Nükleer belaya dur diyelim! – Şahin Alpay

Otuz yılı aşkın bir süredir nükleer enerjinin tehlikeleri konusunda uyaran yazılar yazıyorum.

Nükleer enerjinin sonsuz, ucuz ve güvenli olduğuna dair yalanın çok yaygın olduğu 1970’lerden beri Türkiye’de nükleer santrallar kurma hevesinde olan hükümetler geldi geçti. 1979’da Three Mile Island, 1986’da Çernobil, 2011’de Fukuşima santralarındaki kazalarla ve başka şekillerde nükleerin foyası meydana çıkmaya başladı. İnsan ve çevre sağlığına önem veren uygar devletler ya nükleer enerjiye hiç bulaşmadılar ya da santralları kademeli olarak kapatma kararı aldılar.

Büyük çoğunluğuyla Türkiye halkı da nükleerin tehlikelerine uyandı ama başımızdaki ne pahasına olursa olsun büyüme ihtirasındaki AKP iktidarı, artan enerji ihtiyacına cevap, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve dışa bağımlılığı azaltmak gibi gerekçelerle ve kanımca gerektiğinde nükleer silah üretebilme yeteneğine ulaşma gerekçesiyle nükleer santrallar kurma peşinde koşuşa hız verdi.

AKP hükümeti, ülkenin saatlerce hemen tamamen elektriksiz kaldığı 31 Mart gününün gecesinde, sabaha karşı Meclis’e, Japonların Sinop’ta kuracağı santral ile ilgili kanunu, 536 milletvekilinden 181’in oyuyla onaylattı. Mersin – Akkuyu’da Rusya’nın yapacağı santralın ilk aşamasının ihalesi 7 Nisan 2015’te, hükümetin borazanlığını yapan “havuz medyası”nın kurucularından Cengiz İnşaat’a verildi. Hani, şu 25 Aralık yolsuzluk soruşturması tapelerinde “Milletin a…ına koyacağız…” sözleriyle maruf Mehmet Cengiz’in şirketine ihale edildi. Hemen ardından da Akkuyu santralının temelinin 14 Nisan’da (bugün) ÇED raporu onaylanmadan atılacağı açıklandı.

Eğer nükleer enerji santralları tasarlandığı gibi kurulacak olursa, karşı karşıya kalacağımız tehlikeleri bir daha sıralayayım: Reaktörlerin üreteceği tüketilmiş radyoaktif yakıtların on binlerce yıl süreyle depolanması gerekir. Türkiye’nin bunu nasıl yapacağı tam bir muamma. Tam güvenli nükleer santral diye bir şey yok. Büyük nükleer kazalar bir yana, küçük çaplı radyoaktif sızıntılar bile insanlara ve çevreye ağır zarar verebiliyor.

Barışçı nükleer enerji diye bir şey yok; santrallardan elde edilen plütonyum nükleer bomba yapmak için kullanılabiliyor. Dünyanın daha fazla nükleer silaha ihtiyacı yok, hele Türkiye’nin nükleer silaha hiç ihtiyacı yok… İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya atılan nükleer silahlar yüzünden hala sakat çocuklar doğuyor. Nükleer santrallar çok yüksek yatırım gerektirdiği ve ömürleri tamamlandığında sökülme masrafları dikkate alındığında, bunlardan elde edilen elektrik enerjisi kesinlikle ucuz olmuyor. Nükleer yakıt üretmek için kullanılan uranyum cevheri ancak birkaç ülkede mevcut. Türkiye nükleer yakıtı başka ülkelerden satın alınacağı gibi, Akkuyu’da kurulacak santralın sahibi Ruslar olacak, onlar işletecek ve üreteceği elektriği sabit fiyatla Türkiye’ye satacak. Kısacası, Türkiye’nin enerji bağımlılığının azalması söz konusu değil.

Deprem riski nedeniyle gerçekte hiçbir yöresi nükleer santral kurmaya elverişli olmayan Türkiye, santralları inşaya girişiyor ama bunların denetlenmesi için şart olan hükümetten bağımsız denetleme kuruluşu yok. Saldırılara hedef olabilmeleri nedeniyle nükleer santralların güvenliğinin sağlanması ciddi önlemler alınmasını gerektiriyor. (EDAM bu yıl bu konuda koca bir rapor yayımladı: “Nuclear Security, A Turkish Perspective”.) Bu alanda hiçbir hazırlık yok.

30 Mart 2014 yerel seçimleri sırasında elektriklerin kesilmesini “trafoya kedi girdi” diye açıklayan, 31 Mart 2015’te bütün ülkenin elektriksiz kalmasının nedenini hâlâ bulamayan bir yönetimle Türkiye çok tehlikeli bir maceraya atılıyor. Umarım halkımız bu maceraya dur diyecektir. Nükleer enerjinin tehlikelerini müdrik olanlar 25 Nisan günü Sinop’ta büyük bir mitingde bir araya geliyor. Keşke katılabilsem…

Bu yazı zaman.com.tr/ den alınmıştır

32.Sahin Alpay

 

Şahin Alpay

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR