Dış Köşe

Neoliberal çağda zaman ve sınıf – Güven Gürkan Öztan

0

“Zaman” üzerine son ne vakit düşündüğünüzü hatırlıyor musunuz? Doğumgününüzde belki; o da yaş hani “kemale ermişse” ya da “ermeye aday” ise; ya da epeydir görmediğiniz eski bir tanıdıkla kesiştiğinde yolunuz; ondaki değişiklikte, sizdeki değişimin karşınızdaki aksinde… Dünyaya yeni merhaba diyen bir hayatta ya da toprağın altına giden bir bedenin yasında… Zaman üzerine düşünmeye başlayınca ilk gelen aklımıza onun ne denli “gaddar” olduğudur genellikle. Acımasızdır; zira akıp gidiyordur; elde avuçta tutulması, saklanması imkânsızdır. Zamanın ritmine biçtiğimiz değer de onun “içini” nasıl doldurduğumuzla doğrudan ilişkilidir. Belki de o nedenle eğlenirken frenlerinden boşalmış gibi hissettiğimiz zaman hasta yatağında kaplumbağa adımına denktir. Kişisel zaman algımız biriciktir, an’dan bağımsız olmadığı için de geleceğe yönelik hem fırsat hem de maniadır. Hafıza dediğiniz ise yaşanmışlıkları sanki balık ağı ile yakalarmışçasına kendinize saklama çabasıdır. Akıp gidene direnmedir, hiçliğe dönüşmeden geçmişin izine sahip çıkma teşebbüsüdür. Ama bellekteki iz aslında her bugüne çağrıldığında yeniden giyinir bir yandan, makyajlanır; hatta estetik operasyon geçirir. Hatırladığımızı zannettiğimiz bugünün suretidir; o anın ben’in süzgecinden geçen formudur.

Modernite ve zaman

Zaman ve bellek ile kurduğumuz ilişkinin içinde yaşadığımız iklimden bağımsız olmadığı aşikâr. Sosyal mobilizasyonun düşük, toprağa bağlılığın ve tarımsal üretimin egemen olduğu toplumlardan oluşan dünyada zaman herkes için aynı yavaşlıkta akıyordu. Soyluların günleri de çiftçilerin günleri de arasına karbon kağıdı konmuşçasına birbirini tekrar ediyordu. Kesin tarihlere, dakik planlamalara ihtiyaç duyulmuyordu; günü doldurmak başlı başına yeterliydi. Tarihin döngüsel olduğuna dair inanç toplumları yatay kesiyordu adeta. Üretim ilişkilerindeki ve teknolojideki değişim yüzyıllar içinde bu zaman algısını değiştirdi. Artık egemen olan modernitenin müjdelediği zaman kavramıydı. Kesin tarihler, ajandası belli faaliyetler, dakik planlamalar endüstriyel çağın olmazsa olmazıydı. Yalnız modern zaman algısı bununla da sınırlı değildi. Modernizm düzçizgisel bir zaman tasavvurunu hegemonikleştiriyordu. Hep ileriye gidilecek, hem “doğru”sal olan hattan devam edilecekti. Üstüne üstlük modernitenin evrensellik iddiası zaman kavrayışına da yansımıştı. Zaman herkes için aynı akacak; herkesi aynı şekilde taşıyacaktı… Zamanın tecrübe edilmesinde aynı modernlik çizgisindeki toplumlar için bir farkın mevcudiyeti söz konusu bile olamazdı. Verimlilik ve minimum zamanda maksimum iş/üretim prensibi esastı. Taylorizm’den Fordizm’e tüm üretim süreçlerini düzenleme mekanizmaları böylesine bir zaman anlayışı üzerine inşa edilmişti.

Daimi meşguliyet hali
Bizler zamanı tecrübe etme biçimimizin kişisel zaman tasavvurumuz dışında sınıfsal bir yere de tekabül edebileceğini uzunca müddet pek düşünmedik. Evet neticede hepimiz kendi zaman algımız ve belleğimizle biriciğiz ancak bir de kolektif zaman tecrübemiz ve belleğimiz var ve bu sınıfsal konumumuzla da yakından ilişkili. Neoliberal çağın halihazırda zaten mevcut olan sınıflar arasındaki gelir ve yaşam düzeyi farkları iyiden iyiye arttı. Üst gelir grubu ile alt sınıflar arasındaki makasın artması zaman ve mekân algılarını da yerinden oynattı. Bauman’ın ifade ettiği gibi “gelecekleri kadar geçmişlerinden de tamamen yalıtılmış ve birbiri ardına sıralanan anların içinden geçerek daimi bir şimdide” yaşayan üst sınıflar sürekli “meşguller.” Onların bu meşguliyeti sürekli paraya tahvil edilebilen bir meşguliyet. Zamanı denetleme, planlama ve başkalarını vakte dair tasarruflarına tabi kılma güçleri vardır. Bir de neoliberal çağda “zamanın yükü” altında ezilen yığınlar var. Kimlikleri, beklentileri, hedefleri birbirinden farklı ama ortak bir biçimde zamanı kontrol etmekten uzak olanlar. Bauman onların zamanın kontrolünde dahi olmadıklarını iddia eder ve ekler “zaman onları yavaş yavaş öldürürken yapabilecekleri tek şey zaman öldürmektir.” Bauman’ın bahsi geçen ve sınırları epey net kategorizasyonunda ayrı bir yer tutmayan ama bizim için çok önemli olan bir ara kategori var. Kentte yaşayan, eğitimli, beyaz yakalı ama üst sınıfların sahip olduğu zamanı kontrol etme yetkisinden mahrum bir gruptan söz ediyorum. Adına ister orta sınıf deyin ister başka bir şey; “meşgullük” mevzubahis olduğunda müthiş bir cendere içinde yaşayan bir emekçi kitlenin yaşamla mücadelesi… Akademisyenlerden gazetecilere, proje koordinatörlerinden finans uzmanlarına birbirinden farklı alanlarda çalışan ama hep aynı dertten muzdarip olan insanlar… Neoliberal çağın gözde temaları verimlilik ve performans ölçümü gibi süreçlere tabi olan beyaz yakalılar, kağıt üzerinde sayısallaştırılabilir veriler üretmekle mükellefler. Sadece mesai saatlerinde değil onun ötesinde de (ulaşım araçlarında, evde, hastanede, eğlence merkezinde) her an ulaşılabilir ve cevap verebilir durumda olmalılar. Sürekli tepeden yağan “yeni” ama “iş” gibi görünmekten başka işlevi olmayan mecburiyetler; bitmek bilmeyen telefon ve mail trafiği, kentli orta sınıfları düşünmekten, kendiyle kalmaktan olduğu kadar örgütlenmekten ve kolektif eylemden de alıkoyuyor. Daha iyi yaşayabilmek için daha “meşgul” olmak gerekiyormuş gibi bir algı çemberi içinde “daimi meşgul” olan ama daha iyi yaşama fırsatını bir türlü bulamayan bireylerin bugünü de kolektif hafızası da renksizleşiyor, fakirleşiyor. Bu şartlar altında boş zaman talep etmek, zamanını başkalarının değil kendinin kontrol etmesini istemek, anlamsız işlere rest çekebilmek neoliberal iklimin sanal refah algısını ve verimlilik kriterlerini alaşağı etmenin yöntemlerinden biri haline geliyor. Zaman öldürmeye mahkûm edilmeye de daimi meşguliyet prangasına da karşı çıktığımızda özgürleşme yolunda bir adım daha atmış olacağız.

Güven Gürkan Öztan – Birgün

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.