Ana Sayfa Blog Sayfa 2493

Grönland’da alarm çanları: Buzlar eriyor

Köpeklerin ‘su üzerinde yürüdüğü’ fotoğraf bölgedeki aşırı ısınma hakkındaki gerçekliği gözler önüne serdi

Danimarka Meteoroloji Enstitüsü’nden bir ekip tarafından çekilen fotoğraf Grönland’da buzulların hızla eridiğini gözler önüne serdi. Fotoğraf ekibin kızakla yaptığı yolculukta köpeklerin eriyen buzullar nedeniyle bilek seviyesindeki suda koştuğunu gösteriyor.

Fotoğraf, Grönland’ın kuzeybatısında yer alan Inglefield Bredning Fiyordu’nda çekildi. Yetkililer, diğer bölgelerde eriyen buzul sularının yüzeydeki çatlaklardan aşağı indiğini fakat bu bölgedeki buzullarda çatlak bulunmadığı için eriyen suların yüzeyde kaldığını ve bu görüntüyü ortaya çıkardığını söyledi.

The Guardian’da yer alan habere göre, Danimarka Meteoroloji Enstitüsü’nde iklim bilimci olan Ruth Mottram, “Bu mevsimde ulaşım için en pratik yöntem hala kızak kullanmak. Kış mevsiminde bu bölgede çok sağlam ve kalın bir buzul tabakası oluşur ve eriyen buzul sularının aşağı inmesi için çatlaklar oluşturmaz. Geçtiğimiz hafta güneyden gelen sıcak hava dalgası nedeniyle çok yüksek hava sıcaklıklarıyla karşılaştık” dedi.

Enstitü, geçtiğimiz çarşamba Grönland’ın kuzeybatısında kalan Qaanaq bölgesinde hava sıcaklığını 17.3 santigrat derece olarak ölçtü. Yetkililer bu sıcaklığın yaz koşulları için bile yüksek olduğunu belirtti.

Normal şartlarda Haziran-Temmuz aylarının sonuna kadar buzul erimesiyle karşılaşmadıklarını söyleyen Mottram, “Bu sıcaklıklar olağan dışı olmasına rağmen daha önce görmediğimiz aşırı bir hava durumuyla karşı karşıyayız. Bunda küresel ısınmanın oynadığı rolü direkt söylemek için henüz erken” diye konuştu.

‘Akdeniz iklimi’ şarkılarda ve kitaplarda kalacak

 Bir yandan aşırı yağış, seller, yıldırım, şimşek ve hortumlar diğer yanda çölleşme ve kuraklık. İklim değişikliği Türkiye’nin de çehresini değiştiriyor. Prof. Murat Türkeş uyarıyor: Türkiye’nin sıcaklık ve yağış rejimi değişti. Tropikal kuşak yanıbaşımızda.

Geçtiğimiz mayıs ayı ‘yağışlı’ geçmişti. Haziranın başından beri ise Anadolu’da yağış durmadı. Bu yağışların özelliği; kısa süreli oluşu, aniden bastırması, çok şiddetli yağması, yıldırımlar, şimşekler ve gökgürültülerinin eşlik etmesi ve bir kaç saatin ardından birden durması. Aniden, aşırı bir şekilde yağan yağmurların neden olduğu sellerde ve yıldırım çarpması sonucu üç günde 9 kişi hayatını kaybetti; hortum ve dolu yağışı binalara ve tarlalara/seralara büyük zarar verdi.

Sadece üç günde (15-16-17 Haziran 2019) Türkiye’de yaşanan aşırı yağış, sel, dolu ve yıldırım düşmesi sonucu ortaya çıkan bilançonun basına yansıdığı kadarı şöyle:

Ağrı: Diyadin ilçesinde birden başlayan dolunun yağmura çevirmesi üzerine oluşan sel sularına kapılan anne ve iki çocuğu ile aynı bölgede yıldırım isabet eden bir çoban yaşamını yitirdi.

Aksaray: Ortaköy ilçesinde aniden bastıran şiddetli yağmur nedeniyle oluşan sel, o sırada yapılan düğün evinde paniğe neden oldu. Çadıra sığınan kadınlar, orayı da su basması üzerine can pazarı yaşadı. Dengesini kaybeden ve suya düşerek akıntıya kapılan bir kadını düğündeki vatandaşlar kurtardı.

Eskişehir: Etkili dolu yağışı ve sağanak nedeniyle yollarda oluşan su birikintileri araç sürücüleri ve yayalara zor anlar yaşattı. Rögarlar tıkandı, araçlar yollarda kaldı, bazı otomobillerin üzerine ağaçlar devrildi, alt geçitleri su bastı.

Tunceli: Ovacık ilçesinde bulunduğu çadıra yıldırım isabet eden Pamuk Çetin yaşamını yitirdi.

Yozgat:  Merkeze bağlı Lök, Topçu ve Gökçekışla köyünde dolu ve sağanak ekili alanlara ve yerleşim yerlerine zarar verdi. Selin getirdiği kütükler ve devrilen ağaçlar nedeniyle Yozgat- Boğazlıyan kara yolu kısa süre ulaşıma kapandı. Lök köyünde sel nedeniyle 5 evin avlu duvarı, 2 ahır ve 1 tandır evi yıkıldı, 3 köprü de kullanılamaz hale geldi.  Köy Muhtarı Hasan Önal, ekili alanlarda büyük zarar olduğunu belirterek yetkililerden yardım istedi.

Kırıkkale: Sulakyurt ilçesinde kuvvetli sağanak nedeniyle oluşan sele kapılan karı koca hayatını kaybetti. Öztürk çiftinin cesedi, mandıranın 2 kilometre uzağındaki, Çankırı’ya bağlı Karallı köyü yakınlarında bulundu. Çifte ait 35 büyükbaş hayvanın da sele kapılarak öldüğü belirlendi.

Kocaeli: Darıca ilçesinde sağanak sele dönüştü. Ev ve iş yerlerinin bodrum katları su altında kalırken, bir işyerinin zemininde suda mahsur kalan 2 kişi, itfaiye ekiplerince kurtarıldı. Yaralı olarak kurtarılan 2 kadından biri; Elif U., yaşamını yitirdi. Etkili sağanak nedeniyle birçok yerde ev ve işyerlerinin bodrum katlarını su bastı. Bazı bölgelerde ağaçlar devrildi, binalarda mahsur kalanları itfaiye kurtardı.

Adana: Feke ilçesinde Süphandere Mahallesi ile Bağdatlı Mahallesi arasında bulunan köprüde aşırı yağışlar nedeniyle yol güzergahında çöktü, araçlar çukura düştü. İlçeye bağlı Süphandere ve Bağdatlı Mahallesi arası ile Süphandere Gürümze ve Gedikli Mahalleleri bağlantı yolu, aşırı yağış nedeniyle ulaşıma kapandı.

Özellikle son bir kaç haftadır yoğunlaşan bu aşırı yağış ve şiddetli hava olaylarının nedenlerini Boğaziçi Üniversitesi, İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu üyesi ve Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Murat Türkeş’le konuştuk.

Sıcaklık ve yağış rejimleri değişiyor

Prof. Türkeş, uzun süreli klimatolojik gözlemlerden elde edilen bulgulara göre, Türkiye’de hava ve iklim olaylarındaki aşırı değişikliklerin, şimdilerde dramatik şekilde fark etsek de 90’lı yıllarla birlikte yaz ve tropik gün sayısındaki artış, buna karşılık don olayları ve kar yağışlı gün sayısındaki belirgin azalmayla kendini göstermeye başladığını anlatıyor: “Türkiye’nin son 25 yıllık döneminde, hem sıcaklık rejimi belirgin olarak daha ılıman ve sıcak koşullara doğru değişti hem de sıcak hava dalgalarının sıklığı ve şiddetinde önemli artışlar tespit ettik.” Son yıllarda yaşadığımız şiddetli yağışlar, fırtınalar, seller, taşkınlar ve hortumlar gibi aşırı iklim olaylarının etki ve sıklığının artışının altında, küresel ısınmanın etkisi sonucu buharlaşma ve terlemenin artmasıyla atmosfere daha fazla su buharının salınması ve bunun sonucunda hidrolojik döngünün hızlanmasının yattığını anlatan Türkeş, “Sadece yağış rejiminin değil, son 10 yıl önceki 10 yılla karşılaştırıldığında Türkiye’de hortum sayısı ve hortumun görüldüğü alan sayısında da artış var. Bütün bunlar yaşanırken kış kuraklığının sıklığında da bir artış olduğunu görüyoruz” diyor.

Kırkikindiler yaygınlaştı

Eskiden Türkiye’de ilkbahar sonu, yaz başında karasal iç bölgeler, Batı Anadolu, Göller Bölgesi ve Kuzeydoğu Anadolu gibi alanlarda görülen kırkikindi yağışlarının şimdi yaygınlaştığına dikkat çeken Türkeş, yeni durumu şöyle ifade ediyor:

“Normalde, deniz kıyısındaki yerlerde, mesela yaşadığım Çanakkale’de bu yağış rejimi görülmezdi, çünkü karasal bölge değil. Ancak hem kara hem de denizde yüzey sıcaklıklarının artması, muson yağış rejiminin  kuzeye doğru çıkması, buharlaşmanın, terlemenin artışı, aynı zamanda sıcak hava kütlelerinin daha fazla nem içermesine neden oluyor. Hava ısındıkça hem nem hem de nem tutma kapasitesi artıyor.”

Üç tarafı denizle, denizlerin etrafının da farklı dağ kuşaklarıyla çevrildiği ülkemizde, alçak basınca ek olarak dağların ısınmış ve nem yüklü hava kütlelerini yükselmeye zorlamasının daha güçlü yağış sistemi oluşturduğunu anlatan Prof. Türkeş, “İşte butün bunların sonuçları da seller, taşkınlar, fırtınalar, şiddetli yağış ve hortumlar oluyor” diyor.

Türkeş, özellikle Kuzeybatı Anadolu’da görülen yerel konvektif sağanak yağışlarla (sıcak havanın daha soğuk ve ağır hava içerisinde yükselmesiyle oluşan; gökgürültülü ve şimşekli yağış) buna bağlı nem artışının geçmişe göre önemli ölçüde arttığına dikkat çekiyor: “Çalışmalarımız, bütün bu konularda önemli değişiklikler olduğunu gösteriyor. Eskiden özellikle ilkbahar ve yaz dönemine ilişkin yağışlı gün sayısında bu kadar yüksek değerler yoktu., ama son 10 yılda, özellikle Türkiye’nin kuzeybatısında yağışlı gün sayısında da artış var. Bu olumlu bir şeymiş gibi görünebilir ama sıcak günlerde bu artış, sağanak yağış anlamına gelir. Bu da çok miktarda ve iri yağmur damlalarının yeryüzüne düşmesi demektir.”

Tropik günlerin sayısı artıyor

Çalışmalarından elde ettikleri sonuçlara göre, Türkiye’de ortalama sıcaklıkların yanı sıra, gece sıcaklıklarında ve sıcak günlerin sayısında da artış olduğunu  kaydeden Türkeş, “Yaz günlerinin sayısı arttığı gibi, tropikal günlerin sayısında da, özellikle de geceleri tropik sıcaklıklarda belirgin bir artış var. Bütün bunlar, Türkiye’nin sıcaklık rejiminde çok ciddi bir değişiklik olduğunu gösteriyor” diye konuşuyor: “Sıcaklık ekstremlerinin yanı sıra rekor sıcaklıklarda değişim var. Rekor kıran maksimum sıcaklıkları daha çok, minumum sıcaklıkları ise daha az kaydetmeye başladık.”

İklim değişikliği, kuraklık ve çölleşme omuz omuza

Prof. Murat Türkeş, Türkiye’nin ‘alışkın olduğumuz’ iklimini şöyle ifade ediyor: “Bir Akdeniz ülkesi olarak Türkiye normalde, hava ve iklimin çok değişken olduğu subtropikal bir iklime sahiptir. Ülkenin batı ve güney yarısı sıcak dönemde tropikal, soğuk dönemde polar sistemin etkisindedir. Akdeniz iklimi dediğimiz şey tam da budur.”Ancak küresel iklim değişikliği nedeniyle ısınan yeryüzünde ekvator kuşağının kuzeye, kutuplara doğru kayarken, Türkiye de bu durumdan çok olumsuz etkileniyor: “İklim kuşakları, tropikal, subtropikal kuşaklar kaydıkça, muson rejimini denetleyen bir basınç sistemi de daha fazla kuzeye ulaşıyor. Bu nedenle de Türkiye’de bu tropikal sistem nisandan kasıma kadar sürmeye başladı. Bu; mevsimsel kaymaları da açıklıyor. “

İklim değişikliğinin aynı zamanda Türkiye’nin asıl yağış aldığı sonbahar ve kış mevsimlerinin yağış sisteminin de bozulmasına yol açtığını söyleyen Türkeş, “Daha sıcak, nemli, sağanaklı bir ilkbahar ve yaz yaşarken, bir yandan da kışın bereketli, yağış getiren sistemlerinin etkisinin azaldığını bir döneme giriyoruz. Bu da kuraklaşma demektir” diye konuşuyor.

Prof. Türkeş, Türkiye’nin tarım sisteminde, doğal yağışlara bağlı kuru tarımın önemli yer tuttuğunu hatırlatarak uyarıyor: “Önemli ürün kayıplarımız oluyor. Tahıl, baklagil ve hayvan yemi üretilen bölgelerde sorun büyük. Akdeniz havzasında kış yağış rejimi hayatidir. Bu nedenle de yeraltı sularını çok dikkatli kullanmak gerekir. Onlara güvenerek sulu tarım yapamayız, çünkü yakın geçmişte 30-40 metrede çıkan yer altı sularını çekebilmek için şimdi 300 ila 500 metreye inmemiz gerekiyor. “

iklim değişikliği için acilen harekete geçilmeli

Türkiye’de iklim değişikliğinin kuraklık ve çölleşmeyle omuz omuza gittiğini anlatan Türkeş, “Sadece sıcaklık artışı ve yağışların azalmasından söz etmiyoruz. Bunların tetiklediği çok sayıda doğal sistem bozulmaları var. Bunun üzerine bir de insan faktörünü koyunca, ne kadar titiz davranmamız gerektiği ortaya çıkıyor” ifadelerini kullanıyor.

Prof. Murat Türkeş’in son sözleri, iş dünyası ve yetkililere: “İş dünyasının bu konudaki rolünü yerine getirdiğini söyleyemem. Yerel yönetimler, birkaç istisna dışında iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum konusunda fazla bir şey yapmıyor. Ulusal planda, bağlayıcı uluslararası anlaşmalar ve kısmen AB etkisiyle daha ilgili olsalar da henüz yükümlülüklere yansımadı. İklim için olumlu bir adım yok. Çölleşmeyle mücadelede diğer ülkelerden biraz daha iyi durumdayız, çünkü kuruluş yıllarından itibaren iyi bir altyapı oluşturuldu. Etkili sivil toplum kuruluşlarının da çabalarıyla, çölleşmeyle mücadele, arazi degredasyonunun önlenmesi konularında fena değiliz. Ama iklim değişikliği konusunda alınması gereken tedbirler alınıp uyum politikaları bir an önce hayata geçirilmezse, tek başına çölleşmeyle mücadelede başarı, bir anlam ifade etmeyecektir.”

Eski Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, mahkeme salonunda hayatını kaybetti

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ölüm haberi üzerine ‘Mursi kardeşimize, şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum’ dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı da eski Cumhurbaşkanı’nın gıyabında tüm camilerde cenaze namazı kıldıracak.

Mısır devlet televizyonunun haberine göre, eski Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin yargılandığı mahkeme salonunda geçirdiği baygınlığın ardından yaşamını yitirdi. General Abdülfettah El Sisi tarafından 3 Temmuz 2013’te gerçekleştirilen askeri darbenin ardından tutuklanarak cezaevine konulan 67 yaşındaki Mursi, yaklaşık 5 yıldır tek kişilik hücrede tutuluyordu. Müslüman Kardeşler Örgütü üyesi olan Muhammed Mursi, halk ayaklanmaları sonucu görevinden ayrılan Hüsnü Mübarek‘in yerine 30 Haziran 2012’de cumhurbaşkanı seçilmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mursi’nin ölümüne ilişkin olarak, “Mursi kardeşimize, şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum. Tüm O’nunla aynı yolu yürüyen kardeşlerimin başı sağ olsun” dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı da bugün yurt genelindeki merkezi camilerde gıyabi cenaze namazı kılınacağını duyurdu.

Mısır’da ‘alarm durumu’ ilan edildi

Mısır İçişleri Bakanlığı’nın, Mursi’nin ölümünün ardından ülkede ‘alarm durumu‘ ilan ettiği bildiriliyor. Mısır medyasındaki haberlere göre, bakanlık, ülke genelinde sabit ve mobil binlerce güvenlik devriyesi konuşlandırmaya başladı. Subay ve emniyet görevlilerinin izinlerinin iptal edildiği, kamu ve özel kuruluşlar ile kiliseler ve otellere yönelik güvenlik önlemlerinin de artırıldığı belirtiliyor. Tedbirler kapsamında, yollarda sıkı emniyet tedbirlerinin alındığı, meydanlardaki güvenlik görevlilerinin arttırıldığı ve ‘terörist unsurlara karşı önleyici operasyonların gerçekleştirilmesini kapsayan C planının’ devreye sokulduğu da ifade ediliyor.

Son sözleri: Mezara gidecek sırlarım var

Mursi’nin avukatı Abdulmunim Abdulmaksud bir açıklama yaparak, Mursi, mahkeme salonundan sedye ile taşındı, naaşının nereye götürüldüğünü bilmiyoruz”dedi. Avukat Abdulmaksud, Muhammed Mursi’nin vefat etmeden önceki son sözlerinin de şöyle olduğunu aktardı: Ülkemin güvenliği ve selameti için benimle mezara gidecek sırlarım var.”

Af Örgütü: Ölümü araştırılsın

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), Mısır yetkililerinden, Mursi’nin ölümünün araştırılmasını istedi. Reuters’in haberine göre, Af Örgütü’nden yapılan açıklamada, bu konuda şöyle denildi: “Mısır yetkililerine, Mursi’nin ölümünün, tek başına hapsedilmesi ve dünyadan izole edilmesini de içerecek şekilde, tarafsız ve şeffaf biçimde araştırılması çağrısında bulunuyoruz.” Af Örgütü’nün çağrısında, Mursi’nin tıbbi bakımının da araştırılması ve bu konuda ihmali bulunanların gerekli cezaları alması da talep edildi.

Müslüman Kardeşler: Tam teşekküllü cinayet

Mursi’nin üyesi olduğu Müslüman Kardeşler, olayı ‘Tam teşekküllü cinayet’ olarak niteledi. Müslüman Kardeşler hareketinin web sitesinden yayınlanan açıklamada, dünyanın her yerinde, Mısır büyükelçilikleri önünde protesto gösterileri yapılması çağrısında bulunuldu.

