Dünya Kuşları Koruma Kurumu’nun (BirdLife International) tüm dünyadaki ortaklarıyla birlikte sağlıklı bir gezegende yaşama hakkı için yürüttüğü “1Planet 1Right” kampanyası, kurumun Türkiye’deki ortağı olan Doğa Derneği’nin “Hak parçalanmaz bütündür” sloganıyla devam ediyor.
Eylül 2020’de gerçekleşecek olan Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Zirvesi öncesinde taleplerini dile getiren doğaseverler, sağlıklı bir gezegende yaşam hakkının temel insan haklarından birisi olarak tanımlanmasını istiyor.
Doğayı korumak herkesin görevi
BM’nin sağlıklı bir doğal çevrede yaşama hakkını İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne dahil etmesi, sağlıklı bir ekosistem içerisinde yaşama hakkının en temel insan haklarından birisi olduğunu vurgulayan yüz binlerce doğaseverin talebi.
Emir Ozay
Eylül 2020’de yapılması öngörülen Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Zirvesi öncesinde kampanya çerçevesinde bir araya gelen doğaseverler, tüm dünyayı derinden etkileyen Covid-19 pandemisinin insanlığa, doğayla uyumlu bir yaşamın ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini vurguladı ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. Maddesi’nde geçen ifadeyi hatırlattı:
Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Bir milyondan fazla türün nesli tehlikede
Sağlıklı bir ekosistemde yaşama hakkı, aralarında Türkiye’nin de olduğu 100’den fazla devlet tarafından anayasal ya da hukuksal olarak bir hak olarak tanımlanıyor. Fakat dünyanın farklı yerlerinde milyonlarca canlı türünün yaşamlarını sürdürdüğü ekosistemler, tahrip edilmeye devam ediyor.
Yüzbinlerce doğasever adına konuşan Doğa Derneği Biyoçeşitlilik Araştırma Koordinatörü Şafak Arslan’ın aktardığına göre, bir milyondan fazla canlı türünün neslinin tehlikede:
İklim krizi artık hepimizin yaşamını tehdit ediyor. Bütün dünyayı etkileyen bir salgının hayatlarımız üzerindeki etkileriyle birlikte yaşamayı öğrenmeye çalışıyoruz. Kabul etsek de etmesek de, bütün bu yok oluşun arkasında tercihlerimiz ve yaşam şeklimiz yatıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. Maddesi’nde sağlıklı bir doğal çevrede yaşama hakkı, anayasal bir hak olarak tanımlansa da bu yasa maalesef uygulanmıyor. Sağlıklı bir gezegende yaşayabilmemiz için birlikte yaşadığımız milyonlarca canlının ve yeryüzünün yaşam kaynakları olan derelerin, dağların, tuzcul çayırların, göllerin kısacası bütün ekosistemlerin korunması gerekiyor. Bu yüzden sağlıklı bir ekosistemde yaşama hakkının Birleşmiş Milletler tarafından hak olarak tanımlanması şart. Hak parçalanmaz bütündür.
Kampanyaya destek olmak isteyenler dogadernegi.org sitesini ziyaret eldebilir.
Hint Okyanusu‘ndaki Mauritius açıklarında bulunan resiflere çarpan Japon tankeri, tarihin en büyük çevre kirliliklerinden birini yaşatıyor. Tankerde bulunan 4 bin tonluk yakıtın 1200 ton kadarı denize yayıldı, bir kısmı ise sahillere ulaştı.
Geçmişte de büyük petrol faciaları yaşanmıştı. Ancak bu sefer farklı olarak, Mauritius’taki sızıntı dünya çapında önem taşıyan, koruma altındaki iki deniz ekosisteminin ve Blue Bay deniz parkının yakınında yaşandı.
Sızıntının yaşandığı yer endişe yaratıyor
BBC Türkçe’nin aktardığı Navin Singh Khadka’nın haberine göre sızıntının çevreye verebileceği zararla ilgili endişeler, denize karışan petrolün miktarından çok, sızıntının yaşandığı yere odaklanıyor.
Liman kenti Mahebourg kıyısında, sayısız Bollywood filmine ev sahipliği yapmış kristal berraklığındaki turkuvaz denizin ve mavi lagünlerin yerini siyah ve kahverengi tonları almış durumda.
Acil durum ilan edildi
MV Wakashio adlı tanker Mauritius’taki resiflerde Temmuz ayı sonlarında karaya oturdu ve geçtiğimiz hafta Perşembe günü tonlarca petrol tankerden denize sızmaya başladı. Anakara Pointe D’Esny ile Ile-aux-Aigrettes arasındaki petrol sızıntısı, uydu görüntülerine yansıdı.
