Basın Konseyi öncülüğünde düzenlenen medya mensuplarına yönelik baskı ve saldırıları protesto etme amaçlı yürüyüş için, Medya Günlüğü başlığında “düşündürücü” sözcüğünü kullanmış (*) Nedenini yürüyüşe katılımın düşük olması olarak izah etmişler. Doğru, kalabalık değildik. Öyle ki, yürüyüşün başlayacağı söylenen saatten 15 dakika önce buluşma noktasına geldiğimde, Gürsel Tekin ve Sezgin Tanrıkulu ile onları çevreleyen 15-20 kişilik kalabalığa bakınca, bir anlık da olsa “CHP’nin bir toplantısının dağılışına mı denk geldim,” diye düşünmeden edemedim . Neyse ki sonra meslektaşlarım da gelmeye ve sayı giderek artmaya başladı. Ama evet, azdı katılım.
Nedenlerden biri duyurunun geç ve yetersiz yapılmış olması olabilir. Ben örneğin, Aslı Aydıntaşbaş’ın ilettiği e-posta vesilesiyle haberdar oldum. Sosyal medyada paylaştığımda arkadaşlarımdan biri, metnin altında yazmasına rağmen “kim organize ediyor yürüyüşü” diye sorma ihtiyacı duydu, zira yerli yabancı çok sayıda gazetecinin yer aldığı e-posta grubunda kimseye böyle bir çağrı gelmemiş, haberleri yoktu. Keza, yürüyüşe katılan bir başkası gece tesadüfen haberde duyup geldiğini söyledi. Yani biz medya mensupları değil dayanışma doğru dürüst birbirimizle haberleşemiyoruz bile korkarım.
Sonuçta, Hürriyet’in sistematik bir şekilde hedef gösterilip saldırılara maruz kalması yetmezmiş gibi Ahmet Hakan’ın fiziki şiddet kullanılarak susturulmak istenmesi üzerine, iyi niyetle ve yerinde bir çıkışla ancak muhtemelen telaşla ve üzerinde çok düşünülmeden örgütlenmiş bir etkinlik olduğu izlenimi yarattı bende.
Meslek örgütlerimizden Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği veDİSK Basın-İş’in de çağırıcılar arasında olmayışı bu izlenimimi güçlendiriyor. Acaba davet etmeyi unuttu mu Basın Konseyi? Bu örgütler gazeteciler arasında daha yaygın bir ağa sahip. Üstelik ay başında artan baskı ve sansür uygulamarına, fiziki ve sözlü saldırılara tepki olarak “Özgür Basın, Özgür Toplum İçin Dayanışma Çağrısı” yapıp biraraya da gelmişlerdi.
Katılımın azlığı üzerine düşünürken, daha temel bir soruna dikkat çekmek istiyorum: Dayanışmamızdaki ilkesel duruşun eksikliğine.
Halkın haber alma hakkını ve mesleğimizi savunurken ayrımcılık yapabiliyoruz. Bunu yazarken, bağımsız gazetecilik platformu Punto 24’ün Diyarbakır merkezli Dicle Haber Ajansı’na ve ülkenin tek Kürtçe günlük gazetesi olan Azadiya Welat gazetesine yapılan baskın üzerine 28 Eylül’de yaptığı çağrı var aklımda:
“Bütün meslektaşlarımızı ve özellikle de Kürt basınına yapılan baskılar konusunda çok kritik bir duyarlılık sınavıyla karşı karşıya olan ana akım Türk medyasını Kürt meslektaşlarımızı yalnız bırakmamaya ve ortak bir ses çıkarmaya çağırıyoruz.”
Cumartesi günkü yürüyüş -ki Demokrasi, basın özgürlüğü ve can güvenliğimiz için elele omuz omuza biraraya geliyoruz diyerek düzenlenmişti- ortak bir ses çıkarmak için iyi bir fırsattı. Ama Sedat Ergin kameralara demeç verirken, hemen başının üstünde Özgür Gündem gazetesini tutarak bu eksikliği gidermeye çalışan “korsan” eylemcimiz hariç, ne bir slogan ne bir pankart ne de bir açıklama görüp duyabildim Kürt meslektaşlarımızla dayanışma içeren.
Sonuç olarak, Medya Günlüğü’nün bence çok yerinde kullanmış olduğu ifadeye dönersek, kendimiz için talep ettiğimizi başkalarından esirgiyor oluşumuz, esas düşündürücü olan bu işte.
Bu yazı medyagunlugu.com/ dan alınmıştır
Işın Eliçin