Dış Köşe

Hayvanlar, deliler ve çocuklar – Ayşe Akdeniz

0

Birkaç ay önce yolda yürürken çok acıklı bir âna şahitlik ettim. Bir sokak köpeği onun doğal yaşamı olan sokakta çişini yaparken -belki de yapmaya çalışırken demek daha doğru!- trafiğin genel akışında en doğal halini gerçekleştiremedi. Acelesi vardı insanların… Pozisyonunu yitirmemeye çalışarak, uğradığı tacize rağmen kenara çekilip işeyebildi…

Karikatür: Yiğit Özgür 

Peki ben bunu neden anlatıyorum? Kendini gezegenin zekâ sahibi tek canlısı olarak gören türümüzün en büyük inançlarından birisi -burada inanç genel doğruluğuna inanılan düşünceyi temsil etmekte- yeryüzündeki en özgür canlıların çocuklar, deliler ve hayvanlar olması. Daha önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin bahçesinde deliler için hissettiğim duygular o an’la beraber geri geldi. Hastane bahçesinde delilerle karşılaşana kadar onların ne kadar özgür olduklarına inanıp imrenirken, deliliğin bile sınırlarının “bizler” tarafından çizildiğini düşünmüş, tıpkı sokak ortasında işerken araç kornalarıyla taciz edilen köpeği gördüğümde hissettiğim duyguları hissetmiştim. Peki insanın erken dönem hali olan çocuklar için durum ne kadar farklı? Gerçekten ne kadar özgür insan yavrusu? Ya da dünyada sınırları “bizler”ce çizilmeye çalışılmayan bir özgürlük hali mümkün mü gerçekten?

Şüphesiz ki her canlı dünyaya gelişine aracılık ettiği canlıya karşı sevgi, ilgi ve hassasiyet besler. Hayvanlar âlemindeki yavrular kendi başlarının çaresine bakabilecek hale geldikten sonra yolları onu dünyaya getirenle ayrılırken bu süreç türümüzde başka türlü işlemekte. Gezegenin bakıma en uzun süre muhtaç canlılarıyız. Burada bir sorun yok da geliştirilen yol ve yöntemlerde bir sakatlık var. Bazılarımız insanlık tarihinin biriktirip büyüttüğü bu yol ve yöntemlerin taşıyıcısı olmayı tercih eder ya da bir tercih olarak bile okumayıp uygulayıcısı olurken bazılarımızın da hep bir yerlerden derdi vardır mevcutla. İşte buradan sonrası mevcutla derdi olanlara yeni yetme bir yetişkinin çocukluk karın ağrılarından yola çıkarak çocukça, çocuklar için ebeveynlere tavsiyeleri olacak.

Karın ağrımın kökeninden başlamalı kıssadan hisselere varmak için. Karın ağrılarım çocukluğumun köy&kent ikiliğiyle başladı. (Bu yazı vesilesiyle gölgem olmuş küçük kızla da vedalaşırız belki… Yazdığımız her şey bir şekilde kendimizden bir parçanın ifşası en nihayetinde)

Çocukluğumun bir kısmı köyde hayvanlarla, toprakla iç içe geçti. Anne ve babama sorsanız çocukluklarımızın nasıl geçtiğini bilmezler. Geniş bir topluluk içinde, her evi, ağaç dallarındaki her bir meyveyi kendimizin bilerek geçirdik. Çünkü oralarda kapıların kilidi yoktu (şimdilerde oralarda da kol gezmeye başladı güvensizlik canavarı); tarladaki hasadın, meyve ağaçlarının akıbeti göz hakkıyla ölçülürdü… Böylesi bir çocukluk halini deneyimlerken eğitim için kente göçle beraber başka bir çocukluk haliyle tanış oldum. Orta üst sınıf bir mahallede, rekabete dayalı başarı çıtaları belli, sürekli tırmanış halinde yaşanması gereken bir hayata geçiş hali, o vakitler, köylülük halinin yok sayılması, unutulması gerektiği duygusunu yerleştirdi içime. Başarılı olmak sınıf atlamakla eşdeğerdi ve hayatın yegâne amacı artık apartman dairelerinde alanlara bölünen bir hayatın standartlarını satın almak için çalışılmaktı. Toprağın tozunu yutmuş bir bücür olarak korkunç bir maymun iştahlılıkla canımın çektiği sporu yapıyor, koca koca kitaplar deviriyor, “ayrıcalıklılar”ın gittiği okullarda aldığım eğitimde adımı hep ilk üçe yazdırıyordum. Zamanla köylü utancımla ergen öfkem birbiriyle kapışır oldu ve ben hayatta çoğu şeyi ikisinin kapışmasından, onları ehlileştirerek öğrendim. Bir Sindirella hikâyesi değil elbette bu ama tünelin sonundaki ışığın tren farları olduğunu görmem lisans eğitimimi bankacılık ve finans alanında almamla oldu. Trenin altında ezilen olmamanın yegâne yolu ise kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün o çocukluk denilen zamanda alınan şekille hasıl oluyor. Bir canlının hayata gelişine aracılık edenler ise bu şekillenme halinin birincil sorumluları. Ve sandığımızın aksine, aslında birkaç değer ve tavrı hayatın temeline yerleştirerek bu sorumluluğun üstesinden gelmek  -bence- çok basit.

Öncelikle çocuğunuzun özgürlük sınırları sizin hassasiyetlerinizle sınırlı değildir. Aksine onun beklenti ve ihtiyaçları zaman zaman sizin sınırlarınızı bozmalıdır ve bozacaktır da! Çocuk merkezli bir hayatın aksine iki tarafa da özgürlük vaat eden, birlikte büyüyebileceğiniz bir hayat mümkün. Onunla oluşturmaya başlayacağınız ilişkinize kutsallarınızla vedalaşmakla başlayıp dünyaya gelişine aracılık ettiğiniz canlının bir mükemmellik projesi olmadığını unutmayarak devam edin. Ve bunun için hepimizin bildiği ama zaman zaman unuttuğu birkaç mütevazı tavsiye:

– Sevginizi her fırsatta gösterin. Dokunmaktan, sarılmaktan, koklamaktan çekinmeyin. Çoğumuz belki de çocukluğumuzda sevginin öyle her yerde gösterilmemesi gereken, şımartıcı bir şey olduğu söylenen saçma sınırlayıcılıklarından dolayı icracı olamıyoruz ilişkilenmelerimizde.

– Duvarların boyanması da dahil, çoğu yer onun oyun alanıdır. Sizin pahayla ölçtüğünüz çoğu şey onun zevk alma güdüsüyle ölçülür. “Yapma” komutlarıyla hayatı hem kendinize hem de ona zehir etmeyin. Böyle yaşamak mümkün. Yeter ki isteyin.

– Keyif aldığı, yeteneklerini keşfedebileceği şeyleri bulması, icra etmesi için imkânlar yaratın, mevcutları paylaşın. Belki de pastacı olacaktır!

– Her ne yaparsa yapsın sizinle sadece gerçeği paylaşmasını sağlayacak güveni oluşturun. Sizi üzeceği şeyleri bile paylaşmasını sağlayın. Yalan sadece kendimizi korumak için söylenmez. Bazen de cehenneme giden iyi niyet taşlarını örer!

– Basitlikle barışık olmasını sağlayın. Bu onu güce ulaşmak için değil mutlu olabileceği hayatı yaratması için yüreklendirir. Bırakın zor matematik sorularını kendisi arzuluyorsa çözsün. Aksi basit olanlarından bile nefret etmesine neden olabilir. Savaşı değil barışı sevmek de basitlikten geçiyor…

– Hayatta mutsuzluk, acı çekmek gibi duyguları tanımasına izin verin. Korumacı olmayın! Hata yapmanın eziklik, başarısız olmanın zayıflık olmadığını ona her halükârda destek olarak gösterin.

– Tutkuyla yapmaktan zevk aldığı şeylerle arasına girmeyin. Pastacı olabilecek olması fikri bu kadar ürkütmesin sizi. Hem belki de davulcu ya da zurnacıya varacaktır ;)

– Ve son olarak çocukla yaşamanın sizin de her şeyi sanki ilk defa yaşıyormuş gibi deneyimleyeceğiniz anlamına geldiğini kabul edin. Bu süreçte doğru ya da yanlış bildiğiniz birçok şey muhtemelen yeni anlamlara bürünecek. Hayatınızın ikinci büyüme evresi fikri sizin daha hakkaniyetli davranmanızın sihirli anahtarı…

– Toprak ve gezegeni paylaştığımız canlılarla ilişki kurmasını sağlayın. Buna tatil yeri tercihlerinizi gözden geçirerek başlayın. Hepsi bir arada tatil köylerinden uzak durmak iyi bir başlangıç olabilir. İlaveten, ilişki kurmakla kastımın hayvanat bahçeleri, yunus parkları vs ziyaretleri olmadığını ekleyeyim ki özgürlüklerin bize özgü olmadığı, doğadaki her canlının en az bizim kadar kendini var etme hakkı olduğu bilgisi de kayda geçmiş olsun. Keçi memesinden süt sağması çok mu fantastik?

Aslında bu liste böyle uzar gider. Sadece birkaç maddeyle örneklemeye çalıştığım şey şu ki, ebeveynlerin çocuk denilen canlıyla oluşturduğu alanın özünde sevgi, çerçevesinde özgürlük, yönteminde ise muhabbet olması hayatı güzelleşecektir…

Ayşe Akdeniz -uzuncorap.com

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.