Ana Sayfa Blog Sayfa 2288

Libya tezkeresi Meclis’te

Libya‘ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi‘ne (TBMM) sunuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan imzalı iki sayfalık tezkerede Libya’daki gelişmelerin bölge için tehdit olduğu belirtilerek şu ifadelere yer verildi:

 “Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde Türkiye sınırları dışında harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesi hususunda gereğini bilgilerinize sunarım.”

TBMM Genel Kurulu, tezkereyi görüşmek üzere 2 Ocak Perşembe günü olağanüstü toplanacak.

Türkiye ile Libya’daki iki yönetimden Ulusal Mutabakat Hükümeti (UHM) arasında 27 Kasım’da “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” imzalanmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trablus’un talep etmesi halinde Türkiye’nin Libya’ya asker gönderebileceğini söylemişti. Ardından Trablus Türkiye’den resmen talepte bulunmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan, meclis açılır açılmaz bunu oylamaya sunacaklarını dile getirmişti.

Özellikle Yunanistan ve Kıbrıs‘ın tepki gösterdiği Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması anlaşması, iki ülkenin de meclis ve hükümetleri tarafından onaylanmıştı.

Muhalefetten destek yok

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin tezkere konusunda bilgi vermek için bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etti. Çavuşoğlu saat 14:00’te de İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’le görüştü.

CHP lideriyle görüştükten sonra çıkışta kısa bir açıklama yapan Çavuşoğlu, “CHP’yi bugün bilgilendirmiş oluyoruz. Niye tezkereye ihtiyaç duyduğumuzu onlara aktardık. Tabii karar onların”dedi. Çavuşoğlu, İYİ Parti ziyaretinin ardından da şöyle konuştu: Biz Dışişleri Bakanlığı olarak tezkerenin Meclise gönderilmesi için Cumhurbaşkanlığı’na arz ettik. Bugün itibariyle gün içinde sayın cumhurbaşkanımızın da imzasıyla tezkerenin Meclise gideceğini de Cumhurbaşkanlığı makamından öğrendik.”

MHP lideri Devlet Bahçeli, 49 vekilleriyle 2 Ocak’ta TBMM’de oylanması planlanan tezkere için lehte oy kullanacaklarını açıklamıştı.

Sözcüsü Faik Öztrak’ın açıklaması aracılığıyla, “Mehmetçiğin görevi sınırı korumaktır ne işi var Libya’da” tezini savunan CHP bu ülkeye asker gönderilmesine karşı çıkıyor. İYİ Parti de Libya’ya asker gönderilmesine sıcak bakmıyor.

Kılıçdaroğlu’ndan Karamollaoğlu ve Akşener’e ‘tezkere’ ziyareti

Çavuşoğlu’nun ziyaretlerinin ardından CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Libya tezkeresini görüşmek üzere önce Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nu, daha sonra da İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i ziyaret etti.

CHP lideri önce Temel Karamollaoğlu’nu parti genel merkezinde ziyaret etti. Görüşmede Kılıçdaroğlu’na Genel Başkan Yardımcıları Ünal Çeviköz ile TBMM Grup Başkanvekili Engin Özkoç eşlik etti. Bir saat 15 dakika süren görüşmenin ardından herhangi bir açıklama yapılmadı. Kılıçdaroğlu’nun, tezkereyle ilgili olarak ortak bir karar alınması amacıyla ziyareti gerçekleştirdiği belirtildi.

Kılıçdaroğlu, daha sonra İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i, parti genel merkezinde ziyaret etti. Kılıçdaroğlu, önceki gün İstanbul’da saldırıya uğrayan Akşener’in basın danışmanı gazeteci Murat İde’ye “Geçmiş olsun” dedi. Bunun üzerine Akşener ise “İçişleri Bakanı en başarılı İçişleri Bakanı olduğunu iddia ediyor. Onun bakanlığında dövülmedik adam kalmadı. En son basın danışmanım darp edildi. Ben olsam istifa ederdim” diye konuştu.

Ardından basına kapalı şekilde devam eden Kılıçdaroğlu– Akşener görüşmesi, yaklaşık 1 saat 10 dakika sürdü. Görüşme sonrası açıklama yapılmadı.

Libya’da kim kimle savaşıyor?

Kuzey Afrika ülkesi Libya, ‘Arap Baharı’ olayları sırasında Muammer Kaddafi’nin devrilmesinin ardından kaosa sürüklendi. Ülkede 2011 yılında, kabileler arasında başlayan iç savaş halen devam ediyor. Akdeniz’e kıyısı bulunan 6,5 milyon nüfuslu petrol ülkesinde faaliyet gösteren yüzlerce irili ufaklı silahlı grup üzerinden, küresel ve bölgesel güçler de vekalet savaşları yürütüyor.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, Libya’da çatışmalar nedeniyle kesin sayılar belirlenemese de binlerce kişi hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler de çatışmaların başlamasından bu yana onbinlerce kişinin yerlerinden olduğunu bildirdi.

Çatışmaların her geçen gün arttığı Libya’da 2014 seçimlerinin ardından ülke siyaseten ikiye bölündü, ülkede iki farklı yönetim ortaya çıktı. Bunlardan birisi ülkenin doğusunda, Mısır sınırına yakın Tobruk’ta bulunan, General (Halife) Hafter liderliğindeki Temsilciler Meclisi ve diğeri de Trablus merkezli Fayez al-Sarraj liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti.

IŞİD‘in varlığını hissettirdiği ülkede, örgüte bağlı militanlar, 2015 yılında Kaddafi’nin doğum yeri olan Sirte kentini ele geçirmiş, ancak Türkiye’nin de desteklediği Misratalı güçler tarafından buradan çıkarılmıştı. Ancak örgütün halen ülkede varlığını sürdürdüğü belirtiliyor.

Ülkede yüzlerce irili ufaklı silahlı grup faaliyet gösteriyor. Öne çıkan gruplarsa şöyle:

  • Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) bağlı birlikler.
  • Körfez ülkeleri ile Mısır’ın desteklediği Tobruk merkezli General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu.
  • Kaddafi’nin devrilmesinde en büyük paya sahip Misrata merkezli güçler.
  • Ülkenin batısında, Tunus sınırına yakın Zintan merkezli güçler.

Kim kimi destekliyor?

Merkezi Trablus‘ta bulunan Ulusal Mutabakat Hükümeti, (UHM) Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Türkiye, Avrupa Birliği ve uluslararası kurumlarca meşru kabul ediliyor ve destekleniyor.

Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’ni ise Mısır, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya‘dan destek buluyor.

Libya’nın doğusunu kontrol altında tutan General Hafter, nisan ayında komutanı olduğu Libya Ulusal Ordusu‘na başkent Trablus’u ele geçirme emri vermişti. O tarihten bu yana Trablus çevresinde Hafter’e bağlı güçler ile Türkiye’nin de destek verdiği Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne bağlı silahlı güçler arasında yoğun çatışmalar yaşanıyor.

General Hafter’in Trablus’u ele geçirme girişimi, ülkede 2011’den bu yana devam eden iç savaşın yeni bir boyut kazanmasına yol açmış durumda.

General Hafter kimdir?

1943 Ecdebiye doğumlu Halife Hafter (General Hafter) Sovyetler Birliği’nde askeri eğitim aldı ve daha sonra Kaddafi’nin liderliğinde orduya katıldı. 1969’da Kral İdrisi’ye karşı Kaddafi’nin darbesine yardım etti. Kaddafi’nin en yakınındaki birkaç kişiden biri olan Hafter, 1986’da Fransa’nın desteklediği Çad güçlerine yenilip 300 askerle birlikte esir alınınca gözden düştü.

