EnerjiManşet

Nükleersiz Akdeniz için ilk adım Kıbrıs’ta atıldı

0

Cumartesi günü Kıbrıs’ta bir ilk gerçekleşti ve uluslararası nitelikteki Nükleersiz Akdeniz Ağı’nın kuruluşunun da duyurulduğu Akdeniz’de Nükleere Karşı Ortak Mücadele etkinliği Lefkoşa Ara Bölge’de (Yeşil Hat), Ledra Palas’ın karşısında bulunan Dayanışma Evi‘nde (House for Cooperation ) yapıldı.

11209375_814608678617543_9099254634036262299_n

Yeşil Düşünce Derneği, Nukleersiz.org ve Kıbrıslılar Bilim Eğitim Sağlık ve Dayanışma Derneği (KIBES) öncülüğünde, Kıbrıs Nükleere Hayır Platformu‘nun evsahipliğinde yapılan etkinlikte Kıbrıs’ın güneyinden ve kuzeyinden nükleer karşıtları iki toplumlu etkinliklerin yapıldığı Dayanışma Evi’nde buluştu.

Etkinlik Kıbrıs Türk Tabipler Birliği, Yeşil Avrupa Vakfı (Green European Foundation) ve Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu‘nun desteğiyle yapıldı.

Nükleere karşı sarı balonlar

Buluşmanın açılışı 8 Mayıs Cuma akşamı Lefkoşa Ara Bölgede, Avrupa Yeşilleri Eşsözcüsü Rebecca Harms ve Kıbrıs Yeşiller Partisi üyesi George Perdikis tarafından samimi bir ortamda verilen bir yemekle yapıldı. Açılışa Kıbrıs’ın her iki toplumundan, Türkiye ve Almanya’dan çeşitli sendika ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri katıldı.

10645217_816995545045523_5087306756792196095_n 10460980_816995568378854_5785523329063245608_n

Cumartesi günü öğle saatlerinde Lefkoşa Ara Bölgede başlayan etkinlikte, katılımcılar önce Ledra Palas’ın karşısında toplanarak, üzerlerinde radyasyon uyarı işareti bulunan sarı balonları uçurdular ve ne Akkuyu’da ne de Akdeniz’in başka bir yerinde nükleer enerji istemediklerini belirten bir basın açıklaması yaptılar.

Sevil Turan

Sevil Turan

Basın açıklamasının ardından konferansın açılış konuşmasını yapan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eşsözcüsü Sevil Turan nükleersiz bir dünya için Kıbrıs’ta iki toplumlu mücadelenin öneminin altını çizdi.

Açılışta konuşan Kıbrıs Türk Tabipler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Köyceğiz, nükleerin zararlarını toplum olarak bildiklerini ve mücadeleye hazır olduklarını bildirdi.

Kıbrıs Yeşiller Partisi Başkanı George Perdikis de nükleere karşı olduklarını ve mücadele edeceklerini belirtti.

Rebecca Harms: “Türk hükümeti ile bu konular konuşulmuyor”

Konferansta ilk olarak Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Rebeca Harms konuştu. Harms yaptığı konuşmada Almanya ve Bulgaristan’daki anti-nükleer yurttaş mücadelelerinin Türkiye’de yapılması planlanan Akkuyu Nükleer Santrali’nin yurttaşlar tarafından engellenebileceğine dair örnek teşkil ettiğinin altını çizdi.

Rüzgar enerjisi parklarının daha insani olduğunu ve evindeki pencereden bakan insanların bu çeşit parklar görmek istediğini belirten Harms, dünyada sadece 31 ülkede nükleer santral bulunduğunu, artık nükleer enerji sektörünün gelişmediğini ve yerini güneş ve rüzgar enerjisinin almaya başladığını söyledi.

Rebecca Harms

Rebecca Harms

Türkiye’den tanıştığı pek çok kişi ile bu konuları tartışabildiğini fakat Türk hükümeti tartışamadığını  belirten, bu sebeple de demokratik, şeffaf, katılımcı bir gelecek için halkların bilinçlenmesi gerektiğini söyleyen Rebecca Harms, konuşmasını ortak mücadelenin önemini vurgulayarak tamamladı.

Nükleersiz Akdeniz Deklerasyonu: Nükleersiz “Mare Nostrum” için çağrı

Rebecca Harms’ın konuşmasının ardından Nükleersiz Akdeniz Ağı’nın kuruluş deklerasyonu okundu. (Deklerasyon metni haberin sonunda bulunabilir.) Deklerasyonun okunmasının ardından imzacı kurumlar olan Kıbrıslılar Bilim Eğitim Sağlık ve Dayanışma Dernegi (IST-KIBES) adına Sarper Övsay, Yeşil Düşünce Derneği adına Sevgi Mutlu, Nükleersiz.org adına Alper Öktem kısa birer konuşma yaparak ağın kuruluşuna verdikleri desteği açıkladılar.

Deklerasyona destek vermek üzere kürsüye gelen Mersin Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Ful Uğurhan, Kıbrıs Nükleere Hayır Platfomu adına Kyriacos Tsimillis ve Salih Erşangil ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Mersin İl Eşsözcüsü Osman Yılmaz‘ın ardından Uluslararası Nükleer Tehlikeye Karşı Hekimler Birliği (IPPNW) Avrupa Bölümü Başkanı Dr. Angelika Claussen ve Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir‘in destek mesajları okundu. Deklerasyona ayrıca ilk olarak Green Institue Greece, Ecology Movement of Thessaloniki ve ANTIGONE -Information Centre on Racism, Ecology, Peace and Non Violence’in imza vereceği açıklandı.

Akkuyu’da 40 yıllık mücadele

Konferansın ikinci bölümünde Akkuyu Gerçekleri ve Kıbrıs başlıklı bir panel düzenlendi.

11151071_816997301712014_7268675740900775354_n

Panelde ilk konuşmayı yapan Mersin Nükleer Karşıtı Platform sözcüsü Dr. Ful Uğurhan  konuşmasında, Mersin’de ve Türkiye’de nükleere karşı verilen 40 yıllık mücadeleyi fotoğraflar eşliğinde özetledi. Konuşmasında Mersin’de insanların nükleer santral istemediğini söyleyen Uğurhan, Akkuyu’nun bulunduğu yerdeki köylülerin ise artık hükümet tarafından sindirildikle ya da umutlarını yitirdikleri için nükleer karşıtı eylemlere doksanlı yıllardaki kadar çok katılmadıklarını belirtti. Uğurhan konuşmasında sahte imzalarla verilen ÇED raporu ve hükümetin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın raporunu mahmkemeye vermemesi gibi son örnekleri de anlatarak, sürecin ne kadar şeffaflıktan ve demokrasiden uzak bir şekilde yürütüldüğünü vurguladı.

İkinci konuşmayı yapan Kıbrıs Enstitüsü’nden Dr. Theodoros Christoudias ise dünyadaki nükleer kazalar hakkında istatistiksel bilgiler vererek tehlikenin boyutları hakkında katılımcıların dikkatini çekti. Christoudias’ın konuşmasında özellikle Akkuyu’da yaşanabilecek bir nükleer kazadan en çok Akkuyu’ya 80 km mesafede olan Kıbrıs’ın etkileneceğine dair yapılan bilimsel modellemeler ilgi çekiciydi.

Panelde Yeşil Düşünce Derneği ve Nükleersiz.org adına konuşan Dr. Ümit Şahin, 1980’lerin sonunda Turkiye’de başlayan yeşil hareketin içinden geldiğini belirterek nükleer karşıtı hareketlerin o zamana dayandığını hatırlattı. Panelin Kıbrıs’ta yapılmasının önemine de değinen Şahin, Akkuyu’nun durdurulmasının, Mısır ve Ürdün’de de planlanan nükleer reaktörlerin engellenebilmesi ve dolayısıyla Akdeniz’in nükleersiz kalması için çok önemli olduğunu belirtti. Nükleer endüstrinin gerçekleri çarpıtarak yalanlarla dolu bir propaganda kampanyası yaptığını anlatan Şahin, bu yalanların iklim değişikliğiyle mücadelenin de önünde bir engel oluşturduğunu, verimli ve yenilenebilir sistemlere dayalı  enerji politikalarını önlediğinin altını çizdi. Türkiye’deki demokrasi eksikliğinin ve otoriter rejimin nükleeri bir seçenek olarak dayattığını söyleyen Şahin, demokrasiyi,  şeffaflığı, yalanların teşhir edilmesini ve doğru bilginin savunulmasını nükleere karşı mücadelenin esası olarak görmek gerektiğini anlattı.


Kıbrıs Nükleere Hayır Platformu adına konuşan Yeşil Barış Derneği’nden Doğan Sahir ise yaptığı konuşmada Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan Nükleer santralin Kıbrıs’a etkilerini anlatırken, atıkların limanlar aracılığı ile taşınmasının da risk oluşturacağını söyledi.

Panelde son konuşmayı yapan Güney Kıbrslı Onkoloji uzmanı Dr. Stamatina Passalari de radyasyonun DNA üzerindeki etkilerini anlatarak nükleer enerjinin nasıl kansere sebep olduğunu hatırlattı.

Konferansın dinleyicileri arasında öğrenciler, öğretmenler, basın mensupları ve çesitli sivil toplum kuruluşları yer alıyordu.

 

Nükleersiz Akdeniz Ağı için Çağrı

Romalıların Bizim Deniz “Mare Nostrum” dediği Akdeniz, bugün Arnavutluk, Cezayir, Bosna Hersek, Hırvatistan, Kıbrıs, Mısır, Yunanistan, Filistin, İtalya, Lübnan, Libya, Malta, Fas, Tunus, Monaco, Karadağ, Slovenya, Fransa, İspanya, Suriye ve Türkiye topraklarında yaşayan halklarının ortak denizidir. Dolayısıyla, Akdeniz, tarihsel, ekonomik, kültürel ve ekosistem dengesi açısından büyük bir coğrafyayı birbirine bağlamaktadır. Bu büyük ortak yaşam alanı ise bugün büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Akdeniz’in doğusunda Türkiye 1970’lerden itibaren başlattığı nükleer santral kurma planını, 2010 yılında Rusya ile Hükümetlerarası Anlaşma yaparak gerçekleştirme kararı almıştır. Bu karar ile Türkiye, Akdeniz’in geleceğini riske atması bir yana 1975 yılında, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) çatısı altında 16 Akdeniz ülkesi ve Avrupa Birliği’nın kurduğu  Akdeniz Eylem Planı (AEP) ile 1995’te oluşturulup 2002’de genişletilmiş formuna yeniden taraf olduğu Barselona Sözleşmesini de ihlal etmektedir.

2008 yılında Türkiye’den 206 bilim insanı bugün de hala geçerliliğini koruyan bir bildirge ile nükleer santral kurulmasına itiraz etmiştir. Bunun yanında, santral için hazırlanan 2014 tarihli şimdiki ÇED raporunun, bilimsel açıdan doğuracağı riskleri elimine etmek açısından yetersiz ve hukuksal açıdan uygunsuz olduğu da ortaya çıkmıştır. Bizler, Akdeniz’in sakinleri olarak, ortak yaşamımızın güvenliği ve Akdeniz’de yaşayan tüm canlıların ve ekosistem dengesinin korunmasına dair olan sorumluluğumuz nedeniyle Mersin Akkuyu’da kurulması planlanan bu nükleer santrali istemiyoruz. Akdeniz’de “gözlemlenemeyecek” ve “denetlenemeyecek” radyoaktivite istemeyişimizin temel gerekçeleri şöyledir:

1- Türkiye bugün nükleer santral kurulmasına karar verilen Mersin Akkuyu için yer lisansını 1975’te almıştır.O zaman projeye yer lisansı veren ekipteki bilim insanları bugün 40 yıl öncesine ait teknoloji ile yapılan değerlendirmeye karşı çıkmakta, yeni teknolojilerle incelenen bölgede farklı fay hatlarının bulunduğunu söylemektedir.

2-Nükleer santralin denizden alacağı deşarj suyunun deniz ısıl sıcaklığını 33 dereceye kadar yükseltmesi deniz canlılarının ve çevresindeki endemik türlerin varlığını tehdit edecek hatta kümülatif etkiyle deniz yaşamını yavaş yavaş sonlandıracaktır.

3- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Rusya Federasyonu Hükümeti arasında imzalanan Milletlerarası Andlaşma’da (06.10.2010 Sayı: 27721) nükleer atıkalrın nasıl ve nerede depolanacağı olası bir kaza durumunda sorumluluğun kime ait olduğu ve kaza yönetimini kimin ve nasıl yapacağı belirtilmemiştir.                                                                                                                      

4-Kurulacak santral işletme yetkisine sahip Rusya’nın kontrolünde bulunacaktır, Türkiye tarafının kendi toprağında hiçbir söz hakkı olmayacaktır.

5-ÇED raporundaki imzaların sahte dolayısıyla geçersiz olduğu ispatlanmıştır.

6-ÇED raporuna 5000’den fazla kişiden yapılan itirazlar dikkate alınmamıştır.

7-ÇED raporunda nükleer atıkların nerede depolanacağına dair bir madde yoktur.

8-ÇED raporunda nükleer atıkların nihai depolama alanı belirtilmemiştir.

9-ÇED raporunda uranyum ham maddesinin nasıl transfer edileceği belirtilmemiştir.

10-Nükleer enerji yatırımı şartları gereği hazırlanan Nükleer Enerji Yasa Tasarısı’nda Plutonyum-239, Uranyum-233 gibi radyoaktif izotopların adları geçmektedir ki bu izotoplar nükleer silah yapımı için elde edilmektedir. Bu konu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne soru önergesi olarak verilmiştir. Bu şekilde bir yasa hazırlığı Akdeniz’in barışçıl geleceğini tehdit edecek nükleer silah üretimi planlanına dair şüphe oluşturmaktadır.

11- Nükleer santralin direkt başbakanlığa bağlı olarak işletilecek olması, konusunda uzman olmayan kişilerin yetki ve sorumluluk alması, organizasyonel problemlere sebep olabilecektir ki bugün Fukuşima’da yaşanan kazanın sebebinin yetki sorunları olduğu kazada ihmali büyük olan Tokyo Elektrik (TEPCO)tarafından itiraf edilmiştir.

12- Mersin/Akkuyu’ya yer lisansı verilmesinden de önce 1956’da kurulmuş olup 2015’te ÇED raporunun imzalanmasına kadar tüm süreçlerde yer almış bulunan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) ÇED raporu imzalandıktan hemen sonra lağvedilerek yerine Başbakanlığa bağlı Nükleer ve Radyoloji Düzenleme Kurumu’nun (NRDK) kurulmuş olması nükleer santrallerin tecrübesiz bir kurum tarafından idare edileceğini göstermektedir. NRDK mali açıdan da denetim dışı bırakılmıştır.

1986’da yaşanan Çernobil felaketinin etkisi Türkiye’de ve diğer bölge ülkelerinde artan kanser vakları, doğumsal anomaliler ve radyasyona bağlı diğer zararlarla halen sürmekteyken, 2011’de meydana gelen Fukuşima nükleer kazasının sonucunda Japonya’da çocuklarda tiroid kanseri sıklıkla görülmeye başlamışken, 43 milyon ton radyoaktif katı atığın ne yapılacağı bilinemezken, terk edilen santral bölgesinden radyasyon yayılmaya devam ederken, kazadan beri bu gün dahil her gün 400 ton radyoaktif reaktör deşarj suyu okyanusa akarak artık Japonya’dan Kanada’nın doğu kıyılarına ulaşmışken ve bu felakaletin sonuçlarının gelecekte daha nelere sebep olacağı bilinmezken Akdeniz için endişelenmekte haklı olduğumuz görülecektir.

Benzer bir facianın bir gün Akdeniz’de yaşanmaması, Akdeniz’e radyoaktivitenin karışmaması, Akdeniz’in tabiatını, ekolojisini bozacak bu girişime engel olunması için, bugün Nükleersiz Akdeniz Ağı’nın tesis edilmesi gereken gün olmalıdır!

Yeşil Düşünce Derneği,KIBES,Nükleersiz.org

Fotoğraflar: Yelda Çubukçu, Gökalp Ceylan, Ümit Şahin

Haber: Yelda Çubukçu – Yeşil Gazete

More in Enerji

You may also like

Comments

Comments are closed.