Şiddetsiz devrimler çağı!
Tunus ve Mısır ayaklanmaları bize gösterdi ki ‘uyanmış halk’ demokrat konuşmacılara tuvalet kağıdı ya da yumurta atan bir halk değildir. Uyanmış halk, aralarındaki düşünsel, siyasal, dinsel ve kültürel farklara rağmen eşitlik, adalet ve özgürlük için firavuna karşı birlikte direnmeyi seçen bir halktır.
Mısır ayaklanması yine bize gösterdi ki, eşitlikten, adaletten ve özgürlükten çıkarı olan işçi, işsiz, köylü, esnaf, memur, mühendis, doktor, öğretmen, öğrenci bütün ezilen ve özgürlük yanlısı sınıf ve tabakalar bir araya geldiğinde ve direndiğinde firavunlar birer kağıttan kaplana dönüşüyorlar.
Yine son ayaklanmalar bize gösterdi ki iktidarın bütün saldırılarına rağmen şiddete başvurmadan da devrimler yapılabiliyormuş.
1980 yıllarının sonunda Polonya ile başlayan şiddetsiz halk devrimleri çağı tüm Doğu Avrupa’daki halktan kopmuş bürokratik sosyalist rejimleri yerle bir etmişti. Şimdi sıra Arap toplumlarına geldi.
Bütün firavunlar, tiranlar, krallar bence bundan sonra çok korkmalılar. İnterneti, uydu TV’si, cep telefonlarıyla naklen izlenen devrimlerin yaptığı en önemli devrim zihinlerdedir.
Artık, itilmiş, kakılmış, aşağılanmış, horlanmış ve ezilmiş halklar, tiranların, firavunların kağıttan kaplan olduğunu ve önlerindeki en büyük engelin kendi korkuları olduğunu görüyorlar.
Bence kendini yakarak Tunus direnişini başlatan direnişçinin yaptığı en önemli iş, halkın korkularını da yakmış olmasıdır.
Eşitlik, Adalet ve Özgürlük için mücadele edenlere saygı
İlke olarak şiddetsizliği savunmak adaletsizliğin kol gezdiği, güçlülerin söz sahibi olduğu bir dünyada bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler demek değildir. Yüzlerce yıldır haksızlığa, adaletsizliğe, baskı ve zulme karşı verilen mücadeleleri yadsımak, eşitlik, adalet ve özgürlük için çekilen çileleri, dökülen kanları, yitirilen hayatları görmezden gelmek değildir.
Bugün eğer prangalı bir köle değilsek, eskilere oranla nispeten özgür bir ortamda yaşıyorsak, haktan ve hukuktan söz edebiliyorsak bütün bunlar şimdiye kadar bu uğurda verilen mücadelelerin, çekilen çilelerin bu uğurda yitirilen canların eseridir.
Bizlerin, bu uğurda emeği geçmiş, ter dökmüş, çile çekmiş, işkence görmüş, sakat kalmış, özgürlüklerinden mahkum bırakılmış, hapislerde çürütülmüş, idam edilmiş, öldürülmüş, başkaldırdıkları için analarından emdikleri süt burnundan getirilmeye çalışılmış herkese ama herkese şükran borcumuz var.
Ben, eski çağlardan günümüze kadar tüm dünyadaki özgürlük mücadelesinde kanıyla, canıyla bedel ödemiş olan bütün yiğit insanlara teşekkür ediyorum ve anıları önünde saygıyla eğiliyorum.
Panelistleri konuşturmamak için yumurta atmak ile başka seçeneği kalmadığı için dağa çıkıp direnen insanlar aynı kefede değerlendirilebilir mi?
Kesinlikle hayır. Hatta bütün yumurtalı protesto eylemleri de aynı kefede değerlendirilemez. İnsan hak ve özgürlüklerinin yanında yer alıp fikirlerini ifade edenlere, kendimiz gibi düşünmediler diye yumurta atmakla, baskı ve şiddet uygulayan siyasi otoriteyi temsil eden politikacılara yumurta atmak aynı şey değildir. Yine şiddet uygulayan, gaz bombası atan, cop kullanan, silah kullanan, işkence yapan militarist güçlere yumurta atmakta aynı kefede değerlendirilemez.
Kendilerine her türlü eziyet yapılan, hayvan pisliği yedirilen, köyleri yakılan, derin devlet güçlerince evlatları yok edilen, kimlikleri yok sayılan bir halkın kendi onurunu korumak için dağlara çıkması ve savaşması küçümsenemez, aşağılanamaz ve yumurta ya da tuvalet kağıdı atanlarla da eş tutulamaz.
Geçen yazımda, hangi şiddet daha ilericidir diyerek ve şiddet örnekleri vererek bir ironi yapmıştım. Burada amaç, saldıranın başvurduğu şiddet ile kendini savunmak zorunda kalanın başvurduğu şiddeti aynı kefede değerlendirmek değildi. Şiddeti savunmaya başlarsak, ‘nerede duracağız’ sorusunun sorgulanmasıydı.
Karşımızdakine bir şeyler atmak şiddet midir?
Bence kişinin sözle (hakaret, küfür vb şekilde) şahsına ya da fiziksel olarak vücuduna yapılan her türlü tecavüz (müdahale, sınır ihlali) şiddettir. Fiziksel olarak yapılan, kişinin vücuduna her hangi bir şey atmak olabilir, bir şeyle vurmak olabilir, tokat atmak olabilir, kulağını çekmek olabilir fark etmez, hepsi şiddettir. Bu tür uygulamalar yeşiller tarafından savunulamaz.
Saldırılan politikacı olursa;
İktidarın temsilcileri olsun ya da olmasın, politikacılara yumurta atmak anlaşılabilir bir şeydir ama yeşiller tarafından savunulabilir bir şey değildir. Yeşiller, yapılan protestolarda kişilerin bedenlerinin hedef alınmasını savunamaz; bu kişinin iktidarın temsilcisi bir politikacı olması durumu değiştirmez.
Yeşiller protesto hareketlerinin, kırıp dökmeden ve her hangi bir cana zarar vermeden akıllıca yöntemlerle yapılmasını savunmalıdır.
Yine kendilerine şiddet uygulanan, gaz bombası atılan, coplanan, silah çekilen, işkence yapılan, demokratik talepleri ve söz hakları engellenen işçilerin, memurların, öğrencilerin, güvenlik güçleriyle çatışması, taş ya da yumurta atması anlaşılabilir bir şeydir, ama yeşiller tarafından savunulabilir bir şey değildir. Yeşiller bu tür protesto hareketlerinde güvenlik güçleri zor kullansa da, şiddet uygulasa da şiddetsiz yöntemlerle direnmeyi savunmalıdır.
Bazı müdahaleleri mahkemelerin şiddet olarak görüp görmemesi yeşillerin ilkesel duruşunu değiştirmez.
Her türlü hakları diktatörlerce ya da işgal güçlerince gasp edilmiş halklar ne yapabilir?
Tarihte bir çok örneğini gördük, günümüzde de bir çok örneğini görüyoruz; tüm hakları gasp edilmiş ve en ufak kıpırtıları bile şiddetle bastırılan halklar, egemenlerin uyguladığı şiddete karşı, şiddete başvurmak zorunda kalıyor. Peki biz, meşruiyetini egemenlerin uyguladığı şiddetten alan bu başkaldırılara, şiddete başvurdukları için karşı mı olacağız?
Tabii ki hayır. Adaletsizliğin egemen ve güçlülerin söz sahibi olduğu bir dünyada tahakkümün bir aracı şiddet olduğu müddetçe karşı çıkışın içinde şiddet de beklenmeli.
Bizler her şart altında eşitlikten, adaletten, özgürlüklerden ve bunun için mücadele edenlerden yana olmalıyız.
Ezilenlerden ve onların başkaldırılarından yana olmak başka, şiddeti alkışlamak başkadır.
Bizler, ezilenler de başvursa şiddeti alkışlayamayız, ama ezilenlerin başkaldırısını ve haksızlığa karşı direnişini sonuna kadar destekleriz.
Son olarak şiddet tartışmalarında örnek verilen ve desteklenen iki şiddet olayını değerlendirmek istiyorum. Filistinli çocukların intifada hareketi, Kürt çocukların polise taş atması olayı.
Şiddete uğrayan buna karşı vereceği tepki türünü kendi seçer. Dışarıdan kişiler olarak bizim bir şeyi doğru bulmamızın ya da bulmamamızın mağdur açısından bir önemi yok. Sıkıntıyı çeken de giriştikleri eylem sonucu bedel ödeyen de onlardır. Söz hakkı onlarındır.
Filistin yıllardır işgal altında ve acı çekiyor. Halk kendi kaderiyle baş başa. Dünya kamuoyunun dikkatini çekip, İsrail üzerinde baskı kurmak ve bu sayede çözümü zorlamaktan başka seçenekleri yok. Bu yüzden en değerli varlıkları olan çocuklarını ateşe atıp, kırılmaları pahasına mücadeleyi seçiyorlar. Bize düşen ‘çocuklarınızı ateşe atmanız yanlıştır’ diye ahkam kesmek yerine İsrail’in kınanması ve çözüm için başta kendi hükümetimiz olmak üzere uluslararası kamuoyunun ve Birleşmiş Milletler’in acilen devreye girmesini istemek olmalıdır.
Ülkemizdeki Kürt çocukların polise taş atmasına gelince; bu durum devletin yıllardır uyguladığı baskı ve yok sayma politikasının sonucudur. Ne ekersen onu biçersin. Devletin yıllardır uyguladığı yok sayma politikası ve devlet terörü karşıtını, artık yeter diyen mağdurların direnişini yaratmıştır. Kürtler Kürt oldukları için direnmiyorlar, onlar Kürt kimlikleri yıllarca inkar edildiği ve halende Türklerle eşit vatandaşlık haklarına sahip olmadıkları için direniyorlar. Sonuçta bu talep haklı bir taleptir ve Kürtlere eşit vatandaşlık hakları tanınmalıdır.
Yalnız burada Filistin direnişinden farklı bir yan vardır. Ülkemizdeki Kürtler bu ülkenin vatandaşıdır. Seçim kanunumuz adaletsiz ve seçim barajı çok yüksek olsa da seçme ve seçilme hakları vardır ve parlamento da temsil edilmektedirler. Bunun dışında kimlik talepleri hariç diğer vatandaşlarla eşit hak ve özgürlüklere sahiptirler. Ayrıca, kimlik taleplerini de kapsayan eşitlik ve özgürlük talepleri sadece Kürtler tarafından değil diğer bir çok vatandaş tarafından da desteklenmektedir. Eğer ayrı bir bağımsız devlet kararları yoksa, ki yok olduğunu söylemekteler ( en azından kitle tabanı olan ve sözü dinlenen örgütler böyle söylüyor), bunun için şiddete başvurmaları onların lehine değildir. Aksine şiddet, direnişten pek memnun olmayan ve bu direnişi boğmak için yıllardır uğraşan egemenlerin işine yarıyor ve ayrıca Kürt halk direnişinin Türk kamuoyuyla birleşmesini önleyen bir işlev de görüyor.
Kürt hareketinin şiddetsiz sivil itaatsizlik eylemleriyle başarıya ulaşması bugün dünden daha fazla olanaklıdır ve hepimizin görevi şiddet eylemlerine karşı çıkarken, barışçıl, şiddet içermeyen hak ve özgürlük temelli her türlü sivil itaatsizlik eylemlerinin desteklenmesi olmalıdır.