Lagünlere 1000 tondan fazla petrolün sızdığı düşünülüyor. Adadan gönüllülerin yardımıyla geniş çaplı bir temizleme operasyonu başlatıldı. Başbakan Pravind Jugnauth, geminin karaya oturmasından yaklaşık iki hafta sonra, 7 Ağustos’ta “ulusal acil durum” ilan etti.
1700 farklı türe ev sahipliği yapıyor
Mauritius, bölgeye has bitki ve hayvanların yoğunlaştığı bir biyoçeşitlilik noktası. Petrol sızıntısının yaşandığı bölgede bulunan eski Greenpeace uzmanı Sunil Mokshananda, “Rüzgar ve su akıntısının yönü bize yardım etmiyor, aksine petrolü yaşamsal öneme sahip deniz ekosistemlerine doğru taşıyor” dedi.
Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne göre Mauritius’taki deniz ekosistemi 800 balık türünü, 17 deniz memelisi türünü ve iki kaplumbağa türünü içeren 1700 farklı türe ev sahipliği yapıyor.
‘Sızıntı bütün türleri etkileyecek’
Mercan resifleri, deniz yosunları ve mangrovlar, Mauritius sularını biyoçeşitlilik bakımından zenginleştiriyor. İngiltere’deki Brighton Üniversitesi’nden deniz biyoloğu Dr. Corina Ciocan, “Dünyada bu kadar zengin biyolojik çeşitliliğe sahip çok az deniz kaldı. Petrol sızıntısı buradaki neredeyse her şeyi etkileyecek” diyor ve ekliyor:
Mesele sadece suyun yüzeyinde gördüğünüz hafif yağ yüzeyi değil. Yağın suda çözünecek bileşenleri, yüzeyin altındaki köpüksü tabaka ve dibe çökecek kalıntılar da olacak ve tüm ekosistem bundan etkilenecek.
1200 ton denize döküldü
Geminin operatörü Japon Mitsui OSK Lines, MV Wakashio tankerinin 4 bin ton petrol taşıdığını, yaklaşık 1200 ton petrolün denize döküldüğünü bildirdi.
Tankerde kalan petrolün de denize karışmasından endişe ediliyordu. Başbakan Pravind Jugnauth, hava muhalefetine rağmen gemideki depolarda bulunan tüm petrolün başka yerlere taşındığını duyurdu.
Polis, tankerin lagünlere neden bu kadar yaklaştığına ilişkin soruşturma başlattı. Operatör firma Mitsui OSK Lines‘ın başkan yardımcısı Akihiko Ono, bir basın toplantısı yaparak şirketin neden olduğu felaket için özür diledi.
Bölgedeki halk temizlemek için seferber oldu. Fotoğraf: Sunil Mokshanand
Mercan resiflerinde beyazlama tehlikesi
Felaketin yaşanmasıyla ortaya çıkan en büyük endişelerden birisi, “denizlerin yağmur ormanları” olarak da anılan mercan resiflerinin zarar görmesi.
ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne göre okyanus balıklarının yüzde 25’i, varlığını mercan resiflerine borçlu. Kıyıları fırtına ve erozyondan koruyan mercan resifleri, Mauritius ekonomisinin büyük bölümünü oluşturan turizmin de en büyük dayanağı.
ABD’nin Alaska eyaletinden uluslararası petrol sızıntısı uzmanı ve deniz biyoloğu Prof. Richard Steiner, “Petrolle birlikte salınacak zehirli hidrokarbon, mercan resiflerini beyazlatarak ölmelerine neden olacak” diyor.
Mercanların beyazlaması, denizlerdeki yaşamı tehdit eden önemli tehlikelerden birisi olarak yıllardır çevrecilerin gündeminde.
Geçen yıl Solomon Adaları’nda bir tankerden sızan petrolün mercan resiflerine bulaşmasıyla ilgili hükümete yardımcı olan Profesör Steiner, yaşanan felaketi “Birkaç yüz tonluk sızıntı aslında çok fazla sayılmamasına rağmen, mercan resiflerinin gördüğü zarar çok büyüktü” sözleriyle anlatıyor.
Geçmiş sızıntıların etkileri
Geçtiğimiz yıllarda yaşanan petrol sızıntıları ekolojik açıdan hassas bölgelerde yaşanmasa bile deniz hayvanlarına ve bitkilere ciddi zararlar verdi. 2010 yılında Meksika Körfezi’nde yaşanan Deep Water Horizon felaketi ile yaklaşık 400 bin ton petrol denize karıştı. Sızıntı, planktonlardan yunuslara kadar binlerce çeşit canlının ölümüne neden oldu.
Sızıntının denizlerdeki canlılar üzerinde, üremede bozukluk, gelişme bozukluğu ve deride yaralanma gibi uzun vadeli etkileri de gözlemlendi. Güney Florida Üniversitesi’nden deniz ekolojisti Dr. Steven Murawski ve Sherry Gilbert‘in The Conversation dergisinde yer alan makalesinde, Atlantik sularında yaşayan bir balık türü olan kırmızı kapanlevrek örneklerinde, sızıntıdan aylar sonra bile deri yaraları görüldüğü aktarılıyor:
Hidrokarbonun, ekonomik ve çevresel olarak önem arz eden lagos ve berlam balığı gibi türlerde de zaman içerisinde devam eden ve artan etkiler yarattığına ilişkin kanıtlar var.
1978 yılında ham petrol taşıyan bir geminin Fransa’daki Bretonya kıyısında karaya oturmasıyla yaklaşık 70 milyon galon petrol denize sızdı. 320 kilometrelik kıyı şeridi petrol tabakasıyla kirlenirken, milyonlarca omurgasız canlı öldü. Sızıntı nedeniyle tahmini olarak 20 bin kuş yaşamını yitirdi, istiridye yatakları petrolle kirlendi.
Yüzde 10’u ancak temizlenebilir
Uzmanlara göre benzeri sızıntılarda, en iyi temizleme operasyonu yapılsa bile petrolün ancak yüzde 10’u tamamen temizlenebiliyor.
Fransa, Mauritius yakınındaki Reunion adasına kirliliği önleme ekipmanları taşıyan bir askeri uçak gönderirken, çalışmalara destek olmak üzere Japonya’dan 6 kişilik bir ekip bölgeye sevk edildi.
Profesör Steiner, “Mauritius hükümeti çevresel etki değerlendirmesini bir an önce yapmalı” dedi ve ekledi:
AKP’nin, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi yönünde başlattığı tartışmaya bir tepki de erkeklerden geldi.
Farklı meslek gruplarından 345 erkeğin imzasıyla yayınlanan “Erkeklik Öldü mü?” başlıklı metin, görselleştirilip 34 saniyelik bir video haline getirildikten sonra sanatçı ve insan hakları savunucusu Şanar Yurdatapan tarafından yayınlandı.
İmzalanan metin şu şekilde:
Erkeklik öldü mü?
Hayır, ölmedi, kadınları öldürüyor.
İnsanlığımızı da!..
Haydi artık dilimizden de hayatımızdan da söküp atalım bu ilkel, bu ayrımcı böbürlenmeyi.
“İnsanlık” hepimizi ayrımsız kavrıyor, yeter de artar.
Kadınların verdiği “hak ve eşitlik” mücadelesinde onların yanındayız.
Listede Yeşil Gazete yazarlarından Abdullah Akyüz, Abdullah Demirbaş, Akın Atalay, Akın Birdal, Atilla Kart, Aydın Engin, Aydın Selcen, Celal Başlangıç, Cemalettin Can, Cengiz Aktar, Çağatay Anadol, Emin Çapa, Ercan Karakaş, Emrah Kolukısa, Erdoğan Aydın, Engin Cinmen, Ertuğrul Günay, Eşber Yağmurdereli, Ferhat Kentel, Ferhat Tunç, Gencay Gürsoy, Hasip Kaplan, İbrahim Betil, Levent Gültekin, Mazlum Çimen, Orhan Alkaya, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Suavi, Ümit Kıvanç, Vecdi Sayar ve Zülfü Livaneli gibi isimler de yer alıyor
İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Mahir Polat, Galata Kulesi’nde dün yapılan hiltili yıkım için Koruma Kurulu izin talebinin bugün yapıldığını söyledi. Twitter hesabından restorasyona ilişkin kurul belgesini paylaşan Polat, “Önce yıkım sonra kurul izni olamaz!” ifadesini kullandı.
Galata Kulesi yıkım işlemi herhangi bir Koruma Kurulu onaylı restorasyon projesi olmadan yapılmıştır.
Dün yapılan yıkım işlemin iznini almak için 2 Nolu B. Koruma Kuruluna bugün Galata Kulesi Restorasyon Projesi sunulmuştur. Önce yıkım sonra kurul izni olamaz! #GalataKulesipic.twitter.com/e5jthCD23A
Kule’deki restorasyonun projesinin onaylanmasının beklenmediğini belirten Polat, “Galata Kulesi yıkım işlemi herhangi bir Koruma Kurulu onaylı restorasyon projesi olmadan yapılmıştır. Dün yapılan yıkım işleminin iznini almak için 2 Nolu B. Koruma Kuruluna bugün Galata Kulesi Restorasyon Projesi sunulmuştur” dedi.
Dün, 65 yıl boyunca İBB mülkiyetinde bulunan ve daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen Galata Kulesi’nde E-S Yapı tarafından yürütülen restorasyon çalışması sırasında tarihi kulenin içindeki duvarların inşaat aletleri ile yıkıldığı ortaya çıkmış; tepkiler üzerine bakanlık tarafından inceleme başlatılmıştı. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan, “Hilti ile duvarlar da sıva sökümü yapılması tarafımızca da uygun görülmemekte olup, gereken müdahale yapılmış ve yapı müteahhitinin dikkati çekilerek gereken işlemlerin yapılmasına başlanmıştır” demişti.
TEMA Vakfı altın madenlerinin yapılma sürecinde ve sonrasında doğaya verdiği zararları aşama aşama anlatan animasyonlu bir video hazırladı. “Altın madeni hakkında anlatacaklarımız var” başlığıyla yayınlanan videoda madenciliğin tüm süreçleri ve etkileri basit bir dil ile anlatılıyor.
Animasyon “Her aşaması doğaya ve insana büyük zararlar veren altın madenciliği, hangi aşamaları içeriyor gelin birlikte bakalım” sözleriyle bize altının topraktan çıkarılma yolculuğuna davet ediyor.
Videoda altın arama çalışmaları sırasında yapılan sondajlar, bu çalışmaların yapılabilmesi için açılan yollar anlatılıyor. Daha sonra projeye başlanacak alanda binlerce hektarlık toprağın nasıl sıyrıldığından bahsediliyor. Anlatı, madencilik sırasında yapılan dinamitli patlatma ve siyanürlü su vasıtasıyla yapılan altın ayırma işlemiyle devam ediyor.
Saçlarına olan takıntısıyla bilinen ABD Başkanı Donald Trump’ın, su yeterince tazyikli akmadığı için daha uzun süre duş almak zorunda kaldığını söylemesinin ardından ABD Enerji Bakanlığı kolları sıvadı. Buna göre, su tasarrufu için yıllar önce getirilen düzenlemeler kaldırılacak, duş başlıklarıyla ilgili standartlar değişecek.
Saçlarıyla ilgili sürekli gündemde olan ve peruk olduğu iddialarına ateş püsküren Trump, Beyaz Saray’da geçen ay gerçekleşen bir toplantıda, konuyu bir anda duş başlıklarına getirerek şunları söylemişti:
Duş başlıkları – duş alıyorsunuz ama su gelmiyor. Elinizi yıkamak istiyorsunuz, su gelmiyor. Saçlarınızı yıkamak istiyorsunuz, su gelmiyor. Ne yapacaksınız? Orada daha uzun süre duracaksınız ve daha uzun süre duş alacaksınız. Sizi bilmem ama benim saçlarım mükemmel olmak zorunda.”
Trump’un sözlerine karşı ekoloji örgütleri ‘israf ve gereksiz’ eleştirileri getirse de Enerji Bakanlığı’nın duş başlıklarıyla ilgili federal standartları değiştirmek için çalışmaya başladığı öğrenildi. . Bakanlık, su tasarrufu için 1992‘de getirilen sınırlamaları kaldırmayı planlıyor.
Söz konusu düzenlemeye göre, bir duş başlığından bir dakikada 2.5 galon (yaklaşık 9.5 litre) su akmasına izin veriliyor. Çoklu duş başlıklarının yaygınlaşmasıyla bu sınırlama, ‘akacak toplam su miktarı dakikada 2.5 galon’ şeklinde değiştirilmişti. Bakanlık şimdi bunu duş başlıklarının tümünden değil tek bir duş başlığından akacak miktar olarak değiştirmeyi amaçlıyor.
‘Bununla banyoyu bile yıkarsınız’
Enerji ve doğal kaynaklar konusunda farkındalik yaratmayı hedefleyen Appliance Standards Awareness Project adlı kurumun yöneticisi Andrew deLaski, düzenlemeyi ‘aptalca’ diye niteledi.
Dört-beş başlık kullanılması halinde bir dakikada 15 galona kadar su tüketileceğini belirten deLaski, “Bununla banyoyu bile yıkarsınız” dedi. deLaski Başkana duş başlığı önerisinde de bulundu:
Eğer Başkan’ın bu konuda tavsiyeye ihtiyacı varsa, yoğun bir tazyik ve iyi bir duş sağlayacak güzel bir duş başlığı belirlemesine yardımcı olacak bazı harika web sitelerine yönlendirebiliriz.”
Consumer Reports’un Başkan Yardımcısı David Friedman ise ABD’de halihazırda mevcut düzenlemenin bile ihlal edildiğini söyledi. Yasalaşması halince düzenlemelere karşı dava açılabileceği belirtiliyor.
Koronavirüsle mücadelede yapılması gerekenlerin başında, ellerin sık sık sabunla yıkanması geliyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu‘na (UNICEF) göre, milyonlarca öğrencinin okulunda bunun için yeterli donanım yok.
DW Türkçe‘nin DSÖ ve UNICEF’in Cenevre‘de gerçekleştirdiği ortak basın toplantısından aktardığına göre, okulların yüzde 43’ünde, öğrencilerin ellerini yıkamaları için gerekli olan su, sabun ya da lavabo bulunmuyor.
Toplantıda bu durumdan etkilenen yaklaşık 818 milyon öğrencinin 295 milyonunun, Afrika‘da bulunan Sahra çölünün güneyinde kalan ülkelerde yaşadığı ifade edildi.
462 milyon öğrencinin okulunda su ya da musluk yok
Yeni eğitim-öğretim yılında hükümetlerin okullardaki gerekli hijyen donanımını sağlaması gerektiğini vurgulayan DSÖ Genel Direktörü TedrosAdhanom Ghebreyesus, elleri düzenli ve sık yıkamanın koronavirüse karşı alınabilecek basit ancak bir o kadar da etkili bir önlem olduğunun altını çizdi.
DSÖ ve UNICEF, okullar hakkındaki hijyen donanımı hakkındaki verilerine göre 355 milyon çocuğun okullarında lavabo var, ancak sabun yok. 462 milyon öğrenci ise su ya da musluğun dahi olmadığı okullara gidiyor. Ayrıca okulların üçte biri öğrencilerine içme suyu sunamıyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu, ‘Kara Rapor 2020: Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri’ çalışmasını yayınladı. Rapor, Türkiye’nin dört yıllık hava kirliliği ve bu kirlilikten kaynaklanan önlenebilir can kayıpları verilerine odaklanıyor.
Rapora göre 2019 yılında, Türkiye’de hava kirliliği, yeterli veri olan 51 ilin yüzde 98’inde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün sınır değerlerinin üzerinde gerçekleşti.
Hava kirliliği kronik sorun haline geldi
Geriye kalan 30 ilde yaşayan yaklaşık 18 milyon kişinin ise yıl boyunca soluduğu havanın kalitesine (PM10) dair yeterli veri yok. Yani her beş ilden birinde hava kirliliğinin sağlık etkileri yetersiz veri (PM2.5) nedeniyle hesaplanamadı.
Kara Rapor içerisinde son dört yıl boyunca düzenli olarak yüksek derecede kirli hava soluyan Iğdır, Düzce, Manisa, Bursa, Kahramanmaraş, ve Afyon’da hava kirliliği sorununun çözülemeyen kronik bir sorun haline geldiği gözlemleniyor.
Trafik kazasının 6 kat fazlası ölüme yol açıyor
2017 yılından beri her yıl hava kirliliği trafik kazalarının 6 katından fazla ölüme sebep oluyor. İstanbul, 2017 yılından beri hava kirliliğine bağlı ölüm sayısının en yüksek olduğu il.
Platform, “Türkiye’de hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü kılavuz değerine indirilseydi; 2019 yılında tüm ölümlerin yüzde 7,9’u (31 bin 476 ölüm) ve 2018 yılındaki tüm ölümlerin yüzde 12,13’ü (45 bin 398 ölüm) önlenebilirdi” değerlendirmesini yapıyor.
‘Salgın temiz havanın önemini gösterdi’
Covid-19 salgını boyunca hava kirliliğinin yarattığı sağlık tehdididinin daha da görünür hale geldiğini belirten Temiz Hava Hakkı Platformu üyelerinden Yuva Derneği temsilcisi Dr. Pınar Özfırat şunları söylüyor:
Bazı illerimizde, 2016’dan beri hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü’nün yıllık sınır değerlerinin 4-6 katına kadar çıkıyor. 2020 yılının ilk altı ayında kapanan kömürlü termik santraller ve karantina nedeniyle azalan trafik sebebiyle bazı illerde hava kalitesi iyileşmiş olsa da, yeterli yapısal önlemler alınmadığı için kirlilik Haziran itibarıyla tekrar artmaya başlamıştır.
En fazla ölüm İstanbul’da
2017 yılından beri hava kirliliğine bağlı ölüm sayısının en fazla olduğu il İstanbul. 2019 yılında hava kirliliği nedeniyle en fazla ölümün yaşandığı ilk üç il sırasıyla İstanbul (3.761), İzmir (2.075) ve Manisa (1.680) oldu.
İstanbul’da 2019 yılında yıllık ortalama partikül madde (PM10) seviyesi iyileşmiş olsa da; yıl boyunca Sultangazi, Mecidiyeköy, Alibeyköy ve Kağıthane istasyonlarında neredeyse 200’den fazla gün günlük limitin üzerinde kirli hava ölçüldü.
Iğdır’da ölüm yüzdesi yüzde 33,5
İl nüfusuna oranla en çok hava kirliliğine bağlı ölümün yaşandığı il ise Iğdır olarak öne çıkıyor. 2019 yılının en kirli havasına sahip Iğdır ilinde, son üç yıldır sürekli yüksek olan hava kirliliğine bağlı ölüm yüzdesi, ilde yaşanan toplam ölümlerin %33,5’ini oluşturarak rekor seviyeye çıktı.
Raporda, illerdeki kömürlü termik santraller başta olmak üzere sanayi tesisleri ve evsel ısınma amaçlı kömür kullanımının, özellikle coğrafi koşullar dikkate alındığına kirliliğin ana sebebi olduğu vurgulandı.
Yeterli veri yok
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan ölçümlerdeki veriler yetersiz olduğu için, 2019 yılında 30 ilde yaşayan yaklaşık 18 milyon kişi (nüfusun %21’i) yıl boyunca soluduğu havanın kalitesi (PM10) konusunda yeterli veriye ulaşamadı.
Toplam 2 milyon 196 bin kişinin yaşadığı Eskişehir, Muş, Uşak ve Şırnak illerinde hava kirliliği seviyesi üç yıldır bilinmiyor. Ayrıca, kanserojen olan ince partikül madde (PM2.5) ölçümü yılın yüzde90 ve üzeri günde yapılmadığı için 60 ilde de yeterli veri bulunmuyor.
2019 yılında hava kirlililiğinin sağlık etkilerini hesaplamakta çok ciddi veri sıkıntısı yaşadıklarını belirten Platform’un Halk Sağlığı Uzmanları Derneği temsilcisi Prof. Dr. Çiğdem Çağlayan şunları söyledi:
Kanserojen bir madde olan ince partikül madde (PM2.5) 60 ilde yeterli (yılda yüzde 90 gün ve üzeri) ölçülmüyor. Örneğin, 2019 yılında asgari düzeyde bile veri olmadığı için her 5 ilden 1’inde hava kirliliğinden kaynaklanan sağlık etkilerini hesaplayamadık. Acil olarak hem PM10 istasyonlarındaki ölçüm yapılan gün sayısı açısından veri kalitesinin iyileştirilmesi, hem de PM2.5 ölçümü yapılan istasyon sayısının artırılması ve mevzuatta PM2.5 için ulusal sınır değer belirlenmesi gerekiyor.
Santraller hala çalışıyor
Son dört yıl boyunca ölçüm ortalamalarına bakıldığında düzenli olarak yüksek derecede kirli hava soluyan Iğdır, Düzce, Manisa, Bursa, Kahramanmaraş, ve Afyon’da hava kirliliği sorununun çözülmeyen kronik bir sorun haline geldiği anlaşılıyor.
Ayrıca, Amasya, Bursa, Iğdır, Manisa’da yaşayanlar da son dört yıldır düzenli olarak yılın en az yüzde 68’inde (200 gün) mevzuatta belirtilen günlük sınır değerin üzerinde kirli hava soludu.Platform’un Greenpeace Akdeniz temsilcisi İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Onur Akgül şöyle söylüyor:
Son dört yıldır hava kirliliği riskli derecede yüksek olan Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde, iyileştirme yapıldığı söylenerek tekrar çalışmasına izin verilen Afşin-Elbistan A Kömürlü Termik Santrali ’nden her gün siyah dumanların yükseldiğini gösteren görüntüler geliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, çevre mevzuatına uyabilmesi için gereken yatırımları yapmamış olan bu santrallerin çalışmasına izin vermemesini istiyoruz.
Bölgede çalışan iki kömürlü termik santralin çok yakınına altı yeni santralin daha inşa edilmesi planlanıyor ve sağlık etkileri hesaplanmıyor. Planlanan santrallerin yapılması, şehirdeki hava kalitesini daha da düşürecek, mevcut santrallerin neden olduğu hava kirliliğinden kaynaklanan sağlık sorunlarını daha da artıracak.
Türkiye’nin en temiz illeri
Türkiye’de yalnızca Ardahan, Tunceli, Rize, Artvin, Bitlis’te hava kirliliği üç yıl üst üste en düşük seviyede ölçüldü. Yine de, bu illerdeki hava kalitesi seviyelerinin bazıları Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği kılavuz değerlerin üzerindedir.
Genlere etki ediyor
Raporda, hava kirliliğinin neden olduğu sağlık sorunları ile ilgili güncel bilgilere de değinildi. Hava kirliliğinin genleri etkilediğini söyleyen Platform’un Türk Nöroloji Derneği temsilcisi Doç. Dr. Semih Ayta şöyle konuştu:
Hava kirliliğinin genlerimiz üzerindeki etkisi, yaşamın tüm dönemlerinde eşit değildir. Gebelik öncesi, anne karnındaki dönem, erken çocukluk ve yaşlılık dönemlerinde partikül maddenin etkilerine yatkınlık artıyor.
Çocuk hastalarda yapılan çalışmalar, hava kirliliğinin genlerde yarattığı etki sonucu astım ataklarını tetiklediğini gösteriyor. Ayrıca, yeni çalışmalar partikül maddeye maruz kalmanın depresyon gibi mental hastalıklarla da ilişkili olduğunu göstermiştir.
Yapılan çalışmalar, uzun süreli hava kirliliğine maruz kalan kişilerin, ortaya çıkan kronik hastalıklar nedeniyle Covid-19 gibi virüslere yakalanma ve olumsuz etkilenme riskinin daha yüksek olduğunu belirtiyor.
Havadaki her 10 µg/m³’lük partikül madde (PM10) artışı, kalp ve damar sisteminden kaynaklı sorunlarda yüzde 0,7 ve solunum yolu kaynaklı sağlık sorunlarında yüzde 1,4’lük bir artışa neden olabiliyor.
Temiz hava solumak için öneriler
Platform, sağlıklı bir çevrede yaşamanın en temel şartlarından birisi olan hava kalitesini kalıcı olarak iyileştirebilmek için yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde tüm ilgili ve yetkili kurum ve kuruluşları aşağıdaki belirtilen konularda adım atmaya davet ediyor:
Tüm hava kalitesi ölçüm istasyonlarının veri kalitesinin arttırılması,
Kanserojen olan ince partikül madde (PM2.5) kirleticisinin tüm illerde ölçülmesi ve
İnce partikül madde (PM2.5) için ulusal sınır değerleri içeren mevzuat düzenlemeleri yapılması,
Çevre yatırımlarını tamamlamamış kömürlü termik santrallerin çalışmasına izin verilmemesi,
Planlanan sanayi tesisleri için sağlık etki değerlendirme yapılması,
Halk sağlığını merkeze koyan, sürdürülebilir istihdam ve krizlere karşı dayanıklı modeller oluşturmayı amaçlayan ekonomik toparlanma paketleri oluşturulması.
Temiz Hava Hakkı Platformu Hakkında
Temiz Hava Hakkı Platformu (THHP), doğa koruma ve sağlık alanında çalışan 16 sivil toplum kuruluşunun bir araya gelmesiyle 2015 yılında çalışmalarına başladı. Platformun amacı, öncelikle kömürlü termik santraller olmak üzere; çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan hava kirliliğinin azaltılması, halk sağlığının korunması ve temiz hava hakkının savunulması için çalışmalar yapmak. Bileşenleri ise şu şekilde:
Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) • Çevre için Hekimler Derneği • Greenpeace Akdeniz • Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) • İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği (İMUD) • Pratisyen Hekimlik Derneği • Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL) • TEMA Vakfı • Türk Nöroloji Derneği • Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) • Türk Tabipleri Birliği (TTB) • Yeşil Barış Hukuk Derneği • Yeşil Düşünce Derneği • Yuva Derneği •350.org• WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevinden ihraç edildikten sonra Ankara’nın Yüksel Caddesi’nde “İşimizi geri istiyoruz” direnişi yapan öğretmen Acun Karadağ, bu sabah evine yapılan baskınla gözaltına alındı.
Gözaltı haberi Karadağ’ın Twitter hesabından kızı tarafından paylaşıldı. Paylaşımda, “Ben Acun Karadağ’ın kızı. Bugün bize günaydın olmadı. Evimizi bastılar annemi gözaltına aldılar. Bir de 3 tane kitap aldılar, aldıkları kitaplar çok komik” ifadeleri yer aldı.
Ben Acun Karadağ'ın kızı. Bugün bize günaydın olmadı. Evimizi bastılar annemi gözaltına aldılar. Bir de 3 tane kitap aldılar, aldıkları kitaplar çok komik: pic.twitter.com/71QFXcS1Yl
Polislerin Karadağ ile birlikte aldığı kitapların gazeteci Hüseyin Aykol’un “Türkiye’de Sol Örgütler”, Fatih Yaşlı’nın “Kinimiz Dinimizdir- Türkçü Faşizm Üzerine Bir İnceleme”, Nicos Poulantzas’ın “Faşizm ve Diktatörlük” olduğu paylaşıldı.
HDP Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu da şafak baskınına tepki göstererek, “Eriyen iktidarınız zorbalıkla ayakta durmaz” dedi.
KHKlı Acun Karadağ sabaha karşı evine baskın düzenlenerek gözaltına alınmış.
Korku rejiminin hukuksuz polis uygulamalarına asla teslim olmayacağız
Hepimiz, kim olursa olsun zalime karşı ve kim olursa olsun mazlumdan yana olmalıyız
52 baro başkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmaması hususunda Meclis’e tavsiye kararı verilmesi talebiyle Kamu Denetçiliği Kurumu’na başvurdu. Başvuru dilekçesinde, Sözleşme’den çıkılması halinde, baroların insan hakkı ve kadın hakkı ihlalleri ile mücadelede yasal dayanağı olan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa‘dan mahrum kalacağı, bunun da hak arama mücadelesinde bireylere zarar vereceği belirtildi.
Başvuruda ayrıca Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke olduğunu hatırlatıldı:
Bu sözleşme toplumda şiddete maruz kalan zayıf bireylerin korunması açısından devrim niteliğinde hükümler getirmiş, böylece devletlerin en temel görevleri olan birey hak ve özgürlüklerini koruması konusunda devletlere görevler yüklemiş, bu yolla toplumsal barışın sağlanmasında bu sözleşme adeta yol gösterici olmuştur.
(…) Kadına, çocuğa, kısaca mağdura yönelik şiddetle etkin mücadele edemeyen bir devletin toplumsal olarak da bu durumdan zarar göreceği aşikardır.
Kurtulmuş’un sözlerinin ardından gündem oldu
İstanbul Sözleşmesi, Numan Kurtulmuş’un, katıldığı bir televizyon programında, imzalanmasının yanlış olduğunu dile getirmesi üzerine tartışmaya açılmıştı.
Kamu Denetçiliği Kurumu’na ortak başvuru yapan 52 baro şu şekilde:
1-Adana Barosu Başkanlığı
2-Ankara Barosu Başkanlığı
3-Antalya Barosu Başkanlığı
4-Amasya Barosu Başkanlığı
5-Ardahan Barosu Başkanlığı
6-Artvin Barosu Başkanlığı
7-Aydın Barosu Başkanlığı
8-Balıkesir Barosu Başkanlığı
9-Batman Barosu Başkanlığı
10-Bilecik Barosu Başkanlığı
11-Bingöl Barosu Başkanlığı
12-Bolu Barosu Başkanlığı
13-Burdur Barosu Başkanlığı
14-Bursa Barosu Başkanlığı
15-Çanakkale Barosu Başkanlığı
16-Denizli Barosu Başkanlığı
17-Diyarbakır Barosu Başkanlığı
18-Düzce Barosu Başkanlığı
19-Eskişehir Barosu Başkanlığı
20-Gaziantep Barosu Başkanlığı
21-Giresun Barosu Başkanlığı
22-Hakkari Barosu Başkanlığı
23-Hatay Barosu Başkanlığı
24-Isparta Barosu Başkanlığı
25-İstanbul Barosu Başkanlığı
26-İzmir Barosu Başkanlığı
27-Kars Barosu Başkanlığı
28-Kırıkkale Barosu Başkanlığı
29-Kırklareli Barosu Başkanlığı
30-Kırşehir Barosu Başkanlığı
31-Kocaeli Barosu Başkanlığı
32-Konya Barosu Başkanlığı
33-Manisa Barosu Başkanlığı
34-Mardin Barosu Başkanlığı
35-Mersin Barosu Başkanlığı
36-Muğla Barosu Başkanlığı
37-Muş Barosu Başkanlığı
38-Ordu Barosu Başkanlığı
39-Sakarya Barosu Başkanlığı
40-Samsun Barosu Başkanlığı
41-Siirt Barosu Başkanlığı
42-Sinop Barosu Başkanlığı
43-Şanlıurfa Barosu Başkanlığı
44-Şırnak Barosu Başkanlığı
45-Tekirdağ Barosu Başkanlığı
46-Tokat Barosu Başkanlığı
47-Trabzon Barosu Başkanlığı
48-Tunceli Barosu Başkanlığı
49-Van Barosu Başkanlığı
50-Yalova Barosu Başkanlığı
51-Yozgat Barosu Başkanlığı
52-Zonguldak Barosu Başkanlığı