Şengal’de de benzeri şeyler yaşanıyor. Orada da çocuklar öldürülüyor. Bir başka tepkiyi Ezidiler için gösterebiliriz, göstermeliyiz. Bu bir insanlık görevidir. İnsanlık görevimizi yerine getirelim.

Masum insanların çığlıklarını duyalım.

“Susuzum, açım. Yemeğimiz yok. Ezidiler açlıktan ölecek” diyen altı yaşındaki çocuğun feryadına kulak verelim…

NOT:Ezidilerin bir bölümü Batman’ın Ezidi köylerine yerleşmiş durumdadırlar. Pek çok şeye ihtiyaçları bulunmaktadır. Göndereceğiniz birkaç giysi, çocuklar için oyuncak, battaniye, kuru gıda, mutfak eşyası vs. zorluk içinde geçen hayatlarını biraz olsun kolaylaştıracaktır.

Enver Sezgin – Taraf

 

Yardım için, Barış Eviz: 0505 352 53 15 ya da Mehmet Bağatır: 0535 697 39 38.

Doğal sit alanlarında Hes’ler yasaklandı mı? – Yusuf Gürsucu

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı HES projeleri için yapılan başvuruların değerlendirilmesine dair “ilke kararı” almış ve bu karar Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş. İlke kararları, 2011 yılı öncesinde Kültür Bakanlığı’na bağlı “Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu” tarafından alınan kararlardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulması ile birlikte bu kurul ikiye ayrıldı. Kültürel Varlıkları Koruma Kurulları Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesine bırakıldı. Bu durum, geçmişte oluşturulan kültürel ve doğal sit alanlarının birlikte korunmasına yönelik tutumun terk edilerek, bu alanların “korur gibi yapılıp” sermaye birikim sürecine daha rahat biçimde eklemlenmesinin yolunu açmıştı.

2010 yılında hazırladıkları bir yasa tasarısı meclis gündemine gelmeyi bekliyor. Bu yasa tasarısı “Tabiat Varlıklarını ve Biyo çeşitliliği Koruma Yasası” olarak bilinmekte. Yoğun tepkiler nedeniyle bu tasarıyı bir türlü meclis gündemine getiremediler. Yasa açık bir biçimde tüm koruma alanlarının ve endemik bitki türlerinin tamamını sermaye insafına terk ederek sermayeye yeni birikim yolu açmaktadır. Yasanın en önemli özelliği “Doğal sit alanlarının, Milli parkların” yani tüm doğal koruma alanlarının tamamının statülerini ortadan kaldırarak yeni statü verilmesini içermektedir. Bu yaklaşım “orman vasfını yitirmiş” bölgeler yaratarak gerçekleştirdikleri satışları aklımıza getirmeli. Amaçlanan şey, koruma bölgelerinin yeniden değerlendirilmesi ile birlikte sit alanlarında önceden belirledikleri ve iç etmek istedikleri bölgelerin koruma statü derecelerin düşürülmesi ya da kaldırılması gayretidir.

“İlke kararı”

Resmi Gazete’de yayınlanan ilke kararında da açıkça göze çarpan şey bölgelerin yeniden değerlendirilmesi vurgusudur. Yasanın 3. maddesi aynen şöyle “ Mevcut doğal sit derecelerine göre; Doğal Sit Alanları’nda yeniden değerlendirme yapılıncaya kadar; 1. maddede belirtilen özellikleri bünyesinde barındırmayan 1’inci, 2’nci ve 3’üncü derece doğal sit alanlarında 2. maddede belirtilen şartlar doğrultusunda izin verilebileceğine…” Bu yasanın koruma bölgelerinin yeniden değerlendirmesi sürecinin uzamasının verdiği rahatsızlığı gidermeye dönük yol açıcı ön bir yasa olduğunu görebilmekteyiz.

Sözü geçen 1. Madde ise şöyle “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu sonucunda; bölgesel, ulusal veya dünya ölçeğinde olağanüstü ekosistemleri/türleri bulunduran, özgün ekosistem yapısına sahip, doğal alanların ekolojik bütünlüğünü sağlayan ve besin zinciri içinde yer alan kritik türleri barındıran, küresel ve ulusal ölçekte dar yayılımlı, kritik, nesli tehdit ve tehlike altında endemik tür veya türlerin; üreme ve beslenme alanlarını ihtiva eden, hayati ihtiyaçlarını temin edebileceği uygun yaşama şartlarını sağlayan, göç ve yayılma alanlarını ve göç yollarını ihtiva eden, ekolojik süreçleri, ekosistem hizmetlerini, ekolojik barınakları muhafaza eden, iklim değişikliklerine tampon sağlayan, jeolojik ve jeomorfolojik açıdan istisnai özellikte olan, kriterlerden en az birini bünyesinde bulunduran doğal sit alanlarında HES yapımına izin verilmeyeceğine…”

Peki, “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu”nu kim hazırlayacak? “Olağanüstü” ekosistemleri ve türleri kim belirleyecek? Bu sorulara yasa taslağının 5. maddesinde sözde cevap verilmiş “Madde 5: Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonları’nda ekolojik temelli bilimsel araştırma raporunun konusu ile ilgili uzmanların bulunmaması(!) durumunda, biyolojik çeşitlilik konusunda uzman(!) biyologların ve/veya jeologlardan komisyonca görüş alınması gerektiğine…” Görüş alacaklar peki kimden? Bünyedeki uzmanlardan o da yoksa dışarıdan birilerinden! Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözünü hatırlayıp “toprak koruma kurullarının” verdiği kararları beğenmeyip kurulların tamamını değiştiren bir anlayışın bu kapsamda doğru karar vermesi beklenebilir mi?

Hedefleri suya el koymak!

Yasada şöyle bir madde yer alıyor “Ekolojik ihtiyaç debisinin araştırma çalışmasında belirlenerek su yatağındaki biyolojik çeşitliliğin devamını sağlayacak şekilde teminat altına alınması”. Can suyu diye ifade ettikleri şeyi tarif ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde Artvin ilinde yapımı gerçekleşmiş Erenler HES olarak bilinen HES’in Erenler Köyü’nde yarattığı sorun üzerinden bakınca suyun kimlere “ait” ve cansuyunun bir aldatmacadan ibaret olduğunu açıkça görebiliriz. Yakın geçmişte Erenler Köyü’nün içinden geçen dere yatağına verilen “cansuyu” ancak bir bataklık oluşturmuş. Bu bataklık nedeniyle çok yoğun bir sivrisinek üremesi yaşanmış ve insanlar bu durumu valilik ile paylaştıktan sonra dere yatağına hiç olmazsa 1 saatliğine su bırakılıp bu bataklığın temizlenmesini istemişler. Valinin ve HES şirketinin verdiği cevap ‘hay hay 100.000 TL yatırın 1 saat suyu salalım, her saat için yüz bin lira yatırırsanız istediğiniz süre suyu dere yatağına bırakabiliriz’ olmuştur.

Adım adım tüm koruma yasalarını iğdiş etmekteler. 2010 yılında çıkan YEK’in (Yenilenebilir Enerji Kanunu) 8. madde 4. fıkrası aynen şöyle “Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde ilgili bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla “yenilenebilir enerji kaynaklarına” (HES’ler de sözüm ona yenilenebilir kaynak) dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir” Çıkarılan yasa ile sağlanmaya çalışılan şey oluşturmak istedikleri kurulların iki dudağı arasına doğal yaşamı sıkıştırmak.

Su kanunu

Görüşe açtıklarını söyledikleri “su kanunu” yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız noktaları tamamlayan ve suyu tamamen doğadan çalıp kontrol ederek ticarileştirmeyi sağlamaktadır. Kanun taslağına göre, sudan öncelikle arazi sahibi faydalanacak, suyun değerlendirilemesinde “içme-kullanma, tabii hayat, zirai sulama, enerji ve sanayi, ticaret, turizm” sıaralaması izlenecek. Bu sıralamaya dikkat edin sıralamada öncelikli olarak nitelenmiş “içme-kullanma” tahsisinde HES firmalarının havza kiralamalarıyla enerji üretmiyle birlikte “içme-kullanma” hizmetini de tekellerine alacaklar ve sıralama şirketin çıkarlarına göre düzenlenecek.

Taslakta Orman ve Su Bakanlığı YPK (Yüksek Planlama Kurulu) onayıyla “Ulusal Su Planı” hazırlayacak. Bu planlara uygun “havza planları” yapılacak. Taslakta “Şirketlere ve kişilere DSİ tarafından ücreti karşılığında 49 yıla kadar su kaynağı (havza) tahsisi yapılacak.” “Tahsisleri havza su tahsis heyeti yapacak bu heyet yönetmelikle belirlenecek. Bu tahsisler bir sicil sistemiyle takip edilecek. Tahsis edilen sulardan, su tahsis belgesinde belirtilen miktar su esas alınarak yıllık ücret alınacak. Ücretlendirmeyi Bakanlar Kurulu yapacak. Su temin maliyetlerinin kullanan, kirlilik önleme maliyetlerinin kirleten tarafından ödenmesi, esas olacak”

Aslında fazla söze gerek yok, hazırladıkları tüm yasa ve yönetmeliklerin tamamı “mış” gibi yapıp doğanın metalaştırılıp ticarileştirilmesinden ibaret. Süslü püslü kelimelerle bezedikleri metinlerin tamamında alçaklıklarını hiçbir biçimde gizleyememekteler. Mevcut hükümet Türkiye’de bugüne kadar iktidara gelmiş tüm hükümetlere rahmet okutmaktadır. Gelmiş geçmiş tüm iktidarların bugüne kadar doğaya verdikleri zararın toplamından mislice fazlasını mevcut AKP iktidarı gerçekleştirmiştir. Sayın Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde almış olduğu oy miktarı geleceğe dair umutlarımızı yeşertiyor. Gelecek seçimlerde barajları yıkıp mecliste, vadilerde ve sokakta göstereceğimiz mücadele bu süreci ancak tersine çevirip durudurabilir.

Yusuf Gürsucu – Özgür Gündem

Moda Bostanı’nda otoparka yer kalmadı

moda bostanıModa Bostanı’na verilen “otopark” ruhsatı Kadıköy halkının tepkisinin ardından harekete geçen Kadıköy Belediyesi’nin İBB’ye başvurusu üzerine iptal edildi

Kadıköy Belediyesi’nden yapılan açıklamaya göre Eski Moda Sabit Pazarı olarak bilinen Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait araziye İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından verilen otopark ruhsatı, Kadıköy Belediyesi’nin yaptığı başvuru üzerine iptal edildi.

Moda’daki son yeşil alanlardan biri olan ve “Afet Toplanma Alanı” olarak belirlenen yeşil alanda 31 Temmuz günü otopark yapımı için çalışma başlatılmak istenmişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği ruhsata dayanarak yapılan çalışma, mahalle sakinlerinin tepkisi üzerine Kadıköy Belediyesi Zabıta Müdürlüğü ekipleri tarafından geçici olarak durdurulmuştu.

Kadıköy Moda’da nöbet iki gün boyunca devam ederken, Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’ndan kararın yeniden değerlendirileceğine dair bir açıklama gelmişti.

Kadıköy Belediyesi 4 Ağustos’ta İBB’ye ruhsat iptali başvurusunda bulundu. Kadıköy Belediyesi’nin talebini değerlendiren İBB otopark alanı için verdiği ruhsatı iptal etti.

Kaynak: sendika.org