Lütfen polisleri dövmeyiniz – Güven Sak

Bizim bildiğimiz, sivil vatandaşlar polis dövmez. Polis önüne gelen herkesi aklı estiği gibi döver.

Geçenlerde, Bern’de, İsviçre Dışişleri Bakanlığı’na girerken kenarda bir broşür gördüm. Üzerinde kocaman kocaman “Lütfen polislere karşı şiddete başvurmayınız, onlar görevlerini yapıyorlar” yazıyordu. Vallahi önce şaka gibi geldi. Bizim bildiğimiz, sivil vatandaşlar polis dövmez. Polis önüne gelen herkesi aklı estiği gibi döver. Görev tanımı gereği döver bir nevi yani. Bir de oturmuş, memlekette neden ondan yok, neden şundan yok deyip duruyorum. Bakın bizde asıl bundan yok.
Bir süre önce “Ben bir günü bir önceki gününe hatta bir yıl önceki gününe benzeyen, sıkıcı bir ülkede yaşamak istiyorum” demiştim. Şimdi bir adım daha atabilirim. Ben, vatandaşlara yönelik, “Lütfen polisleri dövmeyiniz, seviniz” başlıklı kampanyaların düzenlendiği sıkıcı bir ülkede yaşamak istiyorum. Ülkeler ikiye ayrılıyor bu durumda. Gösteriler esnasında sivil vatandaşların dayak yediği ve fiziksel hasar gördüğü, hatta canını kaybettiği ülkeler ile gösteriler esnasında polisin dayak yediği ülkeler. İkinci gruptakilere uygar ülke deniyor. Suriye ve Türkiye değişik düzeylerde ilk grupta yer alıyorlar. İsviçre ise ikinci grupta. Şimdi bu ikinci tür ülkelerde polis gücü yetmediği, teçhizatı yeterli olmadığı için mi dayak yiyor? Hayır. Ne münasebet! Dayak atabilme kabiliyeti son derece fazla olduğu halde, sivil vatandaşların zarar görmemesi için o kaba gücünü, kendilerini, kim bilir nasıl, kontrol etmeye çalışarak, kullanmıyor polis memurları. Neden o yasal olarak rahatlıkla kullanabilecekleri kaba güce başvurmuyorlar? Çünkü öyle eğitiliyorlar. Sivil vatandaşın sokakların efendisi olduğunu biliyorlar. İster yürür, ister protesto eder. Benim gördüğüm kadarıyla, İsviçre’de polis kaba kuvvete öyle aklına estikçe başvurmadığı için belirgin bir güvenlik zafiyeti de görünmüyor. İsviçre, dünyanın en güvenli ülkelerinden biri.
Gelin bir adım daha götüreyim bu uygar ülke muhabbetini. Mesele yalnızca devletle, polisle filan da alakalı değil. Hepimizi hem de çok yakından ilgilendiriyor. Bundan yirmi yıl kadar önce, Cenevre’de vızır vızır trafiğin işlediği bir caddeyi nasıl aşıp da karşıdaki binaya varırım diye düşünüyordum. Ne yaparsınız bu durumda bizim buralarda? Alıştığımı yaptım. Dikkatle trafiği kollayarak caddeye ilk adımı attım. Arabaların arasından uygun bir patika çizerek nasıl karşıya geçerim diye kestirmeye çalışıyorum bir yandan da. Birdenbire caddede bir dizi fren cayırtısı koptu. Hangi birisi, bütün arabalar aynı anda acı acı fren yaparak durdu. Neden durdular? Ben caddeye adımımı attım diye durdular. Öyle korna filan da çalmadılar. Caddeye adım atmak benim hakkımdı, onlar durmak zorundaydılar. Ben tabii öyle kalakaldım. Normal olanın ne olduğunu gördüm.

Yayalar efendiymiş
Bizim buralarda otomobil sahipleri bir nevi sokakların efendisi sayılırlar. Halbuki uygar ülkelerde yayaların sokakların efendisi sayıldığını ben İlk kez İsviçre’de öğrendim. Ben değil caddelerinde, kaldırımlarında bile yayaların nasıl yürüyeceğinin düşünülmediği bir ülkeden geliyordum. Onlar sokakların yayalara ait olduğu bir uygarlık kurmuşlardı. Mesele yolda öncelik almak olunca, yayayı kendisine rakip gören araba şoförleri sayısının kutup ayısı sayısından daha az olduğu bir ülkede yaşıyorlardı. Şimdi bizim buralarda bir belediye başkanına “Bu yayaların durumu ne olacak? Kaldırımlar biz yürüyelim diye değil, yandaşlara kaynak aktarmak için vesile olarak yapılıyor, eldeki bozuk kaldırımlara ise hareket halinde olmayan araçlar park ediyor” diye sorsanız size ne der? Vallahi bence ne dediğinizi anlamaz. Yahu bu ne diyor diye öylece bakar. Aynen öyle bakıldığını, geçenlerde Ankara’da gördüm. Gazeteciler bile ne sorulduğunu anlayamadılar. Ne diyeyim?
En çok neye bozuluyorum biliyor musunuz? Yukarıdaki sorunun manasını kavrayamadan, “Efendim, yeni anayasa öncelikle bireyi esas alsın” diyenlere bozuluyorum.
Bern’de aklıma bu takıldı.

Güven Sak – Radikal

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR