Ana Sayfa Blog Sayfa 2484

Oregon’da Cumhuriyetçi senatörler ‘karbon yasası’ geçmesin diye firar etti

Eyaletin ‘karbon salımına sınır getiren’ yasa tasarısı engelleyemeyeceklerini anlayan Cumhuriyetçi 11 senatör, Senato’dan kaçtı. Senatörlerin, Oregon polisinin yetki alanı dışındaki komşu Idaho eyaletinde olduğu ve yasama yılının biteceği 30 Haziran’a kadar orada gizleneceği söyleniyor.

Oregon Valisi, kaçak senatörlerin bulunması için polis görevlendirdi.

ABD’nin Oregon eyaletinde, eyalet senatosunun 11 üyesi kayıplara karıştı. Perşembe günü, eyaletin başkenti Salem‘deki kongre binasından çıkan 11 üyenin yerinin tespit edilmesi için polis harekete geçti.

BBC Türkçe’nin haberine göre, garip olaylar serisi eyalet senatosunda, iki rakip parti arasındaki derin görüş ayrılığıyla başladı. Eyalet Senatosu’nda net bir sayısal üstünlüğe sahip olan Demokratlar, iklim değişikliği konusunda önemli bir yasal değişikliğe gitmek isteyince, bunu engellemek isteyen Cumhuriyetçi eyalet senatörleri firar etti.

Oregonlu Demokratlar, kapsamlı bir iklim değişikliği yasasını geçirmek istiyordu. Eyaletin karbon salımına sınır getiren tasarıda, çevreyi kirleten sanayi kollarına, karbon salımı izinlerinin açık artırmayla satılması planlanıyordu. Böylece, işletmelerin yeşil teknolojilere geçmesinin teşvik edilmesi ve karbon salımının, 2050 itibariyle 1990’deki seviyelerin yüzde 80 altına çekilmesi amaçlanıyordu.

Tasarıyla, petrol ve dizel yakıt fiyatlarının artması bekleniyordu. Cumhuriyetçiler, tasarının özellikle kırsal kesimde yaşayan Oregonluları olumsuz etkileyeceğini söylüyor ve eyalet genelinde bir referanduma sunulmasını istiyordu.

Demokrat Partililer, 30 üyeli eyalet senatosunda 18 sandalyeye sahip. Ancak bir oylamanın yapılabilmesi için en az 20 senatörün katılımı gerekiyor.

Komşu eyalete kaçtılar

Perşembe günü 11 Cumhuriyetçi senatör, müzakerelerden sonuç alınamayınca oturumlara katılmadı ve tasarının yasalaşmasının önünü tıkadılar. Demokrat Parti’den Vali Kate Brown da, senatörlerin bulunması için polisi görevlendirdi. Senatörlerin, Oregon polisinin gidip kendilerini arama yetkisinin olmadığı, komşu Idaho eyaletinde olduğu söyleniyor.

Mevcut yasama yılı 30 Haziran’da sona serecek ve senatörlerin bu tarihe kadar gizleneceği söyleniyor. Oturuma katılmadıkları gün başına 500 dolar ceza alan senatörlerin cezalarını ödenebilmesi için internet üzerinden yapılan bir kampanyada, şu ana dek 38 bin dolar toplandı.

Mehmet Yılmaz’ın Binali Yıldırım yazısına erişim engeli getirildi

Yıldırım’ın oğlunun servetine ilişkin yazı ‘kişilik hakkı ihlali’ sayıldı

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışını kaybeden eski TBMM Başkanı, Başbakan, Ulaştırma Bakanı ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Binali Yıldırım, oğlunun malvarlığını sorgulayan Mehmet Y. Yılmaz’ın T24’teki yazısına erişim engeli kararı aldırdı.

Binali Yıldırım’ın “kişilik haklarının ihlal edildiği” iddiasıyla yaptığı başvuru üzerine, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği, Mehmet Y. Yılmaz’ın T24’te yayımlanan “Binali Bey, sırrını ver, oyumu al” başlıklı yazısına erişim engeli kararı aldı.

Mehmet Y. Yılmaz, erişime engellenen yazısında, hayatı boyunca kamuda çalışan Binali Yıldırım’ın oğlunun malvarlığının kaynağını soruyordu.

Erişim engeli kararına dayanak yapılan 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un, “İçeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı” başlığını taşıyan 9. maddesi şöyle:

(1) İçerik nedeniyle hakları ihlâl edildiğini iddia eden kişi, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurarak kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabı bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasını isteyebilir. İçerik veya yer sağlayıcı kendisine ulaştığı tarihten itibaren iki gün içinde, talebi yerine getirir. Bu süre zarfında talep yerine getirilmediği takdirde reddedilmiş sayılır.

(2) Talebin reddedilmiş sayılması halinde, kişi onbeş gün içinde yerleşim yeri sulh ceza mahkemesine başvurarak, içeriğin yayından çıkarılmasına ve yayındaki kapsamından fazla olmamak üzere hazırladığı cevabın bir hafta süreyle internet ortamında yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.

(3) Sulh ceza hâkiminin kesinleşen kararının, birinci fıkraya göre yapılan başvuruyu yerine getirmeyen içerik veya yer sağlayıcısına tebliğinden itibaren iki gün içinde içerik yayından çıkarılarak hazırlanan cevabın yayımlanmasına başlanır.

(4) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanır.

Yapıcı: Hükümet istifa demek suç değildir

Gezi davasında müebbetle yargılanan Mücella Yapıcı: İnsanların sahip oldukları hakları kullanmaları nedeniyle suçlanamaz. Dayanışma görevdir suç değildir. Suçlamaların hiçbiri hukuki değildir. Evrensel hukuka da doğal hukuka da adalete de aykırıdır.

İşinsanı Osman Kavala ve akademisyen Yiğit Aksakoğlu dahil 16 şüphelinin müebbet istemiyle yargılandığı Gezi davasında, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Çevresel Etki Değerlendirme Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı da savunmasını yaptı: Yapıcı savunmasında “Kavala’ya kızgınım. Kendisini zengin biliyorduk!” dedi. Yapıcı, Kavala’nın Gezi’ye finansal destek olduğu iddiasına espirili yanıtını şöyle sürdürdü: “Gezi’ye üç beş plastik masa sandalye göndermiş iddianameye göre. Mahalledeki Ayşe hanım bile tencerelerce zeytinyağlı yaptı gönderdi.”

Yapıcı aynı suçtan ikinci kez yargılandığını hatırlatarak başladığı savunmasında şunları söyledi:

*Benim buraya bu konuda aynı suçtan ikinci gelişim. FETÖ savcılarının hazırladığı iddianamenin yeni versiyonu olan son iddianameye göre bendeniz darbeye teşebbüs ve daha birçok suçlama var. Bunların en komiği Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet ettiğim iddiası; 40 yıllık meslek hayatımda bu gülünç bir suç, gülünç bir iddia.

* İddianamede yer alan telefon konuşmalarımda ‘Devrim yapacağız’ dediğim suçlama konusu yapılmış. Ben 68 kuşağındanım ve devrim sözünün ne kadar güzel olduğunu bilseydiniz siz de kullanırdınız.

*İddianamede beyanlarına yer verilen Murat Pabuç kimdir? Akli yeterliliği var mıdır? Kendisi olmadığını açıkladı ama iddiaları suçlama konusu yapılmış.

*Osman Kavala’ya kızgınım. Kendisini zengin biliyorduk. Gezi’ye üç beş plastik masa sandalye göndermiş iddianameye göre, mahalledeki Ayşe hanım bile tencerelerce zeytinyağlı yaptı gönderdi.

Ölenler, kalp krizinden mi öldü?

*Biber gazından etkilenmemek için kullandığımız malzemeler öyle özel şeyler değildi. Gaz maskesi, talcid vs. Siz de Gezi’ye geldiyseniz (mahkeme heyetine) görmüşsünüzdür.

*Benim fıtratım şakacılıktır, gelin görün ki telefonda yaptığım şakaların hepsi iddianamede yer almış. Bu gayriciddilik için ben sizden özür dilerim.

*Bana suçlama olarak yöneltilen her şey benim mesleki sorumluluğum ve görevimdir. Eğer bunları yerine getirmezsem vatan haini olurum.

*Beş yıl önce aralarında bulunduğum 26 kişi hakkında dava açılmıştı aynı suçtan. Gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet etmekten suçlandık ilkinde ve darbecilik suçlaması yoktu. Beş yıl sonra aynı fezleke ve aynı sözde delillerle bu kez de örgüt ve darbecilik suçu yöneltilmiş.İddianamede FETÖ ile işbirliğinden bahsediyor ama soruşturmayı FETÖ’cü dediğiniz yargı mensupları başlatmış.

*Gezide şiddet varmış algısı oluşturmaya çalıştığımız söyleniyor. Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Cömert, Medeni Yıldırım (öldürülenlerin tamamının adını saydı)… bu insanlar kalp krizinden mi öldü?

*Her şeyle suçlanmışız hiçbir delil ortaya konmamış. Ben buraya iddianame hakkındaki suçlamalarımı yöneltmek üzere geldim.

*Hükümeti istifaya zorlamışız, bütün partiler hükümeti istifaya zorluyor.

*Aynı dosya içeriğiyle açılmış ilk davada beraat ettim ve kesinleşti. Savcılık itiraz dahi etmedi. Şimdi aynı içerikle aynı sözde deliklerle açılmış bu davada müebbetle yargılanıyorum. Ben size sorayım; ne yapayım?

*Bu iddianameye karşı savunmam şudur: İnsanların sahip oldukları hakları kullanmaları nedeniyle suçlanamaz. Dayanışma görevdir suç değildir. Suçlamaların hiçbiri hukuki değildir. Evrensel hukuka da doğal hukuka da adalete de aykırıdır.

*İlk iddianamede suç örgütü, ikinci iddianamede de darbeye teşebbüsle suçlanan Taksim Dayanışması, hukuksuz imar planlarına karşı çalışan meşru bir platformdur. Meslek odaları tarafından dava açtık ve idare mahkemesi tarafından haklı bulunduk. Ne yazık ki hukuka rağmen bu proje uygulanmaya devam etmiştir.

*45 yıllık yüksek mimar mühendis olarak mesleğim ve görevim icabı açıkça kaçak olan, hiçbir izni bulunmayan, ve dozerle yaptıkları kazı nedeniyle parkın su elektrik tesisatını tahrip ederek, halkı çok ciddi bir tehlikeye atan yetkililere sorduğumda hepimizi hedef alarak gaz sıktılar. Benim yüzüme yakın mesafeden üç tane gaz sıktılar. İki ay mide kanaması geçirdim.

*Biz örgüt kurmak yanda olmak için değil dayanışmak ve doğal haklarımızı kullanmak için bir araya geldik. Dayanışmak için bir araya geldiğimize yönelik suçlamalar hukuki değildir. Dayanışma güzeldir.

*Hayatımızı kurtarmak için bile olsa tek bir şiddete başvurmadık. Son derece sağduyulu ve barışçıldık. Bu süreçte uygulanan polis şiddeti, başta Erdoğan olmak üzere merkezi yöneticilerin kışkırtıcı söylemleri olayların büyümesine neden oldu.

‘Kent suçlarına karşı dayanışmak suç değildir’

*Türkiye’de gelişen demokratik tepkiler, gaz bombaları, plastik mermi gibi şiddetle karşılandı. Onlarca genç insan kafa travması geçirdi. Ben de bu yaşımda çıplak arandım. Niye? Ben sadece mesleğimin gereğini yaptım.

*Hükümet istifa demek suç değildir. Bu kadar çok şiddet uygulayan hükümetler kendiliğinden istifa ederler. O günleri de göreceğiz elbet.

*Tüm suçlamaları kendim için ve tüm arkadaşlarım için reddediyorum. Kent suçlarına karşı çıkmak, dayanışmak suç değildir.

*Gezi bizim yarınımızdır, çocuklarımızın aydınlık geleceği için umut fişeğidir. Taksim Dayanışması görev aldıysa onur duyarım. Bu anlattıklarım ilk savunmamdan, bu kadar haklıyken. Kamusal bir görevim varken neden gazeteci oldum?

*Şimdi bir de hükümeti devirmeye teşebbüsten yargılanıyorum. O günden bugüne yapılan tüm çağrılar alenidir.

*Asıl suçluların hesap vermesi gerekirken, sağduyu çağrısı yapan, şiddet ortamının bitmesi için çaba gösteren Taksim Dayanışması temsilcilerinin hukuksuz bir şekilde yargılanması kabul edilebilir olmaktan çok uzaktır.

*Asıl suç toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkının şiddetle engellenmesidir. Hala öldürülen çocukların katillerinin davaları sürmektedir. Şiddet uygulayan polisler komik para cezalarıyla cezalandırıldılar.

ÇED yönetmeliği yine değişiyor, sağlık etki değerlendirmesi gündemde değil

TTB Halk Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Üyesi Ahmet Soysal, yarın başlayacak ÇED süreçlerinin ‘güncellenmesi’ toplantısını “sağlık etki değerlendirme” sürecini kapsamadığı gerekçesiyle eleştirdi: Umarım yanılıyorumdur ama şimdiye dek yapılanlara bakıldığında iyi niyet göremiyorum.

2012’de, dönemin Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar, HES’ler, taş ocakları, tavuk çiftlikleri gibi yerlerin kurulmasında istenen ÇED raporlarının veriliş süresini kısaltarak, rapor alımını kolaylaştıracaklarını açıklamıştı.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerinin ‘güncellenmesi’ ve yönetmelikte değişiklikler yapılması için düğmeye bastı. Bakanlık, yarın başlayacak ‘çalışma toplantısı’ için çok sayıda kurum ve kuruluşa davet gönderdi.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü imzasıyla gönderilen davet mektubunda, listede yer alan kurumlardan temsilci belirlenerek kendilerine bildirilmesi isteniyor. Davette şu ifadeler yer alıyor:

“ÇED yönetmeliğinin ülkemiz şartları, dünyadaki mevcut iyi uygulamalar ve uygulamada ortaya çıkan gereksinimler, bilimsel ve teknik dayanaklar gözönüne alınarak güncellenmesi ve ÇED raporlarının puanlamasına yönelik bir yazılım geliştirilmesi amacıyla Bakanlığımız ve Hacettepe Teknokent Teknoloji Transferi Merkezi işbirliği ile yürütülecek “ ÇED Yönetmeliği’nin Geliştirilmesi Projesi’ başlatılmıştır.”

Türk Tabipler Birliği, Halk Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim görevlisi Dr. Ahmet Soysal’la ÇED yönetmelikleri hakkında konuştuk.

ÇED yönetmeliğinde değişikliğinin bugünün konusu olmadığını, en az 23 kez yönetmelik değişikliğini yapıldığını hatırlatan Soysal, değişikliklerin hemen her zaman raporu isteyen firma lehine yapıldığına dikkat çekti: “Bu tür çalışmalar hep yapılıyor. Bunların iyiniyetli, gerçekten çevresel etkileri önceden hesaplayıp giderilmesi için yöntemler aramak üzere yapıldığına inanmamak için elimizde çok fazla örnek var. Aksine her değişiklikte, izin vermeyi kolaylaştırıcı yönde değişiklikler yapıldı, bir çok iş alanı ÇED dışında bırakıldı.”

İzin kolay, denetim yok

1993’den beri çıkmış ÇED sonuçlarının da gösterdiği üzere, Bakanlığın başvuruların yüzde 99’unu kabul edip olumlu rapor verdiğini anlatan Soysal şunları söyledi: “Bugüne dek yapılan ÇED çalışmaları kamuoyunu ikna etmek ve tepkileri yatıştırmak üzere kullanılan bir yöntem oldu. Yönetmeliğin ekindeki listelere bakıldığında, çok önemli bir çok faaliyet alanında “ÇED gereklidir veya değildir” kararının sadece Çevre Bakanlığı’na verildiğini görürsünüz. Bakanlık kağıt üzerinde, “gerekli değil” kararı verdiği anda, fabrika, maden arama, yakma benzeri bir sürü firma işine rahatlıkla devam eder. Sonrasında da ne bir denetleme ne de izleme yapılır. Mesela, ÇED raporunda yazmak zorunda oldukları için birçok işletmenin kimyasal arıtma tesisi vardır. Ama gidip gezdiğinizde, bu tesislerin gerek üretim maliyeti gerekse enerji maliyeti gerekçeleriyle çalıştırılmadığını görürsünüz. Kimse de bir şey demez.”

‘Teknik riskleri tartışmak yeterli değil’

Soysal, ÇED raporlarındaki en önemli eksikliğin sağlık değerlendirme etkisi’nin ölçülmemesi olduğuna vurgu yaptı: “Bir yatırımın, bir işletmenin sadece ‘teknik’ risklerini tartışmak asla yeterli olamaz. Buna ek olarak ‘alıcı ortam’ dediğimiz; havanın, suyun, toprağın daha ne kadar kirlilik kaldırabileceğini gösteren kümülatif yükü de tartışmamız gerekir. Sağlık etki değerlendirmesi yapmak ise olmazsa olmazdır. İşletmenin yakın, uzak çevresinde yaşayan insanlar üzerindeki etkilerinin ölçülmesi gerekir. İnsan sağlığı üzerinde yapılacak faaliyetin nasıl bir etkisi olacak, ortaya çıkabilecek olumsuz etkileri nasıl ortadan kaldırabileceğiz, bütün bunlar konuşulmalı.”

Bakanlığın iyiniyetli bir tartışma ortamı niyeti olsaydı, meslek örgütleri ve ilgililere son anda davetiye göndermek yerine hazırlanabilecekleri, rapor hazırlayıp öneri sunabilecekleri kadar zaman verileceğini ve tartışma konularını da “sağlık etki değerlendirmesi”ni de kapsayacak şekilde düzenleyeceğini kaydeden Soysal, yurtdışındaki örneklere ilişkin şunları söyledi:

“Avrupa ülkelerinde ÇED ve sağlık etki değerlendirmesi birbirine eklemlenmiş şekilde yapılıyor. Bir işletmenin çevreye teknik anlamda etkileri ve mesela trafik gibi bunun yaratacağı kümülatif yük çok ciddiye alınarak tartışılıyor. Riskler azaltılabiliyorsa tespit ediliyor. Sağlık etki değerlendirmesi mutlaka ve çok özenli bir şekilde yapılıyor. İzni isteyen işletmenin faaliyetlerinin o bölgede yaşayan insanların sağlığı üzerindeki etkileri, olumsuz etkilerin nasıl ortadan kaldırılacağı tartışılıyor. Risk büyükse izin verilmiyor zaten. Ama verilmişse de işletme çalışmaya başlayınca mutlaka kontrol, denetim sağlanıyor. “

Halk toplantıları gündemde yok

Yarın başlayacak ve üç gün sürecek toplantı gündeminde ÇED süreci için zorunlu olan “halk toplantıları”nın olmayışına da dikkat çeken Soysal, “Tabii bu toplantıların insanlara zamanında haber vererek, toplantıları halktan kaçırmayarak, itiraz durumunda, tutanak düzenleyip hemen bitirme yoluna gitmeyerek yapılması gerekir. Aksi durumda, halk bundan pek bir fayda sağlayamıyor” diye konuştu.

 

Aksakoğlu: Bu, hukuk ve yurttaş arasında yükselen duvarla ilgili bir davadır

‘Tutuklu olarak bu anı 7 aydır bekliyorum. Ben sivil toplum ve sosyal politikalar alanında çalışma yapan yayınlar hazırlayan bir sivil toplumcuyum. İddianamede tarafıma yönlendirilen suçlamalar temelden yoksun ve faaliyetlerime ters düşecek nitelikte.’

Gezi davasının ilk duruşmasında, işinsanı Osman Kavala’nın ardından, 7 aydır cezaevinde, tek kişilik hücrede tutulan sivil toplum örgütü uzmanı, Bernard van Leer Vakfı Türkiye temsilcisi Yiğit Aksakoğlu savunma yaptı. Aksakoğlu’nun savunması şöyle: :

1976’da Aydın’da doğdum. 2000’de YTÜ İnşaat Mühendisliğinden mezun oldum. Londra Ekonomi Üniversitesi‘nin sivil toplum kuruluşları yönetimi yüksek lisans programından mezun oldum. Avrupa Gençlik Forumu’nda yer aldım 1999’da TESEV‘de çalışmaya, 2001’de Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Merkezi’nde çalıştım. Bilgi Üniversitesi ve başka yerlerden çıkan politikaları etkileme alanında yayınlarım var. Savunuculukla ilgili bir kitabım Bilgi Üniversitesi tarafından basıldı.”

“Bakanlarla çalıştım, bu davada mağdurlar: 2011’de yarı zamanlı olarak aile içinde çocuğa yönelik şiddetin azaltılması için çalışmada yer aldım. Marc Mataheru‘yu o zamandan tanıyorum. Bunu nasıl suç unsuru olarak gösterdiler anlamıyorum. Bu çalışmalarıma ilişkin görüşmeler Gezi olaylarıyla ilgiliymiş gibi gösteriliyor. Kasım 2018’de Bernard van Leer Vakfı Türkiye temsilcisi olarak Antep Büyükşehir Belediyesiyle çocuklara yönelik projeler için Fatma Şahin ile bizzat görüştüm. Şahin bu davada 7 numaralı mağdurdur. Uzmanlığım kapsamında çok çeşitli çalışmalara katkı sundum. Asker Hakları Platformu’na gönüllü destek verdim. Ayfan Sefiroğlu, İsmet Yılmaz ile defalarca görüştük. İsmet Yılmaz bu davada 22 nolu mağdurdur.”

Suçlamaları yöneltenler ya firari ya da benimle aynı cezaevinde: Hak ihlalleri için çözümler ürettik. DİSKO uygulamasına dikkat çekip kaldırılmasına katkıda bulunduk. Barış sürecine katkı sunmak için dernek kurduk. Çözüm sürecine silahların susması ve ateşkesin sağlanmasının ötesinde toplumsal barışın sağlanması için ülkenin en batısında doğmuş biri olarak destek sunmayı görev bildim. Bunun Gezi olaylarıyla ilgili değerlendirilmesini anlayamıyorum. Kaldı ki bu iddiaları yöneltenlerin bir kısmı firari bir kısmı benimle aynı cezaevinde.”

Şiddetle ani değişimden yana olmadım: Kitap basımı için 25 bin dolarlık bir fon aramamızı bazı sözde gazeteler yazdı. Oysa bu para hiç alınmadı. Ama bu gazeteciler biraz araştırsalardı, bunun 10 katını AKP’li belediyelere verdiğimizi görebilirdi. Çalışmalarımda AKP’li belediyelerle çalışması gerektiğini ben önerdim, askerler konusunda Savunma Bakanı ile çalıştım. Buna rağmen hükümete diz çöktürmek gibi bir suçlamayla ağırlaştırılmış müebbet isteniyor. 7 aydır 10 metrekarelik bir hücredeyim. Hiçbir zaman şiddetle gelen ani değişimden yana olmadım. Ama değişimden yana oldum.”

Bir ülkede hakkınız yok, sorumluluğunuz varsa kölesiniz, sorumluluğunuz yok, hakkınız varsa kralsınızdır. Haklar ve sorumluluklar dengesi için çalıştım. Sivil toplumcular iktidara talip olmaz, talip olan siyasi partilerdir. Sivil toplumun talepleri daha mütevazıdır.

Bebek ölümlerinin azalması gibi kendi gerekliliğini ortadan kaldırmaya yönelik talepleri vardır. Sivil toplum şiddete karşıdır. Yoksa zaten sivil olamaz. Bu nedenle sivil toplum ve sosyal kalkınma uzmanı olarak şiddeti hiç savunmadım. Şiddetle hükümeti devirmek ne eğitimini aldığım ne de savunduğum bir şeydir. Şiddeti teşvik eden, hükümeti devirmeye yönelik hiçbir konuşmam yoktur. Ama çocuklarla ilgili çok şey öğrendim.

Örgüt yok, örgüt üyesi var: Suç yok, suçlu yok ama pervasızca ağırlaştırılmış müebbet hapis talebi var. Gözaltına alındığım günden beri tek bir hücrede tutulmamın dahi gerekçesi yok. İddianame suç işleme algısı yaratmaya kalkılmış. Bu algıyı yaratmak için 5-10 sayfada bir aynı iddiaları tekrarlıyor. Kıymetlendirildiği söylenen deliller ancak geçen hafta dosyaya girdi, ses kayıtları dahi yok. Dinlemeleri kim yaptırmış? Kimler kıymetlendirmiş? Bunları avukatlarıma bırakıyorum. Devamla: İddianamede benimle ilgili dinlemeler park boşaltıldıktan 10 gün sonra başlıyor. Hakkımda başka delil yok. İddianamede üyelik suçlaması yöneltilmiyor ama örgüt talimat gibi ifadeler geçiyor. Örgüt yok ama örgüt üyesi var. Olmayan örgüte olmayan üyeliğimde sonuç ilişkisi yok, 2011’den beri gezi olaylarını planladığımızın somut delili yok.”

“Osman Beyi tanımak suç değil, ama tanımıyorum: “Ama bu iddianamede delilsizlik bizim için sürpriz değil. Kavala ile yaptığım 35 saniyeli telefon görüşmesinde talimat aldığım iddia ediliyor. Osman beyi tanımak suç değil tabii ama tanımıyorum da. Benimle ilgili tüm dinlemelerde değil şiddet, hakaret bile yok. Ama http://www.siddetsizeylem.com  alan adını satın almam suç olarak sayılmış. Bu ülkede her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor. Bu ülkede kadınları öldürenleri bir siyasi parti başkanını yumruklayan adamın adı gazetelerde inisiyallerle verilirken benim alan adı almam suç olarak gösteriliyor. Bu insanlar nezarethanede 1 gün bile geçirmediler bense 7 aydır tutukluyum. 1 Eylül’deki görüşmemde “havai fişek attı aptallar” diyerek şiddeti eleştiriyorum. Hem şiddetsiz eylem hem sivil itaatsizlik üzerine gezi olayları öncesinde ve sonrasında basılmış onlarca yayın var. Şiddetsiz eylemle ilgili yayın hazırlama girişimi nasıl suç oluyor anlamıyorum. Girişim olduğuna da dikkatinizi çekerim. İddianamede sık sık yer verilen konuşmamdaysa piyano çalan adam, duran adama ve yeryüzü iftarına atıfta bulunuyorum.”

Toplantıların içeriğini bilmediklerini itiraf ettiler: Konuşmalarsa park boşaltıldıktan sonra yapılmış. Ben duran adam değilim, piyano çalamıyorum. Ama durmak da piyano çalmak da iftar yapmak da suç değil. Çözüm süreçlerine toplumsal katkının tartışılmasına yönelik bir proje için sivil düşünden bir destek fonu aldık. Helsinki Yurttaşlar Derneği‘nde toplantı yaptık. Bunun Gezi ile alakası yoktu. İddianamede İvan Maroviç‘i Türkiye’ye getirme düşüncem suçlama olarak yer alıyor. Dikkatinizi çekerim düşüncem. Maroviç’in ismini çalışmalarından biliyorum ve ondan önerdim ama bu sadece bir fikirdi.

Ne kolaylaştırıcılık (moderatörlük) bir suç ne de toplantı düzenlemek. Tutuklanma gerekçesinin kendisi toplantıların içeriklerinin bilinmediğini itiraf ediyor. Kaldı ki biz aylardır bu ‘karanlıkta kalan’ kısımları açıkladık. Ama şüpheden yararlandırılmadım.

“220 gün cezaevinde kalacağımı bilsem, bir gece olsun Gezi’de kalırdım: Ne Taksim Dayanışması ile ne de üyeleriyle ne Anadolu Kültür ile ilişkim yok. İlişkimin olması suç değil ama yok. Otpor ve Canvas ile ilgili ilişkime dair delil yok. Gezi’de bulunduğuma dair bile bir delil yok. Geziye gittim geldim ama 1 gece bile Gezide yatmadım. 220 gün cezaevinde kalacağımı bilseydim bir gün olsun Gezi’de kalırdım. Cezaevinde gardiyanlardan biri suçumu sorduğunda, Gezi dedim. ‘Biz de gittik bir hafta kaldık’ dedi. Sonra da aramamı yapıp üstüme kapıyı kilitledi. Gezi ile ilgili 1 tek tweet’im yok. Geziyi organize etmişiz ama tek bir whatsapp grubu yok. Planladığım, gerçekleştirdiğim, yaygınlaştırıp derinleştirdiğim bir olayla ilgili tek bir fotoğraf bile yok. O zaman insan soruyor, neden buradayım, neden tutuklandım, neden şüpheden yararlandırılmadım, neden ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum?”

Yazık hukuk sistemimize: Eğer tüm iddianameler böyleyse yazık bizim hukuk sistemimize, eğer bu iddianame böyleyse yazık bize. İddianamede geziye “sui generis” demiş yani “kendine has”. Asıl bu iddianame “sui generis”. Bu iddianame bin sayfalık bir dosyayı kıymetlendirerek ağırlaştırılmış müebbetimizi istiyor. Neyse ki idamı kıymetlendirerek idamımızı istemedi. İddianamede tek bir doğu unsur var, sayfa numaraları… Bu da iddianamenin özenini gösteriyor. Bu iddianamedeki herkes, hatta dünyadaki birçok insan bu iddianameden suç çıkmayacağını biliyor.

Odadaki fil, bu iddianamenin uzun tutukluluğu meşrulaştırmak için oluşturulduğu ve bunun için 16 kişinin eklendiği torba bir iddianame olduğudur.

Hukukla yurttaş arasındak yükselen duvar: Eğer çağrılsaydım ifade verirdim, 220 gün hapiste olmasaydım da burada olurdum, 6 yıl sonra kıymetlendirilmiş delilleri karartmam mümkün değil. ‘Pişman mısınız’ diye sormanızdan korkuyorum çünkü neden pişman olmam gerektiğini, suçumun ne olduğunu bilmiyorum.

Bu, sivil toplumun ve sivil toplum çalışmalarının kriminalize edilmesi olayıdır. Ben çalışmalarımda sivil toplumun dışına hiç çıkmadım, şiddeti hiçbir zaman savunmadım. Bu dava sadece benimle ya da geziyle ilgili değildir.

Bu dava hukukla ve yurttaş arasındaki yükselen duvarla ilgilidir. Vereceğiniz karar bu duvara ya tuğla koyacak, ya da bir tuğla azaltacak. Bu tutuklama sadece benim değil birçok kişi için uzun dönemli mağduriyet yarattı Bundan birinin sorumluluk almasını isterdim. Eğer burası haklar ve sorumluluklar temelinde bir ülkeyse en temel hakkımı özgürlüğümü istiyorum. Çocuklarımı okullarına bırakabilmek için tahliyemi ve beraatımı istiyorum.”

Kavala: Gezi’de barışçıl faaliyetlerde bulunmuş yüzbinlerden biriyim

Tutuklanmasının üzerinde geçen 600 günün ardından bugün ilk kez mahkeme önüne çıkarılan işinsanı Osman Kavala savunmasını yaptı.  İddianameyi, ‘fantastik iddia ve varsayımlara dayalı’ diyerek eleştiren Kavala, tahliyesini istedi. Osman Kavala ve birlikte yargılandığı 16 kişi için ‘darbeye teşebbüs’ten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.

Yeniden başlatılan gezi davasında, tutukluluğunun 600’üncü gününde ilk kez mahkemeye çıkan işinsanı Osman Kavala savunmasını yaptı. Kendisine yöneltilen suçlamaları, “olgusal temele oturtulmayan, mantığa aykırı bir dizi iddiaya ve delillerle desteklenmemiş varsayımlara dayalı” olarak nitelendiren Kavala, beraatini ve tahliyesini istedi.

Kavala hakkında, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yanı sıra,  “mala zarar verme, nitelikli mala zarar verme, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, kasten yaralama, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet ve nitelikli yağma” suçlarından 612 yıldan 3 bin 158 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep ediliyor.

Kavala’nın savunmasınının satırbaşları şöyle:

Fantastik kurgular: Yirmi aydır tutuklu bulunmama neden olan suçlama olgusal temele oturmayan, mantığa aykırı bir dizi iddiaya ve delillerle desteklenmemiş varsayımlara dayanmaktadır. Somut olgular tahrif edilerek, fantastik bir kurgu üretilmiştir.

Gizli silahlar: Şöyle deniyor: “Mehmet Osman Kavala’nın ülkemizde önderliğini ve koordinesini yaptığı yapının… illegal yapılara ve silahlı terör örgütlerine eylemde bulunmaları maksadıyla ortam hazırladığı, bu ortam ve dış ülkelerin baskısıyla T.C. Hükümeti’ni istifaya zorlamak gayesi güdüldüğü; bunun gerçekleşmemesi halinde ise silah kullanımı ve iç savaş senaryolarına uygun ortamı hazırlamak gibi gizli silahları da hazırda beklettiği anlaşılmıştır”. Bu son derece haysiyet kırıcı bir suçlamadır.

Hiçbir faaliyetim gizli değil: İddianamede de görüldüğü gibi benim hiçbir konuşmamda ve faaliyetimde gizlilik unsuru bulunmamaktadır; üstü kapalı, gizli bir plana veya teşebbüse yönelik olarak şifreli konuştuğumu ima eden, anlaşılması zor hiçbir ifadem yoktur. Tüm konuşmalarım aynı cep telefonundan, tüm yazışmalarım aynı mail adreslerinden yapılmıştır; bilgisayarımda önemli bilgiler içeren silinmiş hiçbir dosya yoktur. Takdir edersiniz ki bu durum, gizli bir kalkışma planını gerçekleştirmek için çalışan, gizli bir şebekeyi yöneten birisinin davranış biçimine uygun değildir. İddia makamının hangi faaliyetimden, eylemimden, düşüncemden ötürü darbeye ortam hazırlamaya, hatta iç savaş çıkarmaya yönelik böylesine sinsice bir planı yürüttüğüm hükmüne varmış olduğunu anlamak mümkün değildir.

Savcı suçlu olduğuma önceden karar vermiş: 20 ay önce Emniyet’te yapılan sorgumda, iddianamede yer alan finansman aktarımı ve örgüt ilişkileriyle ilgili iddialar bana sorulmadı, dolayısıyla bunlarla ilgili açıklama yapma imkanı verilmedi. Sorgumda, Gezi Olayları ile ilgili konu edilen tek bulgu, Gezi Olayları’ndan 3 ay sonra Brüksel’de açılan fotoğraf sergisi olmuştu. Savcı, iddianamede yer alan kurguyu hazırlamadan önce beni sorgulamaya gerek duymadı. Suçlu olduğuma dair kanaatin gözaltına alınmamdan önce kesinleştiğine ve somut olgulardan kopuk bir sabit fikir haline dönüştüğüne inanıyorum.

Tarihler tutmuyor: Kanıt olarak sunulan konuşmaların tamamı Gezi protestoları başladıktan, çeşitli şehirlere yayıldıktan, kitlesel katılımlı gösteriler gerçekleştikten sonraki tarihlere ait. İddianamede bir kalkışma planı hazırladığıma, böyle bir plandan bilgi sahibi olduğuma dair hiçbir kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir. Gezi Olayları’nın hazırlık aşamasında etkin olduğu iddia edilen OTPOR / CANVAS örgütlerinden hiç kimseyle tanışmıyorum, yine hazırlık aşamasında yer aldığı iddia edilen Memet Ali Alabora ile tek temasım, Gezi Olayları başladıktan sonra yapılan iki telefon konuşmasından ibarettir. İddianamedeki Haziran – Temmuz 2012 tarihleri arasındaki dış seyahatlerimin Gezi Olayları’nın hazırlığı amacıyla yapıldığı iddiası da temelsizdir. Bu seyahatlere, hangi toplantılar ve ne amaçlarla gitmiş olduğum gizli değildir.

Hangi örgüt: İddianamede, benim bu gizli planı icra etmek için Soros’un finansmanını Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Açık Toplum Vakfı ve Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür vasıtasıyla Gezi Olayları’na aktardığım iddia ediliyor. Ancak, iddia edilen kalkışma planını ve eylemini hangi örgüt aracılığı ile yürüttüğüm belirsiz. Ne bu kuruluşlar ne de iddianamede adı geçen diğerleri, Hükümeti devirme eyleminin yürütücüsü olarak nitelendirilmiş değiller, böyle suçlanmıyorlar. …Bu davada yargılananlar da bu gizli yapının üyeleri olmakla suçlanıyorlar. Farklı kuruluşlarda, farklı faaliyetlere katılmış olan bu insanların, aynı amaç için ortak bir irade gösterdiklerine, birbirleriyle sistematik bir ilişki içerisinde olduklarına, benden talimat aldıklarına, bu talimatlar doğrultusunda eylemde bulunduklarına dair hiçbir kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir.

Yapmış olduğum konuşmaların hiçbirinde eylem talimatı olarak anlaşılacak bir ifade yoktur.  Birkaç kişiden oluşan bir gizli örgütün, 80 ilde, milyonlarca kişinin katıldığı protesto eylemlerini yönlendirmiş olması, oldukça fantastik bir iddiadır. Bu iddianın içerdiği orantısızlık, iddianamedeki kurgunun mantıki temelden de yoksun olduğunu göstermektedir.

İddianamedeki kurgu: Gezi Olayları’nın Hükümet’i devirmek amacıyla kaos, kargaşa, iç savaş çıkarmaya yönelik bir tertip olduğu, bu tertibin farklı kuruluşlarda faaliyet gösteren kişilerden oluşan bir yapı tarafından yürütüldüğü iddiaları Ergenekon davasındaki kurguyu akla getirmektedir. Bu durum şaşırtıcı değildir, zira iddianamenin tamamına yakın bölümü FETÖ/PDY üyeliğinden suçlanan Savcı’nın ve Emniyet Müdürü’nün hazırlamış oldukları soruşturma dosyasından alınmıştır

İddianamenin sonunda, kullanılan bilgilerin alındığı soruşturma dosyasının “FETÖ/PDY militanı oldukları tespit edilmiş olan şahıslar tarafından başlatılmış ve yönlendirilmiş olduğu” ifade edilmiş, ancak tüm delillerin ve tapelerin “yeniden kıymetlendirildikleri” belirtilmiş. Ancak, iddianamenin eklerini incelediğimizde ortaya çıkan, sadece delil olarak kullanılan malzemenin, tapelerin değil iddianamenin temel kurgusunun da bu şahıslar tarafından hazırlanmış dosyadan alınmış olduğudur.

Finansman aktarımı iddiası: İddianamede yer alan tüm mali bilgilerden ve MASAK Raporu’ndan da anlaşılacağı gibi benim aracılığım ile Gezi Olayları’na aktarılmış olan herhangi bir maddi kaynak mevcut değildir. Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün, Açık Toplum Vakfı’ndan almış olduğu tüm fonlar mahkemenize sunacağımız 2013 yılı faaliyet raporunda da görüleceği gibi, kültür sanat çalışmaları, sergi hazırlıkları ve benzer projelerin kısmi finansmanı için kullanılmıştır. Bu fonların hangi projeler ve proje kalemleri için, nasıl kullanılmış oldukları Anadolu Kültür A.Ş’nin kayıtlarında açıkça görülmektedir.

Savcılığın benimle ilgili suçlamasının maddi temelini oluşturan George Soros’un benim üzerimden Gezi Olayları’nı finanse etmiş olduğu iddiası, benimle ya da Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür ile ilgili herhangi bir mali bulguya dayanmamaktadır. Benim üzerimden Gezi Olayları’na finansman aktarıldığına dair hiçbir kanıt mevcut değildir.

İddianamedeki tahrifatlar: (Kavala bu bölümde Hanzade Hikmet Germiyanoğlu’nun forum toplantılarını genişletmek ve derinleştirmek isteyen bir ekibe katılması için aramasının tersine çevrilerek, iddianamede kendisinin Germiyanoğlu’nu aradığı ve talimat verdiği şeklinde yazıldığını anlatıyor. Ayrıca yine kendisini arayan Mine Özerden’in gençler için gaz maskesi talebine, “Hesap açarsanız, katkıda bulunabilirim” demesine rağmen, iddianamede, bu telefon konuşmasının “Osman Kavala’nın yönlendirmesiyle, Mine Özerden’in Gezi eylemleriyle ilgili olaylar büyümeden önce birkaç kişi üzerine banka hesabı açtırdığını, bu hesaba para yardımı toplayarak eylemcilere gaz maskesi, sargı bezi, deniz gözlüğü gibi ihtiyaçların dağıtıldığı…”  şeklinde ifade edildiğine dikkat çekiyor.) Germiyanoğlu örneğinde görünen açık bir tahrifattır, ikincisi ise, Balyoz Davası’nda görüldüğü gibi, bir tertibin var olduğunu göstermek için tarihlerle oynama suretiyle yapılan sahte delil üretme çabasıdır.

Parkların kamusal işlevi: Kent merkezlerindeki parklar, farklı sınıflar, meslekler, kuşaklardan insanların, para ödemeden dinlenip konuşabilecekleri mekanlardır ve bütün bu insanlar için önemli bir kamusal işleve sahiptirler. Bu yüzden de korunmaları için kitlesel eylemlere girişildiği görülmüştür. Gezi Parkı da üniversiteli gencin, esnafın, emekli memurun, sokakta çalışan çocuğun, Suriyeli göçmenin, kent merkezinin telaşından bunalan insanların faydalandığı çok değerli bir mekandır. Gezi Parkı’ndaki inşaat projesine yönelik tepkiler değerlendirirken, parkların bu önemli kamusal işlevi dikkate alınmalıdır.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporundaki bulguların da kendisini desteklediğini kaydeden Kavala,  “Kamusal ihtiyaçlar ve talepler doğrultusunda, hükümetleri hatalı kararlardan döndürmeye yönelik barışçıl kampanyaların, katılımcı demokrasiyi güçlendiren meşru sivil toplum faaliyetleri arasında olduğuna inanıyorum” ifadelerini kullandı; “Gezi Olayları sırasında barışçıl faaliyetlerde bulunmuş yüz binlerce kişiden bir farkım olmadığını belirtir, tahliyemi ve beraatımı talep ederim” dedi.

Savunmanın tamamı için tıklayın

İmrahor Vadisi, vadi kalsın

Peyzaj Mimarları Odası Genel Başkanı Ayşegül Oruçkaptan: İmrahor Vadisi’ne yapımı planlanan millet bahçesi projesinden vazgeçilmelidir. Yoksa İmrahor Vadisi yok edilir ve Ankara çok büyük sel felaketleri ile karşı karşıya kalır.

Sahip olduğu güçlü ekolojik altyapısıyla Ankara’nın merkezinde bir vahayı andıran 650 hektarlık İmrahor Vadisi, Melih Gökçek’in 25 yıllık belediye başkanlığı sürecinde yapılaşmaya açılarak talan edildi. Şimdi de “yeşillendireceğiz” denilerek millet bahçesi yapımı ile talan edilmek isteniyor.

Birgün Gazetesi’nin haberine göre, Peyzaj Mimarları Odası Genel Başkanı Ayşegül Oruçkaptan vadinin yapısını şöyle anlattı: “İmrahor Vadisi’nin doğal yaşam alanı olarak korunmasını gerektiren pek çok özelliği barındırdığını belirterek, “İmrahor, Mogan ve Eymir gölleri ile yüzey ve taban suyu varlığı açısından zengin bir sistem oluşturuyor. Mogan ve Eymir gölleriyle belli jeolojik ve ekolojik özellikler açısından bağlantılı bir su alanı olan İmrahor Vadisi, bu gölleri su kaynaklarını beslemesi nedeniyle özel ekolojik değere sahip ve korunması gereken bir alandır. Gökçek döneminde yapılaşmaya açılan bu alan daha fazla tahrip edilmemelidir. Kesinlikle koruma altına alınmalıdır.”

Sinpaş konutları büyük zarar verdi

Gökçek’in yapılaşmaya açmasıyla ‘vadi manzaralı’ denilerek satışa sunulan Sinpaş konutlarının zeminle ne kadar uyumsuz olduğunu anlatan Oruçkaptan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Oran’dan indiğimizde bir yanda köylerin doğal hayatı bizi karşılarken öte yandan Sinpaş Yalı Vadi projesi kapsamında yapılan çirkin konutlar dikkati çekiyor. Gökçek döneminde İmrahor’un yapılaşmaya açılması ile birlikte ‘vadi manzaralı’ denilerek Sinpaş konutları yapıldı. Zemin açısından sulu olan bu vadiye yapılan konutları ayakta tutmak için defalarca istinat duvarı yapıldı. Doğayı talan eden bu konutlar, vadinin ekolojik yapısına da zarar verdi.”

Su varlığı, zengin ve çeşitli habitatı ile önemli yaban yaşama alanı olan bölgedeki biyoçeşitliliğin yok edildiğine dikkat çeken Oruçkaptan “Doğanın kent içine sızdığı İmrahor Vadisi’nde mikroklima özelliği nedeniyle doğal bitki örtüsünde yer alan otsu, çalı ve ağaç türlerinin oluşturduğu zengin bir koleksiyon bulunuyor. Ankara kenti metropoliten ölçeğinde biyolojik çeşitliliğin hızla azaldığı, birçok türün yok olduğu göz önünde bulundurulduğunda İmrahor Vadisi’ne daha fazla zarar vermemek için yapılaşma faaliyeti durdurulmalıdır” diye konuştu.

‘Asla izin vermeyeceğiz’

Oruçkaptan, vadinin yağmalanmaması için TMMOB’nin uzun yıllardır mücadele ettiğini hatırlatarak şöyle konuştu: “2014 yerel seçimlerinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, ‘çılgın proje’ olarak İmrahor Vadisi’nden Mogan Gölü’ne kadar uzanan geniş alanda yapılacak ‘kanal’ projesini açıkladı. Plana göre Vadi’de 1.40 emsalle konut inşa edilecek ve turizm tesisi kurulacaktı. Davalar açtık bunun bir talan olduğunu söyleyerek itiraz ettik. Süreç askıya alındı ama yeniden gündeme gelmesi İmrahor’un sonu olur. Buna asla izin vermeyeceğiz.”

Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek, ‘çılgın proje’ olarak İmrahor Vadisi’nden Mogan Gölü’ne kadar uzanan alanda yapılacak ‘kanal’ projesini açıklamıştı. Buna göre Vadi’de 1.40 emsalle konut inşa edilecek ve turizm tesisi kurulacaktı.

İmrahor’a sahip çıkalım

“Gökçek’in çılgın projesi şimdilik askıya alınmış olsa da vadiyi bekleyen büyük tehlike millet bahçesi projesi” diyen Oruçkaptan sözlerini şöyle sonlandırdı: “Millet Bahçesi’nin 193 bin metrekarelik ilk etabının ihalesi yapıldı. Projenin ilk etabı toplam 193 bin metrekare olacak. Bu proje ile sosyal tesisler, yürüyüş parkurları, dinlenme ve piknik alanları yapılacağı belirtiliyor. Millet Bahçesi, Eymir Gölü’nün alt kotundan başlayıp, Çankaya-Mamak Viyadüğü’ne kadar uzanıyor. Bu proje kesinlikle uygulanmamalıdır.

İmrahor Vadisi, iklim özellikleri yanı sıra, sahip olduğu 30-40 cm. derinlikteki killi-tınlı ve killi, koyu gri kahverengimsi, kırmızı kahverengi granüler karakterdeki toprakları ve alüviyal oluşumlarıyla tarım için çok uygun bir alan. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de, her türlü sebze-meyve ve çiçek yetiştiriciliği için uygun ortam olarak kullanılabilir. Vadinin korunmaması yaşanan sel felaketlerinin artmasına neden olur. Vadi, mutlak korunması gereken bir alan. İmrahor Vadisi’ne sahip çıkmalıyız.”

 

 

Gezi davası başladı

Bugün başlayan 16 sanıklı davanın ilk duruşmasında güvenlik görevlileri, salona yalnızca beş uluslararası 20 de ulusal basın kuruluşu muhabirinin alınacağını belirtti.

Gezi Parkı eylemlerine ilişkin Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu‘nun tutuklu yargılandığı 16 sanıklı davanın ilk duruşması bugün (24 Haziran Pazartesi) Silivri Cezaevi‘nde başladı. Osman Kavala, ilk duruşmasına tutukluluğunun 600’ncü gününde katılacak.

#GeziyiSavunuyoruz Twitter hesabından aktarılan bilgiye göre; güvenlik görevlileri, salona yalnızca beş uluslararası 20 de ulusal basın kuruluşu muhabirinin alınacağını belirtti. Bunun mahkeme kararı olduğunu söylediler.

Bianet’in haberine göre, duruşma öncesi açıklama yapmak isteyen Taksim Dayanışması‘nı jandarma engellemek istedi. Açıklamada özetle şu ifadeler yer aldı:

“Barışçıl direnişin tarihsel ve meşru gerçekliği çarpıtılmak isteniyor. Geziyi lekelemeye yönelik çabaları reddediyoruz. Tarihsel gerçekliği çarpıtma gayretiyle tarafsızlığı çoktan tartışmalı hale gelmiş kurum ve kişilerin sipariş senaryolarıyla bu ülkenin özgürlük umudu gezinin kirletilmesine izin vermeyeceğiz. Abdocan’ın, Ethem’in, Mehmet’in, Medeni’nin, Hasan Ferit’in, Ali İsmail’in, Ahmet’in, Berkin’in düşlerinin kirletilmesine izin vermeyeceğiz.”

Saat 10.00’da salona girişlerin başladığı duruşmadan notlar şöyle:

  • Sanıklar için üç avukat sınırı var.
  • Tutuklu yargılanan Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu salona getirildi. Salona girdiklerinde izleyici sıralarındakiler ayağa kalkarak alkışladı.
  • Mahkeme Başkanı (MB): Amacımız duruşmanın hemen başlaması. Burada uzun zamandır hakim karşısına çıkmamış kişi var.
  • Tutuklu sanıklar Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu ile tutuksuz sanıklar; Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, İnanç Ekmekci, Ali Hakan Altınay, , Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekci salonda.
  • Kavala avukatı Koyuncu: CMK değişti. İddianamedeki suçlamalara ilişkin eylemlere dair deliller eklenir maddesi eklendi. Bizim de talbimiz doğru Mart’a kadar soruşturma gizli olduğundan dosyayı inceleyemedik. Dosyaya erişince tapelerle hakimlik kararının olmadığını gördük.

Osman Kavala: Savcı sorgumdan önce suçlu olduğuma karar vermişti

HDP İstanbul Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık, Kavala’nın savunmasındaki ifadeleri Twitter hesabından aktardı: “Savcı sorgumdan önce zaten benim suçlu olduğuma karar vermişti. Bir kalkışma planı hazırladığıma ya da böyle bir organizasyona dahil olduğuma dair tek bir delil yok” diyen Kavala, şöyle devam etti:

“Çeşitli STK’lerin kuruluşunda ve faaliyetlerinde yer aldım. Ülkemizin Avrupa demokrasisinin parçası olması, yargıdan kaynaklı sorunların ortadan kalkması için mücadele ettim. Bunun için Ergenekon ve Balyoz süreçlerini eleştiren yazılar kaleme aldım ve hiçbir Cemaate dahil olmadım.”

Manipülasyonlarla, telefon dinlemelerine dair tarih değişikliği ve tahrifatlar yapılarak bir komplo hazırlandığını belirten Kavala, “Gezi olaylarında barışçı faaliyetlerde bulunan yüzbinlerce kişiden biriyim ve tahliyemi istiyorum”dedi.

Sanatçılar Hasankeyf için buluşuyor

Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, Hasankeyf’in yok olma girişimine karşı bir sanatçı buluşması düzenliyor.

Hükümetin Ilısu Barajı’nı açma ısrarına karşı ‘Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nin çabaları devam ediyor. Girişim, bir sanatçılar buluşması düzenleyeceğini açıkladı.

Yarın yapılacak buluşmaya ilişkin girişimin yaptığı açıklama şöyle:

“Bu tarih senin, bu doğa bu çevre hepimizin, Hasankeyf tüm insanlığın.
Hasankeyf ile Dicle Vadisi’nin ekonomik ömrü 50 yıl olacak olan Ilısu Barajı’nın suları altında kalmaması için hala geç değil. Moğolların istilasında bile ayakta kalmayı başaran Hasankeyf kendi suyunda boğulmaması için geç değil. Dicle Vadisi boyunca 300’ün üstünde daha kazıları bile yapılmamış tarihi höyükler için, baraj yüzünde bozulmamış ekosistem için, nesli daha yok edilmemiş onlarca tür, ölmemiş milyonlarca canlı için, UNESCO listesinde bulunan ve Ortadoğu’nun en büyük sulak alanı olan Irak’taki sazlıkların kurumaması ve bununla birlikte orada bir çocuğun su içmeye devam etmesi için daha geç değil. Baraj kapakları kapatılırsa Hasankeyf 4 ile 8 ay içinde tamamen suya gömülmüş olacak. İşte bunun için, baraj kapakları durdurulsa da geç değil, Dicle Vadisi için hiç GEÇ DEĞİL.

Ilısu Barajı’nin durdurulması için kurulan ve bu yönde yıllardır mücadele eden Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi (HYG) olarak, siz değerli sanatçıları Beyoğlu Collectıve Terrace’da 25 Haziran saat 21.00’da yapılacak olan ”Hasankeyf İçin Geç Değil Sanatçı Buluşması”na davet ediyoruz. Umudumuz Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ni suları altında bırakarak, doğa, tarih ve hafızayı yok edecek barajı durdurmak. Bununla birlikte Hasankeyf ve Dicle Vadisi’yle tüm canlılar ve binlerce tarihle yeni bir süreç başlatmak.

Bu buluşmanın sadece Hasankeyf’e, Dicle Vadisi’ne değil vicdanlarımızdaki çığlığa da bir umut olacağına, Hasankeyf ile bir köprü olup, tarihe umut olarak geçeceğine can gönülden inanıyoruz. Şimdiden Hasankeyf ve Dicle Vadisi adına, doğa, insanlık tarihi ve çevre adına tarihi desteginize içten teşekkürlerimizi iletmek isteriz.”

Almanya’da iklim aktivistlerinin maden eylemine polis müdahalesi

İklim değişikliği aktivistlerinin Garzweiler maden ocağını işgal eylemleri polisin müdahalesi ile sona erdi. Eylem sırasında polis memurları ve göstericiler arasında yaralananlar oldu.

Almanya’nın Aachen kenti yakınlarındaki Garzweiler maden ocağını kömür üretimine son verilmesi talebi ile işgal eden iklim değişikliği aktivistlerinin eylemi polisin müdahalesi ile sona erdi. Aachen polisi tarafından yapılan açıklamada, cumartesi günü madene giren bütün göstericilerin dışarıya çıkarıldığı veya gönüllü olarak dışarı çıktıkları belirtildi. Bölgede kömür çıkartılmasına karşı çıkan göstericiler ise madende hâlâ aktivistlerin bulunduğunu ama sayılarının az olduğunu açıkladı.

Yüzlerce gösterici dün öğle saatlerinde madene girmeyi başarmıştı. Polisin verdiği bilgilere göre, eylem sırasında en az sekiz polis memuru yaralandı.

DW Türkçe’nin haberine göre, eylemin organizatörleri tarafından yapılan açıklamada, polisin biber gazı ve coplarla müdahalesi sonucu çok sayıda göstericinin yaralandığı ve hastanede tedavi edildikleri belirtildi.

Kuzey Ren-Vestfalya eyaletindeki Keyenberg köyünde dün kömür üretimine son verilmesi talebiyle düzenlenen gösteriye yaklaşık 8 bin kişi katıldı. Keyenberg, maden ocağı nedeniyle yerleşim yerinin başka bir bölgeye taşınmasının planlandığı köyler arasında bulunuyor.

Gösteri sırasında binden fazla iklim değişikliği aktivisti Garzweiler maden ocağına girerek, üretimi durdurdu. Göstericiler geceyi maden ocağında geçirdi. Bunun yanı sıra çok sayıda aktivist de kömür nakliyatının gerçekleştirildği demiryolunda ulaşımı engelledi. Pazar günü göstericilerin kurduğu barikatların kaldırıldığı bildirildi.