Mısır’ın ilk ‘seçilmiş’ cumhurbaşkanıydı

Muhammed Mursi, 8 Ağustos 1951’de Mısır’ın kuzeyindeki Şarkiye iline bağlı el-Adva köyünde doğdu. 1975-1978 arasında Kahire Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde okudu. Metalurji üzerine yüksek lisans yaptı. Mühendislik doktorasını 1982’de ABD’de, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde tamamladı. 1982-1985 arasında Northridge Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde yardımcı doçent oldu. Daha sonra Mısır’daki Zagazig Üniversitesi’ne gelerek öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1985-2010 arası mühendislik fakültesi dekanı olarak görev yaptı. Bu sırada Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketine katıldı. O yıllarda Müslüman Kardeşler’in seçime katılması yasak olduğundan 2000 yılında bağımsız milletvekili seçildi. 2005’e kadar Mısır Halk Meclisi üyeliği yaptı.

2011’de Hüsnü Mübarek yönetimine karşı başlayan ayaklanmaya, muhalif lider olarak destek verdi. 30 Nisan 2011’de Müslüman Kardeşler tarafından kurulan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin başkanı seçildi.

30 Haziran 2012’de yapılan Mısır Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en yüksek oyu alarak Mısır’ın beşinci cumhurbaşkanı oldu. Mursi’nin seçilmesi, Tahrir Meydanı’nı dolduran Müslüman Kardeşler taraftarlarınca, coşkuyla kutlandı. Muhammed Mursi, Suriye’deki muhalif güçleri destekledi ve Beşar Esad’ı destekleyenleri “kâfir” olarak nitelendirdi. Ayrca Kahire’deki Suriye konsolosluğunu kapatıp Suriye büyükelçisini sınır dışı etti.

Mısır’da yeniden başlayan protestolar ve haftalarca süren büyük gösterilerden sonra 3 Temmuz 2013’de Mısır ordusu Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el Sisi’nin öncülüğünde gerçekleştirilen bir darbeyle yönetime el koydu. Mursi ise darbeyi kabul etmediğini açıkladı ve yandaşlarına direnmelerini söyledi. Ancak Mursi, gözaltına alındı, ev hapsinde tutulmaya başladı, daha sonra da İskenderiye’nin kuzeyindeki Burcu’l-Arab Hapishanesi’ne gönderildi.

Muhammed Mursi, 16 Mayıs 2015’de ‘Hamas’a istihbarat sağlamak’ ve ‘hapishaneden firar etmek’ suçlamasıyla yargılandığı davalarda idam cezasına çarptırılmıştı.

Türkiye çölleşiyor: Toprakların yüzde 80’i risk altında

Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü olarak kabul edilen 17 Haziran’da Türkiye’nin durumu parlak değil. Yılda 640 milyon ton toprak kaybediyoruz.

Türkiye çölleşme ve kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya. 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nde bir açıklama yapan Tarımsal Kalkınma Vakfı (TAK-VA) Genel Başkanı Mehmet Taşan, Türkiye topraklarının yüzde 80’inin çölleşme açısından orta ve yüksek risk grubunda olduğunu belirtti.

Türkiye’nin sahip olduğu iklim özellikleri ve topoğrafik yapısı nedeniyle topraklarının erozyona karşı hassas ve yanlış insan faaliyetleri sebebiyle çölleşme tehdidi altında bulunduğunu vurgulayan Taşan, şunları kaydetti: “Ülkemiz topraklarının yüzde 80’i çölleşme açısından orta ve yüksek risk grubu altındadır. Yerküredeki yaklaşık 1 milyar insanın yaşamını doğrudan tehdit eden çölleşme tehlikesiyle yüzleşmenin ve bu tehlike ile baş edebilmenin tek yolu, ülkelerin karşılıklı iş birliği içerisinde etkin eylemler gerçekleştirmesi ve birlikte hareket edebilme yeteneğini kullanabilmesidir.” Çölleşmenin etkilerini azaltmak ve önüne geçebilmek için, bitki örtüsünün korunması, geliştirilmesi ve artırılmasına yönelik çalışmalar yapılması gerektiğine dikkati çeken Taşan, Türkiye’de de son yıllarda ağaçlandırma çalışmalarının ivme kazandığını kaydetti.

TEMA Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Dr. Hikmet Öztürk ise Türkiye’nin ciddi anlamda çölleşme riski altında olduğunu söyledi; Türkiyedeki arazilerin yüzde 47’si çölleşme riski altında, bunun ana nedeni de erozyon.”

‘Yılda 640 milyon ton toprak kayboluyor’

Türkiye’nin toprak kayıplarına dikkat çeken Öztürk, “Türkiye’de yapılan tahminlere göre yıllık 640 milyon ton civarında toprak kayboluyor. Toprağın üst kısmını kaybettiğinizde toprak giderek verimsizleşir. Üretimi artırmak içinde sürekli kimyasal gübre kullanmak zorunda kalırsınız. Onunda doğal olarak toprağa ciddi zararları var” diye konuştu.

Mera ıslah çalışmalarının erozyonu önlemekte etkili olacağını belirten Öztürk, “Meraların yüzde 64’ünde yeterli ot örtüsü olmadığı için erozyon var. Buralarda mera ıslah çalışmasının yapılması lazım. Tarım alanlarında erozyon çok oluyor, yüzde 59’unda erozyon var. Bu alanlar özel mülkiyet olduğu için devletin erozyon kontrol çalışmalarını teşvik etmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Ege, risk altında

Tarımsal uygulamalarda kullanılan pestisitlerin de çölleşmeye neden olduğunu savunan Hikmet Öztürk, şunları söyledi: “Çölleşme riskinin en yüksek olduğu alanlar yağışın daha az düştüğü; İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir. Ege Bölgesi’ndeki tarımsal arazilerde de önemli bir çölleşme tehlikesi var. İç Anadolu Bölgesi’nde su açığı büyük, tarımsal üretim açısından potansiyeli yüksek. Bu bölgede yapılması gereken aşırı su isteyen bitkilerin üretilmesi yerine daha az su isteyen, dayanıklı ürünlerin yetiştirilmesidir. Ayrıca daha tasarruflu sulama yöntemlerini hayata geçirmek gerekiyor.”

“Su kıtlığı çeken ülkelerden olacağız’

Türkiye’nin iklim değişikliğinden en olumsuz etkilenecek ülkelerden biri olduğunu söyleyen  Öztürk, “Yağış miktarının 2050 yılına kadar yüzde 25 azalacağı öngörülüyor. Bu mevcut su stokumuzun yüzde 25 azalması anlamına geliyor. Biz su varlığı zengin olan bir ülke değiliz. Su stresi çeken ülkelerdeniz. Nüfus artışı ve yağışın azalmasıyla su kıtlığı çeken ülkelerden olacağız. O yüzden suyu çok tasarruflu kullanmamız gerekiyor” diye konuştu.

‘Tarım alanları korunmalı’ 

Çölleşmeyle mücadelenin temelinde doğru ve uzun vadeli bir arazi planlaması olduğunu belirten İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ise, “Su kaynaklarının ve tarım alanlarının korunması gerekiyor. Erozyona uygun arazilerde de teraslama, ağaçlandırma, rüzgar bariyerleri kurmak gibi ıslah çalışmalarını yapılması lazım” dedi.

Küresel iklim değişikliğiyle beraber Türkiye’de tarım desenlerinin ve tarım yapılan yerlerde değişiklik beklendiğini hatırlatan Prof. Dr. Kadıoğlu, hangi bölgelerin tarım alanı olmaktan çıkacağını ve hangi bölgelerin tarıma daha uygun olacağını bilip şimdiden planlama yapmanın önemine vurgu yaptı.

“Su sarnıçları geri getirilmeli’

Su havzalarını çakıl taşına kadar korumak gerektiğini aktaran Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, “İklim değişikliğiyle beraber kuraklaşan bir iklime gidiyoruz. Şimdiden tedbirler almalıyız bu değişikliğe uyum sağlamalıyız. Türkiye’de bunun da başında ‘yağmur suyu hasadı’ geliyor. Anadolu’nun kültüründe olan su sarnıçlarını geri getirmeliyiz. Her ev mümkünse çatısında yağan yağmuru toplamalı. Bu hem susuzluğa, kuraklığa büyük bir çare olacak hem de kent sellerini engelleyecektir” diye konuştu.

2023 uyarısı

Türkiye’nin yıllık tatlı su potansiyelinin 112 milyar metreküp olduğunu söyleyen Kadıoğlu, “Biz bu miktarın yarısından fazlasını kullanıyoruz. Buna rağmen her yıl kuraklığın olup olmadığından korkuyoruz. 2023 yılında 112 milyar metreküpün hepsini kullanıyor hale geleceğiz. Şu anda yarısından fazlasını kullanırken su stresi yaşıyoruz 2023’de hepsini kullanacağız. Yani her damla yağmur suyuna ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.

Hükümetin ulusal ölçekte yağmur suyu hasadı seferberliği başlatmasını öneren Prof. Dr. Kadıoğlu, “Türkiye’de en önemli su kullanımı tarımda, suyun yüzde 70’ini tarımda kullanıyoruz. O yüzden tarımda kullanılan suda tasarruf yapmak zorundayız” diye konuştu.

Ferdinand baba oldu

Geçtiğimiz kurban bayramında kesilmek üzereyken kaçıp, Rize’den Trabzon’a kadar üç gün yüzen boğa Ferdinand, baba oldu. Ferdinand, Haluk Levent’in AHBAP topluluğunca koruma altına alınmıştı.

Geçtiğimiz yıl kurban bayramında Rize’nin İyidere ilçesinde kesilmekten kaçarak denize atlayan boğa, 23 kilometre yüzdükten sonra Trabzon’da karaya çıkarılmıştı. Tam üç gün yüzen boğayı Haluk Levent öncülüğündeki sosyal yardım ağı AHBAP satın almış, Ferdinand adı verilen boğa İzmir Kemalpaşa‘da zarar görmüş hayvanların bakıldığı bir çiftlikte koruma altına alınmıştı.

Ferdinand’ın bugün “baba” olduğunu Haluk levent sosyal medya hesabından duyurdu.

Independent Türkçe‘ye konuşan Haluk Levent, “Babalar gününde çok mutlu bir haber aldım. Ferdinand iyi bakıldı, iyileşmişti. Çiftlikteki Yıldız’a aşık oldu ve bu aşk meyvesini verdi” dedi.

Ne olmuştu?

Geçtiğimiz yıl kurban bayramının ilk gününde Rize’den kaçan boğa, kaybolduktan 3  gün sonra, 23 kilometre uzaklıktaki Sürmene yakınlarında bulunmuştu. Yorgunluktan bitkin halde kıyıya çekilen boğa sahibine teslim edilmiş, sahibi ise “Artık bunu kesmeye kimsenin gönlü el vermez” demişti.  Yardım platformu AHBAP’ın kurucusu, sanatçı Haluk Levent, Twitter hesabından denizde yüzen ve 23 kilometre yol kat edip kurban edilmekten kaçan boğayı sahiplenmek istediğini duyurmuş, daha sonra satın alarak İzmir’deki çiftliğe yerleştirmişti.

 

Namibya hükümeti, milli parklarda yaşayan bin hayvanı, ‘av çiftlikleri’ne satacak

Açık artırmayla satılacak vahşi hayvanlar arasında 600 bufalo, 28 fil ve 60 zürafa da var. Hayvanlar ‘eğlence amaçlı’ yapılan av partilerinde para karşılığı öldürülecek.

Kuraklıkla boğuşan Güneybatı Afrika ülkesi Namibya, milli parklarındaki bin vahşi hayvanı satışa çıkarıyor. Hükümet, hayvanları avcılık için vahşi hayvan yetiştiren çiftçilerin satın almasını hedefliyor.

The Independent’in haberine göre, ülkenin Çevre Bakanlığı, kuraklıkla karşı karşıya olan milli parklardaki vahşi yaşamı azaltmayı önerdi. Namibya son üç yılın en şiddetli ikinci kuraklığını yaşıyor. Cumhurbaşkanı Hage Geingob geçen ay ülkede olağanüstü hal ilan etmişti.

Yetkililer, milli parkların hayvanlara uygun beslenme imkanı sunmadığını belirtiyor. AFP’ye konuşan Romeo Muyunda, “Milli parkların çoğundaki otlaklar son derece yetersiz. Sayıları azaltılmazsa hayvanlar heba olacak” dedi. Muyunda, “Otlakları kuraklığın etkisinden korumak ve milli parkların ihtiyaçlarını finanse etmek için bakanlık olarak bazı hayvan türlerini satmayı istiyoruz” dedi.

The Namibian sitesine konuşan Haberleşme Bakanı Stanley Simataa da, Waterberg Platosu Parkı’nda bulunan bufaloların 500-600 kadarının ve Hardap ve Naute doğal alanlarında yaşayan keseli antilopların 150’sinin satılacağını belirtti.

Satılması planlanan hayvanlar arasında; 65 afrika antilopu, 28 fil, 20 antilop, 35 boğa antilobu, 16 öküz başlı antilop, 60 zürafa ve 16 kudu (Afrika’ya özgü bir antilop türü) da bulunuyor.

Eskişehirli muhtarlar isyan etti: Birkaç patronun karı için toprağımıza, havamıza suyumuza kıymayın

‘ÇED olumlu raporundan, tarım ve hayvancılık arazilerinin, su kaynaklarının geri dönülmez biçimde tahrip edileceğini, bölgedeki yaban hayatının tamamen yok olacağını, soluduğumuz havanın toz ve sülfür bileşikleri nedeniyle solunamaz hale geleceğini ve tüm bunlara sadeci bir madencilik şirketinin karı uğruna izin verildiğini öğrendik.’

Eskişehir’in Beylikova İlçesi’ne bağlı köylerin muhtarları, köylerinin bulunduğu alanda yapılması planlanan maden ocağına karşı bir araya gelerek bir açıklama yaptı. Yöre halkı adına konuştuklarını belirten Süleymaniye Mahallesi Muhtarı Lütfü Bayraker,  Dumluca Mahallesi Muhtarı Hasan Hüseyin Demir, Yalınlı Mahallesi Muhtarı Bilal Işık ve Süleymaniye Köyü sakini Celal Öngel imzasıyla yayımlanan açıklamada, “Yaşam alanlarımızın ve meralarımızın hukuka, bilime ve kamu yararına tamemen aykırı bir madencilik projesiyle yok edilmesine karşı sesimizi duyurmak için buradayız” denildi.

Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Yakın zamanda, köylerimizin de kurulu bulunduğu bölgeyi kapsayacak devasa bir alanda yıllık 1.000.000 tonluk madencilik faaliyetini içerir Krom Manyezit Ocağı Kapasite Artışı, Demir-Nikel Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi Projesi için ÇED Olumlu Kararı verilmiş olduğunu öğrendik. Yaptığımız araştırma ile ÇED Raporu hazırlanması sürecinde yasal olarak gerçekleştirilmesi zorunlu olan Halkın Katılımı Toplantısı’nın, bizlere duyurulmadan salt yasal zorunluluktan kurtulmak amacıyla şekli olarak gerçekleştirildiğini; ÇED Raporunun adeta kopyala yapıştır yöntemiyle hazırlandığını, yasal birçok zorunluluğun tıpkı Halkın Katılımı Toplantısında olduğu gibi şeklen ve usulsüz olarak sözde yerine getirildiğini öğrendik.”

ÇED raporunu incelediklerini anlatan muhtarlar şu ifadeleri kullandı: “Rapordan yaşadığımız üç ilçeden beş köyü içine alacak devasa bir alanda tonlarca dinamitin patlatılacağını, milyonlarca tonluk toprak ve kayanın kazılarak çevrenin pervasızca tahrip edileceğini, köylüye ait tarım ve hayvancılık arazilerinin, su kaynaklarının geri dönülmez biçimde tahrip edileceğini, bölgedeki yaban hayatının tamamen yok olacağını, soluduğumuz havanın toz ve sülfür bileşikleri nedeniyle solunamaz hale geleceğini ve tüm bunlara sadeci bir madencilik şirketinin karı uğruna izin verildiğini öğrendik.”

Muhtarlar, ÇED olumlu kararının iptali için bugün gerekli girişimlerde bulunup dava açtıklarını ve yasal yolları sonuna kadar kullanacaklarını belirtti; “Bizler yaşamakta olduğumuz, çocuklarımızın da yaşayacağı bu toprakların, havamızın, suyumuzun birkaç patron para kazanacak diye yok edilmesini istemiyoruz” diyerek destek istedi.

Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği Başkanı Sadık Yurtman da muhtarların yanında olacaklarını davalarını sonuna kadar desteklediklerini belirtti.

 

Sivil toplum’dan Bakanlığa çağrı: Ballıkayalar 30 dakikadan daha değerlidir

İstanbul-Kocaeli Otoyolu, süreyi kısaltmak için Ballıkayalar Tabiat Parkı’nın içinden geçirilecek. Ayrıca bir taş ocağı açılacak parkın içinden Adapazarı-İstanbul hızlı tren hattı geçmesi için de ÇED olumlu raporu verildi. Sivil toplum örgütleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na kararını gözden geçirme çağrısı yaptı.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul ve Kocaeli şubeleri, Kuzey Ormanları Savunması, Kocaeli Ekolojik Yaşam Derneği ve doğa savunucuları, içinden otoyol geçirilmesi planlanan Ballıkayalar Tabiat Parkı’na sahip çıkmak için eylem düzenledi. Parkta bir araya gelen sivil toplum temsilcileri ve çevreciler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na kararı yeniden gözden geçirme çağrısı yaptı.

İstanbul-Kocaeli Otoyolu projesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan nisan sonunda onay almış,  Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu raporunun ardından proje, geçen ay Kocaeli Büyükşehir Belediye Meclisi’nden de geçmişti. Projeye göre, yapılması planlanan 64 kilometrelik otoyolun 1.7 kilometresi Ballıkayalar Tabiat Parkı’ndan geçecek. Böylece İstanbul-Kocaeli arasındaki mesafe için alınan süre 30 dakika kısalacak.

DW Türkçe’nin haberine göre, Çevre Mühendisleri Odası İstanbul ve Kocaeli şubeleri adına hazırlanan ortak bildiriyi okuyan Selin Akyol, Türkiye’de doğal yaşamın hâlâ anayasal güvence altına alınmadığını, mevcut çevre yönetmeliklerinin uygulanmasındaki aksaklıkların anayasada yer alan, her yurttaşın “sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”nı ihlal ettiğini vurguladı.

Otoyol için 17 bin ağaç kesileceğini hatırlatan Akyol, bu durumun, 1’inci derece doğal sit alanı olan ve içinde pek çok canlıyı barındıran parka geri dönüşü olmayan zararlar vereceğini ifade ettti. Ağaçların kesilmesinden bütün ekosistemin etkileneceğini belirten Akyol, “Ekosistem bütünsel bir ağı tarifler. Bu bütündeki herhangi bir parçayı çıkardığınızda zincirleme olarak diğer parçalar da bu durumdan etkilenecek ve ekosistem çökecektir” dedi.