Yıllarca cezaevinde yatan General Hafter, 1990’da CIA ile anlaşma yaparak serbest kaldı ve ABD’ye sürgüne gönderildi. Burada ABD vatandaşı olan General’in CIA ile işbirliği yaptığı suçlamaları gündemden hiç düşmedi.

2011 yılında Kaddafi karşıtı gösterilerin artması ile birlikte Hafter ülkesi Libya’ya döndü. Kaddafi’nin devrilmesinin ardından iki yıl boyunca yargılandı, ancak yargılamalardan bir sonuç çıkmadı. General Hafter 2014’te yenilenen seçimlerden sonra televizyondan yayınlanan bir mesaj ile “ülkesini kurtarma” planını açıkladı.

Libyalılara kurulan hükümete karşı ayaklanmaları çağrısı yaptığında, Libya’nın ikinci en büyük şehri Bingazi ve doğudaki bazı bölgeler, El Kaide ile bağlantılı Ensar el-Şeria ve bazı diğer İslamcı gruplar tarafından kuşatılmıştı.

Hafter taraftarlarının Tobruk’ta yaptığı bir eylemden.

2014’te Bingazi’deki İslamcı gruplara karşı “Onur Operasyonu”nu başlatan Hafter, 2015’te Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi tarafından “Libya Ulusal Ordusu”nun komutanı olarak atandı. 2016 yılında Şubat ayında Bingazi‘yi geri alan General Hafter, diğer stratejik noktalar için de operasyonlar düzenledi. Özellikle Rusya’nın önemli askeri desteğini alan Hafter güçlerinin elinde tanklar, uçaklar ve ağır silahlar bulunuyor.

Eylül 2016’da Hafter’in ordusu, Petrol Hilali Bölgesi‘ndeki Sidra, Ra’s Lanuf, Brega ve Ecdebiye‘yi milislerden geri almak için operasyon düzenledi. 2017’de Derna’nın kontrolünü geri alan Hafter, yasa dışı bir şekilde gözaltında ölümler ve zorla kaybedilme gibi iddialarla “savaş suçları işlemekle” suçlandı.

Türkiye’nin duruşu

Türkiye Libya’daki iç savaşta desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yakın ilişki içinde. Ankara bir süredir, uluslararası hukuk kurallarını da esneterek Trablus’a insansız uçaklar ve diğer modern silahları gönderiyor. Hükümet güçlerinin  General Hafter’in ordusuna karşı son çarpışmalarında, Türkiye’nin sağladığı desteğin önemli bir rol oynadığı belirtiliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin lideri al Sarraj. 

General Hafter’in geçtiğimiz haftalarda, Türkiye’nin bu tavrına karşı tepki göstermek üzere, altı Türk denizcisini alıkoymuştu. Denizciler bir süre sonra serbest bırakıldı, ancak Türkiye’nin Hafter ile gerginliği sürüyor.

Başta Rusya olmak üzere dünya kamuoyu Türkiye’nin Libya’ya müdahale olasılığını dikkatle izlerken, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte Türkiye’ye askeri müdahaleden kaçınması çağrısını yapan ilk lider oldu. Ülkede her yıl sonu düzenlenen geleneksel basın toplantısında konuşan Conte, İtalya’nın siyasi çözümden yana olduğunu kaydetti.

Neo-İttihatçı çılgınlığın son perdesi: Kanal İstanbul – Ali K. Saysel

Kanal İstanbul gündemi İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı İmamoğlu’nun muhalefet çıtasını yükselten 25 Aralık tarihli basın toplantısının ardından hızlı ve beklenmedik gelişmelere sahne olabilir[1]. Cumhurbaşkanı Erdoğan 21 Aralık’ta Kılıçdaroğlu’na cevaben “sen istesen de istemesen de biz Kanal İstanbul’u yapacağız” dedi ve önümüzdeki günlerde proje ihalesinin yapılacağını duyurdu. (Bu arada ihale mi edilecek, ihale şartnamesi nasıldır, yoksa nükleer santralde olduğu gibi ikili anlaşmayla bir yabancı ortaklığa mı verilecek, henüz bilmiyoruz).

Bu konuşmadan iki gün sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum Kanal İstanbul (Kİ) Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun bakanlık tarafından kabul edildiğini beyan ederek bireysel ve kurumsal itirazlar için mevzuat gereği 10 günlük süre verdi.[2] (Ana metni 1500 sayfa olan rapora itiraz için 10 gün!) Tabii, önce ÇED’in açıklanması, itiraz süreçlerinin işlemesi (belki idare mahkemesinde davalar, Danıştay süreçleri vs.) sonra hükümetin karar vermesi gerekirdi ama … durun nelerden bahsediyoruz!

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın 24 Aralık günü Kİ’nin bir “devlet projesi” olduğunu resmi ağızdan duyurdu. Aynı gün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli projeden rahatsızlık duyanları “şuursuz ve gayrı milli” ilan etti. (İktidarla ailevi boyutlarda ilişkili eski bakan Betül Sayan Kaya bir twit atmış, sadece sekiz kere üst üste “Kanal İstanbul’u yapacağız” diyor[3] – hükümet yanlısı medyadaki kanal histerisinin bir özeti gibi okunabilir!) Diğer taraftan iktidarın milli açılımlarına destek veren Vatan Partisi’ne yakın Aydınlık Gazetesi Kİ’yi hem rant hem de Montrö cephesinden vurmaya devam ediyor. İnsan tüm bu çılgınlığın ortasında ister istemez acaba Mehmet Ağar ne diyecek diye sormadan edemiyor! Belli ki ortada hem ekonomik rant hem de Montrö ve müteahhitlik ilişkileri bağlamında uluslararası planda verilmiş ve verilecek sözlere gebe gizli bir hesap var ve Kİ bütüncül bir devlet projesi olmaktan ziyade, Erdoğan’a bağlı bir kesimin beka projesiymiş izlenimi veriyor. Bu doğruysa, Kİ’yle ilgili gelişmelerin iktidar koalisyonu üzerinde ağır sonuçlar doğuracağı tahmin edilebilir.

Katar hayranlığı ve Montrö düşmanlığı

Erdoğan ve çevresinin açıklamakta beis görmediği Katar parası hayranlığı ve Montrö düşmanlığı nasıl yorumlanabilir? Erdoğan diyor ki, “Katar Emiri’nin annesinin Türkiye’de gayrı menkul almasının önünde bir engel mi var?”[4] “Montrö Antlaşması Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi sınırlıyor”muş; “Montrö Lobisi kimler adına çalışıyor”muş.[5] Erdoğan bugün (26 Aralık) tarihli bir konuşmasında bir yandan muhalefet bayrağı açan İmamoğlu’nu tehdit ediyor (hukuk lafzı ardındaki uyarıları tehdit olarak yorumlamak için yeterli nedene sahibiz) ve ardından diyor ki, “biz bunu yap-işlet-devret sistemiyle yaparız”; ama sonra da diyor ki “yok öyle yapamazsak milli bütçeden yapar mıyız, yaparız”. Herkes haliyle soruyor, hangi garantiyle ve hangi milli parayla? Belli ki ortada “proje” deyince geleceği varsayılan krediler ve yine kullanışlı bir enstrüman olarak gelecek kuşakları borçlandırmaktan başka bir hesap yok; ki o da tutarsa. Bir de 23 Aralık’ta açıklanan ÇED raporu var. Şimdi raporu hazırlayan firmanın sabıka kaydı ve katılan uzmanların bilimsel kalibresi konuşuluyor. İçlerinden biri Nuh Peygamber’in oğluyla telefon görüşmesi yaptığını iddia etmiş, falan. Nasılsa raporda kendisine bir yer bulabilmiş!

