Dış Köşe

“Milli irade” barışa yetmiyor mu? – Ferhat Kentel

0

Kürd sorununda “barış” ya da “çözüm” ya da devlet dilinde daha çok “terörü sona erdirmek” olarak anlaşılan sürecin neden yavaş gittiği, neden iki adım ileri bir adım geri gidildiği (bazen bir adım ileri, iki adım geri… daha kötüsü yani) sorulduğu zaman, genellikle devlet çeperlerine oturmuş siyasi aktör, yandaş gazeteci, danışman kadroları falan bu eleştirileri getirenleri saflıkla, siyasetten anlamamakla suçluyorlar. Kabaca “30 yıllık travmanın bir günde çözülemeyeceği” varsayımıyla, “memleketteki milliyetçi damarı alıştırmak, hatta AKP’nin bile zaten milliyetçi olan tabanının gözünü korkutmamak” gibi gerekçeler sunuyorlar.

Garip bir durum tabii…

Yüzde ellilik bir seçmen kitlesiyle, “bu dağları ben yarattım, köprüleri, çılgın projeleri ben yaptım ve yaparım; şuraya nükleer santral, buraya AVM yaparım; bu okulları İmam-Hatip yaparım ve kimse bana karışmaz!” diyen bir siyasal hareket (daha doğrusu giderek kutsallaşan bir figür etrafında cemaatleşen bir hareket) neden sürekli “valla işler bildiğin gibi değil; çok hassas dengeler var” der?

Yüzde ellilik oyuyla bütün memleketi temsil ettiğini iddia ederek, kendi adını “milli irade” koyan bu yeni Kemalist hareket neden Kürd meselesi konusunda “hassas” bir hareket haline dönüşüveriyor.

İnsan şunu sormadan edemiyor:

“Milletimizin çok sayın efendileri, madem bu kadar güçlüsünüz, kime ne ihale verileceğine, hangi şehrin nasıl soylulaştırılması gerektiğine, hangi fakirleri nereden kovacağınıza karar verebilecek kapasitedesiniz (haklısınız, size ancak her zaman bir avuç çapulcu itiraz edebilme cesaretini gösterebiliyor); HSYK’da ‘paralelcileri’ altedebilecek ve ‘AK Partiye yakın isimleri’ seçtirebilecek kudrettesiniz (Türkiye’nin ‘bağımsız’ olduğu varsayılan yargısının bir organındaki seçimler aynen bu ifadelerle anlatıldı!) o zaman bu yüzde 50, bu ‘milli irade’ barış konusunda mı bir anda yetersiz ve kırılgan hale geliyor?”

AKP’nin ne kadar güzel bir ‘yeni Türkiye’ yaptığını AKP’den bile daha çok iştiyakla anlatan (on yılda beyaz-siyah, her yaştan bir sürü müteahhit ve inşaat yarattığını pek anlatmayan) bugünün yazar-çizer ve geleceğin milletvekili adayları, barış konusunda pek bir hassaslar; Gezicileri falan barış sürecini sekteye uğratmakla suçluyorlar (hani yumurta küfesini onlar taşıyor meselesi…). “Gezi (hâlâ!) ve Kobani provokasyonu”ndan dem vurarak, “Çözüm Süreci’nden kimler rahatsız?” soruları eşliğinde kendi kendilerine (bozacı-şıracı) “derin analizler” yapıyorlar.

Artık devletle örtüşmüş olan hükümetimiz çok mu güçlü? Yani “milli irade” ezberini kullanırkenki rahatlığı gerçek mi?

Peki, milleti herşeye ikna eden devlet-hükümet-parti-lider totalitesi barışa neden ikna edemiyor?

Ya da, devletin otoriter özelliklerini arttıran, hatta totaliter boyutlar katan polisiye önlemler ya da son yargı paketiyle almaya çalıştığı önlemlere -“somut delil” yerine “makul şüphe” bulduğu zaman içeri atmak- bakınca dikkat çekici bir zayıflık mı söz konusu?

“Yeni Türkiye”nin devleti aldığı yeni polisiye önlemlerle giderek daha çok Mehmet Ağar’ı hatırlatmaya başladı. Onun polisleri alkışlar arasında yargısız infaz yapardı. Gerçi o ve onun adamları demokrasi gibi lafları ağzında pek dolaştırmazdı. Şimdikiler “Yeni Türkiye”de “misliyle cevap vermekten”, “anında cezalarını vermekten” bahsediyorlar. (“Hukuk devleti”?)

Bakan Atalay “sıradan vatandaşın korkmasına gerek yok” demiş. Tüyler ürpertici! “Uysal vatandaşın”; “padişahımız çok yaşa!” diyen vatandaşın korkmasına gerek yok; ne mutlu!

Şunu demek istiyor yani: “Siyasal olarak itirazın varsa ve sokağa çıkarsan ‘sıradan” olmaktan çıkacağın için başına geleceklerden sen sorumlusun!”

Bu arada Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Türkiye de olsun diyenlerin oyları 2008’de 151 iken, 2014’te 60’a düşmüş. Neden acaba?

 

Ferhat Kentel – www.basnews.com

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.