Dış Köşe

Hayali Osmanlı otoritesinin bitmeyen Ayasofya inadı -Vangelis Kechriotis

0

Gözünüzden kaçmış olabilir. Bir ay önce en sevilen Yunan takımlarından biri, İstanbul kökenli AEK’in yeni stadının maketi sunuldu. İsmi İstanbul Spor Kulübü anlamına gelen AEK ekonomik krizden en ağır darbe alan takım oldu. Borçlarını ödeyemediği için de üçüncü lige düştü. Fakat eski başkanlarından Pontus kökenli işadamı Yanis Melisanidis takımı satın aldı ve hemen harekete geçti. Yeni stat yeni bir döneme işaret ediyor. Çok etkileyici, simgesel bir isim gerekiyordu. Olympiakos’un stadının ismi Yunan devriminin efsanevi kahramanlarından Georgios Karaiskakis’e aittir; Panathinaikos ise, eski Fenerbahçeli futbolcu ve takımın kurucusu Apostolos Nikolaidis’in ismini kullandı. AEK’çiler daha güçlü bir sembol aradılar ve Ayasofya ismini verdiler. Hatta stadın tribünleri Bizans surlarına benzeyecekmiş ve ‘artık bu defa düşmeyecek’ sloganıyla inşa edilecekmiş.

Krizle ortaya çıkan dini ve milli semboller

Yunan popüler kültüründe Ayasofya’nın ne kadar önemli bir yer işgal ettiğini anlatmam gerekmiyor. Her öğrencinin öğrendiği bazı temel efsaneler var. Mesela, Konstantinopolis’in fethi sırasında imparator şehit olmamış, Ayasofya’nın içinde hiç kimsenin bilmediği bir yere saklanmış, mermer olmuş. Gün gelecek, gözleri kamaştıran bir melek onu ortaya çıkaracak ve yine Ayasofya ve Konstantinopolis Hıristiyan olacak. Rahmetli Stefan Yerasimos, ‘Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri’ adlı meşhur çalışmasında bu tür efsaneleri ele alıyor. Tabii, kilisenin etkisinin çok kuvvetli olduğu Yunan halk kültüründe, aradan asırlar geçmiş olsa bile, bu efsanelerin hâlâ günümüzde bazı ortamlarda canlı olmasının bizi şaşırtmaması lazım. Modernleşme, şehirleşme, eğitimin yaygınlaşması dini ve milli sembollerin sulandırılması anlamına gelmez. Öyle gözükse de, bir kriz gelir, tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi, bütün tarihi referanslar ortaya çıkar, birbiriyle karışır, 300 yoldaşıyla beraber Leonidas Byzans’ı Türklerden savunur hale gelir.

Yeni bir fetih

Peki, refah ve servet içinde bulunan Türkiye’de ne oluyor da herkes tarihle uğraşıyor? Niye bir projenin düzgün beş senelik, on senelik bir süreç üzerine değil, Cumhuriyetin kuruluşu (2023), İstanbul’un Fethi (2053), ya da Malazgirt zaferinin (2071) yüzüncü yıldönümleri üzerine kotarılması gerekiyor? Tabii zaman kavramı bir yana, mekân ve alan son derece önemlidir. Son haftalarda tekrar gündeme gelen Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesiyle ilgili nutuklar, münferit bir olay değil, daha genel havanın bir parçası. Birçok akademisyenin gösterdiği gibi son yıllarda AKP’nin kentsel dönüşümü ile eş zamanlı olarak özelikle İstanbul’da bu süreç temelden bir yapılandırmaya evrildi. O kadar ki yeni bir fetihten bahsetmek mümkün. Taşradan gelen yepyeni bir orta sınıf İstanbul’a yerleşiyor, kendi ‘muhafazakâr, demokrat’ kimliğiyle şehrin büyük kısımlarını dönüştürüyor. Dini bir terminoloji kullansak ve var olan şehirli orta sınıfın dini değerlere bu kadar bağlı olmadığına inansak, o zaman şehir ihtida ediliyor diyebiliriz. Bu sürecin son noktası olarak Ayasofya’nın tekrardan İslamlaştırılması müthiş bir zirve noktası olur.

Zaten böyle bir Osmanlı nostaljisi içinde hareket eden kamu yoklaması haline gelen imza toplamalar, açık havada namaz kılmalar, popüler ‘sığ’ tarih dergilerindeki yazılar halkın duygularını pompalıyor. Ben de olsaydım, bu kadar ‘mantıklı’ bir talebe sahip çıkardım. Sadece, her gün yaşadığımız toplum içinde içselleştirdiğimiz ‘hakikatler’den bahsetmiyorum. Elbette, Yunanistan’da da benzer bir kampanya olsaydı, ‘Ayasofya kilise olsun’ talebini yüz binlerce kişi imzalardı. Hatırlatayım, 1997’de Yunanistan’da o zamanki Başepiskopos Hristodulos nüfus cüzdanında din hanesinin yazılmasına devam edilmesi için 3 milyon imza topladığını iddia ediyordu. Niye olmasın? Ayasofya cami yapılsın diye birkaç milyon imza rahatlıkla toplanır. Sonra ‘halkın yoğun talebi üzerine, yeni caminiz açılmıştır’ şeklinde sunulacak kahramanca bir kararla, Ayasofya bir zaferin daha simgesi olur.

Şu Ayasofya takıntısı

Zaten ilk büyük binayı yaptıran Justinyanus’un açılışında ‘Seni yendim Süleyman’ dediği aktarılıyor. Sonra Fatih, zaferini kutlamak için kiliseyi camiye dönüştürdü, akabinde Cumhuriyetin kurucusu benzer bir hamle ile laikliğin bir zaferi olarak İstanbul’a bir müze kazandırdı, şimdi de Osmanlı mirasına sahip çıkan elitler İstanbul halkını en mükemmel camiyle kavuşturacak. Hukuki sürecin ne olacağını anlatacak bu konuda benden daha bilgili uzmanlar var. Ayasofya’nın UNESCO himayesinde bulunan dünya kültür mirasının önemli bir parçası olduğunu hatırlatmama da gerek yok. Önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Belli ki bir Ayasofya takıntısı var. İki sene önce İznik, geçen yaz Trabzon ve şimdi İstanbul…

Ne yazık ki, başka Ayasofya’lar da var Türkiye de. Bu sürecin sonuna kadar devam edebileceğini tahmin etmek zor değil. İlginç olan, bütün bunlar azınlıklar için olumlu bir havanın estiği bir dönemde gerçekleşiyor. Vakıfların malları geri veriliyor, Sümela Manastırı, Ahtamar Kilisesi gibi önemli ibadethaneler senede bir de olsa ibadete açılıyor. Bunu şizofrenik bir durum olarak değerlendirmeye gerek yok. Hayali bir Osmanlı Müslüman egemenliğine dayanan bir otorite her ikisini de yapar, hem kendi İslami profilini güçlendirir hem de gayrimüslim tebaasını memnun eder. Asıl şizofreni kullanılan ilkelerden kaynaklanıyor.

İki hafta önce Trabzon Vakıflar Bölge Müdürü Mazhar Yıldırımhan, Sümela ile ilgili bazı duyumlara cevap verirken şöyle demiş: “Eğer Sümela (Hıristiyanlara) devredilirse, Ayasofya dahil Hıristiyanların yaptığı her yerin devredilmesi lazım. O zaman da bu Türkiye’nin egemenlik haklarının devredilmesi anlamına gelir. Bu asla mümkün değildir.” Bir tarafta İstanbul’un fethi canlanıyor, diğer tarafta Kurtuluş Savaşı devam ediyor. Bürokratların ve siyasetçilerin bu iki kuvvetli ‘metaforu’ kullanırken bazen kaçırdıkları nokta ‘kimin neyi fethettiği’ ve ‘kimin kimden neyi kurtardığı’ noktası. Düşündükleri aşırı milliyetçi Yunan taifesi arasında yaygın olan bir sloganı hatırlatıyor : “Gün gelecek, devran dönecek, Ayasofya bizim olacak!”

Vangelis Kechriotis – AGOS

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.