Taş ocağı da açılacak

Akyol, projenin sadece yolla sınırlı kalmayacağını, bölgeye ayrıca bir taş ocağı açılacağını söyledi. Bunun için de yine ağaçların kesileceğini belirten Akyol, proje süresince ve bitiminde yolun kullanımıyla birlikte bölgedeki emisyon miktarının artacağını, doğal yaşamın ve tarım arazileriyle su varlıklarının tehdit altına gireceğini ifade etti.

Bakanlığın projeye onay vererek bilimden ve toplum yararından uzak davrandığını dile getiren Akyol “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı bu yanlıştan dönmeleri için bir kez daha uyarıyoruz. Yarım saatlik bir zaman kazancı için yapılacak olan yol, milyonlarca yıllık bir zamanın dengesini bozacaktır. Ballıkayalar Tabiat Parkı 30 dakikadan daha değerlidir” dedi.

‘Muhafaza Ormanı olmalı’

Kuzey Ormanları Savunması adına konuşan Mısra Gedik de “Dünyanın ortak mirası Ballıkayalar’dan elinizi çekin. 200 milyon yıllık doğa harikası Ballıkayalar’dan otoban geçirilemez” dedi. Parkın bin bir çeşit ağacı ile bölgenin akciğerleri olduğuna dikkat çeken Gedik, Türkiye’nin pek çok noktasında benzer uygulamaların olduğunu vurguladı.

“İstanbul, Kocaeli, Düzce, Kırklareli, Tekirdağ, Yalova ve Sakarya’nın kuzeyindeki eşsiz orman ekosistemi işgal edilmeye ve yağmalanmaya çalışılıyor” diyen Gedik, Kuzey Ormanları’nın 6891 sayılı Orman Kanunu’nun 23’üncü maddesi ve “Muhafaza Ormanlarının Ayrılması ve İdaresi Hakkında Yönetmelik” hükümlerine dayanarak Muhafaza Ormanı kapsamına alınması çağrısı yaptı.

Hızlı tren de onaylandı

Kocaeli Ekolojik Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr Mustafa Zengin ise parktan Kocaeli-İstanbul otoyolunun yanı sıra Adapazarı-İstanbul YHT’nin geçmesinin de planlanladığını söyledi. Zengin, demiryolu için de ÇED raporunun onaylandığına dikkat çekti. Kocaeli-İstanbul otoyolunun sadece Ballıkayalar’ı değil Kocaeli yarımadasındaki 84 hektarlık orman alanını da etkileyeceğini ifade eden Zengin, “Biz eski İstanbul yolunun standardının yükseltilmesi, kalitesinin artırılmasından yanayız. O zaman bu talan olmayacak” dedi.

Açıklamaların ardından çevre ve jeoloji mühendisleri, doğa savunucularıyla birlikte bölgede teknik gezi gerçekleştirdi.

Oy ve Ötesi, teyit ettiği tutanakları seçim gecesi canlı yayımlayacak

Oy ve Ötesi ilk kez 23 Haziran İstanbul seçimlerinde teyitli tutanakları kamuoyuyla anında paylaşacak.

Şeffaf ve demokratik seçim bilincinin yerleştirilmesi amacıyla, sandık başlarında gönüllülerin sağladığı tutanakları teyit ederek yayımlayan Oy ve Ötesi, tekrarlanan İstanbul seçiminde teyit ettiği tutanakları ilk kez canlı olarak kamuoyuyla paylaşacak. Beş yıldır seçim güvenliği için faaliyet gösteren Oy ve Ötesi, şeffaflık ilkesi gereği, tutanakları ön değerlendirme raporuyla birlikte kendi internet sitesi üzerinden herkesin erişimine açıyordu. Bu kez tutanaklar, seçim gecesi canlı olarak paylaşılacak.

Nasıl çalışacak?

Oy ve Ötesi’ne ulaşan tutanaklar, her zaman olduğu gibi seçim akşamı, “T3” yazılımı aracılığıyla, görsel veriden sayısal veriye dönüştürülecek. Tutanak fotoğrafında görülen veriler, gönüllüler tarafından sisteme işlenecek. Bir tutanak için 3 farklı gönüllü tarafından sisteme aynı sayısal veriler işlendiğinde o tutanak “teyit edilmiş tutanak” olarak sınıflandırılacak. Oy ve Ötesi, teyit edilen ve hatalı veri içermediğinden emin olunan her tutanağın fotoğrafını seçim gecesi, seçim yasakları kalkar kalkmaz internet sitesinde yayımlayacak.

Güncel durum, akşam saatlerinden itibaren canlı takip edilebilecek
Oy ve Ötesi’ne kaç adet tutanak ulaştığı, ulaşan tutanaklardan kaçının teyit edildiği ve bu tutanakların toplam tutanak adedine oranı, akşam saatlerinden itibaren Oy ve Ötesi’nin internet sitesinden hem ilçe bazında dağılımı hem de İstanbul için toplamı gösterecek şekilde paylaşılacak. Böylelikle henüz Oy ve Ötesi’ne ulaşmayan ve Oy ve Ötesi’ne ulaşmakla birlikte henüz teyit edilmeyen tutanakların adedine ilişkin güncel durum da canlı olarak takip edilebilecek.

Seçmenler tutanak fotoğrafı gönderecek

Her seçmen, oy kullandığı sandığa ait sonuç tutanağı fotoğrafını “T3 Tutanak Gönder” mobil uygulamasıyla Oy ve Ötesi’ne gönderebilecek. Tüm akıllı telefonlara indirilebilen ücretsiz mobil uygulama aracılığıyla Oy ve Ötesi’ne gönderilen tutanaklar, teyit edilir edilmez kamuoyuyla paylaşılacak.

İstanbul dışındaki seçmenlere çağrı

Oy ve Ötesi, bu tarihi seçimi İstanbul dışından takip eden herkesi, bilgisayar başında tutanak kontrol etmeye davet ediyor. İstanbul seçiminin şeffaflığını önemseyen tüm vatandaşlar, 23 Haziran Pazar akşamı bilgisayarlarından tutanak kontrolü yaparak sürece katkı sağlayabilecek. Dileyen herkes seçim günü gönüllü olarak tutanak kontrolü yapabilecek. Tutanak kontrolü için Oy ve Ötesi’ne kayıt yapmak gerekmiyor.

Gönüllü müşahit olmak için tıklayınız: oyveotesi.org
Gönüllü müşahitlik kaydıyla ilgili sorularınız için [email protected] adresine e-posta göndererek Oy ve Ötesi’ne ulaşabilirsiniz.

 

İklim krizinin sorumluları yaptıklarının bedelini ödemeli – Melis Alphan

Güneş enerjisinden elektrik üretiminin maliyeti 2010–2017 yılları arasında yüzde 73 düştü, biz hâlâ kömüre ve petrole teşviği konuşuyoruz. Bunu anlamak mümkün değil!

Türkiye İstanbul seçimine odaklanırken, dünyanın gündeminde iklim krizi tartışmaları var. Bu tartışmalar her geçen gün alevleniyor.

Zira, iklim krizinin giderek artan etkileri, seller ve kasırgalar gibi iklim afetleri dünyanın her yerinde hem sıklaşıyor hem de şiddetleniyor.

En son Ankara’daki sel felaketinin de gösterdiği gibi iklim krizi ülkemizi de vuruyor, can ve mal kayıplarına neden oluyor.

2019 yazında iklim gündeminin sıcak olmasının tek nedeni, dünyanın dört bir yanında artan iklim afetleri değil. 15 yaşındaki iklim aktivisti Greta Thunberg’in geçtiğimiz yaz İsveç Parlamentosu önünde başlattığı ‘Gelecek İçin Cuma Günleri’ diye anılan okul grevleri, her yerde büyümeye devam ediyor.

Çocukların ve gençlerin talepleri çok net: “İklim eylemini artırın, emisyonları azaltın ve kamu kaynaklarını fosil yakıt şirketlerine peşkeş çekmeyi bırakın; artık söylem değil eylem zamanı!”

BM Genel Sekreteri Antonio Gutierres, bu okul grevlerinin herkese ilham kaynağı olması gerektiğini belirterek, Greta’nın çağrısına cevaben tüm dünya liderlerini eylülde New York’ta düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Eylem Zirvesi’ne davet etti.

Üstelik bu daveti, net ve somut plan talebine de bağladı. Hatta bu zirvede, yeni iklim planı sunmayanlara konuşma hakkı da tanınmayacak. BM Genel Sekreteri aynı zamanda, 2020 sonrası yeni kömür santralı yapımının yasaklanması gerektiğini de düşünüyor.

CoalSwarm’a göre Türkiye’nin küreselde en çok yeni kömür santrali planlayan üçüncü ülke olduğunu da buraya not düşelim.

Tek başına bu zirve bile, 2019’un iklim diplomasisi için ne kadar kritik bir yıl olduğunun göstergesi. Paris Anlaşması 2020’de uygulanmaya başlayacak ama halen emisyonlar artmaya devam ediyor. Ülkelerin sunduğu mevcut planlar, ne yazık ki anlaşmanın küresel ısınmayı 1.5 derecede tutma hedefinden çok uzak.

Bu zirve önemli ama iklim gündemi sadece bu zirve ile sınırlı değil. Bugünden başlayarak neredeyse yılın tamamında iklim değişikliği tartışması uluslararası arenada liderler ve karar vericiler tarafından yürütülecek.

İklim krizi, uluslararası zirvelerin temel tartışma konusu

Bugün, Bonn İklim Müzakereleri başlıyor. ‘Ara müzakereler’ diye de bilinen bu toplantılarda devlet yetkilileri bir araya gelerek, Katowice Taraflar Konferansı’nda bıraktıkları yerden müzakerelere devam edecekler.

Türkiye’nin de katılacağı müzakerelerin gündeminde, iklim planlarını güncellemek ve iklim eylemini artırmak var. BM Genel Sekreteri eylüldeki zirveye 80 ülke liderinin yeni planla geleceğini düşünüyor ve bugün başlayan iki haftalık müzakerelerde bazı ülkelerin hazırlıklarını kamuoyu ile paylaşabileceği belirtiliyor.

Bonn’un bizim ayrı bir önemi de var; zirve’de Türkiye’nin de düzenlemek için aday olduğu BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı’nın (COP26) nerede düzenleneceğine karar verilecek. Türkiye ile birlikte İngiltere ve İtalya da aday. 27 Haziran’da bu önemli karar açıklanacak.

Tarihte ilk kez çocukları eylem amaçlı sokaklara döken gerçek, tüm açıklığı ile karşımızda: Zaman yok, iklim krizi evimizin içinde, durum acil!

Bu yüzden, Birleşmiş Milletler’in iklim toplantılarının yanı sıra, iklim gündemi birçok başka uluslararası toplantının da temel tartışma konusu olacak. Örneğin bu hafta, Avrupa Birliği Konseyi’nde, AB’nin 2050 sıfır emisyon planı da gündeme gelecek. Ay sonuna doğru ise yine AB, bu sefer Çin ve Kanada İklim Eylemi için Bakanlıklar Toplantısı’nı düzenleyecek.

Ay sonu Osaka’da düzenlenecek G20 Zirvesi de iklim değişikliği eylemi açısından büyük öneme sahip. Ekonomilerimizi de dönüştürmemiz, karbonsuzlaştırmamız gerekiyor. Bu iş mevcut enerji politikaları ile olacak gibi değil.

Bu zirvenin en önemli konularından biri, fosil yakıt teşvikleri olacak. Yenilenebilir enerjiye erişimin her geçen gün daha da ucuzladığı günümüzde, kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıt tesislerine verilen teşviklerin anlamsızlığı her geçen gün daha da belirginleşiyor. G20 ülkeleri ise fosil yakıt şirketlerine hâlâ kamu kaynaklarının önemli bir kısmını aktarmaya devam ediyor. Osaka’daki zirvede önemli gündem maddelerinden biri de bu teşvikler olacak. Güneş enerjisiden elektrik üretiminin maliyeti 2010–2017 yılları arasında yüzde 73 düştü, biz hâlâ kömüre ve petrole teşviği konuşuyoruz. Bunu anlamak mümkün değil!

Fosil yakıt teşvikleri bir yana, Greta ile dünyanın dört bir yanındaki çocukların ve gençlerin de işaret ettiği gibi, artık fosil yakıt şirketlerinin -yani iklim krizinin müsebbiblerinin- yaptıklarının bedelini ödemesi gerekiyor. Ayrıca, kömür ve petrol gibi fosil yakıtların yerin altında bırakılması, yeni fosil yakıt yatırımlarının yapılmaması şart!

Bugünden başlayarak düzenlenecek olan toplantılarda, dünya liderlerinin gençlerin sesine ve doğanın çığlığına kulak verip vermeyeceğini sanırım daha net göreceğiz.

(Artı Gerçek’den alınmıştır)