İklim Değişikliği konusunda James Hansen’a kulak vermek: 30 yıl önce ve şimdi – Elisabeth Kolbert

Bu yazı acikradyo.com.tr/ den alınmıştır

23 Haziran 1988 tarihinde Washington D.C.’de olağanüstü sıcak bir günde James Hansen, Senato komitesi önünde yaptığı konuşmada “sera gazı etkisinin tespit edildiğini ve bunun o an itibariyle iklimimizi değiştirmekte olduğu”nu senatörlere bildirdi. O günlerde Hansen NASA’nın Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün başındaydı ve Hansen’ın bu tanıklığı “sera gazı etkisi” hakkındaki ilk resmi uyarı olmamasına rağmen – Başkan Lyndon Johnson’a 1965 yılında verilmiş bir rapor gelecek on yıllarda “iklim üzerinde ölçülebilir ve hatta belirgin değişiklikler” olacağını öngörmüştü – medyada ulusal boyutta yer alan ilk haberdi. New York Times gazetesinin birinci sayfasında manşetten verdiği haberde ortalama küresel sıcaklık derecelerinin uzun dönemde yükselişini gösteren bir grafik de yer almaktaydı.

James Hansen

Bu hafta Hansen’ın Senato’daki iklim tanıklığının otuzuncu yıldönümü ve bundan daha hazin bir kilometre taşı düşünülemez. Aradan geçen otuz yıl içinde Kuzey Kutbu’ndaki buz örtüsünün neredeyse yarısı eridi; okyanuslar asitlendi; Kuzey Amerika’nın batısı büyük ölçüde yandı; aşağı Manhattan, Güney Florida, Houston ve New Orleans seller altında kaldı ve ortalama sıcaklık artışları yükselmeye devam etti. Daha geçen hafta bir grup bilim insanının Nature dergisinde yayımlanan raporunun belirttiği üzere Antarktika’daki buzların erime hızı son on yılda üç kat artmış durumda ve Washington Post’un haberine göre “Eğer buzullar bu hızla erimeye devam ederse, başımız büyük dertte.” (Antarktika’daki buzların hepsinin erimesi durumunda dünyadaki deniz seviyelerinde 60-61 metrelik bir artış yaşanacak, daha hassas bir bölge olan Batı Antarktika Buz Örtüsünün erimesi durumunda ise deniz seviyeleri üç metre kadar artacaktır.) Gene geçen hafta bilim insanları Afrika’nın en eski baobab ağaçlarının çoğunun öldüğünü, bunun nedeninin ise büyük olasılıkla iklim değişikliği olduğunu söylediler; geçen ay da araştırmacılar, kardondiyoksit seviyelerinin, muhtemelen dünyanın en önemli besin kaynağı olan pirincin besin değerini azaltmakta olduğunu gösterdiler. Bütün bunlara rağmen, Washingtonhâlâ meseleyi görmezden gelmeye ve daha da kötüsü, çözüm çabalarının önüne engeller çıkarmaya devam ediyor. Peki böyle birşey nasıl olabilir?

Olası cevaplardan bir tanesi, bu durumdan bilim insanlarının sorumlu tutulabileceği. Hansen’ın da en azından bir dereceye kadar hemfikir olduğu bir durum bu. Hansen şimdi yetmiş yedi yaşında ve NASA’dan emekliye ayrıldı. Kısa süre önce Associated Press’e “hikâyeyi kamuya yeterince açık seçik bir şekilde anlatamamış” olmaktan dolayı pişmanlık duyduğunu söyledi. Birçok iklim bilimci de aynı şekilde, konuyu sokaktaki insana izah etmekte pek başarılı olamadıklarını söylüyor ve bunun bir sonucu olarak, bilim insanlarının mesajı daha iyi iletmelerine yardımcı olmak amacıyla düzinelerce internet sitesi yaratılmış ve ayrıca, sırf bu amaç için birkaç örgüt bile kurulmuş durumda.

Birçok iklim bilimci ile mülakat yapmış biri olarak – Hansen’la farklı zamanlarda yaptığım birkaç mülakat da bunlara dahil elbette –  iklim bilimcilerin bir grup olarak kendilerini ifade etmekte pek de iyi olmadıklarını söyleyebilirim. (Vakti zamanında Hansen’ın kariyeri üzerine bir makale yazarken kendisine hayran olmaya yatkın dinleyici/izleyici kitlelerini bile kaybettiğini gözlerimle gördüm.) Ama iklim tartışması denen şey ortaya çıkalı otuz yıl oldu – hatta L.B.J. raporunu işin içine katarsak, üstünden elli üç yıl geçmişken – sanırım bu gidişata bir dur demenin, “bilim insanları halka iyi anlatamıyor” hikâyesine son vermenin vakti geldi artık.

1988’de iklim değişikliği ile ilgili elimizde olan bilgiler, akademik bilimin standart sapma tarzında yazılmış diyebileceğimiz kuru çalışmalardan ibaretti. Ertesi sene, Bill McKibben halkın anlayabileceği bir dille bu konuyu ele alan ilk kitabı, “Doğanın Sonu”nu yayımladı. O zamandan günümüze, bu konuda, en hevesli okuyucuların bile yetişmekte güçlük çekecekleri bir hızla çıkan sayısız kitap yayınlandı. Bunların arasında çocuk kitapları, çizgi romanlar ve hatta boyama kitapları bile mevcut. Öte yandan, iklim değişikliği ile ilgili birçok gazete ve dergide sayısız makale çıktı; bu konuda özel televizyon programları ve hatta belgesel filmler yapıldı. Her şey bir yana, iklim değişikliği artık son derece belirgin bir hal aldı. O kadar ki, konu ile ilgili birşeyler okumamıza veya izlememize gerek yok artık. Dünyanın birçok yerinde tek yapmamız gereken şey, etrafımıza bakmak. Amerika Birleşik Devletleri’nin güneybatısında mesela, şu anda öylesine ciddi bir kuraklık yaşanmakta ki, su kısıtlamaları uygulanıyor ve birçok milli tabiat parkı da kapalı. Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nin (NOAA) Kuzey Carolina’nın Asheville şehrindeki merkezinde iklim izleme bölümü başkanı Deke Arndt durumu geçenlerde AP haber ajansına şöyle özetledi:  “Otuz yıl önce iklim değişikliğini uzaktan gelen bir tren olarak görebilirdik. Fakat şimdi tren oturma odamızın içinde.”

Bu yıldönümünü iklim bilimcilerinin başarısızlıklarına hayıflanıp durmak yerine onların başarılarını kutlamayı – evet, “kutlama” çok iyi bir kelime seçimi olmadı belki, ama başarılarının gerçekliğini kabul etmeyi – öneriyorum. Otuz sene önce, Hansen öncülüğünde iklim bilimciler bir dizi öngörüde bulundular; bu öngörülerin büyük çoğunluğu inanılmaz ölçüde doğru çıktı. Ve genel halk olarak bizim bu öngörüler üzerine harekete geçmekte çuvallamış olmamız, iklim bilimcilerden ziyade bizzat kendimiz, bizzat bizler hakkında çok daha fazla şey anlatıyor.

Geçen sene bir video projesi için Hansen ile bir röportaj yaptım. Kendisine gençlere bir mesajı olup olmadığını sordum. “Basit şey şu,” dedi. “Arkamızda böylesine lanet olası [s..tirici] bir enkaz bıraktığımız için özür dilerim.”

Acaba bundan daha açık ve net bir mesaj olabilir mi?

İngilizce aslından çeviren Ayşegül Üldeş

(edit. Ömer Madra)

Yazının İngilizce aslını okumak için tıklayın.

 

Bu yazı acikradyo.com.tr/ den alınmıştır

 

 

Elisabeth Kolbert

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR