Lev Tolstoy, “Herkes dünyayı nasıl değiştireceğini düşünüyor ama kendini değiştirmeyi düşünmüyor” derken, sanayi devrimi ve sonrasında yaşanan gelişmelerin dünya üzerindeki tahribatının faturasını yine en ağır şekilde insanın ödeyeceğini düşünmüş müydü acaba? Gezegen üzerinde sanayileşmek, kalkınmak, daha çok üretmek ve dolayısıyla daha çok tüketmek adına insanlığın gerçekleştirdiği çevresel felaketler, bizi giderek hiç deneyimlemediğimiz bir kaosa doğru sürüklüyor.
Bu açıdan bakıldığında 2013 gezegeni kirlettiğimiz, buzulları erittiğimiz, kömürün dumanında boğulduğumuz, şiddeti giderek artan afetlere ve dünyayı en az kirleten yoksulların felaketlerden en çok zarar görenler olduğuna şahitlik ettiğimiz, karbon emisyonlarını şaha kaldırıp gezegeni ısıttıkça ısıttığımız, ormansızlaşmaya devam edip nehirleri kuruttuğumuz, nükleerin insanlığı nasıl bir kıyamete sürüklediğini anlata anlata bitiremediğimiz, uluslararası zirvelerde iklim adına bir arpa boyu yol gidemediğimiz, özetle dünyayı giderek kel, çorak bozkırlara çevirme azmimizi dizginleyemediğimiz bir yıl olarak kayıtlara geçti.
Ekoloji ve ekonomiyi birlikte ilgilendiren neler oldu diye baktığımızda, yine iklim değişikliğini en çok konuştuğumuz bir yıl oldu 2013. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change) bu yıl açıkladığı son raporunda, ağırlıklı olarak fosil yakıtların kullanımının artmasına bağlı olarak iklim değişikliğinin yüzde 95 oranında insan eliyle yaratılmış olduğunu ortaya koydu. Ancak, küresel sıcaklık artışının 2 derecenin altında kalacak şekilde seragazı emisyonlarını azaltma konusunda ülkelerin taahhütleri yine cılız kaldı, fosil yakıtlara bağımlılıktan vazgeçen olmadı.
İçeride neler oldu diye kısaca göz atacak olursak, karbon emisyonu artışında rekorların kırıldığı, çılgınlığı kendinden menkul projelerin ÇED raporlarından kaçırıldığı, koruma altındaki alanların talanın hizmetine sunulduğu, plansız programsız denetimsiz inşaat, altyapı ve enerji projelerine girişildiği, kentsel dönüşüm adı altında şehirlerin iktidarın işine geldiği gibi yeniden dizayn edildiği, doğa savunucuları her türlü hakarete maruz kalırken, binlerce ağaç kesenlerin pişkince çevrecinin daniskası olduğunu söylemesine hayret edildiği, otoban kenarlarına fidan, kaldırımlara çiçek dikilmesinin yine çevrecilik sanıldığı bir yıl oldu.
Türkiye’de, 2013’te çevre mücadelesi verenler için sayıları henüz az da olsa olumlu gelişmeler de oldu, zehir saçan, doğayı tahrip eden, termik santrallere, madenlere, HES’lere mahkemeler tarafından “dur” dendi. Doğa savunucularının en büyük kazanımı ise Gezi Parkı direnişiyle hayat buldu, o süreçte milyonların isyanıyla doğa ve insan arasındaki ilişki yeniden gündemin ilk sırasına oturdu.
Türkiye’nin her bir köşesinde süregelen yereldeki ekoloji mücadeleleri daha fazla görünürlük kazandı. Yaşadıklarımız, hızlı ve agresif kalkınma anlayışına karşı verilen ekoloji mücadelesinin aynı zamanda bir demokrasi mücadelesi niteliği taşıdığını, devletlerin en temel görevinin vatandaşlarının sağlığını ve yaşam hakkını korumak olduğunu bizlere bir kez daha hatırlattı.
İnsanın kendi kıyametini kendi eliyle hazırlıyor olması ne hazin. Para kazanma hırsı, yaşamın ve insanlığın ortak çıkarlarının önüne konduğu sürece, giderek kötüleşen bir ekoloji kırımını izlemeye devam edeceğiz.
Bu kez farklı bir şey deneyelim, dünyayı değil, zihniyetimizi değiştirelim, doğa ile olan ilişkimizi 2014’te yeniden gözden geçirelim. Doğayla sağduyu asla çelişmez. Dileyelim, 2014 dünyayı daha az tahrip ettiğimiz daha çok koruduğumuz bir yıl olsun.
Bu yılın ilk yazısını 2013’te yaşamını kaybeden Nelson Mandela’nın bir sözüyle bitirelim: “Müzakereler sırasında öğrendiğim şeylerden biri, kendimi değiştirmezsem başkalarını değiştiremeyeceğimdi.”
Pelin Cengiz – Taraf