İzmir Bayraklı bölgesini etkileyen ve 116 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan Ege depremi’nin yaralarını sarmaya çalışıyor. 19 binanın tamamen yıkıldığı, 124 binanın ağır hasar, 119 binanın ise orta derecede hasar gördüğü 6.9 büyüklüğündeki depremden sonra daha önce de Bayraklı bölgesindeki yapılaşma ile ilgili uyarılarda bulunan meslek örgütleri depremle ilgili ilk gözlemlerine dayanan raporlarını geçtiğimiz hafta içinde yayımladılar.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İzmir İl Koordinasyon Kurulu (TMMOB İKK), Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şubesi ve İzmir Tabip Odası (İTO) yayımladıkları bu ön raporlarda deprem sonrası mevcut durumu, bu durumun nedenlerini ve bundan sonra yapılması gerekenlerle ilgili önerilerini açıklıyorlar.
Her üç rapor da depremin gelişimi hakkında ayrıntılı bir bilgilendirme ile başlıyor. Depremin Ege Denizi’nde ve Sisam Adası yakınlarında olduğunun vurgulandığı TMMOB İKK ve Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi raporunda, can kayıplarının ve yıkımların görüldüğü İzmir’de, depremin merkez üssüne en yakın ilçenin Seferihisar olduğunun altı çiziliyor. Seferihisar’ın Sığacık mahallesinin de depremin merkez üssüne uzaklığı tam 70 kilometre… Üstelik Sığacık’ta gelen tsunami nedeniyle bir kişi yaşamını yitirirken neden depremin merkez üssüne yaklaşık 100 kilometre, Seferihisar’a ise 30-35 kilometre uzakta bulunan Bayraklı ilçesinde 18 yüksek katlı bina tam çöktü ve 116 kişi yaşamını yitirdi?
TMMOB İKK raporunda bunun ipuçları var. Raporda yıkılan ve ağır hasar gören binaların çökme ve hasar durumuna göre muhtemel nedenler tartışılıyor. Malzeme eksikliği/uygunsuzluğu, güçlü kolon zayıf kiriş prensibinin uygulanmaması, yetersiz eleman dayanımı, yumuşak kat veya uygulama hatası gibi nedenlerin bir veya birkaçının bir araya gelmesine dikkat çekilen raporda ayrıca Bayraklı bölgesindeki alüvyon zemine de dikkat çekiliyor:
“Kalın alüvyonel tabakalar(Bayraklı özeli 260 m.) özelinde basen(ova) etkisi, depremin merkezi bu alanlara uzak olsa da, İzmir özelinde asıl yıkıcılığı sağlayan zemin davranışının yapıya etkisi olarak görülmektedir.’ İşte bu durum 100 kilometre uzakta, 6.9 büyüklüğünde gerçekleşen depremin İzmir’de ve niçin ve özellikle Bayraklı bölgesinde yıkıma yol açtığının yanıtı gibi… Örgüte göre ‘yer seçiminden başlayarak imar planlarının afet riskine göre hazırlanması önem arz ediyor. İçinde yaşadığımız binaların tasarım, inşaa, denetim ve bakım süreçlerinin rant amaçlı yaklaşımlarla sürdürülmesi, depremlerin yıkıcı sonuçlarla karşımıza çıkmasına neden oluyor. Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamanın, üretmenin, deprem hasarları ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu, mühendis, mimar ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz bir şekilde uygulanması ile mümkün.’
TMMOB İKK’nın önerileri ise bugüne kadar örgütün büyük bir sabırla savunduklarının çarpıcı bir özeti gibi. Önerilerden bazıları şunlar:
- Denetimsiz ve kaçak yapılaşmaya derhal son verilmeli,
- İmar afları yasaklanmalı,
- İmar barışı adı altında ruhsatlandırılan tüm ruhsatlar iptal edilmeli,
- Mevcut yapı denetim sistemi, zeminle ilgili mühendislik çalışmalarının arazi denetimlerini kapsamalıdır.
- 2011 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla uygulamaya konulan “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı” geciktirilmeden uygulamaya konulmalı,
- Yapı tasarım, üretim ve denetim süreçlerinde TMMOB’a bağlı meslek odalarını devre dışı bırakan uygulamalara son verilmeli, odaların mesleki denetim faaliyetleri üzerine konulan engeller kaldırılmalı ve
- Yerel Yönetimler bu konuda üzerlerine düşenleri eksiksiz yerine getirmeli…
Depremin yarattığı kirlilik
ÇMO’nun İzmir Şubesi’nce hazırlanan raporda ise depremin yarattığı çevre kirliliği sorunlarına dikkat çekiliyor. Yıkıma yakın yerlerdeki yapıları kullanan/yaşayan kişilerin sağlığını korumak adına sürekli hava kirliliği ölçümleri yapılmasının önerildiği raporda, ÇMO özellikle kentin içme ve atık su sistemlerinde gözden kaçabilecek hasarlara dikkat çekiyor. ÇMO’ya göre ‘içme ve kullanma suyu sisteminde yer alan su kuyusu, su alma yapısı, iletim hatları, su depoları ve su dağıtım şebekelerinde zarar ziyan tespiti yapılmalı… Ayrıca İzmir’deki tüm içme suyu ve atıksu arıtma tesislerinde; özellikle ve öncelikle Tahtalı İçme Suyu Arıtma Tesisi ile Çiğli Atıksu Arıtma Tesislerinde yer alan su yapılarının yine depremden ne denli etkilendiklerinin etüt edilmeli…’
Geçici yerleşim alanlarındaki sağlık sorunları
İzmir Tabip Odası (İTO) ise yayınladığı deprem değerlendirme raporunda barınma ve kurulan çok sayıda geçici yerleşim yerleriyle ilgili durumu aktarmış. İTO raporuna göre geçici yerleşim merkezlerinde içme suyu ve tuvalet/banyo sorunu yok. Ancak İTO barınma yerlerindeki kontrolsüz giriş-çıkış ve kalabalık geçici barınma yerleşimlerinin yaşadığımız pandemi günlerinde yeni Covid-19 vakalarına yol açabileceğinin altını çizmiş.
İTO’nun raporunda vurgulanan diğer bir konu ise deprem sonrası sağlık tesislerinin durumu. Raporda da belirtildiği gibi depremden zarar görüp hizmetini durduran tek sağlık tesisi Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi. Akıllara takılan soru ise daha önceki yıllarda meydana gelen depremler neticesi yapılan çalışmalar sonucu 2009 yılından bu yana ikinci derecede hasarlı, kullanılamaz raporu olan binanın bugüne kadar neden kapatılmadığı…
İTO ‘en kısa zamanda geçici yerleşim alanlarında barınanların kalıcı konutlara yerleştirilmesini, deprem bölgesinde nüfus hareketleri ile ilgili önlemler alınmalısını, başta geçici yerleşim alanları ve depremden etkilenen mahalleler olmak üzere kalabalık ortamların oluşumu engellenmesini, özellikle geçici yerleşim alanları ve depremden etkilenen mahalleler olmak üzere kişi başına yetecek düzeyde güvenli içme ve kullanma suyu, gıda ve hijyen olanakları sağlanmasını öneriyor. İTO ayrıca COVİD-19 yayılımının önlenmesi ve ileriki günlerde şiddet ve istismara karşı önlem alınması açısından geçici yerleşim alanlarının çevresi kapalı olmasını ve giriş-çıkış kontrollü olarak sağlanmasını; bölgeye kesinlikle ‘felaket turisti’ ziyaretlerinin engellenmesini’ savunuyor.
Deprem bir doğa gerçeği… Yaşadığımız Ege depremi İzmir için bir ilk değildi; son da olmayacak. Üstelik İzmir daha önce yaşadığı depremlerden yola çıkarak tam 20 önce ülkemizde ilk deprem master planını hazırlayan kent olmuştu. Radius adı verilen o projede 6.5 büyüklüğünde bir depremin hangi binaları yıkabileceği, hangi yolları devre dışı bırakabileceği hesaplanmıştı. Bu hesaplamalara göre hangi binaların yıkılacağı, hangi binaların depreme karşı güçlendirilmesi gerektiği ortaya konmuştu. Sonra o plan unutuldu, on yıl önce yenilenmesi gerekirken yenilenmedi. Bunun yerine kent merkezi ve yerel yönetimi ile birlikte ranta teslim edildi.
Sonuç olarak rant uğruna Bayraklı’da oturan tam 116 İzmirli kendilerinden 100 kilometre ötede olan 6.9 büyüklüğündeki bir deprem sonucu yaşamını kaybetti. Üstelik o deprem yanı başında gerçekleştiği adada sadece birkaç metruk binanın çökmesine ve sadece oyun oynayan iki çocuğun yaşamını yitirmesine neden olmuşken… Bizi yönetenler ranta teslim olmasaydı; bugün yaşadığımız acıları belki de hiç yaşamayacaktık. Yarın yine deprem olacak, depreme hazırlıklı olmak için yapmamız gereken çok şey, buna karşılık belki de çok az zamanımız var. Yapmamız gerekenler ise üç meslek örgütünün; özellikle de TMMOB İKK’nın depremle ilgili yayınladıkları ilk raporlarda ve 20 yıl önceki Radius projesinde bir kez daha altını çizdikleri bilinen gerçekler…
Şimdi bu pandemi günlerinde; sağlık açısından başka bir risk; Covid-19 bulaş riski taşıyan toplantılarla zaman kaybetmek yerine İzmirliler olarak yerel yönetimlerimizden Radius Projesini güncelleyip; o projedeki önerilere göre çalışmasını ve meslek odalarının önerilerini bu kez dikkate almasını istesek, nasıl olur?