Obeziteyle mücadele, GDO’lu mısır şurubuyla mı olacak? – Olcay Bingöl

Temmuz başında kentlerin birçok reklam panosu Sağlık Bakanlığı’nın ‘Obezite Mücadele Hareketi Başlıyor – Porsiyonlarımızı Küçültüyoruz’ sloganlı afişleriyle kaplanmıştı. Afişleri ve mesajı grafik anlamda değerlendirmek bu yazının konusu olmasa da söylemeden geçemeyeceğim.

Porsiyonun küçüldüğü tabaktaki sebzelerin sadece “aperatif” yiyecekler konumunda gösterilmiş olması yetmezmiş gibi, bir de neredeyse grafikte yok edilmiş olması, bakanlığın obeziteyle savaşa bakışını göstermesi açısından endişe verici.

13 Temmuz’a geldiğimizde ise gazetelerde gördüğümüz haberlerde Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, Türkiye’nin obeziteyle mücadelesini, yüzde 80’i tarım için uygun arazilerden oluşan ancak, özelleştirilerek daraltılan ve bakanı olduğu hükümet tarafından sit statüsü düşürülmesi istemi olan Atatürk Orman Çiftliği’nde düzenlenen basın toplantısıyla tanıttığını okuduk. Mücadele için önerileri ise sigara ve alkolden uzak durmak, bolca hareket etmek ve fazla yememek idi.

Peki, bizi asıl olarak neyin şişmanlattığını ve ölümcül hastalıklara sebep olduğunu; çocuklarımızın tat alma duyularını neyin olumsuz olarak etkilediğini ve doğal gıdalara karşı lezzetsiz bulmadan kaynaklı neden beğeni noksanlığı geliştirdiğini biliyor muyuz?

Tek tek sayabilmeyi isterdim ama endüstriyel gıda sektöründe yer alan başta sert ve yumuşak şekerlemeler, jöle, helva, reçel ve marmelatlar, pastane ürünleri, kek, bisküvi, ekmek, dondurulmuş tatlılar, dondurma, alkollü ve alkolsüz içecekler, tatlı süt ürünleri, meyve konserveleri, ketçap, mayonez olmak üzere sayısız gıda ürünü tüketimi yukarıda sayılan sorunların ana sebeplerinden. Bu ürünlerdeki ortak özellik endüstriyel gıdaların ve meşrubatların üretiminde fruktozdan zengin mısır “nişasta bazlı şeker” yani kısaca NBŞ kullanılıyor olması. NBŞ, ürün etiketlerinde çoklukla mısır şurubu olarak karşımıza çıkıyor. Mısır nişastasından elde edilen şurup, çoğu gıdada temel tatlandırıcı olarak kullanılıyor. Amerikan Tarım Dairesi’nden (USDA) Dr. Meira Field ve arkadaşlarının konu ile ilgili fareler üzerinde yaptığı araştırmada yüksek oranda fruktoz verilen erkek farelerde kansızlık, yüksek kolesterol ve kalp büyümesi görülmüş. Fruktoz indirgenmiş bir şeker olduğu için, diabet ve komplikasyonlarla birlikte, alzheimer ve kardiyovasku¨ler hastalıkların oluşmasına katkıda bulunuyor.

Özellikle kırdan kente zorunlu olarak gerçekleşen göç ile birlikte hızla büyüyen kentlerde, hızla artan yoksul nüfusların kırla tamamıyla kopmuş, koparılmış ilişkisi sonucu, Türkiye’de 8 milyon şeker hastasının varlığı şaşırtıcı değil. Uzmanlara göre, “Glisemik indeksi artan gıdaların tüketiminin artmasıyla bu 8 milyona yenileri eklenecek, fruktoz, yağa dönüştürülerek depolanabilen bir şeker türü olduğundan da ‘obezite’ sorununa fazlasıyla yol açmış olacak.

Dr. Field’ın araştırmasına dönecek olursak; Dr. Field, fruktozun sadece karaciğerde metabolize olduğunu belirtiyor ve yüksek dozda fruktoz verilen farelerin karaciğerinin alkoliklerin karaciğerine benzediğini söylüyor. Sağlık Bakanı’mız obeziteyle mücadelede alkolden uzak durulmasını salık verirken Şeker Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 2001 yılından bu yana, yasanın 3. maddesine dayalı olarak alınan Bakanlar Kurulu kararları ile, her pazarlama yılında, nişasta bazlı şeker (NBŞ) üretim kotasının, üst sınır olan ülke toplam A kotasının yüzde 10’u üzerinden, genellikle yüzde 50 oranında artırılarak uygulanması da manidar değil midir? 480 milyon nüfuslu AB ülkelerinde ortalama yüzde 2 olarak uygulanan NBŞ kotasını 75 milyon nüfuslu Türkiye’de Şeker Kurulu üyeleri yargı kararlarına karşı yüzde 15’lere çıkartmıştır. Tabii ki kotalarla ilgili bahsi geçen uygulamalar 2000’li yılların başından başlayarak 10 yıl kadar kısa sürede şeker fabrikalarının, tüm mal varlıklarıyla özelleştirilmesi eşliğinde gerçekleştirildi.

Artık şeker pancarı üretimi kısıtlanmış ve fabrikaları özelleştirilmiş olan ülkenin şeker ihtiyacının yıllardır ülkeden çıkmamak için her türlü yargı kararına direnen, güçlü lobi çalışmalarıyla hükümet kararlarını kontrol edebilen Cargill’in başını çektiği 5 şirketin ürettiği mısır temelli NBŞ’den karşılanması kaçınılmazdır. NBŞ kotalarındaki uygulamaya ek olarak uzun yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu ülke mısırda yurtdışına bağımlı bir ülke durumuna getirilmiştir. Dünyada mısırın hektara verimi 5 ton kadar iken Türkiye’de verim 7 tonun üzerinde olmasına rağmen, ülkemize yasal yollarla ithal edilen mısırların, genetiği değiştirilmiş mısır üretimi yapan ülkelerden geldiği bilinen bir gerçektir.

Bugünlerde gıda ve içecek sanayicilerinin Biyogüvenlik Kurulu’na yaptığı başvuru sonucu ithali gerçekleştirilmek istenen 29 GDO’lu çeşit içinde bulunan mısırların binlerce paketli, endüstriyel gıdada tatlandırıcı olarak kullanılacağı ve halkın seçim özgürlüğünün bile olmayacağı bilinmelidir.

Olcay Bingöl – Zaman

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR