Yeşeriyorum

İnsan Haklarından Çocuk Haklarına: 61 Yıllık Bir Kandırmaca Mı?

0

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), bundan tam 61 sene önce Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmişti! Söz konusu bildirge, devletlerin çoğu tarafından onaylanmışsa da günümüzde hâlâ hiçbir ülkede tam olarak uygulanmamakta. Bu haklar, ahlak hiyerarşisinin zirvesinde bulunan evrensel ahlakı temsil etse de, maalesef devletler kendi ya da sermaye sınıfının çıkarları ile çeliştiği noktalarda evrenin anayasasını rahatlıkla çiğneyebilmekte. Özellikle bildirgede geçen ekonomik, sosyal ve kültürel haklar söz konusu olduğunda, devletler çoğu zaman ulusal çıkarları kutsallaştırarak “meşru” bir perdenin arkasında insan haklarına tecavüz edebilmekteler. İnsan hakları ihlallerini önleyecek nitelikte ulus üstü yetkin bir kuruluşun ve İHEB’nin anayasalarca garantiye alınması zorunluğunun olmaması insan haklarının evrensel otoritesinin yok sayılabilmesini kolaylaştırıyor.

İHEB’nin 23. maddesinin sırasıyla 1. ve 3. bentlerinde, “Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır” ve “Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır” şeklinde insanın ekonomik hakları yer alıyor. Bu hakların, mevcut sisteme ters düştüğünü biliyoruz. Bugün bir insanın işsizliğe karşı korunmadığı ya da adil ve elverişli bir ücretten mahrum bırakıldığı gerekçesi ile hak arayabilmesi söz konusu bile değil! Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun hazırladığı Sendikal Hak İhlalleri Raporu’na göre, İHEB’nin 23-4 maddesinde geçen sendika hakkını kullandığı için işten çıkarılan ya da kötü muameleye maruz kalan yüz binlerce çalışan var. Çok gerilere gitmeye bile gerek yok. 25 Kasım’da milyonlarca çalışanı ilgilendiren toplu sözleşme ve grev hakkını aramak için sendikalarca gerçekleştirilen Uyarı Eylemleri, iktidardakiler tarafından “illegal” ilan edilmiş ve kimi yerlerde güç kullanılarak bastırılmaya çalışılmıştı. İşsiz yığınların, daha az maaş ve sosyal güvence ile çalışmaya hazır daha çok kişi anlamına geldiğini liberal ekonomistler çekinmeden överken, iktidar-sermaye sahipleri de devletin “legalite” ve şiddet kullanma tekelini insan hakları taleplerini bastırmada rahatlıkla kullanıyor.  

Çocuk hakları kim için

Devletlerin insanları ekonomik, sosyal ve kültürel haklarından mahrum bırakıyor olması en fazla çocukları mağdur ediyor. Yeterli derecede beslenemeyen, sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim hizmetlerinden faydalanamayan, ekonomik ve cinsel sömürüye maruz kalan çocukların bilişsel, duygusal ve bedensel gelişimlerinin tüm bu istenmeyen durumlara maruz kalmayan çocuklara göre çok olumsuz şekilde etkilendiği çalışmalarla ortaya konuyor. Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların çok daha detaylı bir şekilde tanımlandığı Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 1989’da Birleşmiş Milletler tarafından belki de bu yüzden onaylanmıştı. Sözleşme, yetişkinlerin haklarını ihlal eden devletlerin, hiç olmazsa çocuklara sahip çıkmasını mı umuyordu bilmiyoruz ama bu da genellikle kâğıt üzerinde kalan bazı önemli adımlar dışında gerçekleşmedi. Örneğin, Türkiye, 1998’de minimum çalışma yaşını 15 olarak belirledi ve 2001’de en kötü şartlardaki çocuk işçiliğini yasaklayan 138 ve 182 sayılı ILO sözleşmelerini kabul etti; fakat hâlâ 6-14 yaş arasında 320 bin çocuk işçi olduğu söyleniyor. Bu rakamın gerçekleri yansıtıp yansıtmadığı ise tartışmaya açık; çünkü okula devam etmeyen 945 bin çocuk var ve bu çocukların büyük bir kısmı da ev işçisi olarak kardeşlerinin, hastaların ya da yaşlıların bakımlarını üstleniyorlar ama 320.000 rakamı sadece tarım, sanayi, ticaret, hizmet sektöründe çalışanları kapsıyor. Büyük çoğunluğunu kızların oluşturduğu 4 milyon 448 bin ev işçisi çocuğun bir kısmı eve hapsedilirken; devlet tarafından da işçi statüsünün dışında bırakılıyor.

Dünyada 300 milyona yakın çocuk işçi olduğu tahmin ediliyor. Bu çocuklar Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde geçen hiçbir haktan faydalanamıyor. Haklarından faydalanan yaşıtlarına göre, bedensel ve bilişsel gelişimleri çok gerilerde kalıyor. Çocuk işçiliğinin yoğun olduğu ve çocuk işçilerin çalışma saatlerinin yüksek olduğu ülkeler içerisinde, Türkiye de ilk sıralarda yerini alıyor. Yoğun olarak kız çocukların tercih edildiği tekstil sektöründe çocuklar günde 12 saatten fazla çalıştırılıyor. Yapılan araştırmalar özellikle babanın işsiz olmasının çocuk işçiliğini çok büyük ölçüde arttırdığını gösteriyor.* Ekonomik ve finansal krizlerin, çocuk işçiliğini ve okuldan uzaklaşmaları arttırdığını gösteren pek çok bilimsel çalışma var. Bu çalışmalar gösteriyor ki, yetişkinlerin İHEB’de geçen ekonomik hakları güvence altına alınırsa özelde çocuk işçiliği genelde çocuk hakları ihlalleri büyük ölçüde ortadan kalkacak. Hangi aile çocuklarının kötü koşullarda uzun saatler çalışmasını, sokakta yaşamasını, cinsel sömürüye maruz kalmasını, okula gitmemesini, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinden faydalanmamasını ister ki? Piyasa ekonomisinin yarattığı toplumsal adaletsizlikler, alt sınıftan olan aileleri ve çocukları sermayedarlar tarafından da ucuz olduğu için tercih edilen çocuk emeğinin sömürüsüne mahkûm ediyor.  

Peki, milyonlarca avroluk projeler kim için

Çocuk haklarını da insan hakları gibi kâğıt üzerinde kabul eden Birleşmiş Milletler, tüm bu çocuk hak ihlallerinin ve sömürüsünün sebebinin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının ihlal edilmesi olduğunu bilmiyor mu? Elbette biliyor! Piyasa ekonomisinin yarattığı krizlerden en çok etkilenen alt sınıftaki ailelerin ilk olarak eğitim harcamalarını kestikleri ve kız çocuklar öncelikli olmak üzere çocukları çalıştırmak zorunda kaldıkları biliniyor. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde çocuk işçiliğinin gelişmiş ülkelere oranla çok daha yüksek olduğu; çocuk işçiliğinin en büyük nedeninin piyasa ekonomisinin yarattığı adaletsiz gelir dağılımı olduğu; ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın, ayrımcılık, göç, gelenekler gibi nedenlerin de çocuk işçiliğinin artmasında az da olsa etkili olabildiği, Birleşmiş Milletler’in raporlarında tekrarlanıyor.

Peki, çocukların hak ihlallerinin önüne geçmek ve kabul ettikleri beyanname ve sözleşmelerin üye ülkelerce yürürlüğe konması için genel olarak Birleşmiş Milletler, özelde UNICEF ve ILO ne yapabiliyor? Elbette ki yürüttükleri çalışmalarla yüzeysel çözümler üretebileceklerini biliyor; fakat sorunun esasına inip piyasa sisteminin tartışmaya açılması gerektiğine ilişkin bir itiraz da getirmiyorlar. Bunun yerine ortaklaşa çalıştıkları Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı gibi kurumların sunduğu pembe rakamları sahiplenerek makyaj niteliğinde çözümler önermekle yetiniyor. Böylece, gerçekleri tersine çevirme çabasındaki mevcut sistemin, söylemlerini yaymasına yardımcı olmaktan öteye gidemiyorlar.

Çocukların yurttaşlık hakkı yok

Mevcut sistem, işsizliği de, göçü de, çocuk işçiliğini de, sağlık ve sosyal güvenlik mahrumiyetlerinin yol açtığı sakatlanma ve hatta ölümleri de kişilerin başarısızlıklarının, eğitimsizliklerinin, eksikliklerinin ürünü olarak sunuyor ve böylece adaletsizlikleri ve sömürüyü bireyselleştirerek kendini aklıyor. UNICEF ve ILO da, piyasa sisteminden doğan mevcut adaletsizliklere odaklanmayarak sadece milyonlarca avroluk projeler ve steril eğitim programları, protokoller, sözleşmelerle kişiselleştirilen adaletsizlikleri gidermeye katkıda bulunduklarını iddia ediyorlar. Yurttaşlık hakkı olmadığı için okula kaydolma şansı olmayan ve aileyi geçindirmek için mevcut ekonomik sistem tarafından çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca çocuğun varlığını bile bile steril programlar, projeler ve protokoller hazırlamaya devam ediyorlar. Daha sonra da geçerli bir etki analizi ya da rapor sunmaksızın, yüzbinlerce çocuğu okula kazandırdıklarını, çocuk işçiliği ile mücadelede Türkiye’nin çok başarılı olduğunu duyurabiliyorlar. Böylece sorunun temeline inmeye gerek olmadan, “kişisel” eksikliklerden kaynaklanan hak ihlallerinin giderilebileceğini hepimize “kanıtlamış” oluyorlar.

Çok önemli bir diğer konu da BM’nin savunduğu şeffaflık ilkesi. UNICEF ve ILO, “ulaşacağını” iddia ettiği çocuklar için, milyonlarca avroluk hibeler alınarak yürüttüğü projelerin ne şekilde harcandığı, projelerin çocuklar üzerindeki kısa, orta ve uzun vadeli etkileri ve bu etkilerin kalıcılığı konusunda hiçbir geçerli ve detaylı bilgi paylaşmıyor. Bu da çok olumlu bir imaja sahip olan bu kurumların şeffaflığı ve hesap verebilirliği konusunda şüpheler uyandırıyor. Eğer gerçekten misyonları, toplumun en güç durumundaki çocuk ve kadınların durumlarının iyileştirilmesi ise, UNICEF ve ILO, savunduğu yönetişim kavramının şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri gereğince onlarca proje için alınan milyonlarca avroluk hibelerin ne şekilde harcadığını kamuoyu ile paylaşmak zorunda. Kaç lira doğrudan çocuklar için harcanıyor; kaç lira yüz binlerce lira tutarındaki sayısız “farkındalık yaratma” ve “kapasite geliştirme” vb. isimlerle çok yıldızlı otellerde düzenlenen ve günlerce süren toplantılara harcanıyor; kaç lira ortaklarına çeşitli isimler altında ödenekler olarak aktarılıyor öğrenmek hakkımız.

Son olarak: Biz biliyoruz ki çocuk işçiliği ve eğitim konusunda çizilen pembe tablolar gerçekleri yansıtmıyor. Kanıt mı istiyorsunuz? Göçün yoğun olduğu yoksul bir mahallede ortalama bir resmi ilköğretim okuluna gidin ve okul müdürüne okula gelmediğini tespit ettikleri ve okula devamlarını sağladıkları kaç çocuk olduğunu sorun. Size büyük olasılıkla çocukları bulsalar da okula gelmeye ikna edemediklerini, ailelerin ekonomik olarak çok zor durumda olduğunu ve çocukların çalışması gerektiğini söyleyecektir. Ya da mevsimlik işçi ailelerin çocuklarının, yaşamlarını sürdürmeye çalıştıkları çadırlarından ve tarlalardan okula getirilmeye ikna edilse de iki, en fazla üç ay sonra aileleriyle karınlarını doyurabilmek için farklı bir şehre göç etmiş olacaklarını… Okullarınsa yakacak, temizlik vb. giderlerini karşılayacak kaynağının olmadığını yine müdürden öğrenebilirsiniz. Bazı okullarda öğretmen açıklarının geldiği inanılmaz boyutu, sınıfların aşırı kalabalık oluşunun ders işlenmesini zorlaştırdığını da duyabilirsiniz. Yani mevcut sistemin yarattığı adaletsizlik kişisel değil, toplumsal ve topluma hizmet veren en temel kurumları da olumsuz bir şekilde etkiliyor. Makyajlarla, milyon avroluk süslü projelerle bizleri kandırsanız da, fabrikada, tarlada, sokakta, evde köle gibi çalıştırılan milyonlarca çocuğu kandıramazsınız!

*Binali Çatak’ın 2006 tarihli Çocuk İşçiliği İçin Risk Faktörlerinin Belirlenmesi; Çocuk İşçi ve Okuyan Öğrencilerin Sağlık Durumlarının Karşılaştırılması çalışmasına göre babanın çalışmaması çocuk işçiliğini 13,4 kat arttırıyor.

-Adile Hakyemez-

İnsan Hakları Aktivisti

(Yazı daha önce Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır)

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.