Ana Sayfa Blog Sayfa 2287

2019: En’lerin değil, küçük başlangıçların yılı

2019 zor günler devam ederken, bir şeylerin değişebileceğine dair gelişmelerin de yaşandığı bir yıl oldu. Genç bir iklim aktivistinin Time dergisinin kapağında yer alması, kadınların yaratıcı eylem olarak dansı kullanıp etki yaratabilmeleri 2019’a damgasını vururken, iklim grevleri ve isyan haftaları, geçtiğimiz yılın en önemli olayları olarak tarih sayfalarında yerini aldı.

Dünya’da 2019’un en önemli olayı & olayları

  • İklim Grevleri ve İsyan haftaları.
  • Amazon yangınları ve devam etmekte olan bütün iklim felaketleri.

Türkiye’de

Yerel seçim ve sonuçları: yani 2. İstanbul seçimi.

Dünya’da yılın kişisi

Greta Thunberg

Türkiye’de

  • Las Tesis dansını yapan bütün kadınlar.
  • Öğrencilerine geri dönene kadar Barış Akademisyenleri. (2020’de artık başka bir kategori altında yılın kişileri olmalarını umuyorum.)
  • Osman Kavala.
  • Selahattin Demirtaş’in (kendisi ve) Devran’da anlattığı karakterler.

Aklımda en çok yer eden sanat olayları

  • 16. Istanbul Bienali ve Yeşil Gazete’deki Bienal dosyası.

  • Tiyatro Boyalı Kuş’un Kendine Ait Bir Oda ve Tatavla Sahne’nin İnsan Çağı oyunları.
  • Coldplay’in karbon ayakizini ve ekolojik hasarı en aza indirene kadar turne yapmayacağını açıklaması. David Gilmour gibi sanatçıların iklim aktivistlerine destekleri.
  • 8 yıldır piyano çalmayan piyanist bir arkadaşımın enstrümanına geri dönmesi ve kapısını kapayarak da olsa bana inanılmaz Lizst parçaları çalması.

2019’un en önemli topluluk, kolektif ya da organizasyonu

Yokoluş İsyanı. 

İklim aktivistleri bu yıl yaptıkları bütün sivil itaatsizlik ve yaratıcı eylemleriyle iklim acil durumu için ses çıkardılar. Ayrıca yaptıkları eylemler, taleplerini belirleme ve ifade biçimleri iklim hareketinin 1960’ların sivil haklar mücadelesinin bir çeşit devamlılığı olduğunu bir kez daha gösterdi.

Ülkeleri yönetenler, doğayı katledebilecekleri bir kaynak olarak gördükçe ve bizler de başkalarının felaketlerini umursamayan fosil yakıt destekli alışkanlıklarımıza devam ettiğimiz sürece bu yokoluşun nedeni oluyoruz. Sinir bozucu ama gerçek. Böylesine kaygı verici bir gerçeği yaşarken bunu önlemek için bir şeyler yapılabileceğini bilmek ise önem önemlisi. Hayat kurtarıcı.

Yokoluş İsyanı, tam da bu yüzden Kasım ayında (en son baktığımda) 64 farklı ülkede sivil itaatsizlik eylemleri düzenledi. İklim krizinin insanlığın yaşadığı en önemli, kritik kriz olduğu gerçeğini bir süre daha politikacılardan duymayacağız gibi görünüyor. Madrid‘te gerçekleşen 25. Taraflar Konferansı’nı Yeşil Gazete’den takip edenler konuya oldukça hakimdir. Değişim bizlerden, isyanın bir parçası olabilecek insanlardan başlayacak.

Kasım ayındaki İsyan günlerinin ve yaratıcı eylemlerin yaşandığı yerlerden biri de İstanbul‘du. Yokoluş İsyanı’nın benimsediği eylem biçimlerinden yaratıcı eylem ve etkinlikler kısmını benimseyerek Türkiye’yi de iklim için harekete geçmeye çağıran insanlar var. Takdir edip övülesi bir durum.

Dünya’da en hayalkırıklığı yaratan gelişme

Birleşik Krallık’taki son genel seçimler. (Muhafazakar Parti’nin lideri, Başbakan ve Brexit savunucusu Boris Johnson, beklenmedik şekilde, büyük farkla seçimleri kazandı. Birleşik Avrupa yanlısı İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn istifa etti.)

Türkiye

Türkiye için hayal kırıklığı ifadesi biraz naif kaçıyor. Onun yerine şahit olduğum ayıp ve haksızlıklar arasından HDP Belediyelerine atanan kayyımlara karşı demokratik olduğunu iddia eden muhalefetin tutumsuzluğunu unutmayacağımı buraya not düşmek isterim.

2019 sanırım en’lerin yılı değildi de daha çok küçük başlangıçların yılıydı. Time dergisinin kapağında genç bir iklim aktivistini göreceğime geçen yıl bu günlerde inanmazdım mesela. Kadınların yaratıcı eylem olarak dansı kullanmalarına ve etki yaratabilmelerine çok sevindim.

İyimser yanımın Türkiye için kurabildiği cümle: Zor günler devam ederken, bir şeylerin değişebileceğine dair gelişmelerin de yaşandığı bir yıldı 2019.

Zehir saçan beş termik santralin üretimi tamamen, birinin kısmen durduruldu

Gerekli çevre yatırımlarını yapmayan filtresiz termik santrallere 2,5 yıl daha izin verilmesini öngören yasa tasarısının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından veto edilmesinin ardından, ülke genelindeki ‘filtresiz’ santraller teker teker mühürlenmeye başlandı.

Şu ana kadar toplam beş termik santralin “Geçici faaliyet belgesi” olmadığı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ekiplerince mühürlenerek üretim faaliyetleri durduruldu. Bir termik santralin ise kısmı olarak kapatılmasına karar verildi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, incelenen yedi termik santralden dördüne geçici faaliyet belgesi verildiğini, üç santralin ise gerekli çevre izinlerini aldığını bildirdi. Bakan, “Kahramanmaraş Afşin A, Kütahya Seyitömer, Kütahya Tunçbilek, Sivas Kangal ve Zonguldak Çatalağzı termik santralleri tamamen, Manisa Soma Termik Santrali ise kısmi olarak kapatılmıştır” dedi.

Kurum, geçtiğimiz ay kirletici santrallerle ilgili olarak “Ekiplerimiz bu ay içinde 13 termik santralimizin ayrı ayrı incelemesini yapacak, son durumlarını tespit edecekler. 1 Ocak itibarıyla süreci başlatacak, mevzuata aykırı ne kadar tesis varsa kapatma dahil tüm cezai işlemleri yapacağız” açıklaması yapmıştı.

İlk mühür Soma’ya

Manisa’nın Soma ilçesindeki Konya Şeker’e ait termik santralin verilen bir  aylık süreye rağmen bacalara filtre takılmadığı için iki ünitesinin üretim faaliyetleri kısmen durduruldu. Santralin kömür giriş kapıları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri tarafından gece yarısı saatlerinde mühürlendi. Santral, 165 megawatt gücünde 6 ünitesi ile filtresiz olarak elektrik üretimi yapıyordu. Bakan Kurum’un açıklamasına göre, Soma Termik Santrali’nin dört  ünitesinin çalışmasına kış sezonu boyunca müsaade edilecek.

Soma Termik Santrali

Çatalağzı Termik Santrali mühürlendi

Zonguldak’ın Kilimli ilçesine bağlı Çatalağzı beldesinde faaliyet gösteren Çatalağzı Termik Elektrik Santrali (ÇATES) de mühürlenen termik santraller arasında yer aldı. 1946 yılında faaliyete geçen ve 2014’te özelleştirme sonucu Elsan Enerji’ye satılan, 2 üniteden oluşan 300 megavat gücündeki Çatalağzı Termik Santrali filtresiz olarak çalışıyordu.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan Zonguldak-Çatalağazı Hava Kalitesi Değerlendirme Raporu’nda santralin insan ve çevre sağlığı açısından ölümcül riskler oluşturduğu ortaya konmuştu. Raporda, santrallerin tam kapasite çalışmadığı durumda dahi mevzuatlarla belirlenen sınır değerleri aştığı belirtilmiş; “mevcut hava kalitesinin iyileştirilmesine yönelik olarak daha etkin arıtım sistemlerini kurmayıp standart iyileştirmelerini gerçekleştirmeyen sanayi kuruluşları hakkında 2872 sayılı Çevre Kanunu kapsamında cezai işlemler yürütülmelidir” denilmişti.

Çatalağzı Termik Santrali

Kütahya’da iki santrale mühür

Kütahya’nın Seyitömer beldesi ile Tavşanlı ilçesinin Tunçbilek beldesinde faaliyet gösteren Çelikler Holding’e ait 2 termik santral de yine filtresiz olarak çalıştığı ve gerekli çevre yatırımlarını yapmadığı gerekçesiyle mühürlendi. Seyitömer Termik Santrali 4 üniteden toplamda 600 megavat gücünde kapasite ile çalışıyordu.

Afşin-Elbistan Santrali’nin üretimi durduruldu

Kahramanmaraş Afşin-Elbistan A Termik Santrali de mühürlenen santraller arasında. Kahramanmaraş Valiliği yaptığı açıklamada “Vatandaşlarımızın sağlığının ve çevrenin korunması amacıyla kamu birimlerimiz her türlü tedbiri almaktadır. Bu çerçevede, Afşin-Elbistan Elektrik Üretim AŞ’nin çalışmaları ‘geçici faaliyet belgesi’ alıncaya kadar durdurulmuştur. Bu süreçte ilgili kamu kurum ve kuruluşlarımız çevre standartlarını sağlayarak üretim ve istihdamın devamı için gerekli çalışmaları sürdürmektedir” ifadelerini kullandı.

Afşin/Elbistan Termik Santrali.

Sivas/ Kangal termik santralinin bir ve ikinci ünitelerinin üretimi de durduruldu. Kangal eski Belediye Başkanı Mehmet Öztürk, fabrikanın filtreli olan bacasının enerji kaybı nedeni ile çalıştırılmadığını eski iki bacadan çıkan zehirli gaz ve küllerin ise bölgede yaşayan insanların sağlığını ve çevreyi olumsuz etkilediğini söylemişti.

Kangal Termik Santrali.

Çevre Mevzuatına Uyum Yatırımı Yapmayan Santraller Hangileri?

Aşağıdaki kömürlü termik santraller, 2013 yılından bu yana, baca gazı kükürt giderim tesisi, filtre sistemleri veya kül barajı gibi çevre ve halk sağlığının korunması için gerekli yatırımları yapmıyor. Bu santraller 2013 yılından itibaren özelleştirilmiş olup, Afşin Elbistan B Termik Santrali hariç, özel şirketler tarafından işletiliyor.

Çanakkale / 18 Mart Çanakkale Termik Santrali
Şırnak / Silopi Elektrik Termik Santrali
Kahramanmaraş / Afşin Elbistan A Termik Santrali (üretimi durduruldu.)
Karabük / Kardemir Karabük Demir Çelik Termik Santrali
Kütahya / Tunçbilek Termik Santrali (üretimi durduruldu.)
Kütahya / Seyitömer Termik Santrali (üretimi durduruldu.)
Manisa / Soma A Termik Santrali (üretimi kısmen durduruldu.)
Manisa / Soma B Termik Santrali
Sivas / Kangal Termik Santrali (1. Ve 2. üniteler) (üretimi durduruldu.)
Zonguldak / Çatalağzı Termik Santrali (üretimi durduruldu.)
Ankara / Çayırhan Termik Santrali
Muğla / Yeniköy Termik Santrali
Muğla / Kemerköy Termik Santrali
Bursa / Orhaneli Termik Santrali
Kahramanmaraş / Afşin Elbistan B Termik Santrali

Bu santrallere 2013 yılından itibaren Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarını hiçe saymak pahasına ek süre verilmiş ve çevre yatırımlarını yapmaları talep edilmişti.  Ancak söz konusu şirketler çevre ve halk sağlığını hiçe sayarak, söz konusu çevre yatırımlarını altı yıldır hayata geçirmemiş, havayı kirletmeye ve halk sağlığına zarar vermeye devam etmişti.

 

2019’da çevre ve iklim mücadelesinin En’leri

Her yıl sonu bir önceki yılın muhasebesini yapmak adettendir. Biz de Yeşil Gazete’de önceki yıllarda özellikle çevre ve iklim mücadeleleriyle ilgili listeler yayınladık. Müzmin bir listeci olarak ben de böyle ilk 10 listelerinden çok yaptım. Ama bu yıl biraz daha farklı bir yol tutup yaşadığımız olayların, mücadelelerin veya felaketlerin ilk 10’unu sıralamak yerine, 10 farklı başlıkta yılın en önemli bulduğum gelişmelerine yer vermek istiyorum.

2019’un en önemli kişisi

Kuşkusuz Greta Thunberg. Time dergisiyle her zaman aynı fikirde olduğumuz söylenemez. Ama bu sene böyle. Greta Thunberg’in bence en çarpıcı başarısı hepimizi mücadelenin sözcüklerle yapılacağına bir kez daha ikna etmesi oldu. Oyunda Polonius sorar ya Hamlet’i konuşturmak için “Ne okuyorsunuz efendim” diye. Hamlet de cevap verir: “Kelimeler, kelimeler, kelimeler.” İşte Greta’nın kelimeleri ve o kelimeleri kim olarak, nasıl bir tavırla ve nerede söylediği bütün bir mücadele tarihini değiştirdi. Politikanın da aktivizmin de aslen kelimelerle mümkün olduğuna dair inancımızı tazeledi Greta Thunberg.

2019’un en güzel yerel demokrasi şöleni

Bir hafta önceye kadar bu sorunun cevabı Çanakkale’deki Kazdağları Kirazlı altın madenine karşı on binlerce insanın katıldığı miting, yürüyüş ve gösteriler olurdu. Fazıl Say konseriyle, maden alanının işgaliyle, haftalarca nöbet çadırlarında süren yerel çevre mücadelesinin başarıyla sonuçlanması ve projenin rafa kalkması rakipsiz bir başarıydı. Ama yıl bitmeden bu başlığa bir ortak geldi. İstanbul halkının Ankara’nın Kanal İstanbul dayatmasına karşı çıkma yolu olarak ÇED raporuna itiraz etmek için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri önünde saatlerce kuyruklarda bekleyerek verdiği cevap demokrasi mücadelesi için de önemli bir adım oldu.

2019’un en partiler üstü çevre başarısı

Kütahya’da Gediz ilçesindeki ve Kütahya-Uşak il sınırındaki Murat Dağı’nda açılmak istenen altın madeni, her partiden, her görüşten Kütahya ve Uşak halkının kararlı mücadelesi sonucunda durduruldu. Projenin ÇED olumlu kararı mahkeme tarafından “hukuka uygun bulunmayarak” iptal edildi. Murat Dağı Altın Madeni projesi için şirket ve devlet ısrar eder mi bilmiyorum. Ama bu kararlılığa direnirlerse kendileri kaybederler.

2019’un en önemli kampanya başarısı

Termik santrallara filtre muafiyeti veya Madde 45 (50) kampanyaları. Aynı kampanya aynı yıl iki başarı birden kazanır mı? Bunun bir örneği Madde 45 (50) kampanyaları oldu. Önce şubat ayında 15 termik santrale filtre takmadan 2,5 sene daha çalışma hakkı tanıyan madde 45 TBMM’de durduruldu. Ardından yıl bitmeden bir kez daha TBMM’ye getirilen aynı içerikteki madde 50 bu kez Meclis’ten geçse de Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi. Başta Temiz Hava Hakkı Platformu olmak üzere hava kirliliğine karşı mücadele eden çevre ve sağlık örgütlerinin bu büyük başarısı sosyal medyanın, medyanın ve lobiciliğin birlikte etkin bir biçimde kullanılmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu.

2019’un en kötü iklim haberi

İklim kriziyle ilgili kötü gelişmeler saymakla bitmez. Ama küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede durdurma şansını sonsuza kadar kaybettiğimize dair araştırma bugüne kadar aldığımız belki de en kötü haberdi. Küresel Karbon Bütçesi 2019 raporunda yenilenen karbon bütçesi hesabına göre dünya insanları olarak eğer önümüzdeki yıllarda 235 milyar ton daha fosil yakıtlardan kaynaklanan karbondioksiti atmosfere salarsak şu anda ortalama 1 derece olan küresel ısınmayı 1,5 dereceden önce durdurma şansını kaybedeceğimiz ortaya çıktı. Şu anda yılda 42 milyar ton saldığımız ve yakın gelecekte bu düzeyin çok altına inilmesine dair bir plan olmadığı için de bu hakkımızı en geç 2026-2027 gibi tüketmiş olacağız. Oysa IPCC’nin 1,5 derece özel raporu daha geçen sene 1,5 derecenin tutturulması mümkün bir hedef olduğunu bildirmişti. IPCC her zamanki gibi fazla iyimser çıktı. Ama bu haber nedeniyle 1,5 derece hedefinden vazgeçmemiz değil, bu hedefe daha sıkı sarılmamız gerekiyor. Isınmayı 1,5 olmazsa 1,6, o da olmazsa 1,7, o da olmazsa 1,8, o da olmazsa 1,9 derecede durdurmak için hedefimiz 1,5 derece olmalı. Yoksa bu satırları okuyanların çoğu, kendi yaşam süresinde 2 dereceyi ve neden olacağı büyük felaketleri görecek. Çocuklarımız ve torunlarımız ise 3-4 derece ısınmış bir dünyada hayatta kalmaya çalışacak.

2019’un en büyük iklim felaketi

Yaz aylarında Amazon ormanlarında yaşanan benzeri görülmemiş yağmur ormanı yangınları, Avustralya’da hâlâ süren milyonlarca hektar alanı tahrip eden orman ve çalılık yangınları ve Mozambik, Malawi, Madagaskar ve Zimbabwe’yi vuran, Mozambik’te bir kenti (Beria) neredeyse haritadan silen ve 1300’den fazla insanın ölümüne neden olan İdai siklonu. Bu üç büyük felaketten sadece birini seçmek mümkün görünmüyor. Maalesef yıllar geçtikçe bugün bizi hâlâ şoke edebilen bu tür felaketler de sıradanlaşacak.

2019’da iklim krizinin en üzücü simgesi

Koala. Avustralya’nın bu güzel ve cana yakın memelisinin yaşam alanlarının önemli bir bölümü devam eden orman yangınlarında yandı veya tehdit altında. Avustralya Çevre Bakanı en az 8400 koalanın yani toplam koala nüfusunun yüzde 30’unun devam eden yangınlarda can verdiğini açıkladı. Bu yangınlar devam ederse koalaların doğal ortamdaki nesilleri tükenecek. Yıl boyunca yangından sağ kurtarılan, sıcak stresi altında su içirilen, en son da yoldan geçen bisikletlileri durdurarak su isteyen koala videolarını yıl boyunca göz yaşları içinde izledik. Avustralya iklim krizi nedeniyle yaşanmaz hale gelen ilk kıta olabilir. Zavallı koalalar da maden ocağındaki kanarya gibiler.

2019’un en kitlesel iklim aktivizmi

Tabii ki çocukların küresel iklim grevleri. Greta Thunberg’in 2018’in ağustos ayında tek başına başlattığı iklim grevi eylemi bu sene dünyanın binlerce kentinde milyonlarca çocuk tarafından takip edildi ve büyütüldü. Gelecek İçin Cumalar hareketinin öncülüğünde organize edilen 20-27 Eylül küresel iklim grevlerinde 7 milyon çocuk, genç ve yetişkin grevdeydi ve sokağa çıktı. Türkiye’de de çok sayıda çocuk ve genç iklim eylemcimiz var artık: Atlas Sarrafoğlu, Ege Edman, Deniz Çevikus, Selin Gören, Güney Deniz Teke, Duru Kireççi ve sayıları giderek artan onlarca genç iklim aktivisti hepimize örnek oluyor. En son Madrid’de yapılan COP25 iklim konferansı sırasında yapılan mitinge de 500 bin kişi katıldı. Eskiden kolay hayal edebileceğimiz bir sayı değildi bu. Ama artık gelecek kuşak sokakta.

2019’un en büyük iklim katili

Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro. Bu yılın başında göreve başlayan Bolsonaro iklim değişikliğini inkâr etme konusunda Trump’ı bile aşan bir politikacı olarak göreve geldiğinde önce ülkesinin Paris Anlaşması’ndaki imzasını geri çekmeyi düşündü. Ama sonra herhalde anlaşmada kalarak daha fazla zarar verebileceğini fark etmiş olsa gerek ki bundan vaz geçti. Madrid’deki COP25’te Paris’i neredeyse uygulanamaz hale getirecek her türü sabotaj hamlesinin arkasında Brezilya ve Bolsonaro vardı. Bu da iklim kriziyle mücadelenin ne kadar politik olduğunu bize bir kez daha gösteriyor. Mücadeleleri birbirinden ayıramayız. Neoliberal politikaların her yönüyle, otoriter yönetimlerle ve aşırı sağ popülist siyasetçilerle mücadele iklim kriziyle mücadelenin ayrılmaz bir parçası.

2019’a en fazla damgasını vuran söz

Evimiz Yanıyor! (Greta Thunberg)

Dilerim 2020 mücadelemizi büyütsün. Herkese iyi seneler!

Elektrikli otomobiller çevre dostu mu?

Büyük ölçüde fosil yakıt kullanımına bağlı karbon emisyonlarının sebep olduğu iklim krizi tüm dünyayı tehdit ederken, benzin ve dizelli araçların yerini alması planlanan elektrikli araç üretimi de giderek yaygınlaşmaya başladı.   Araba üreticileri 2020’yi elektrikli araçların yılı yapmak için hazırlanıyor. Veri şirketi IHS Markit’e göre, elektrikli araç modellerinin sayısı 2020 yılının sonunda 100’den 175’e çıkacak. 2025’te ise 330’dan fazla olması bekleniyor.

Dünyadaki bu değişim Türkiye’de yakından takip ediyor. Türkiye’nin Otomobil Girişim Grubu (TOGG) tarafından yapılacak proje kapsamında 2022 yılında satışa sunulacak elektrikli C-SUV ve C- Sedan modellerinin tanıtımı bu hafta gerçekleştirildi. Modeller, hem yerli üretim olması hem de elektrikli olması sebebiyle büyük ilgi gördü.  Peki, elektrikli araç üretimi Türkiye için ne anlama geliyor? Elektrikli otomobiller gerçekten de doğa dostu bir alternatif mi?

TOGG tarafından 2022’de piyasaya sunulacak yerli otomobilin tanıtımı

Bozoğlu: Bireysel araç kullanımı terk edilmeli

Yeşli Gazete’ye konuşan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu,  “Hiç kuşkusuz çevre sorunlarının çözülebilmesi için ulaşım probleminin de, yani fosil yakıta dayanan ulaşım yaklaşımının, çözülmesi gerekiyor” dedi. Bunun için öncelik olarak raylı sistemler gibi çevre dostu toplu taşıma araçlarının yaygınlaştırılması gerektiğini belirten Bozoğlu, “Bireysel bir araç kullanım yöntemi olan otomobilin 21. Yüzyılda olabildiğince terkedilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baran Bozoğlu

Öte yandan, ülkemizde her bölgede raylı sistem olmaması ve daha pratik görüldüğü için otomobil kullanımının yaygın olması sebebiyle çok kısa vadede otomobilden kurtuluşun olmayabileceğini belirten Bozoğlu, elektrikli otomobillerin bu anlamda bir çözüm önerisi olarak uygulanan bir yöntem olarak ortaya çıktığına değindi.

‘Elektriğin kaynağını sorgulamak gerek’

Elektrikli araçları çevre dostu diye nitelendirmeden önce araçlarda kullanılan elektriğin nereden elde edildiği en az benzin ve dizel ile çalışan araçlar kadar kritik bir önem taşıyor. Araçların kullanacağı elektriğin de yenilebilir enerji kaynaklarından elde edilmesi gerektiğini söyleyen Bozoğlu, “Elektrikli araçları kullanabilirsiniz, üretebilirsiniz ama eğer bu elektriğin kaynağı kömürlü termik santraller ve fosil yakıta dayanan santraller ise iklim krizine ve hava kirliliğine karşı bir mücadele yöntemi olmayacaktır” dedi.

Türkiye’de elektrik fosil yakıttan üretiliyor

Türkiye’nin elektrik arzının yüzde 88’e yakını fosil yakıta dayandığını hatırlatan Bozoğlu “Dolayısıyla enerjimiz sera gazı emisyonu üreten teknolojiler ile sağlanıyor. Öte yandan elektrik üretiminde de hala yeni termik santrallerin planlama aşamasında olduğunu görüyoruz. Ve son günlerde de özelleştirilen termik santrallerin de sürdürülebilir hale gelmesi için mevzuat değişiklikleri yapıldığını görüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

Üretim süreci de dikkate alınmalı

Elektrikli araçlarla ilgili bir başka sorun ise araçların üretim aşaması. Bireysel araba kullanımının artmasının aynı zamanda madenciliğin artması anlamına geldiğini söyleyen Bozoğlu, üretim sürecinde doğal kaynakların tükendiğini, yoğun su tüketimi yapıldığını belirtti.

‘Bu teknoloji toplu taşımada da kullanılmalı’

Türkiye’nin elektrikli araç üretmesi, bu teknolojiye sahip olması kendi markasıyla bunu yapması gibi gelişmelerii oldukça olumlu bulduğunu söyleyen Baran Bozoğlu, çevre dostu bir yaklaşım için şu noktalara dikkat edilmesi gerektiğini söyledi:

Buradaki temel mesele tüketimin azalması. Tüketim azalmadan çevre sorunlarının çözümü oldukça maliyetli olacaktır. Tüketimi olabildiğince azaltan yöntemlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasının önceliklendirilmeli.

Türkiye’deki otomobil üretimi bu teknolojinin toplu taşımada da kullanılmasının önünü açmak lazım. Yani otomobil çıkartmak ve bunun lansmanının yapmak önemli ama öte yandan elektrikle çalışan, raylı sistemlerinin, tren sistemlerinin, metro sistemlerinin ve otomobil sistemlerinin tanıtılması oldukça olumlu olacaktır. Dilerim önümüzdeki günlerde bu konuda da adımlar atılır.

 

 

İmamoğlu Kanal İstanbul ÇED raporuna itirazını sundu

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, ÇED raporu askıya çıkan Kanal İstanbul’un yapımına itiraz dilekçesini sunmak üzere Beşiktaş’taki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne gitti.

‘Çevre planı düzeni kapalı kapı ardında yapılamaz’

Dilekçesini sunmadan önce basın açıklaması yapan İmamoğlu Kanal İstanbul çevresine kurulması planlanan “Yenişehir” için yapılan çevre planı düzeni hakkında değerlendirmede bulundu. İmamoğlu “Baktığınızda önce plan askıya çıkar. Sonra projeye göre bir ÇED raporu uygulanır. Bizde her şey apar topar” dedi.

Çevre planı düzeninin bir uzlaşma metni olduğunu söyleyen İmamoğllu “Kapalı kapılar ardında yapılmaz. Hele hele 1/100.000’lik plan bir anayasa gibidir. En üst perdeden bir plan düzenidir. Kimin haberi var? Bir şey duydunuz mu? Bir çalışma duydunuz mu? Odaların, sivil toplum kuruluşlarının üniversitelerin kimin haberi var? Hiç kimsenin haberi yok. Yani dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama olmaz” ifadelerini kullandı.

‘Dünyada 50 kanal örneği varsa da İstanbul bir tane’

Kanal İstanbul’la ilgili verilen örneklerin yanlış olduğunu kaydeden İmamoğlu, “Bakın dünyada böyle 50 tane kanal var deniliyor. 100 tane de olabilir, 200 tane de olabilir ama İstanbul bir tane. İki kıtayı birleştiren coğrafya, bir tane. Yani dünyanın gözbebeği, en nadide noktasında yaşıyoruz” diye konuştu.

‘İstanbul’da 1 milyon boş konut stoku var’

İstanbul’un 2 kıta üzerinde kurulu olduğunu kaydeden İmamoğlu, “Bir tanesi Asya, bir tanesi Avrupa. Yaptığınız şey, ne olacak? Hangi kıta olacak? Bir şey mi üretmiş olacaksınız? Tümüyle şaşkınlık verici. Suyu etkisi, doğaya etkisi, yaşama etkisi, 500 bin kişilik akıllı şehir… ‘Hadi oradan’ derler ya. 1 milyon 200 bin nüfus sizin raporlarınızda yazıyor. Bana göre daha fazla. Çevre planı askıya çıktı; alın, bakın. 4-5 tane Esenyurt ilçesi göreceksiniz. Kimi kandırıyorsunuz? Havaalanında, ‘Airport City’ diye tanıtımlar yapılıyor. Havaalanının kalan kısmında da bir milyonluk şehir mi düşünüyorsunuz? Ya da daha önce Anadolu yakasında ve Avrupa yakasında, kuzeyde iki şehir diye açıklamanız var. Ya ne yapıyorsunuz? İstanbul’da şu anda 1 milyon boş adres konut var. Boş, içi dolu olmayan konut var. Zaten konut stoku dolu. Zaten bu şehir betona boğulmuş durumda” ifadelerini kullandı.

‘Kanal İstanbul uykularımı kaçırıyor’

İmamoğlu, sözlerini “Türkiye tarihinde ilk defa bir konuya insanlar şiddetle karşı. Bunu görmemezlikten gelmek mümkün mü? Böyle bir şey olmaz. Ben, uykusuz geceler yaşıyorum. Kanal İstanbul, benim uykularımı kaçırıyor. Bu şehrin uykularını kaçırıyor. Öyle konuyu bulandırmaya gerek yok” şeklinde sürdürdü.

Twitter: Ekrem İmamoğlu

‘Üçüncü köprüyü kim istemedi?’

Erdoğan’ın üçüncü köprüyü “ihanet” olarak yorumlamasını hatırlatan İmamoğlu “Doğayı savunmadınız mı? O zaman savundunuz, bugün neredesiniz? Ya bunları hep birlikte konuşsak… Davet edin; gelelim, konuşalım, anlatalım. Biz İstanbul’da, 7-8 Ocak’ta İstanbul’un suyunu konuşacağız. 9-10 Ocak’ta Kanal İstanbul’u konuşacağız bütün bilim insanları ile. ‘Olumlu düşünenleri de davet edin’ diye talimat verdim. Gelsinler, anlatsınlar” dedi.

‘Bu şehrin ekstra binalara ihtiyacı yok’

İmamoğlu, “Bu şehrin ekstra binalara, ekstra nüfusa ihtiyacı yok. Bu şehrin, korunmaya ve insani gelişime ihtiyacı var. Bu ülkedeki gençler, liseli gençler, niye ülke dışına gidiyor? Bunu araştırmamız lazım. Onlara kaliteli bir ekosistem oluşturmamız lazım. Yeni teknolojileri geliştirerek, üreten, yeni katma değerlerle bu şehre katkı sunan nesilleri, bu şehirde var etmemiz lazım. Korumamız lazım. Onlara uygun ortamları var etmemiz lazım. Bu şehrin derdi, kanal falan değil. Birçok şey anlatabilirim. E-5’i nasıl geçeceksiniz? Daha ortada proje yok, Küçükçekmece Gölü’nü nasıl aşacaksınız? Su ile ilgili üç bilim insanının raporunu okuyorum, 2-3 gecedir uykularım kaçıyor. Bir bilim insanının tarifi aynen şu: ‘Tümüyle siz yeraltı kaynaklarını kurutuyorsunuz. Istrancalar’dan gelen suyun İstanbul’a yeraltı akışını yok ediyorsunuz. Bu yaratmak istediğiniz ada, yarınlarda yerleşime uygun olmayan, kurak bir alana dönüşme riskine sahip.’ Ya bunları ben yazmıyorum ki; bilim insanları söylüyor. Bugün değil, 3-4 sene, 6 sene önce yazılmış” şeklinde konuştu.

‘Talimatlarınız kimseyi korkutmuyor’

Yaşanan sürecin siyasi bir tartışma olmadığını vurgulayan İmamoğlu, “Bir başka konuda beni yerden yere vurun. Ama bu başka bir konu. Bu sizin çocuklarınızın, torunlarınızın konusu. Bizim konumuz değil. Bu şehrin geleceği. Herkes evine gittiğinde söylediklerini çocuğunun, torunun gözlerinin içine baka baka bir daha gözden geçirsin. Bu güzel şehrin, güzel insanlarımın, 16 milyon vatansever vatandaşımızın, 82 milyon vatansever yurttaşımızın haklarını korumak adına Kanal İstanbul’un ÇED Raporu’na itiraza geldim. Bu süreci sonuna kadar takip edeceğim” dedi.

İmamoğlu konuşmasını “Varsa anlatmak istediğiniz, güzel cümleler kurarak akılla, bilimle anlatın. Talimatla anlatmayın. Geçmiyor çünkü. Ne çocuklara geçiyor, ne gençlere geçiyor. Kimseyi de korkutmuyor. Öyle, ‘Ben bilirim, ben yaparım, isteseniz de istemeseniz de’ cümlelerinin hiçbiri geçmiyor. Bu millet hukuksal mücadelesini verecek. Her ilçenin Bağcıların, Gaziosmanpaşa’nın, Ümraniye’nin, Sultanbeyli’nin, Küçükçekmece’nin Arnavutköy’ün köylerinin, varoşlarının, nerede yaşıyor olursa olsun herkesin ekmeğinin, havasının, suyunun, maneviyatının, mezarlarının, geçmişinin, bütün her şeyinin haklarını savunuyoruz. Onun için buradayız” sözleri ile sonlandırdı.

İtiraz dilekçesi

İmamoğlu, gazetecilere yaptığı açıklamaların ardından saat 09.42’de, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü evrak kayıt bölümüne ulaştı. Memurlarla tanışan ve sohbet eden İmamoğlu, itiraz dilekçesini sundu. İtiraz dilekçesinde şu ifadeler yer aldı:

İstanbul ili Küçükçekmece, Avcılar, Arnavutköy, Başakşehir ilçesinde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü tarafından yapılması planlanan Kanal İstanbul (Kıyı Yapıları, Yat Limanları, Konteyner Limanları ve Lojistik Merkezleri, Denizden Alan Kazanımı, Dip Taraması, Beton Santralleri Dahil) Projesi ile ilgili olarak hazırlanan, son verilen ÇED Raporu’na ilişkin itirazlarımın sunulması, ÇED olumsuz görüşü verilmesi talebidir.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve İstanbul’da ikamet eden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, İstanbul ili, Küçükçekmece Gölü – Sazlıdre Barajı – Terkos Gölü doğusunu takip eden güzergahta yaklaşık 45 kilometre uzunlukta, 20,75 metre derinlikte ve 275 metre genişlikte bir Kanal açılması için hazırlanan projeye ilişkin hazırlanan ÇED raporuna itiraz ediyorum.

Kanal İstanbul’un tümüyle ortadan kaldıracağı tarım alanları, mera alanları, orman alanları, su havzaları, yeraltı suları, gölet alanları, denizi, flora ve fauna, kıyı alanları, sit alanları ortada iken, söz konusu rapor, bu denli büyük bir çevresel tahribat yaratacak projeye ilişkin yeterli bir değerlendirme, etki analizi ve koruma programı sunmamakta, sunması da mümkün gözükmemektedir. ÇED Raporu, projenin olumsuz çevresel etkilerini bertaraf edecek değerlendirmeler içermemekte ve bilimsel yeterliliği konusunda şüphe uyandırmaktadır.

İstanbul’u son derece yaşanmaz hale getirecek bu proje ile milyarlarca liralık kamu kaynağının, istihdam oluşturmak, devletin vatandaşa sunması gereken sağlık ve eğitim gibi temel hizmetleri geliştirmek, depreme karşı İstanbul’u hazır hale getirmek gibi halkın öncelikli ihtiyaçlarına aktarılmak yerine plansız ve programsız bir biçimde harcanmasının önü açılmıştır.

Kanal İstanbul Projesi’ne yönelik hazırlanan CED raporun ilişkin İBB Başkanlığı başta olmak üzere, birçok kurum ve kuruluş, bilim insanı, sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımız haklı itirazlarını Bakanlığın ilgili makamlarına sunmuşlardır. Bilimin ortaya koymuş olduğu gerçekleş, ulusal mevzuatımız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak altına imza atmış olduğumu uluslararası sözleşmelerle bağdaşmayan ve tüm bunlarla birlikte yurttaşlarımızın daha mutlu, daha yaşanabilir, geleceğe umutla bakan bir İstanbul’da yaşama taleplerini, ortana kaldıran bir projenin hayata geçirilmesinin, bu katim şehrin Belediye Başkanı olarak sessiz kalmam mümkün görülemez

Anayasa’nın 56. Maddesi’ne gör, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede aşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çer kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” Kanal İstanbul projesi, doğal çevreyi değiştirerek olumsuz etkileyecek, bir başka deyişle çevre ve halk sağlığını bozacak bir proje olduğundan 16 milyon İstanbullunun “sağlıklı çevrede yaşama hakkı”nın ihlal edilmesini kabul etmiyoruz.

Özü itibariyle, Kanal İstanbul Projesi ile İstanbul’un yaşam destek sistemleri olan Kuzey Ormanları, su havzaları, su havzalarını besleyen su kaynakları, tarım ve mera alanları yok olacaktır. Doğal yaşam alanları ve ekosistem bozulacaktır. Doğal ve arkeolojik sit alanları, tabiat parkları, milli parklar vb. koruma alanları yok olacaktır .Sadece İstanbul’da değil, Trakya’ya kadar tatlı suların beslediği tarım alanları yok edileceği için bölgede tarım ve hayvancılık yapılamaz hale gelecektir. Karadeniz’in kıy alanları yok olacaktır. Üçk aktif fay hattının geçtiği bölgeye nüfus ve yapılaşma baskısı yükleyecek afet riskini artıracaktır. Ulaşım sistemi içinden çıkılamaz bi hal alacak, kentsel yaşam maliyetleri misliyle artacaktır.

Sonuç olarak; Anayasal yetkilerimi kullanarak Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği”nin 1. maddesinin 4. Fıkrası çerçevesinde ÇED Raporuna itiraz ediyor, proje için ÇED Olumsuz Kararı verilmesinİ talep ediyorum.

Kanal İstanbul çevresine kurulacak “Yenişehir” planları açıklandı

Kanal İstanbul’un tartışma yaratan ÇED Raporu’na yönelik itirazlar henüz tamamlanmamışken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kanalın çevresine kurulması planlanan “Yenişehir” hakkındaki detayları da çalışmaya ekledi. Plan değişikliği bir ay askıda kalacak, bu süre içinde itirazlar alınacak.

Yapılan değişiklik “İstanbul İli Avrupa Yakası Rezerv Yapı Alanı 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği” başlığıyla bakanlığın internet sitesi üzerinden paylaşıldı. Askıya çıkan planın raporunda, “Yenişehir” olarak isimlendirilen söz konusu alan 10 ilçede toplam 36 bin 453 hektarı kapsıyor.

Mevcut durumda yüzde 43.65’i tarım alanı olan bölge için hazırlanan yeni plan ile kanalın etrafına konutlar, oteller, sanayi siteleri, teknoparklar, üniversiteler, haller, TIR-kamyon parkları, kongre ve fuar merkezleri, kamping alanları, izci kampı, spor tesisleri, tam donanımlı hastaneler inşa edilecek.

10 ilçeyi kapsıyor

Sözcü’den Özlem Güvenli’nin haberine göre planlama alanı; Arnavutköy, Başakşehir, Küçükçekmece, Avcılar, Eyüp, Bağcılar, Bakırköy, Bayrampaşa, Esenler, Sultangazi‘de toplam 33 bin 498 hektarlık alanı kapsıyor. Rezerv yapı alanında kalan yeni havalimanı ile birlikte planlama alanı 36 bin 453 hektara çıkıyor.

500 bin nüfus öngörülüyor

2009 yılında İBB Meclis kararı ile onaylanan Çevre Düzeni Planı‘nda söz konusu alan “Meskun Alanlar, Gelişme Alanı, Eğitim Bilişim ve Teknoloji Alanı, Askeri Alanlar, Kentsel ve Bölgesel Ölçekte Yeşil ve Spor Alanı, Üniversite Alanı, Tarımsal Niteliği Korunacak Alan, Mera Alanları, Orman Alanları, Gelişimi ve Yoğunluğu Denetim Altında Tutulacak Alanlar, Kıyı Rehabilite Alanı, Plaj Kumsal ve Kıyı Alanı, Baraj ve Gölet Alanları” olarak belirlenmiş durumdaydı.

Yenişehir’in ana hatlarının belirlendiği yeni plan değişikliği ile kanalın etrafından konut, resmi kurum, ticaret, küçük sanayi sitesi, teknoparklar, üniversiteler, gümrükler, antrepo ve depolar, nakliye ambarları, haller, TIR-kamyon parkları, kongre ve fuar alanları, konaklama tesisleri, park ve rekreasyon alanları, kamping alanları, izci kampı, spor tesisleri, tam donanımlı hastaneler, yaşlı bakım evleri, öğrenci yurtları, kent parkları, hayvanat bahçeleri, spor alanları, mezarlık alanları yapılacak. Öngörülen nüfus 500 bin.

Ayrıntılı alt ölçekli plan da ortaya çıkacak

Planda “Su Yolu” olarak gösterilen alanın kesin sınırları; Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından onaylanacak alt ölçekli planlar da belirlenecek. Su yolu projesi sınırları içerisinde yapılacak sanat yapıları, rekreasyon alanları, doğu-batı istikametindeki altyapı geçişlerinin kesin yerleri de yapılacak detaylı çalışmalarla alt ölçekli planlarda ortaya çıkacak. Plan değişikliğinin ayrıntıları özetle şöyle:

Büyük bölümüm tarım alanı

Planlama alanının mevcut arazi kullanım analizi incelendiğinde; alanın yüzde 43.65’inin tarım alanı, yüzde 21.23’ünün 3. Havalimanı, yüzde 9.85’inin konut alanı olduğu anlatıldı. Planlama alanının yüzde 8.31’i orman vasfında.

Korunması gereken alanlar

Korunması gerekli alanların kuzeyde orman alanları ile planlama alanının doğusunda bulunan Şamlar Tabiat Parkı olduğu kaydedildi. Şamlar Tabiat Parkı’nın planlama alanı sınırı dışında kaldığı ancak planlama alanı ile sınır oluşturduğundan korunması gerekli bir doğal eşik olduğu vurgulandı. Planlama alanının kuzeyinin bir kısmının Terkos Havzası Uzun, Orta, Kısa ve Mutlak Mesafeli Koruma Alanı ile Alibeyköy Havzası Uzun Mesafeli Koruma Alanı sınırları içerisinde kaldığı ifade edildi.

4 bölge

Yenişehir’de, “Ekoloji ve Teknoloji Bölgesi, Gelişme Konut ve Ticaret Bölgesi, Turizm ve Dönüşüm Bölgesi, Ulusal ve Uluslararası Lojistik Bölge” olmak üzere 4 bölge belirlendi.

Planlama alanının kuzeyi “Ekoloji ve Teknoloji Bölgesi” olarak tanımlandı. Alanda teknoloji geliştirme alanı, fuar, kültür ve kongre merkezlerinin önerilmesiyle, İstanbul’da bilgi ekonomilerinin yoğunlaştığı önemli bir merkez oluşturulması amaçlandı.

Planlama alanının Arnavutköy ile sınır oluşturan bölgesi “Gelişme Konut ve Ticaret Bölgesi” olarak belirlendi. Bu alanda çevreci bina konsepti, az yoğunluklu yapılaşma kararlarının geliştirilmesi ile bölgedeki ekolojik ve doğal yapının korunması öngörülüyor.

Planlama alanının güneyinde Küçükçekmece Gölü’nün yakın çevresi “Turizm ve Dönüşüm bölgesi” fonksiyonu verildi. Doğal ve arkeolojik sit alanlarının potansiyelinden faydalanılarak turizm odaklı fonksiyonların planlanması ve sağlıksız kent dokularının iyileştirilmesi öngörülüyor.

Planlama alanının kuzey-doğusunda İstanbul Havalimanı ve Karadeniz ile çevrelenen bölge “Ulusal ve Uluslararası Lojistik Bölge” olarak tanımlandı.

Planda “Afetler Açısından Riskli Alan” olarak gösterilen Küçükçekmece Gölü’nün batısında yer alan bölüm “Kentsel ve Bölgesel Yeşil ve Spor Alanı” kapsamında değerlendirildi.

Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyinde TEM otoyolu ile Terkos Havzası arasında kalan bölge gelişme konut alanları önerildi. Yavuz Sultan Selim Köprüsü bağlantı yolunun kuzeyinde, düşük yoğunluklu konut kullanımının yer alması da hedefleniyor.

Binalar yenilenecek

Küçükçekmece gölünün doğusunda ve kuzeyinde yer alan imar uygulamaları kısmen gerçekleşmiş ve üzerinde yasal haklar oluşmuş meskûn konut bölgesinin yenilenmesi de gündemde. Bu alan gelişme konut alanları ile bütünleştirilerek çalışma, sosyal donatı ve hizmet alanlarıyla yaşayan bir kent parçası haline getirilecek. Kayabaşı-Ispartakule bölgesinde de gelişme alanları öneriliyor.

İstanbul Havalimanı kuzeyinde lojistik bölgeler olarak planlandı. Kanal ile İstanbul Havalimanı arasında lojistik desteğin de sağlanabileceği bölge, teknoloji geliştirme bölgesi olarak belirlendi.

Arnavutköy ekoturizm alanı oluyor

Arnavutköy ilçesinin Terkos Gölü yakınlarında olan kanalın batısında kalan bölge eko turizm alanı olacak. Burada İstanbul’un doğa turizmi potansiyelinin değerlendirilebileceği; otel, motel ve diğer konaklama tesisleri, kamp ve karavan alanları, izci kampı, spor tesisleri, yeme-içme tesisleri, sosyo-kültürel tesisler ve rekreasyon alanları, at çiftlikleri, tema parkı, bölge parkı, botanik bahçesi ve hayvanat bahçesi yapılabilecek.

Sit alanına otel

Küçükçekmece Gölü‘nün doğusunda kalan bölge de turizm bölgesi olarak planlanıyor. Raporda “Çevresinde birçok doğal, arkeolojik ve tarihi sit alanının varlığı, su yolunun Marmara Denizi ile buluştuğu noktada önemli bir turizm potansiyeli taşıması, Şamlar Tabiat Parkı’nın olması ve Sazlıdere Barajı’nın bu alanda bir kolu olması sebebiyle su öğesinin iç kısımlara kadar ulaşması gerekçeleriyle turizm bölgesi olarak planlanmaktadır.
Bu alanlarda otel, pansiyon, butik oteller, ticari birimler, otopark, spor tesisleri, hizmetlere yönelik fonksiyonlar (banka vb.), sosyal tesisler (müze,sergi, konser, eğlence mekanları vb.), golf sahası, park ve rekreasyon alanları yer alabilir” denildi.

Üniversiteler ve sağlık merkezleri

Yenişehir’de üniversite ve teknoloji geliştirme alanları ile koordineli çalışacak şekilde planlama alanında bir adet fuar ve festival alanı da öneriliyor. Sağlık turizmi açısından Yenişehir’i cazibe merkezi haline getirmek için tam donanımlı hastane, ilgili fakülte ve yüksekokullar, araştırma geliştirme birimleri, sağlıklı yaşam ve rehabilitasyon merkezi, bakımevi gibi yaşam boyu ihtiyaç duyulan her türlü sağlık hizmetini sunabilen entegre sağlık merkezleri yapılması da gündemde.

Bölgeden geçen derelerin açtığı vadiler; yeşil koridor kullanımında değerlendirildi ve buralara günübirlik turistik tesisler yapılaması planlanıyor. Terkos Gölünün kuzeyinde yer alan orman alanları ile bütünleşecek şekilde rekreatif alan da planlanıyor.

Kışla yerine otogar ve arıtma tesisi

Planlama bölgesindeki “Askeri yasak ve güvenlik bölgelerine” ilişkin kesin sınırlar ilgili kurumdan alınacak görüş çerçevesinde alt ölçekli planlarda netleştirilecek. Planlama alanındaki Şehit Piyade Uzman Çavuş Ahmet Öztürk Kışlası’nın kuzey kesiminde otogar, hal gibi lojistik faaliyet alanları, güney kesimindeki yaklaşık 30 hektarlık bir kısmında ise arıtma tesis alanı yapılması planlanıyor.

Yeni otoyol planlanıyor

Planlama alanının İstanbul’un merkezi ve İstanbul Havalimanı bağlantılarını güçlendirmek için yerleşmenin doğu tarafında kuzey-güney aksında başka bir otoyol da planlandı. Su yoluna teleferik hattı ve su yolunun doğu-batı aksında yaya ulaşımına yönelik olarak ekolojik köprüler yapılabileceği de anlatıldı

Ekolojik koridorlar

Planlama alanı içerisinde ve yakın çevresinde özellikle Büyükçekmece-Terkos arasında kalan alanların Karadeniz ve Marmara Denizi arasında ekolojik koridor oluşturduğu İstanbul’un bu ekolojik koridorlarla nefes aldığı belirtildi. Planlama alanında toplam tarım alanının, 12 bin 688 hektar olduğu açıklanarak İl Toprak Koruma Kurulunun 5 Mayıs 2016 tarihli kararıyla ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 30 Mayıs 2016 tarihli değerlendirme yazısıyla rezerv alandaki tarım arazilerinin, tarım dışı amaçlı kullanılmasının uygun bulunduğu aktarıldı.

Deprem riski

Planlama alanının büyük kısmının yani yüzde 63’ünün 3.derece deprem risk bölgesinde yer aldığı Avcılar ilçesi Küçükçekmece Gölü kıyısında 1. Derece ve 2.Derece deprem riskli alanlar bulunduğu kaydedildi.

Mülkiyet analizi

Plan raporundaki mülkiye analizine göre 36 bin 453 hektarlık büyüklüğündeki planlama alanının 3. Havalimanı inşaatının olduğu bölge hariç tutulduğunda geriye kalan 26 bin 538 hektarlık alandaki mülkiyet analizi şöyle yapıldı: “Özel mülkiyetli alanlar 13 bin 267 hektarlık alana sahip olup tüm alan içerisindeki yüzdesi yüzde 59.2’dir. Planlama alanında maliye hazinesi mülkiyetindeki alanlar 4 bin 827 hektar büyüklüğünde ve 21.66’lık bir yüzdeye sahiptir. Ayrıca planlama alanında bin 19 hektar orman alanı ve 301 hektar mera alanı bulunmaktadır. Alanda bulunan Küçükçekmece Gölü (1649.1) ve tescil dışı alanlar (2768.6) çıkarıldığında planlama alanında kadastral mülkiyet bulunan alanların toplamı 22 bin 291 hektar kalmaktadır.”

Planlama alanında, Küçükçekmece İç Dış Kumsal Arkeolojik ve Doğal Sit Alanı, Küçükçekmece Gölü ve Çevresi Arkeolojiik Sit Alanı, Resneli Çiftliği Arkeolojik ve Tarihi Sit Alanı, Filiboz Viranlığı Arkeolojik Sit Alanı, Spradon 1. ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanları bulunuyor.

Türkiyeliler AB’yi istiyor ama gerçekleşeceğine inanmıyor

MetroPOLL araştırma şirketinin 35 ilde 4 bin 500 kişi ile gerçekleştirdiği kamuoyu yoklaması sonuçlarına göre, halkın yüzde 60’ı Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasını destekliyor ancak sadece yüzde 23’ü Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşeceğine inanıyor.

İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) desteğiyle gerçekleştirilen anket sonuçlarını değerlendiren İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu’na göre sonuçlar üyelik sürecini canlandırmaya yönelik adımlar atılması gerektiğini gösteriyor.

Gençler üyelik istiyor

Anket sonuçlarına göre, AB üyeliğine destek yüzde 66 ile en fazla Türkiye’nin güneydoğusunda, yüzde 59 ile en düşük olarak Türkiye’nin kuzeydoğusunda kaydedildi.  Katılımcılar arasında kadınların yüzde 64’ü, erkeklerin ise yüzde 57’si AB üyeliğini destekliyor. AB üyeliğini en fazla destekleyen yaş grubunu yüzde 66 ile 18-24 yaş grubu oluşturuyor. Eğitim düzeyine göre yüzde 67 ve yüzde 66 ile en fazla destek lise ve üniversite mezunlarından geliyor.

İnananların oranı yüzde 23

Türkiye’nin AB üyesi olacağına inananların oranı ise yüzde 23 oldu. Bu oran 2015 yılında yüzde 30, 2016’da yüzde 36 ve 2017’de yüzde 31 olarak ölçülmüştü. Üyeliğe en yüksek düzeyde inanç yüzde 34 ile güneydoğuda, en düşük inanma düzeyi ise yüzde 19 ile ülkenin batısındaki illerde kaydedildi.

Destekleme sebebi refah ve ekonomik gelişme

Anket sonuçlarına göre, AB üyeliğini destekleyenlerin yüzde 75’i refah ve ekonomik gelişme, yüzde 57’si demokrasi ve insan haklarında ilerleme, yüzde 45’i ise Avrupa’da dolaşım, yerleşme ve eğitim imkânı için destekliyor.

Desteklememe sebebi kimlik ve kültür sorunları

AB üyeliğini desteklemeyenlerin yüzde 59’u kimlik ve kültüre zarar vereceğini düşündüğü için desteklemediğini belirtirken, yüzde 24’ü AB’nin geleceği olmadığını düşünüyor, yüzde 20’si ise dış ilişkileri zayıflatacağına inanıyor. AB üyeliğine destekte ekonomik ve özgürlük ortamına ilişkin beklentiler ön plana çıkarken, destek verilmemesinin en önemli nedeni olarak kimlik ve kültürün zedelenme endişesi görülüyor.

En büyük engel kültür ve din

Katılımcıların yüzde 78’i Türkiye’nin AB üyeliği önündeki en önemli engeli kültürel ve dini farklılıklardan doğan önyargı olarak değerlendiriyor. Bunu yüzde 29 ile Türkiye’nin ekonomik gelişmişlik düzeyi ve yüzde 28 ile demokrasi ve insan haklarındaki sorunlar izlemekte. Halkın genelinde Türkiye’ye önyargı ile yaklaşıldığına ilişkin bir kanı olduğu anlaşılıyor.

Zeytinoğlu: Üyelik sürecini canlandırmaya yönelik adımlar atılmalı

Anket sonuçlandırını değerlendiren anketin destekçilerinden İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Başkanı Ayhan Zeytinoğlu “Türk halkının AB üyeliğine olan desteği son derece önemli. AB’nin Türk halkının bu bilincine karşılık vermesi ve Türkiye’nin üyelik sürecini canlandırmaya yönelik adımlar atması gerekli. Avrupa Komisyonu‘nun Yeni Kabinesi ile AB Konseyi‘nin Yeni Başkanı ve diğer yetkililerden bu konuda inisiyatif almalarını bekliyoruz. Hükümetimize de AB reformlarını yeniden hızlandırma, yargı stratejisi ve vize serbestliği gibi alanlarda atılan adımları devam ettirme çağrısında bulunuyoruz” dedi.

 

 

‘Obruklar hızla artıyor, gelecek nesillerin temiz, güvenilir su kaynakları risk altında’

Haber: Nebiye Arı

Konya, tarıma elverişli toprakları olan ve tarımsal üretimin yaygın olduğu bir şehir. Son yıllarda ise daha çok obruk oluşumu haberleriyle gündemimize geliyor. Daha çok tarım arazilerinde ve yerleşim yerlerine yakın arazilerde gerçekleştiğini gördüğümüz obruklar, yıllardır bölgenin bir gerçeği olmasına rağmen, bir süredir hem sayıları hızla arttığı hem de giderek daha geniş alanlara yayılması yüzünden insanların yaşamını tehdit edecek boyutlara ulaştı.

2017 yılında Konya-Karapınar havzası içerisinde 299 tane obruk tespit edildi, bugün ise derinlikleri ve uzunlukları farklı olan 350 civarında obruk var. Yaylada bulunan evlerin köşesinde, bahçe duvarlarının altında oluşan çok sayıda küçük obruğun yanı sıra, son dönemlerde oluşan ve tarımsal alanlarda traktör, kamyon gibi bir iş makinasını yutabilecek boyuta ulaşmış çok sayıda yeni obruk açılmış durumda. 1 km çapında bir obruk oluşması halinde, ki uzmanlar bunun mümkün olduğunu söylüyor, bir köyü de yutabileceği belirtiliyor.

Obrukların, Konya Ovası’nın hemen her yerine yayılması ve her geçen gün bir yenisinin oluşması, yöre halkının da korkulu rüyası haline gelmiş durumda. Konya-Adana karayolunun 70 metre yakınında son dönemde açılmış bir obruk bulunuyor. Enerji yatırımları, özellikle de rüzgar ve güneş enerjisi yatırım alanlarında da yeni obruklar oluşuyor. Obruklar sadece Karapınar’la da sınırlı değil, Konya’nın çevresinde Aksaray’da, Karaman’da, Afyon’da, Eskişehir’de, Sivas’ta da obruk sayısı artıyor. Eskişehir’de de mısır, ayçiçek, şeker pancarı ekilen ve yeraltı suyunun yoğun kullanıldığı Sivrihisar havzasında birkaç yıl içerisinde 12-13 obruk oluştuğu bildiriliyor.

 Konya Jeoloji Mühendisleri Odası başkanı ve Konya Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölüm başkanı Prof. Dr. Fetullah Arık’a göre, obruklar insan hayatını tehdit eden bir mesele haline gelmeye başladı ama asıl sorun gelecek nesillerin susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya olması.

‘Kuraklık sebebiyle vatandaş, tarımsal üretimi devam ettirmek için yeraltı suyunu kullanıyor.’

Prof. Dr. Arık’a göre, kuraklık ve yoğun yeraltı suyu kullanımının sebep olduğu obrukların bölgede oluşmaya başlaması binlerce yıl öncesine dayanıyor. Ancak Arık, geçmişte 10-20 yılda bir oluşan obrukların sayısının son dönemde yılda 20-30’a ulaştığını ve bunun en önemli nedeninin de yeraltı sularının aşırı kullanımı olduğunu anlatıyor:

“Sözünü ettiğimiz bölge Tuz Gölü’nün hemen güneyindeki Karapınar bölgesi. Esasen obrukları bilimsel literatür içerisinde değerlendirmek gerekirse çökme dolini olarak söylenebilir, bölgede obruk ya da opan olarak isimlendiriliyor. Karapınar bölgesinde yoğunlaşma sebeplerinden bir tanesi, buranın özellikle kapalı bir havza olması ve havzanın en kurak yerine denk geliyor oluşu. Bölge Türkiye ortalamasının yarısı kadar yağış alıyor. Öte yandan Konya kapalı havzası içerisinde, Tuz gölü-Karapınar arası gibi daha spesifik alanlarda yağış daha az oluyor. Bu seviye aslında literatürde çölleşme sınırı olarak kabul edilen seviyeye denk geliyor. Geçen gün Adana’da bir günde gerçekleşen yağış, bu bölgede bir yıl içerisinde gerçekleşen yağıştan daha fazlaydı. Bu kuraklık sebebiyle vatandaş, tarımsal üretimi devam ettirmek için yeraltı suyunu kullanıyor. Yeraltı suyu sonsuz bir kaynak değil ve kullanımı arttığı zaman da havzanın tabanına doğru suyun daha da azaldığını görüyoruz.’

Prof. Dr. Arık, tarımsal sulama için yeraltı kaynaklarının kullanılmasının 1960’lı yıllara dayandığını, söylüyor ve ekliyor:

“O yıllardan itibaren süreç yeraltı suyunun aleyhine işledi. Yeraltı suyunda her geçen yıl yarım metre-1 metre gibi bir azalma söz konusuyken, artık birkaç yıldır 6-7 metreye varan düşümler yaşandığını görüyoruz. Yeraltı suyunda her yıl böyle 6-7 metre bir düşüm gerçekleştiği zaman, sonsuz olmayan bu kaynak sebebiyle bir gün susuz kalacağımız aşikar. Geçmişte yeraltı seviyesi yüksek iken, daha yüksek noktalarda, dağlarda, tepelerde obruklar oluşuyordu, günümüzde ise bu yerleşim merkezlerine doğru geldi. Yeraltı suyu kullanımının negatif etkisi aslında burada görünüyor; seviyeyi düşürdüğümüz için hem tarımsal alanlara, hem enerji yatırımlarına, hem önemli karayollarına, hem de en önemlisi yerleşim alanlarına yaklaştı. İnsanların hayatını tehdit ediyor şu anda. Durumun bu noktaya gelmesinde doğal jeolojik koşullar ve kuraklığa ilave olarak insan faktöründen söz etmek gerekiyor.”

‘Konya havzasında buğday, arpa gibi az su tüketen bitkilerin üretimi, alan bazında ciddi şekilde azalmış vaziyette.’

Çiftçinin tarımsal üretim için başvurduğu yeraltı suyu kullanımının azaltılmasının mümkün olduğunu anlatan Prof. Arık, sürecin cezalandırma ile değil, teşviklerle yürütülmesi gerektiğini düşünüyor:

“Havza içerisinde önceden beri üretilen hububat tarımı, buğday, arpa gibi az su tüketen bitkilerin üretimi, alan bazında ciddi şekilde azalmış vaziyette. Onun yerine mısır, şeker pancarı, ayçiçek, yonca gibi yemlik bitkileri geldi. Küçükbaş hayvancılık da, büyükbaş hayvancılığa evrildi. Bu büyükbaş hayvanların su tüketiminin yanı sıra, bir de beslenmeleri için çok su tüketen yemlik bitkileri gerekiyor aynı havza içerisinde. Olaylar birbirini tetikleyerek sürekli yeraltı suyunun aleyhine işliyor. Geldiğimiz noktada DSİ’nin resmi verilerine göre yıllık 6-7 metrelik bir çözüm kesinlikle karşılanamaz bir durumda. Konya kapalı havzası içerisinde hububat tarımı yapan vatandaşlar özendirilmeli. 15-20 yıldır buğdayın, arpanın fiyatında neredeyse hiç değişiklik olmuyor ama bütün girdilerin fiyatı yükselmiş vaziyette. Vatandaş içinde vicdani bir sorumluluk da taşıyor ama zorunluluktan dolayı devam ediyorlar. Eğer buğdaya bir teşvik verilirse, bu insanlar da buğday üretimine yönelir ve havzadaki yeraltı suyundan tasarruf etmeye başlarız.”

‘Erken uyarı sistemleri geliştirebilirsek, büyük can kayıpları olmadan vatandaşı uyarabilmek istiyoruz.’

Prof. Dr. Fetullah Arık, obruk sorununa dair ilgili kurumlarla görüşmeleri sonucu, can kaybı ve yeraltı suyu kullanımının azaltılmasına yönelik bir takım projelere başladıklarını da anlatıyor:

“2014 yılında Kadınhanı-Pusat yaylasında vatandaşın tarlasının çevresinde oluşan bir obrukla ilgili ihbarı incelemeye gittik. Bu olay sonrasında AFAD il müdürlüğü ile bir görüşme yaptık ve  bu meseleye dair nasıl bir çözüm üretilmesi gerektiği noktasında ortak akılla hareket etme kararı aldık. Valiliğe konuyla ilgili bilgilendirme yaptık. Valilik koordinasyonunda ilgili kurumlarla birlikte birkaç toplantı yaptık. Bu toplantılarda obruklarla ilgili mahiyeti, sayısı vb. konulara dair bir proje geliştirme kararı alındı ve bu doğrultuda raporlar kaleme alarak AFAD’a ilettik. AFAD projeyi desteklemeye karar verdi, KOP idaresinin sağladığı kaynaklarla MTA (Maden Teknik Arama) bu alanda bir çalışma yapmaya başladı. MTA’nın yöntemleri, obruk oluşabilecek alanları tahmin edebiliyor. Bizzat tahminlerinin doğruluğunu gözlemledik bu süreçte. 2019 yılında bölgedeki güncel durum raporlaştırılarak hem KOP idaresine hem de AFAD’a iletildi. Bu süreçte eksiklik olarak gördüğümüz tek şey, yerleşim alanlarıyla ilgili doğrudan bir çalışma olmamasıydı. AFAD başkanlığı, Jeoloji Mühendisleri Odası Konya şubesi ve KTÜN (Konya Teknik Üniversitesi) Jeoloji Mühendisliği Bölümü birlikte bir proje geliştirmek için bir araya geldik. Bütün havzayı içine alan ve özellikle de yerleşim alanlarındaki risk ve tehlike değerlendirmelerini içeren başka bir proje yapmaya karar verdik. Bu proje şu anda onaylandı, 2020 yılı içerisinde Şubat-Mart aylarında çalışmalarımız başlayacak. Erken uyarı sistemleri geliştirebilirsek, büyük can kayıpları olmadan vatandaşı uyarabilmek istiyoruz.”

Obruk Araştırma Uygulama Merkezi Türkiye’de bir ilk olacak

Prof Dr. Arık, KTÜN bünyesinde Obruk Araştırma Uygulama Merkezi oluşturulması için girişimlerde bulunduklarını anlatan Arık, projenin onaylandığını ve resmi gazetede yayınlanmasını beklediklerini söyledi. Söz konusu merkezin benzerlerinin dünyada çok sayıda olduğunu hatırlatan Arık, “Florida’da, Ortadoğu’da, Çin’de çok büyük obruklar var. Bu yapıların araştırılması için çalışmalar yapılıyor. KTÜN bünyesinde kurulacak bu merkez Türkiye’de bir ilk olacak. Burası obruklarla ilgili bütün verileri takip eden bir merkez olacak. Aslında Konya Büyükşehir Belediyesi de bu çalışmaların bir bileşeni, özellikle imarla ilgili olan birimler ve deprem-jeolojik araştırmalar birimleri gerek personel, gerekse saha desteği verecekler” dedi.

Dersim’de dağ keçilerini avlayanlara suç duyurusu

Tunceli Barosu, dini hikayelerdeki yerinden dolayı Dersim Alevilerince kutsal kabul edilen dağ keçilerinin avlanmasıyla ilgili Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Kış koşulları nedeniyle hareket kabiliyetleri sınırlanan dağ keçileri, yurtdışından ve Dersim dışından gelen avcılar tarafından avlanıyordu.

Suç duyurusuna ilişkin Baro tarafından yapılan yazılı açıklamada, son dönemlerde dağ keçisi türlerine yönelik yasadışı avlanma faaliyetlerinin arttığı belirtilerek, “Avlanma faaliyetlerinin özellikle 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu hükümlerine tabi Munzur Vadisi’nde ve Pülümür Vadisi’nde karayolu kenarlarında kolayca yapıldığı bilinmektedir” denildi. Açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı:

Dağ keçilerinin bir kısım türü Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesine (IUCN) göre ‘soyu tehlikedeki türler’ arasındadır. Türkiye’nin faunastik zenginliğinin, biyolojik çeşitliliğinin korunması mevzuatın amir hükümlerindendir.

‘Korunmaları bakanlık görevi’

Orman ve Su İşleri Bakanlığı‘nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve ilgili mevzuat hükümleri uyarınca koruma altında bulunan fauna türlerinin korunması için gerekli işlem ve eylemlerin icrası bakanlığınızın görevi dahilindedir.

‘Personel sayısı az’

Buna mukabil yasadışı avlanma faaliyetlerinin engellenmesi hususunda ciddi sorunlar mevcuttur. Şöyle ki Tunceli İli’nin genelinde yayılış gösteren Dağ Keçileri’ne yönelik avlanma faaliyeti gerek personel sayısının azlığı ve gerekse de personel azlığı sebebiyle denetimlerin yetersizliği sebebiyle büyük oranda engellenememektedir.

‘Denetimler arttırılmalı’

Yukarıda arz ve izah edilen sebepler ve re’sen tespit edilecek sebeplerle Tunceli İli’nde Dağ Keçileri’ne yönelik olarak yasadışı avlanma faaliyetlerinin engellenmesi için gerekli işlem ve eylemlerin icrasını bu kapsamda bilhassa bağlı Tunceli Şube Müdürlüğünün personel sayısının ihtiyaca yetecek düzeyde arttırılarak denetimlerin sıklaştırılmasını ve yasadışı avlanma faaliyeti hakkında farkındalık üretecek çalışmalar yapılmasını Avukatlık Kanunu’nu, Anayasa ve Çevre Kanunu’nun ilgili hükümleri çerçevesinde taleplerimizi yazılı olarak ilettik. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduk. Ayrıca Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğüne resmi başvuruda bulunulduk.

Star gazetesi son baskısını yaptı

TürkMedya bünyesinde faaliyet gösteren Star gazetesi bugün son kağıt baskısını yaptı. Gazete, yayın hayatına artık dijital ortamda devam edecek. Aynı yayın grubunda yer alan Güneş gazetesinin de artık Akşam gazetesi içerisinde dört sayfa ek olarak yer almaya devam edeceği öğrenildi. Kararlar çalışanlara dün sabah tebliğ edilmişti.

‘Milli iradenin sesi olduk’

Star Gazetesi 31 Aralık tarihli son baskısında manşeti “Kâğıda veda ediyoruz. Artık 24 saat sizlerleyiz” cümlesi üzerinden verdi. Gazete tarafından yapılan duyuruda şu ifadeler kullanıldı:

Daima milletin yanında duran kirli oyunları gün yüzüne çıkaran gün yüzüne çıkaran Star, bugünden itibaren dilediğiniz her an yanı başınızda. Yenilenen enerjisi ve dopdolu içeriğiyle dijitaldeyiz. Millî iradenin sesi Star gazetesi bugünden itibaren dijital medyada yoluna daha güçlü olarak devam edecek.

Türkiye’nin içeride ve dışarıda istiklal mücadelesi verdiği dönemde, devletinin ve milletinin yanında duran, kirli oyunları gün yüzüne çıkaran Star, basılı medya hayatına bugünden itibaren son veriyor. Alınan karar doğrultusunda Star, dijital medya hayatına devam ederek, ‘Millî iradenin sesi’ni daha gür haykıracak.

20 yıllık serüveni

Star Gazetesi 1999 yılında Uzanlar tarafından kurulmuştu. 2004 yılında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu  (TMSF) el koydu. 2006’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın Ethem Sancak’a satılan gazete, daha sonra Hasan Yeşildağ tarafından alındı. Gazetenin İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nden (İBB) AKP döneminde ‘reklam geliri’ adı altında her ay 10 milyon lira aldığı gündeme gelmiş, İBB Başkanı olarak Ekrem İmamoğlu‘nun seçilmesinin ardından bu maddi yardımın kesildiği iddia edilmişti.

Habertürk de baskıyı durdurmuştu

Ciner Grubu’na bağlı yayın yapan Habertürk Gazetesi son dönemde yaşadığı ekonomik zorluklar ve kur fiyatlarındaki oynaklık nedeniyle yayın hayatını devam ettirmekte zorluk yaşamış ve dijital bir dönüşüm içine girme kararı almıştı. Gazete 5 Temmuz 2018 tarihinde son baskısını yapmıştı.  Bu kararın ardından pek çok deneyimli gazeteci işten çıkarılmıştı.