Kürt Hareketi ve Türkiye solu – Doğan Durgun

 

Küba’da devrimden hemen sonra, Castro Sovyetler Birliği ile ilişkiye geçti. Bir dizi siyasal ve ekonomik anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar çerçevesinde Küba, ekonomisinin temelini oluşturan şeker kamışını SSCB’ye satmaya başladı. SSCB’den de ham petrol alımına gitti. Görünürde her şeyin doğal olduğu bir alışveriş şekliydi. Ne var ki, SSCB yoldaşlık prensiplerine uygun olarak Küba’dan aldığı şeker kamışına dünyada geçerli olan fiyatın çok üzerinde bir para ödüyordu. Küba’ya verdiği ham petrolü de mevcut değerinin çok altında bir parayla Küba’ya satıyordu. Sovyetler Küba’ya yardım yaptığını düşünüyor, Küba ise bu durumdan doğal olarak memnun kalıyordu. SSCB’nin yıkılmasına kadar geçen 33 yılda, Küba’da bir sanayi oluşturulması kimsenin aklına gelmedi. Ve bir gün SSCB yıkılınca, Rusya Küba’dan aldığı şeker kamışını durdurdu ve ucuza ham petrol vermeyi de reddetti. Mevcut emperyalist ablukanın da etkisiyle Küba 15 yıl boyunca derin bir ekonomik krizle boğuştu. Şimdilerde yeni yeni toparlanıyor.

Bunları niye mi yazdım? Malum, Kürt sorununun çözüm sürecinde bazı sancılar yaşanıyor. Birçok sol ve demokratik çevreden Kürt hareketine bu süreçte şüpheyle bakılıyor. Kürtlerin AKP’nin dümen suyuna kendilerini kaptırdıklarını düşünüyorlar. Zübeyir Aydar da, sosyalistler bizi anlamıyor deyince tartışma daha da alevlendi. Böyle bir algının oluşmasının temel nedeni, Türkiye sosyalistlerinin Kürt hareketiyle ilişkisinin Küba-SSCB arasındaki şekerkamışı-ham petrol ilişkisine benzerliğinden kaynaklanıyor. Bu bakımdan çözüm süreci, herkesin yeniden politikalarını gözden geçirmesi açısından faydalı olacaktır. Birbirimize kızmadan, nerelerde hata yaptığımızı açıkça tartışmalıyız.

***

PKK’den önce, Türkiye sosyalist hareketlerinin en önemli dinamikleri Kürtler ve Alevilerdi. PKK’nin kurulması, örgütlenmesi sonucu, sol hareketlerdeki Kürtler ve kısmen Aleviler oralardan kopup, PKK hareketine katıldılar. Özellikle 80’li yılların sonlarından itibaren sol hareketler, devletle mücadele etmek yerine, bütün enerjilerini PKK eleştirisine dönüştürdüler. Dergiler bu eleştirinin teorik alanıydı. Merak edenler o dönemin dergilerini bulup, bakabilirler. Kısmen anlaşılabilir bir şey olduğunu da belirtmeliyim. Çünkü Kürt olan kadro ve sempatizanlar PKK’ye kayıyordu. Altlarındaki zemini korumaya çalışıyorlardı. Hatta HEP’in kurulmasını bile eleştirdiler. 1990’ların ortalarından itibaren kendileri legal partilere dönüştüler de HEP eleştirisinin savunulur bir yanı kalmadığını gösterdiler.

90’lı yılların sonlarına doğru legal Kürt hareketi ile Türkiye sol partilerden bazıları zaman zaman seçim birliğine gittiler. Bu birliktelikler, sonuç almaktan öte özünde ilkesel işbirliği anlamını taşıyordu. Ama bu ilkesel işbirliği hem legal Kürt hareketinde, hem de sol camiada ciddi bir tembellik yarattı. Kürtler solun, sol Kürtlerin markajcısı haline dönüştü. Legal Kürt partileri Türkiyelileşemedikçe, solla yaptığı seçim birlikteliklerine sığındı. Böylece Türkiye partisiymiş algısının güçleneceğini düşündü. Sol partiler de fabrikalarda, gecekondularda, köylerde, sokakta örgütlenemedikçe, Kürtlerle yaptıkları seçim ittifakının bu başarısızlığı örteceğine kanaat getirdiler. Velhasıl hem Kürtler hem de sol partiler bu durumdan zorunlu bir memnuniyetlik çıkardılar. Bu ilkesel birliktelikler önemliydi ama beraberinde bir sinerji yaratmaktan uzaktı.

***

Şu anda yaşanan çözüme dönük gelişmeler, bazı sol çevrelerde kaygı yaratmış durumda. Kürtlerin siyasal anlamda başka mecralara akacağından ürküyorlar. Oysaki Kürt hareketi zaten sosyalist bir hareket, bu kaygılar boşuna. Elbette sürece dönük dostça eleştirilerini getirecekler. Bu zaten yoldaşlık anlamında tarihsel bir görevdir. Ama Kürtleri kandırılacak bir hareket olarak görmek ise, yoldaşına güvensizliktir. Yoldaşlık ilişkisinde böyle bir güvensizliğin yeri olmaz. Aslında Türkiye sosyalistlerinin önüne çok önemli bir fırsat çıkmıştır. Sol, sosyalist partilerin ve örgütlerin fabrikalara, sokaklara, tarlalara, köylere doğru daha güçlü şekilde yol alma zamanı gelmiştir. Örgütlenerek, kitleselleşerek güçlenecek Türkiye solu o zaman Türklere ve Kürtlere en büyük güzelliği yapmış olacaktır.

Böyle bir durumda HDK’nin ve HDP’nin işlevi de daha önemli hale gelecektir. Güçlenmiş bir sol ve Kürtlerin işbirliği o zaman ilkesel olmaktan çıkıp, iktidar hedefli bir ortaklaşmaya gidecektir. Üstelik panik yapacak bir durum da yok. SSCB yıkıldı ama Kürtler dimdik ayakta ve makas değiştirdikleri de yok. Yeter ki hep beraber geçmişin yanlışlıklarından kendimizi sıyıralım. Aksi halde şeker kamışı-ham petrol ilişkisi gibi gün gelir birbirimize zarar veririz.

Doğan Durgun – Özgür Gündem

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR