Hafta SonuKültür-SanatManşet

Hasankeyf bir bütün olarak yaşatılmalı

0

Hasankeyf’e varmadan önce ilk göze çarpan anıttır Zeynel Bey Türbesi. Anadolu’da bu türbenin başka bir örneği yoktur. Türbenin üzerinde tarih yazmasa da 15. yüzyılın son çeyreğinde inşa edildiği tahmin edilmektedir. Taşıntısız silindirik gövdesinin alt bölümündeki taş kaplamalar onca yıldan sonra dökülmüş, üst kesimi ve kubbesinin dış yüzeyi tahrip olmuş vaziyettedir. Yapının içinde de mezar odasının örtüsü yıkılmış, kaplama çini levhalar yok olmuş, mezardan ise herhangi bir iz kalmamış durumdadır.

zeynel-bey-turbesi-hasankeyf

İşte bu kadar hassas bir halde olan bu antik yapı, geçtiğimiz günlerde taşınacak olması vesilesiyle gündeme geldi. Zira türbe Ilısu Barajı rezervuarı tarafından sular altında bırakılacak olan Hasankeyf’te bulunuyor. Peki, 1100 ton ağırlığındaki bu eski yapı nasıl olacak da yerinden sökülüp, başka bir yere taşınacak? Bunun raylarla 250 gün içersinde 2 kilometre uzaklıkta inşa edilecek Hasankeyf Arkeoloji Parkı’na taşınması planlanıyor. Fakat böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Çünkü Zeynel Bey Türbesi özel bir harç ile yapılmış. Yapıyı kesme yöntemi ile taşımak ona ciddi zararlar verecektir. Ufak bir sallantıda bile türbe tuz buz olup dağılabilir. Ayrıca taşıma için kullanılacak raylı sistem tekniğini dünyada bu şekilde kullanan da olmamış. Dünyada tarihi eser taşıma konusunda yalnızca bir kaç örnek vardı. Bunlar da hassas harç ile yapılmış, dağılabilecek eserler değildi. Taşınan eserler daha çok büyük taşlardan yapılmış, sökülmesi kolay eserlerdi.

zeynel-bey-turbesiKonuyla ilgili olarak 2015’te Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, kültürel varlıkların korunması konusunda büyük hassasiyet gösterdiklerini vurgulayarak, “Zeynel Bey Türbesi’nin taşınması, Ilısu Barajı inşaatının simge projelerinden biridir” demişti. Ancak Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi ve Su Hakkı Kampanyası aktivisti Ercan Ayboğa’ya göre bu olsa olsa tarih katliamının simgesi bir proje olabilir. Ayrıca Ilısu Barajı kapsamında daha çok sayıda eserin Hasankeyf Arkeoloji Parkı’na taşınması planlanıyor. Ama her köşesinde tarih olan, kültürle doğanın iç içe geçtiği bir yerde tarihi eserleri taşımaya kalkışmak ne anlama gelir? Örneğin sayısı binleri bulan sarp kayalıklara oyulmuş mağaraları ne yapacaklar? Onları da mı yerinden söküp taşıyacaklar?

Her tarihi eser kendi ortamında yaşatılmalı.

Ayboğa tarihi eserlerin bulundukları mekânda anlam ifade ettiğine dikkat çekerek ekliyor “Onları bağlamı olmayan mekanlara taşımak öldürmekle eş değerdir. Tarihi miras doğduğu yerde anlamlıdır. Dünya tarih mirası ancak bu şekilde korunabilir”. Zaten Hasankeyf’te bulunan eserler arasında kolay taşınabilir herhangi bir eser de yok. Örneğin tarihi köprünün ayaklarını kapatmak için kısa süre önce çalışmalar yapıldı. Midyat’tan getirilen taşlarla köprü ayaklarını kapladılar. Bunun amacı köprüyü sular altında kaldığında korumaktı. Ancak taş kaplayarak köprü korumak gibi saçma bir yöntemin dünyada başka örneği yok. Hatırlayacak olursak, aynı zihniyet 2010’da da İzmir Bergama’daki antik sağlık yurdu Allianoi’nin Yortanlı Barajı’nın suları altında korunması için beton ve kumla kaplanması gibi akıllara zarar bir projeyi de hayat geçirmişti.

Proje sadece tarihi değil, sosyal ve ekolojik yıkıma da neden olacak.

Ilısu Barajı sadece tarihi eserleri yok etmekle de kalmayacak. Baraj yüzünden 100 bin civarında insan doğru düzgün bir tazminat almadan göç etmek zorunda kalacak ve maddi-manevi fakirleşecek. Üstelik göç alacak kentlerle ilgili ciddi altyapı sorunları bekliyor. Dicle Vadisi’ndeki yerleşik yaşama geçişin izleri ve çeşitli kültür mirasları da geri dönüşü olmayan bir biçimde yok olacak. Ve gelecek kuşakların bunları görme hakları da ellerinden alınmış olacak. Ekonomik ömrü 50 yılı aşmayan bu barajın üreteceği enerjinin çok daha fazlası elektrik iletimindeki kayıplar önlenerek bile elde edilebilir. Projenin bölge halkına istihdam sağlaması da masaldan ibaret. Ilısu köyünde çalışan mühendis ve işçilerin hemen hepsi bölge dışından.

Ekolojik yıkım da muazzam olacak. Fırat Kaplumbağası, çizgili sırtlan, küçük kerkenez ve alaca yalıçapkını gibi yerel türlerin de içinde bulunduğu sayısız canlı, yaşam alanları sular altında kalacağı için ölecek. Diğer GAP projelerinde de olduğu gibi sulu tarıma geçişle başlayacak yoğun pestisit, herbisit, gübre ve su kullanımı sonucu ortaya çıkan su ve toprak kirliliği ve fakirliği gibi sorunlar baş gösterecek. Proje, ekonomisinin önemli bölümü Dicle’den gelecek suya bağlı olan Irak’a da olumsuz etkilerde bulunacak. Mezopotamya’nın iki nehri üzerinde kurulu onlarca baraja bir yenisi daha eklenince tüm Orta Doğu’yu kavuran kuraklık daha da büyüyüp, çevre ihtilafları daha da şiddetlenecek.

Dünya korumaya çalışıyor, devlet yok etmeye…

Tekrar tarihi yıkıma bakacak olursak, 2016 Mart ayında Avrupa’nın En Tehlikede Olan 7 Kültür Mirası içinde Hasankeyf de yer aldı. Europa Nostra tarafından belirlenen listeye girmiş olmak dünya kamuoyunun tekrar Hasankeyf’e dönmesi için etkili bir araç oldu. Europa Nostra kültürel miras alanında faaliyet gösteren STK’ların Avrupa genelinde oluşturduğu federasyon, kamu kurumları, özel şirketler ve bireyler tarafından desteklenen bir kuruluş. Avrupa’da 40 ülkede faaliyet gösteren bu kuruluş, kültürel ve doğal mirasın korunması ve tanıtılması için çalışıyor.

Hasankeyf ve Dicle Vadisi aynı zamanda UNESCO’nun belirlediği 10 Dünya Mirası kriterinden 9’unu karşılayan dünyadaki tek yer olma özelliğini taşıyor. Ancak Hasankeyf’in dünya mirası sayılabilmesi için önce Turizm Bakanlığı’nca UNESCO’ya başvuruda bulunulması lazım. Ve yetkililer tüm toplumsal baskıya rağmen hiçbir girişimde bulunmuyor.

Müze değil, mezarlık…

Hasankeyf’i parçalara bölüp, taşıdıktan sonra başka bir yerde bu parçaları birleştirdiklerinde tarihi korumuş değil, katletmiş olacaklar. Hasankeyf yaşayan tarihi ve doğasıyla bir bütün olarak görülmeli ve korunmalı. Bu antik kentin esnaflarından birinin de söylediği gibi “Bir bedenin parçası olan kollar, bacaklar, kafa ve gövde parçalanıp, sonra yine birbirine eklenirse yaşayan bir insan çıkar mı? Çıkmaz elbette”. Gerçekten de Hasankeyf’in Zeynel Bey Türbesi, tarihi köprüsü ve daha nice eseri taşınabilse bile bunlar bir müzede bir araya geldiğinde ortaya çıkacak şey organik bütünlüğü olan bir varlıktan çok, Mary Shelley’nin 18 yüzyılda yazılmış eseri Frankenstein’in canavarı olacak gibi görünüyor. Bu nedenle kültürü doğadan, geçmişi gelecekten ayrı gören bu zihniyetle mücadele etmek her zamankinden daha büyük bir önem kazanıyor.

Hiçbir şey için çok geç değil.

Mücadele her zamankinden daha önemli ama barajın inşaatının büyük ölçüde tamamlanmış olmasının bölge insanı üzerinde yarattığı umutsuzluk iç karartıcı. Buna istinaden Ayboğa şunları söylüyor: “Bu tür projeler halkın mücadelesiyle engellenebilir. Dünyada bunun çok sayıda örneği var. Fransa, Taylan ve Yunanistan’da benzer projeler iptal edildi veya yapımı biten projeler işletmeye alınmadı. Ilısu Barajı’na da ‘neredeyse bitmiş, artık çok geç’ denmemesi gerek. Mücadele ederek bu tür projelerin önüne geçebiliriz. Şimdiyse Zeynel Bey Türbesi’nin taşınması ile gündeme gelen Ilısu Barajı’nın nelere mal olacağını kamuya hatırlatmak için iyi bir zaman”.

Zeynel Bey Türbesi’nin varlığı Hasankeyf’inkine, antik kentin varlığı ise kayaları, mağaraları ve Dicle Nehri ile bütünlüğüne bağlı. Mücadele yaşamın bütünlüğünü korumak için olmalı.

akgn

Akgün İlhan

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.