Özgürlük ve barış konusunda kime güvenmeliyiz? – Ayhan Bilgen

Toplumsal bir çok kesiminde egemen olan güven bunalımını son günlerde yürütülen tartışmalar vesilesi ile bir kez daha görmüş olduk.

 

Aslında hiçbir kesimin diğerine güven duymadığını görmek için, somut konuşmaya başladığımız her kritik konu bu tabloyu görünür kılmaya yeter. Bu güven bunalımın nedenlerini sorgularken merkeze oturtmamız gereken Türkiye’nin yönetim geleneğidir. Toplumsal kesimlerin bir birine olan güvensizliğini körükleyen ve gücünü bu güven krizini yönetmekten alan bir yönetim alışkanlığından söz ediyoruz. Bürokrasi ile siyasetin topluma yaklaşımda uzlaştıkları bu fotoğraf son derece güçlü tarihsel arka plana sahip.

 

Olumlu örneklere daha fazla şahit olup korkularımızı aşana kadar da bu durumun değişmesini bekleyemeyiz. O halde güven ortamını sağlamanın ötesinde bir barışı nasıl tesis edebiliriz. Bu sorunun cevabını özgüven kavramında aramalıyız. Başkalarına duyduğumuz ve belki son derece haklı nedenlere dayanan güvensizliğin tek ilacı özgüvendir.

 

Toplumsal kesimlerin kendi örgütlülüğü ile haklarını koruma konusunda nihai güvencede bu özgüvende aranmalıdır. Elbette güven ortamının sağlanmasını bir güç yarışında görmemeliyiz. Toplumların erdemi, ahlaki politik değerleri ve nihayet ülkede herkesi bağlayan ve özellikle zayıflar için güvence olacak bir hukuk düzenin önemini göz ardı etmemeliyiz.

 

Ele almaya çalıştığımız konu daha çok geçiş döneminin nasıl planlanacağı ve sonuçta kimin haklarını ne kadar koruma altına alacağıdır.

 

Alevi ve kimi sol çevrelerin öncelikle hükümete ve onunla kendileri aleyhine işbirliği yapabileceği kaygısını taşıdıkları Kürtlere yönelik kaygılarını da bu bağlamda ele almalıyız. Kürtlerin, muhafazakarların elbette bu güven bunalımını aşmakta Alevilere karşı sorumlulukları olduğunu kabul etmeliyiz. Ancak asıl kalıcı güvence Alevilerin kendi örgütlenmeleridir.

 

Aleviler böyle bir örgütlülüğe sahip olmadıkça, bölgesel ilişkilerde yada ülke içi dengelerde meydana gelebilecek her gelişme onların kaygılanmasını gerektirecek şartları hazırlayabilir.

 

Aynı duyguları 28 Şubat döneminde yaşayan muhafazakar çevreler ne yazık ki bugün diğerleri için empati yapmakta son derece isteksiz durmaktadırlar.

Daha önemlisi ise her toplum kesiminin başka bir toplum kesimine yönelik korkularından hareketle iktidar yada devlete sığınma refleksi içinde hareket etmeye yönelmesidir.

 

Kendi örgütlenme biçimindeki darlık ve zayıflıkları aşmaya yönelmek yerine bu güven bunalımını derinleştiren söylemlerle tatmin olmayı tercih etmek ciddi bir handikap.

Müzakere masasına oturanların bile bir birine güvenmediği bir ortamda diğer toplum kesimlerinin devlete yada Kürtlere güvenmesini beklemek yerine kendi güven mekanizmalarını güçlendirecek çalışmaları konuşmalıyız.

 

Toplumsal kamplaştırma planlarına hizmet edecek bir dil kurarak güven ortamının inşa edilmesi beklenilemez. Kendine olan güveni güçlendirecek siyasal tutumlar geliştirerek, özgürlükleri ve toplumsal barışı sağlamaktan başka yol olmadığını fark etmek için Kürtlerin yaşadığı süreç son derece öğreticidir.

Toplumsal hareketler, kendi içinde farklı yaklaşımlara tahammül edebildiği ve doğal öğrenme, değişim seyrini sağlıklı yürütebildiği ölçüde güven ortamına kavuşacaktır. Yaşadığımız bölge ve dünyanın gerçeklerinden bağımsız bir güvenlik ortamını kimse kimseye bahşetmeyecektir.

 

Ayhan Bilgen – www.alternatifsiyaset.net

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR