Dış Köşe

Ordusunun toplumu – Murat Belge

0

12 Eylül Türkiye toplumunun yaşadığı en korkunç dönemdi. Bir yandan, “Büyük Tehlike”, yani “Komünizm”, eziliyordu. Her şeyin tepesinde oturan ve her şeyi herkesten daha iyi bilen beş general, yeni başlamış onyılın (seksenlerin) sonuna gelinirken komünizmin dünyada yıkılacağından habersiz, her türlü şiddet ve vahşet yöntemini uygulayarak komünizmin köklerini kurutmaya çalışıyorlardı.

Televizyonda ve radyoda, haber programlarında veya her türlü programda, “bismillah” der gibi, “12 Eylül’ün sağladığı huzur ve güven ortamında” diye bir klişe oluşmuştu. Evet, her “Allah’ın günü” bir şeylerin patladığı, bir yerlerin tarandığı, şu kadar ölü, şu kadar yaralı haberlerinin söylendiği, adı konmamış bir “iç savaş” ortamında yaşıyorduk, dört beş yıldır. 12 Eylül bizi bundan “kurtarmış”, böylece “huzur ve güven” sağlamıştı. Yiyip içip şükretmemiz gerekiyordu. Netekim öyle yaptık.

Bu “iç savaş” ortamı nasıl yaratılmıştı, falan filan, o konulara hiç girmeyeyim. Eldeki iki buçuk bilgi kırıntısıyla burada bir şeyler iddia etmek, yeni bir “komplo teorisi” yaratmak olur. “Komplo yoktu” demek de imkânsız, ama varsa da, ne vardı, bilmiyoruz. Onu bilmiyoruz ama, bu “huzur ve güven ortamı” nasıl sağlanmıştı, neyin üstünde oturuyordu, onları biliyoruz. Hattâ, tek tek bilmeden, salı günü şöyle, perşembe günü böyle olmuş demeden biliyoruz, biliyorduk. Çünkü zaten tarih boyunca böyle olmuştu. Bir “Türk”ün bundan daha iyi bildiği bir şey yoktu.

Ama sorun o değil. Sorun, bundan kimsenin “şikâyetçi” olmaması. “Necip Türk Milleti” rejimini onaylıyordu. “Huzur ve güven ortamı”nın nasıl kurulduğunu gayet iyi biliyor, ama bundan uzun boylu tedirgin olmuyordu.

Fazla abartmayayım. Yapılan ilk seçimde bu ahali “12 Eylül’ün devamı benim” diyen Turgut Sunalp’ı en aşağıya itti (ama o da az buz oy almadı, bunu da unutmayalım), yaşanan yıllara en “uzak” görünen öbür Turgut’u seçti. Ama bütün o zulüm, işkence, şu bu, öylece yaşandı ve üzeri örtüldü. 1915’in, 1926’nın, Dersim’in, Varlık Vergisi’nin, 6 Eylül’ün, 1 Mayıs’ın provokasyonunun ve daha binlerce olayın üstünün örtülmesi gibi, o dönem de, “Nisyan”a emanet olundu. Şimdi, biraz biraz, o nisyan perdesi aralanıyor, aralıklardan korkunç şeyler görünüyor. Zaten o “huzur ve güven ortamı”nın doğrudan doğruya yaratıp kucağımıza attığı bir yığın şey var. 12 Eylül’den önce de bu toplumun bir “Kürt sorunu” vardı elbette. Ama onun bugün bildiğimiz haliyle “Kürt sorunu” olması 12 Eylül’ün eseridir. O “huzur ve güven ortamı”nın bizlere armağanıdır.

Benim birkaç zamandır anlatmaya çalıştığım şey, 12 Eylül’ün ne kadar feci olduğu, onunla elde edilmiş ayrıcalıkların elden gitmemesi için nasıl “darbe hazırlığı” yapıldığı değil. Bunları zaten bin kere yazdık, daha da yazacağız. Ama bütün bunlarda –ve başka şeylerde–sevgili ve necip Türk milletinin “suç ortaklığını” vurgulamak istiyorum. Benim gibilerin elinde, “toplum”dan başka bir otorite kaynağı, olayların hakemi, şu bu, yoktur. Nihaî kararı bence toplum verir, bunlar böyle. Ama bu ülkede “toplum” dediğimizde, toplum bu. Buradan başlıyoruz, buradan yola çıkıyoruz.

Çünkü bu kendiliğinden böyle olmuş, düşünüp taşınıp böyle olmayı seçmiş bir toplum değil. Devletinin ve son yüzyıl içinde ordusunun biçimlendirdiği toplum. Onu “suç ortağı” toplum haline getiren güçler bunlar. Bunlar, yakın zamana kadar, “tencere ve kapağı” ilişkisi içinde, vaziyeti idare ettiler. Ama şimdi toplum, bu ilişkiden çıkmak istiyor, ordusunun kapağı değil, bir toplum olmak istiyor. Bunu da elindeki imkânlarla yapmaya çalışıyor.

Ama o “elindeki”ler, öyle fazla “sağlam ayakkabı” değil. Yukarıda en özetlenmiş haliyle sıraladığım korkunçlukların hasadı bunlar. Ve şimdi; bu toplum, kendisiyle ilgili kararı vereceği âna yaklaşıyor : Hrant’ın cenazesine gidenlerin toplumu mu olacak, Hocalı mitingine gidenlerin mi?

Murat Belge – Taraf

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.