Yani şöyle mi: Çinli müteahhitler kanalı yapacaklar[6], Amerikan savaş gemileri kanaldan Karadeniz’e çıkacaklar[7], Katarlılar yeni boğazda oturacaklar[8] ve Erdoğan dünya liderliği yolculuğuna devam edecek. Resmi ağızdan kimse bunlara inandırıcı bir “hayır” demediğine göre neden olmasın? Tabii bunlar anlamlı bir proje etki değerlendirmesinin “fayda” kısmına yazılması gerekenler. “Maliyet” kısmı için ise WWF Türkiye tarafından derlenen uzman görüşlerini[9] ve İBB Başkanı İmamoğlu’nun hem uzman görüşlerini referans alan hem de toplum hassasiyetine seslenen açıklamalarını okuyabilirsiniz[10].

İklim krizi ve deprem hükümetin gündeminde yok

Biraz daha ciddi olmak adına, bizzat Erdoğan tarafından ilk defa 2011 Haziran seçimleri öncesinde kamuoyuna açıklanan bu “çılgın” video animasyonu, şimdilerde neo-İttihatçı[11]  çılgınlığın bir perdesi olarak değerlendirebiliriz. Kolaya kaçıp Aydın Selcen’in sözleriyle ifade edecek olursak; “Yetmedi üzerine Libya’ya çıkartma konuldu. Yetmedi arkasına Montrö’yü çöpe atmak eklendi. Yetmedi Doğu Akdeniz’e savaş ve sondaj gemileri gönderildi. Yetmedi S-400 alındı, ABD’nin yaptırımlarına meydan okundu. Suriye’ye iki askeri harekât yapmak ve Idlip’e anlaşmalı gözlem noktaları kurmak yetmedi, üçüncü de yapıldı. Yetmedi içeride “Kıran”, kayyımlar derken diğer komşu Irak’a “Pençe” 1-2-3-4 her neyse sürekli ve kalıcı harekât konumuna geçildi. Şam’la köprüleri atmak yetmedi, Kahire, Tel Aviv, Abu Dabi, Riyad, bölgemizde kim var, kim yok karşımıza alındı.”[12]

Üstelik bunların tümü kişi başına ülke gelirinin gerilediği, işsizlik rakamlarının rekor kırdığı, yoksulluğun tavan yaptığı, firmaların battığı, kamu bankalarının hazine parasıyla, firmaların kamu bankalarının ucuz kredileriyle suni teneffüse bağlandığı bir ekonomik ortamda yapıldı.[13] Dahası Türkiye ekonomisini bu girdaptan kurtaracak bir verimlilik ve yenilik atılımı ufukta görünmüyor. İklim ve deprem risklerine karşı hazırlık ve mücadele mi? O zaten hükümetin gündeminde yok!

Kanal İstanbul’un tüm bunlarla ne alakası ver denebilir mi? “Montrö” saplantısı ve her daim düşük faizli suni teneffüs ve dış kaynaklı kredi gerektiren inşaat odaklı büyüme geleneğiyle akrabalığı Kİ’yi yaşadığımız neo-İttihatçılığın bir perdesine dönüştürüyor. Makul hiçbir veriye dayanmayan, kamu yararı içeren hiçbir gerekçeye dayandırılmayan bu projeyle iktidar, dışarıda verdiği savaşı içeride doğaya ve vatandaşlarının anayasal haklarına karşı açıyor: Yetmedi, Kanal İstanbul’u yapacağız!

Kanal İstanbul’un ÇED raporuna itiraz kuyruğu.

Başlasa bile bitirmek kolay değil

Başta 3. Köprü ve İstanbul Havaalanı olmak üzere pek çok inşaat ve altyapı projesini uzmanların ve duyarlı toplumun hilafına başaran Erdoğan Kanal İstanbul’u da kabul ettirebilecek mi?[14] Kabul ettirebilse dahi inşaatına başlayabilecek mi? Başlarsa bitirebilecek mi? Bilmeceye dönüşen bu sorulardan en yakın olanını cevaplamaya çalışmakla yetinelim.

Gelişmeleri yakından takip etme gerekliğini tekrar hatırlattıktan sonra, bunun hiç de kolay olmayacağını iddia edebiliriz. Bunun temel nedeni Mart-Haziran yerel seçimleriyle birlikte muhalefet açısından bir eşiğin aşılmış ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iktidar tarafından kaybedilmiş olması. İBB hem uzman görüşüne dayanarak hem de toplum hassasiyetine yaslanarak projeye karşı aktif bir muhalefet bayrağı açmış görünüyor. Sesleri mevcut medya imkanlarıyla çok gür çıksa da, hükümet ve Erdoğan’ın yakın çevresi dışında projeyi dört elle sahiplenen bir siyasi odak görünmüyor. Erdoğan’ın son yerel seçimleri hala AKP açısından bir başarıymış gibi gösterme çabaları nafile ve buna kendi partisi dahi inanmıyor. Her defasında başvurulan savaş ve şok doktrini, ötekileştirme, Kürt siyasetçileri hedefe oturtan kayyım uygulamaları vb. toplumu ayrıştırıp belediyelerde temsil bulan muhalefeti paralize etse de İBB bu projeye dur demek için büyük bir meşruiyete ve pek çok araca sahip. Perde ÇED itiraz süreciyle birlikte açıldı ve bunun kitlesel bir itiraz olduğunu kanıtlamak çok önemli.[15] Sonrasında itiraz edenleri, itiraza temel oluşturan argümanları çoğaltmaya çalışmalıyız.

[1] İmamoğlu’nun “felaket, ihanet ve cinayet projesi” olarak adlandırdığı Kanal İstanbul için 15 maddede özetlediği itirazlarını şu haberde okuyabilirsiniz: https://t24.com.tr/haber/imamoglu-kanal-istanbul-projesi-icin-basin-toplantisi-duzenliyor,853485

[2] ÇED raporuna erişim için bkz. http://eced.csb.gov.tr/ced/jsp/ek1/21257

[3] https://gozlemgazetesi.com/HaberDetay/252/1119996/betul-sayan-kayanin-kanal-istanbulu-yapacagiz-tweeti-gundem-oldu.html

[4] https://www.birgun.net/haber/erdogan-dogruladi-katar-emiri-nin-annesi-kanal-istanbul-arazisinden-arsa-almis-280926

[5] İbrahim Karagül’ün yazısı için bkz. https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/-kanal-istanbula-karsi-cikan-montro-lobisi-kimden-talimat-aliyor-harita-hafizadir-gecmis-kadar-gelecegi-de-gosterir-ipek-yolundan-bering-bogazina-zenginlik-ve-guc-haritasi-degisti-ulkemizin-yuzolcumu-degisti-kanaldan-sonra-nukleer-silah-var-diyecekler-hadi-bakalim-2053647

[6] Metin Yeğin’in yazısı için bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/26/kanal-istanbul-ihalesi-cin-sirketinin/

[7] Abdüllatif Şener’in görüşü için bkz. https://tele1.com.tr/abdullatif-sener-kanal-istanbul-israri-mal-varligi-incelemesi-olmasin-113332/

[8] İmamoğlu’nun Arap şirketlerle ilgili açıklaması için bkz. https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/kanal-istanbul-guzergahinda-en-buyuk-araziler-3-arap-sirketine-ait-5530096/

[9] https://d2hawiim0tjbd8.cloudfront.net/downloads/kanalistanbul_1.pdf

[10] https://t24.com.tr/haber/imamoglu-kanal-istanbul-projesi-icin-basin-toplantisi-duzenliyor,853485

[11] Neo-İttihatçılığın uygulayıcıları nezdinde bir tanımı için şu eski yazının son paragrafına bakılabilir: https://www.yenisafak.com/yazarlar/akifemre/neo-ittihatcilik-28872

[12] Aydın Selcen’in yazısı için bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/12/25/idlipten-gelip-mavi-vatana-uzanan/

[13] Ekonomik verilerin bir özeti için bkz. http://www.art-izan.org/toplum-siyaset/guncel-toplum-siyaset/24-kasim-7-aralik-2019-gundem-degerlendirmesi/

[14] AKP dönemine damga vuran mega-projeler, künyeleri ve tarihçeleri için bkz. https://megaprojeleristanbul.com/

[15] ÇED itiraz süreciyle ilgili bilgi için Önder Algedik’in yazısına bakılabilir. https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/12/25/kanal-istanbula-nasil-itiraz-edebiliriz/

(Artizan’dan alınmıştır.)

Uganda’dan genç bir ‘iklim savaşçısı’: Leah Namugerwa

The Independent‘den Portia Crowe, Uganda’nın genç iklim aktivisti Leah Namugerva ile konuştu.

***

“İklim Adaleti” yazılı pankartı ciddiyetle sallayarak çamurlu Kampala pazarında gençlerin oluşturduğu kalabalığa öncülük eden Leah Namugerwa halinden memnun.

Gelecek için Cumalar ağının Afrika‘daki en önemli yerel ayağının yürütücülerinden 15 yaşındaki Ugandalı aktivist, 29 Kasım’da küresel iklim grevine işaret etmek için Lake Victoria kıyıları boyunca yürüyüş yapıp sesi kısılana kadar slogan atıyor.

Namugerwa yabancı büyükelçiler ve Uganda meclis başkanıyla görüşerek, Ruanda, Kenya ve İsviçre’de konferanslara katılarak iklim aktivisti olarak kısa sürede ilgi çekti. Fakat en çok grev yerinde lastik çizmeleriyleyken huzurluymuş gibi görünüyor.

Genç aktivisti, “Çevreye önem veren bir nesil yetiştirmek istiyorum. Liderler fark yaratamıyorsa, en azından biz fark yaratabiliriz. Çocuklar olarak bizler, olumlu bir fark yaratmak için çok küçük değiliz” diyor.

Uganda iklim krizinden en kötü etkilenecek ülkeler arasında

Doğu Afrikalı gençler, mahsul üretiminden yetersiz beslenmeye ve hastalıkların yayılmasına kadar her şeyi etkileyebilecek iklim değişikliğinden en kötü etkilenecekler arasında yer alıyor.

Uganda giderek artan biçimde kuzeyde uzun süreli kuraklıklara, doğuda heyelanlara ve kısmen ağaç örtüsünün kaybolmasından kaynaklanan su baskınlarına maruz kalıyor. Son bir haftada, alışılmadık şiddetli yağmurlar nedeniyle 36 Ugandalının hayatını kaybettiği bildirildi.

Şubattan bu yana Namugerwa her cuma derslere girmeyerek, ağaç dikme kampanyasıyla ülkede plastik torba yasağının uygulanmasına ilişkin imza kampanyasına öncülük etti. Uganda’daki toprak kayması ve su baskını haberleri Namugerwa’yı 13 yaşında harekete geçmeye teşvik etti.

Namugerwa “(Bunlar) silahla vurulan insanlar değildi – bu doğaydı. Okul arkadaşlarım okullarını, ebeveynlerini, ekinlerini kaybediyor… Bu gerçekten tedirgin ediciydi” diye konuşuyor.

Babası ve lafını sakınmayan bir çevreci olan amcasının, hasara aslen iklim değişikliğinin sebep olduğunu açıklamasının ardından Namugerwa internette araştırmalar yapmaya başlamış ve iklim değişikliğine dair farkındalık oluşturmak için Twitter hesabı oluşturmuş.

Gösteri için pankartlar hazırlayan Namugerwa, “Liderler fark yaratamıyorsa biz yaratabiliriz. Çocuklar olarak bizler, olumlu bir fark yaratmak için çok küçük değiliz” diyor.

Namugerwa, Twitter’da üretken biçimde paylaşım yapıyor, bazen cumhurbaşkanını etiketliyor fakat yeni çevre politikaları talep etmiyor. Bunun yerine sadece mevcut mevzuatın uygulanması çağrısında bulunuyor.

Uganda hükümeti plastik poşetleri altı kez başarısız biçimde yasaklamaya çalıştı. Birçok ülke gibi, Paris İklim Anlaşması‘nı da imzaladı ancak anlaşmayı yürürlüğe koymak için çok az şey yaptı.

Twitter aracılığıyla Greta Thunberg‘i keşfeden Namugerwa ise aldığı ilhamla kendi okul grevlerini düzenlemeye başladı.

Kampala Uluslararası Üniversitesi‘nde öğrenci olan Gelecek için Cumalar – Uganda’nın kurucularından Sadrach Nirere, “Leah ilk grevini şubatta gerçekleştirdi.  Grevin cuma günü yapılmadığını da hatırlıyorum. Galiba salıydı, ardından bir sonraki cuma, sonra salı – Leah çok hevesliydi” diye anlatıyor, başlangıç günlerini.

Namugerwa’nın ilk pankartında Thunberg’in açık mesajından esinlenerek “İklim için Okul Grevi” yazıyordu. (İki genç Madrid‘deki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı – COP25′te buluşmuş, öncesinde de  Twitter’da mesajlaşmıştı.)

Nirere’yle Namugerwa, Gelecek için Cumalar – Uganda’yı oluşturmak için dayanışma ağının kurucularından Hilda Flavia Nakabuye ve kuzeni Bob Motavu‘yla birlikte hareket etmeye başladı. Her hafta derslere girmemenin yanında daha büyük etkinlikler planlamaya başladılar. Ekip çok fazla kurumsal destek almadı.

Nakabuye, “Bu konuda konuştuğum ilk öğretmen bana yaptığımın işe yaramayacağını söyledi. Öğretmen, iklim değişikliğinin Tanrı’nın planı olduğunu ve ben de insan olduğum için bu konuda hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyordu” diye anlatıyor.

Derslere katılım öğrencilerin notlarını doğrudan etkilemese de eğitimin çok önemli olduğu ülkede, her hafta dersleri kaçırmak hoş karşılanmıyor. Bu da ekibi büyütmeyi zorlaştırıyor. Namugerwa’nın arkadaşlarının çoğunun gösterilere katılımı ebeveynleri tarafından engelleniyor.

Ancak Namugerwa’nın kendi ebeveynleri daha çok yüreklendiriyor.

Uganda’daki bazı gösterilere yaklaşık bin kişi katıldı.

Namugerwa’nın babası Lukwago Cephas ise, “Endişelenmiyorum. Geleceğimiz yoksa eğitim de faydasız olabilir” diye konuşuyor.

Cephas ve kardeşleri, 29 Kasım’da Kampala’nın Ggaba Plajı’ndaki greve katıldı. Yaklaşık 40 kişi, Ggaba pazarına yürüyüşe geçmeden önce bir saat boyunca göl kıyısında plastik ve çöp topladı. (Önceki protestolara yaklaşık bin kişinin katıldığını belirten organizatörler bu eyleminse birçok öğrencinin sınavlara girdiği ve diğerlerinin de zaten tatil için memleketlerine gittiği sırada yapıldığını söylüyor.)

Dorothy Nalubega, kadınların oluşturduğu tarımı savunan ve çevreci bir grup adına oradaydı. Nalubega, “Gençlere katılmak zorundayız. İklim değişikliğini tarımdan ayrıştıramazsınız… Uzun süren kuraklıklarla, sellerle, iklim kriziyle ürün elde edemezsiniz” diyor.

Protestoculardan bazıları yetişkinlerin eşlik ettiği küçük çocuklar.

Diğer katılımcılar arasında yetim ve dezavantajlı çocuklar için oluşturulan bakımevinden gelen kız çocuklarının yanı sıra Ggaba pazarında yaşayan ve çalışan balıkçı Peter Selujja da bulunuyordu. Kıyıya vuran plastik şişeleri gösteren Selujja, “Burası benim ülkem – her şeyin temiz olmasını istiyorum. Balıklar ölüyor. Bunu gördüğümde içim sızlıyor” ifadelerini kullanıyor.

Siyasi amaçlı görülebileceği için üç veya daha fazla kişinin toplanmasının polis iznini gerektirdiği Uganda’da bu tür protestolar teknik olarak yasadışı. İzin süreci genellikle planlanan etkinliğin tarihi geçinceye kadar bürokrasiye takılıyor. Nirere, “Şimdi yaptığımız işi (bundan dolayı) hiç yapmadığımızı düşünün” diyor. Nakabuye ise, “Kendinizi büyük görmek zorundasınız” diye ekliyor.

Ancak güvenliklerine ilişkin endişe duyuyorlar. Çoğunlukla gençlerden oluşan ve reggae müzisyeniyken milletvekili olan Bobi Wine’ın liderlik ettiği muhalif Halk Gücü hareketinin yükselişiyle, öğrenciler iklim değişikliği eylemlerinin siyasi güdümlü olduğu şeklinde yanlış yorumlanabileceğinden korkuyor.

 

Termik santrallerin atık sahalarına dair düzenleme neyi içeriyor? – Baran Bozoğlu

Termik santrallerin çevre mevzuatına uyum sağlamaları için, başka bir değişle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan “çevre izni” alabilmeleri için 2019 yılının sonuna kadar süre tanınmıştı. Bu sürede tesislerin atık sahalarının, su yönetimlerinin, bacagazı çıkış sınır değerlerinin mevzuata uygun hale getirilmesi gerekiyordu.

Bunun için de yatırım yapmaları bir zorunluluktu. Ancak sürenin dolmasına rağmen tesislerin bu konuda faaliyet yapmadığı artık tüm kamuoyu tarafından biliniyor. TBMM’de kanun değişikliği yapılarak bu sürenin uzatılması planlanmış, düzenleme Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmişti.  Bu durumda ne olacağı herkesin merak konusuydu.

O günlerde bu tesislerin tek sorununun bacagazı sınır değerleri olmadığını, atık sahalarının da en az hava kirliliği yaratan bacagazları kadar sorunlu olduğunu belirtmiştim. Herkesin “filtre” sistemine odaklandığı bir anda ne yazık ki bu mesele görülemedi… Yeni düzenleme ile haklılığımı üzülerek gördüm…

26 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik söz konusu endişelerimin haklılığını teyit etti…

Atık sahaları ‘akademik’ raporla izinli hale getirilecek

Bu santrallerin atık sahalarının mevzuata uygun olmadığını, atıkları vahşice depoladıklarını, toksik nitelikte atıklar olduğunu, yeraltı ve yüzey sularını kirlettiklerini, tarım alanlarımızı kirlettiklerini belirtmiştim…

Yeni düzenleme ile içeriğinin ne olacağı dahi belirlenmemiş “akademik” bir rapor aracılığıyla bu atık sahaları izinli hale getirilebilecek. Yani, geçirimsiz zemini olmayan vahşi depolama alanları, bu yöntem ile çevre izni sürecinde önemli bir sorunu (!) aşabilecek. Aşabilecek diyorum çünkü; çevre mevzuatımıza ve Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliğimize göre tesisler entegre bir çevre izni alıyor.

Daha önceki mevzuatımızda, emisyon izni, atık sahalara dair izinler ayrı ayrı alınabiliyordu. Şu anda ise entegre çevre izni var ve çevre mevzuatının tümüne uyum sağlama şartı var…  Dolayısıyla, bu santrallerin en önemli sorunlarından olan atık sahaları birkaç gün önce yapılan düzenleme ile içeriği ne olduğu belli olmayan, kimlerin hangi yetkinlikte hazırlayacağı tanımlanmamış bir “akademik” rapor ile mevzuata uygun hale getirilecek. Emisyon (bacagazı) sorununa dair de il müdürlüğü uygunluk yazısı işi çözebilecek…

Not etmekte yarar var, yapılan düzenleme sadece çevre bilimi açısından değil, aynı zamanda hukuken de uygun değil.

Bir yönetmelik koşul koşuyor, diğeri kaldırıyor

Söz konusu tesislerin çevre izni alması için uygulanan yönetmelik Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği… Bu yönetmelikte çevre izni alınabilmesi için atık sahalarına dair gerekli olan dokümanlar arasında; İl Müdürlüğü Uygunluk Yazısı, Düzenli Depolama Tesisi Onay Belgesi, İşletme Planı yer alıyor.

Söz konusu yönetmelik değişikliği ile; akademik rapor hazırlanması halinde il müdürlüğü uygunluk yazısı ve düzenli depolama tesisi onay belgesi istenmeyeceği belirtiliyor. Bir Bakanlığın bir yönetmeliği bir koşul koyarken nasıl olur da aynı Bakanlığın diğer bir yönetmeliği bu koşulu kaldırabilir!

Hukuken de çelişkili ve günü kurtarmayı hedefleyen bir düzenleme yapıldığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, AB uyum süreci ile güncellenen çevre mevzuatının ve bugüne kadar düzenli depolama sahalarına dair yapılan tüm olumlu uygulamaların birkaç termik santral için yok sayılması bir geriye dönüş niteliği taşıyor. Ülkemizin çevresel yatırımlarda daha da ileriye gitmesi, sağlıklı çevrede yaşama hakkımız için mevzuatın en iyi şekilde uygulanması gerekiyor. Yapılan bu düzenleme vahşi, çevreyi kirleten tüm atık sahalar için aynı meşruiyeti sağlanma riskini de ne yazık ki barındırıyor.

Kanun değişikliği ile yapılmayan, yönetmelikle ve uygulama ile mi yapılıyor?

Veto edilen kanun değişikliğinin ardından özelleştirilen termik santrallerin çevre mevzuatına uygun olmadıkları ve çevreyi kirlettikleri için tamamının 1 Ocak 2020 tarihinde kapatılması gerekiyordu. Çünkü hiçbiri bacagazı limit değerlerini sağlayamıyor ve hepsi havayı kirletiyor. Aynı zamanda toksik atıkları ile yeraltı, yüzey sularını ve topraklarımızı kirletiyorlar.

Ve mevcut mevzuatımız ile çevre izni almaları mümkün değildi… Şu anda bu yapılan değişiklikle atık sahaları sorunu çözülmüş oldu (!) ve çevre izni öncesinde alınması gereken Geçici Faaliyet Belgesi (GFB) için önemli bir basamak aşıldı. Bacagazı limit değerlerine dair de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinden uygunluk yazılarının alınması an meselesi.

Not: Entegre çevre izni alınması için öncelikle koşulları ve gerekli belgeleri daha kısıtlı ve basit olan Geçici Faaliyet Belgesi alınması gerekiyor.

Bu belgeyi alan tesislerin 1 yıl içerisinde çevre izni almaları gerekiyor. GFB’si olan tesisler 6 ay içerisinde Çevre İzni Başvurusu yapıyorlar.

Kötü senaryo

Kötü senaryoyu yazıp evrene olumsuz enerji göndermek ve kötü senaryonun yaşanmasına vesile olmak istemem. Ama bunu “bir bilen” bilinci ile toplumla paylaşma sorumluluğumu da yerine getirmem gerekiyor.  Benim kötü senaryom şu yönde, 13 tesisin 10 tanesine çevre izni sürecinde ilk aşama olan Geçici Faaliyet Belgesi’ni verecek koşullar yaratılacak.

Yani atık sahaları için akademik raporları tamamlayacaklar ve bacagazı sınır değerleri için uygunluk yazılarını da alacaklar. 1 Ocak 2020 ye kadar… Yani birkaç gün içerisinde tüm belgeleri tamamlanacak ve günlerce süren il müdürlüğü uygunluk süreci de birkaç saatte çözülecek. Bu belgelerle çevre izni sürecine girecekler ve Geçici Faaliyet Belgelerini (GFB) Ocak 2020’nin ilk günlerinde alacaklar.

Bu belgeye sahip tesisler fiilen 1 yıl boyunca dokunulmaz hale geliyorlar yani çevre izni sürecinde oldukları kabul ediliyor. 1 yılın sonunda çevre izni almak zorundalar. Ancak yatırım yapmaz ve uygun koşulları yaratmazlarsa çevre izni alamıyorlar. Bu tesisler 1 yıl içerisinde ciddi bir yatırım yapmayacaklar ve mevzuattaki koşuldan yararlanarak Geçici Faaliyet Belgeleri’nin yenilenmesini sağlayarak 6 ay daha kazanacaklar.

Özetle fiilen çevreyi kirleterek mevzuata uygun haldeymiş gibi görünmeleri 1,5 yıl boyunca sağlanacak.

Kötü senaryoya devam edelim… Bu tesisler 1,5 yıl içerisinde sorumluluklarını yerine getirmedikleri ve çevre izni alamadıkları için, 1,5 yılın sonunda lisans bedelleri kadar (atıksu,bacagazı,atık sahası v.b. yönelik) ceza kesilecek, 5 bin -100 bin TL civarında… Bu tesisler için bu ceza miktarı devede kulak bile değil… Cezayı ödeyecekler ve tekrar Geçici Faaliyet Belgesi’ne başvuracaklar, süreç baştan başlayacak ve ekstra 1,5 yıl daha kazanacaklar.

Yine yatırım yapmayacaklar ve bu sefer lisans bedellerinin 2 katı ceza kesilecek ki bu da 100 bin TL– 200 bin TL civarında… Bu süreç mevzuatımıza göre sürekli hale getirilebilir…

Özetle, kanun değişikliği ile yapılmayan yönetmelik ve uygulama ile hayata geçirilebilecek. Hem de kanun değişikliğinde 2,5 yıl ön görülürken bu süreç bu uygulama ile 1,5 yılın katları şeklinde uygulanabilecek, 3 yıl ve 4,5 yıl. 4,5 yılın sonunda ise faaliyetin durdurulması gerekecek.

Diğer 3 tesis ise zaten ekonomik ömrü de dolduğu için kapatılacak. Bu tesislerin hangileri olduğuna karar vermek için en yaşlı tesislere bakabilirsiniz. Ancak burada bir tesis var ki, özelleştirileli çok zaman olmadı… İşte o tesisin kapatılması sonucunda oluşacak maddi yük (tesis tam kapasiteli çalıştığı düşünülerek şirkete ödenecek para) hepimizin omuzlarında olacak…

Hiç kuşkusuz bu süreçte meslek odaları, STK’lar veya vatandaşlar ciddi hukuki mücadeleler yürüterek bu uygulamalardan vaz geçilmesini talep edeceklerdir.

Hakimlerin tavrı bu kötü senaryoyu en başından durdurabilir.

İyi senaryo

13 tesisten 3’ünün faaliyeti 1 Ocak 2020’de durdurulacak. Geriye kalan bu 10 tesis GFB’lerini alacaklar. Ancak 1 yıl içerisinde gerekli yatırımı yapmayan ve çevre izni alamayanların faaliyetleri derhal durdurulacak…

En iyi senaryo

En iyi senaryo hiç kuşkusuz, geri kalmış teknolojileri, doğayı, yaşamı tehdit eden, kirleten bu tesislerin tamamının kapatılması ve kirlettikleri alanların rehabilite edilmesi olacaktır. Bu tesislerin ürettikleri elektrik enerjisine ihtiyacımız olmadığını, tesisleri durdurduğumuzda elektriğimizin kesilmeyeceğini Enerji Bakanlığı’nın verilerinden ve açıklamalarından dolayı çok iyi biliyoruz.

AB ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke kömürlü termik santralleri kapatma yönünde kararlar aldı ve ekonomilerini buna göre şekillendiriyorlar. Örneğin, Avusturya 2020 sonunda, Yunanistan 2025 sonunda, Almanya 2038 sonunda, İngiltere, Portekiz, İtalya gibi ülkeler 2030’dan önce termik santrallerini kapatacaklarını, iklim krizine sebep olan bu fosil yakıt merkezli yaklaşımdan uzak duracaklarını deklare ettiler, ülke politikası olarak belirlediler. Elbette, ekonomilerini de buna göre şekillendirmeye başladılar.

Hep vurguladığım gibi, en iyi enerji üretim biçimi enerji verimliliğidir. Yenilenebilir, temiz enerji üretim biçimlerine de ayrıca odaklanmak, bu alanda yerli teknolojiyi geliştirmek gerekir. Hem termik santrallerden ekmek yiyen insanların durumunu değerlendirerek hem de yeni teknolojileri ülkemize kazandırmak adına artık termik santrallerden çıkış planını hazırlayıp uygulamamız gerekiyor.

Dilerim bu tartışmalar bu hedefe vesile olabilir…

(Independent Türkçe’den alınmıştır.)

HAKİM’den hayvan hakları ihlallerini izleme ve raporlamaya devam

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) 2020 yılında hayvan hakları ihlallerini, izlemeye ve raporlamaya devam edeceğini duyurdu. 2016 yılında başladığı izleme ve raporlama faaliyetini 2018 yılında geçici olarak durdurmak zorunda kalan HAKİM, bunun nedenini “izleme ve raporlama çalışmasını yürüten aktivistlerin, 2018 yılında, ağır hayvan hakkı ihlallerine maruz kalması sebebiyle yaşadıkları travma sonucu izleme faaliyetini sürdürememeleri” olarak açıklamıştı.

HAKİM Koordinatörü Fatma Biltekin şunları söyledi: “Kedi köpeklerden yaban hayvanlarına, çiftlik hayvanlarından egzotik türlere kadar hayvanların maruz bırakıldığı işkencelere ve hayvan hakları ihlallerinin tüm ayrıntılarına maruz kalmak, iki yıl boyunca her birini rapora dahil etmek düşündüğümüzden de zor oldu. Bu süreç sonunda HAKİM’i beraber kurduğumuz dostumuzu, hayvan ve insan hakları savunucusu Burak Özgüner’i 9 Kasım 2019 tarihinde kaybetmemiz ise, hem dostları olarak bizi, hem de hak mücadelesi veren tüm kesimleri derinden etkiledi. Yokluğuna alışamayacağımız böylesine büyük bir kaybın ardından, Burak’ın mücadelesini sürdürebilmek ve hem yerel hem de merkezi yönetimlerce hayvanların haklarının teslim edilmesini sağlamak için, 2020’de kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu anlamda yaşam savunucusu herkesin desteğini bekliyoruz.”

Biltekin, daha önce yayınlanan raporların hayvanların yaşadıkları hak ihlallerini görünür kılarak hayvan haklarının gündemde kalmasını sağladığını, bu yüzden de izleme ve raporlama çalışmasının çok değerli olduğunu belirtti.

Komite, 2016 yılında 1 milyar 156 milyon 407 bin 473 hayvanın yaşam hakkının ihlal edildiğini;  8 milyon 216 bin 506 hayvanın işkenceye uğradığını;  2 milyon 979 bin 752 hayvanın cinsel şiddete maruz bırakıldığını; 1 milyar 505 milyon 404 bin 792 hayvanın özgürlüğünün kısıtlandığını; 42 milyon 711 bin 818 hayvanın ise beden dokunulmazlığının ihlal edildiğini açıklamıştı.

Raporlar nasıl hazırlanacak?

HAKİM, raporların medya taraması, bilgi edinme başvuruları, resmi kurumların yayınladığı veriler ve vatandaşlardan gelen ihbarlara dayandırarak oluşturulacağını açıkladı.

Nasıl bildirilecek?

Komite, 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren yaşanan tüm hayvan hakları ihlallerini online ortamda toplayacak. Karşılaştığınız hayvan hakkı ihlalini burada yer alan online soru formunu* doldurarak Komite’ye ulaştırabilirsiniz.

Komite, ihbarların kendilerine ulaştırılması ile ilgili şunlara dikkat çekiyor:

“En fazla 10 dakikanızı alacak soruları yanıtlamanız, hayvan hakları ihlallerinin önlenmesi için büyük önem taşıyor. Verdiğiniz bilgiler tür fark etmeksizin tüm hayvanlara karşı Türkiye’de 2020 yılında işlenen ihlallerin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Bu bilgiler analiz edilerek hayvan hakları ihlallerine dair rapor hazırlanacak. Rapor, ulusal ve uluslararası kuruluşlar ile paylaşılarak Türkiye için her bakımdan işlevsel ve hak temelli bir hayvan hakları mevzuatı ve politikası geliştirilmesi için harcanan çabalara katkıda bulunacak.”

Greta Thunberg’in babası: Kızım için endişeleniyorum

İklim krizine karşı cuma günleri parlamento önünde okul grevine çıkmaya başlayan ve tüm dünyada Gelecek için Cumalar (Fridays for Future) hareketini başlatan Greta Thunberg’in babası 16 yaşındaki kızının aktivizm tecrübesine dair duygularını ve yaşadıklarını anlattı.

BBC Radio 4 Today adlı programda konuşan Svante Thunberg, kızının mücadele ettikçe daha mutlu biri olduğunu ama onun maruz kaldığı nefretin kendilerini endişelendirdiğini belirtti.

‘Üç-dört yıl boyunca depresyondaydı’

Sputnik News’te yer alan habere göre Greta Thunberg’in tüm protestoların fitilini ateşleyen ‘iklim için okul grevini’ başlatmadan üç-dört yıl kadar önce depresyonla mücadele ettiğini belirten baba, “Konuşmayı bırakmıştı, okula gitmeyi bırakmıştı, yemek yemeyi reddediyordu” dedi.

Greta’ya Asperger Sendromu ve Obsesif Kompülsif Bozukluk teşhisi konulduğunu, 14 yaşındaki diğer kızları Beata’nın da bu iki hastalığın yanı sıra Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ndan mustarip olduğunu söyleyen baba, durumu ‘bir ebeveyn için kabus gibi’ diye değerlendirdi.

Aktör olan Svante Thunberg kızlarıyla evde daha fazla vakit geçirmeye başladığını, opera sanatçısı olan eşi Malena Ernman’ın da ailesiyle olabilmek için bu dönemde tüm sözleşmelerini iptal ettiğini anlattı.

Melena Ernman ve Greta Thunberg

Ailede dönüşüm

Svante Thunberg, Beata’nın feminizmi savunmaya başladığını, Greta’nın da iklim değişikliğini kavradıkça mücadele konusunda giderek daha tutkulu bir hale geldiğini söyledi. Greta’nın önce kendilerine meydan okuduğunu anlatan baba Thunberg, “Yeterince mücadele etmediğimiz gerekçesiyle bizi ‘ikiyüzlü’ olmakla eleştirdi. ‘İklim konusunu yeterince ciddiye almadığımıza bakılırsa hangi insan haklarını savunuyorsunuz?’ dedi bize” ifadelerini kullandı.

Bunun üzerine daha çevre dostu alışkanlıklar edindiklerini söyleyen Svante Thunberg, eşinin uçakla seyahat etmeye son verdiği, kendisinin de vegan olduğunu ve bu tutumun kızlarını çok mutlu ettiğini aktardı.

‘İklimi değil, çocuğumu kurtarmak için yaptım’

Greta’nın ABD’deki iklim zirvesine gitmek için yaptığı yat yolculuğunda onun yanında olduğunu anımsatan baba şunları söyledi: “Tüm bunları yaptım, biliyorum ki hepsi yapılması gereken doğru şeylerdi. Ama ben bunları iklimi kurtarmak için yapmadım, çocuğumu kurtarmak için yaptım. İki kızım var ve dürüst olmak gerekirse benim için tek önemli şey onlar. Onların mutlu olmasını istiyorum.” Greta’nın aktivizm sayesinde değiştiğini ve çok daha mutlu biri haline geldiğini belirten baba Thunberg, kızının iklim grevi için okulu asmasını başta çok desteklemediğini de açıkladı.

‘Eleştirilerle gayet iyi başa çıkıyor’

Greta’nın iklim mücadelesinde bu kadar ön cephede yer almasının ‘kötü bir fikir’ olduğunu savunan baba, üretilen sahte haberler ve nefret dolu sözler nedeniyle endişelendiğini ancak kızının eleştirilerle çok iyi başa çıkabildiğini de savundu. Baba Thunberg, “Açık olmak gerekirse nasıl yaptığını bilmiyorum ama genelde bunlara gülüyor. Bunları çok komik buluyor” dedi.

Zamanla ailesi üzerindeki gerginliğin azalacağını umduğunu, o zaman Greta’nın okula dönmeyi düşünebileceğini söyleyen Svante Thunberg, “Eğer bana ihtiyacı olursa orada olmaya çalışacağım. Ama bence gittikçe daha fazla kendi başına yapacak, ki bu harika” ifadelerini kullandı.

Almanları terörden çok iklim değişikliği endişelendiriyor

Almanya’da Bild gazetesinin kamuoyu araştırma enstitüsü INSA’ya yaptırdığı anket ilginç sonuçlar ortaya koydu. Katılımcılara dünyanın güvenlik ve istikrarı önündeki en önemli tehditlerin ne olduğu soruldu. En fazla üç tercihin işaretlenebildiği ankette vatandaşların yüzde 42’si küresel iklim değişikliğini en büyük tehditler arasında saydı.

DW Türkçe’nin aktardığına göre, ikinci sırada yüzde 38 ile radikal İslamcı terör var. Üçüncü sırada ise yüzde 33 ile sığınmacı hareketleri geliyor. Ankete katılanların yüzde 25’i sağcı hükümetlerin sayısındaki artışı güvenlik ve istikrar için tehdit olarak görüyor. ABD’deki siyasi durum ve büyük güçler arasındaki ticaret savaşlarını en büyük tehdit sayanların oranı ise yüzde 20 oldu.

Ankette işaretlenebilecek diğer yanıtlar arasında Çin’in dünyada gittikçe artan nüfuzu, NATO ile Rusya arasındaki gerilim, Suriye krizi, Kuzey Kore’deki durum, İsrail-Filistin çatışması, İran ile Suudi Arabistan arasındaki ihtilaf ve Ukrayna krizi vardı.

Güvenlik ve istikrara olumsuz etkide bulunan siyasiler

Ankette ayrıca dünyanın güvenlik ve istikrarına olumsuz etkide bulunan siyasi liderlerin kim olduğu da soruldu. Katılımcıların yüzde 80’i ABD Başkanı Donald Trump’ı güvenlik ve istikrara en olumsuz etkiye sahip siyasi lider olarak görüyor. Trump’ı yüzde 75 ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan izliyor, üçüncü sırada ise yüzde 73 ile Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un bulunuyor. Katılımcıların yüzde 63’ü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i, yüzde 56’sı İngiltere Başbakanı Boris Johnson’u, yüzde 54’ü Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı dünyanın güvenlik ve istikrarına tehdit olarak görüyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un güvenlik ve istikrara olumlu etkisi olduğuna inananların oranı yüzde 52, olumsuz etkisi olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 25. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in olumlu etkiye sahip olduğuna inananların oranı yüzde 50, olumsuz olduğunu düşünenler ise yüzde 36 oldu. Ankette yer alan diğer isimler arasında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Benyamin Netanyahu, Muhammed bin Selman, Hasan Ruhani ve Jair Bolsanoro bulunuyordu

INSA’nın 20-23 Aralık tarihleri arasında düzenlediği ankete 1014 kişi katıldı.

Rüzgar esti, İstanbul Havalimanı felç

İstanbul’da saatte 65 kilometreye kadar ulaşan rüzgar nedeniyle uçaklar İstanbul Havalimanı’na iniş yapamayarak pas geçti. Bazı uçaklar da Marmara bölgesi üzerinde tur atmak zorunda kaldı. Dünyadan havacılık verilerini sunan flightradar24 sitesine göre İstanbul Havalimanı bugün dünyada en fazla rötarın yaşandığı 5. havalimanı oldu.

Havacılık haber sitesi Airporthaber’e göre, olumsuz hava şartları nedeniyle İstanbul Havalimanı’ndan kalkış yapacak uçakların ortalama 30 dakika, inişlerin ise yaklaşık 20 dakikalık rötarlarla yapıldığı bildirildi.

Uzmanlar, ‘yılın 107 günü fırtınalı’ demişti

Yeni yapılan havalimanının, Karadeniz’den esen sert rüzgarlara karşı korunmasız olduğuna ilişkin daha önce de bazı uyarılar yapılmıştı. Karadeniz’e yakın inşa edilen İstanbul Havalimanı’nın bulunduğu bölgenin ‘yılın 107 günü fırtınalı, 65 günü ise yoğun bulutlu’ olduğu ifade edilmiş, buraya havalimanı yapmanın uygun olmadığı dile getirilmişti. Uzmanlar ‘uçuş emniyetini tehlikeye düşürebilecek lodos ve ters rüzgarlar yüzünden üçüncü Havalimanı’nı çok sıkıntılı günlerin beklediği’ konusunda uyarıda bulunmuştu.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan ise İstanbul Havalimanı’nın açıldığı ilk 69 günde 179 uçağın olumsuz hava koşulları nedeniyle pisti pas geçtiğini söylemişti.

Türkiye’deki suyun yarısını termik santraller tüketiyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 yılı Sektörel Su ve Atık Su İstatistikleri‘ni açıkladı. Rapora göre 2018’de çekilen su miktarı 17,5 milyar metreküp olurken, bunun 7,9 milyar metreküpünün termik santraller tarafından çekildiği ortaya kondu. Bu rakam, toplam suyun yaklaşık yüzde 44’üne denk geliyor.

2018 yılının belli başlı su tüketicileri belediyeler, köyler, imalat sanayi işyerleri, termik santraller, organize sanayi bölgeleri (OSB) ve maden işletmeleri oldu. Su kaynaklarından çekilen suyun yüzde 56,2’si denizlerden, yüzde 15,1’i barajlardan, yüzde 14’ü kuyulardan, yüzde 8,7’si kaynaklardan, yüzde 3,9’u akarsulardan, yüzde 1,8’i göl/göletlerden, yüzde 0,2’si ise diğer su kaynaklarından çekildi.

Atık suyun yüzde 77,4’ü denizlere

Belediyeler, köyler, imalat sanayi işyerleri, termik santraller, OSB’ler ve maden işletmeleri tarafından 2018 yılında doğrudan alıcı ortamlara 14,8 milyar metreküp atık su deşarj edildi. Doğrudan alıcı ortamlara deşarj edilen atıksuyun yüzde 77,4’ü denizlere, yüzde 18,7’si akarsulara, yüzde 1,1’i barajlara, yüzde 0,9’u foseptiklere, yüzde 0,5’i göl/göletlere, yüzde 0,2’si araziye, yüzde 1,2’si ise diğer alıcı ortamlara deşarj edildi.

Belediyeler, köyler, imalat sanayi işyerleri, termik santraller, OSB’ler ve maden işletmeleri tarafından 2018 yılında deşarj edilen atıksuyun yüzde 62,5’ini soğutma suları, yüzde 37,5’i ise soğutma suları dışındaki atıksular oluşturdu. Soğutma suları hariç doğrudan alıcı ortamlara deşarj edilen atık suyun yüzde 80,9’u arıtıldı.

Moskova’da iklim krizi: Kızıl Meydan’a yeni yıl için yapay kar getirildi

Son 140 yılın en sıcak kışlarından yaşayan Rusya‘nın başkenti Moskova’da, yeni yıl süslemeleri için kent merkezine kamyonlarca yapay kar getirildi. Her yıl yolları açmak için kar kürenmesine milyonlarca ruble harcayan kentin simge noktası Kızıl Meydan’a yapay kar taşınması sosyal medyada büyük ilgi çekti. Binlerce kişi yapay kar fotoğraflarını paylaşırken, bir Instagram kullanıcısı “Moskova’daki tek kar bu. Kızıl Meydan’da korunuyor” paylaşımıyla durumun vahametine dikkat çekti.

Belediye yetkilileri, yapay karın yılbaşı tatili için planlanan bir  snowboard gösterisi için getirildiğini açıkladı.

Moskova bölgesi, sıcaklıkların sistematik olarak ilk kez kaydedilmeye başlanmasından bu yana en sıcak kışlarından birini yaşıyor. 18 Aralık günü, Rusya’nın başkentinde hava sıcaklığı 5.4 dereceye yükseldi. Bu ölçüm, 1886’dan bu yana kentte kaydedilen en yüksek sıcaklığa işaret ediyor.

Çiçekler erken açıyor, hayvanların kış uykusu kesintiye uğruyor

Sıradışı hava sıcaklıklarının, kentte hayvan ve bitkileri de olumsuz etkilediği belirtiliyor. Moskova Devlet Üniversitesi’nin eczacılık bahçesinde çiğdem, leylak ve manolya bitkilerinin erken çiçek açtığı belirtilirken, Moskova Hayvanat Bahçesi’nde de bazı hayvanların kış uykularının kesintiye uğradığı ve beş çölfaresinin kış uykusuna teşvik edilmek için özel olarak soğutulan alanlara götürüldüğü açıklandı. Ülkenin kuzey bölgelerindeki donmuş toprak tabakasında süren erime de kuzey kasabalarını tehdit ediyor.