Yeni yıla girerken, kimi “Bu sene şansım açık olacak, iyi bir iş bulacağım, daha çok kazanacağım” diye umutlanır. Kimi daha sağlıklı bir vücuda sahip olmayı hayal eder. Kimi yeni bir gönül ilişkisi özlemindedir… Kalbimin sahibine artık bu sene kavuşsam diye iç geçirir.
Her yılbaşı aslında ömrümüzden belirli bir zamanın geçip gittiğinin tescili değil midir? Hayat akmakta, kalan günlerimiz azalmaktadır.
Yolun başındaysak pek önemi yoktur geçen yılların. On yedisinde bir genç, yaş aldığına sevinebilir bile. O devirde her şey toz pembedir. Yetişkinsek, epey yol almışsak o zaman manzara değişir. Her geçen yılın bizden bir şeyler götürdüğünü idrak ederiz. Gençlik filizi kaybolmakta, saçlarımız ağarmakta, fiziksel yetilerimiz yavaş yavaş azalmaktadır. Yaş aldıkça nedense, günler, haftalar daha hızlı akmakta, adeta koşmaktadır!
Durum böyle olmakla beraber teselli armağanımız da vardır elbet… Ailemiz, çocuklarımız yanımızdaysa ne mutlu! Hayat deneyimimiz çoğalmaktadır. Yıllar geçtikçe artan en güzel şey ise biriken anılardır. Biriktikçe yıllanır, yıllandıkça eskimiş şarap gibi kıymeti artar. Gerçek dostluğun önemini anlarız Bu yaşlarda. Tanıdıkların, ahbaplarına kaybı ise daha bi çok koyar insana.
Böyle zamanlarda Zakkum”un “” şarkısını dinlemek biraz daha hüzün serper yüreğimize.
“Anason kokarken sofralar/ Yaşlandırıyor seni aynalar/ Her geçen yıl birer birer/ Masadan eksiliyor dostlar”…
31 Aralık gecesi saatler 24.00′ ü gösterdiğinde bakarız etrafımıza, herkeste bir sevinç bir coşku. Ne ola ki bu heyecanın sebebi? Yeni yılda her şey daha iyi olacak diye umut etmekten mi acaba?
Şöyle bir muhasebesini yapalım şimdi: Yılbaşında maaşımız biraz artacak belki. Tam sevinecekken eve alınan damacana suyundan tutun da iğneden ipliğe her şeye zam gelecek. Tüm vergiler, harçlar yükselecek.
Daha çağdaş bir toplumda yaşamayı hayal edeceğiz. Oksijeni, ağacı, yaprağı, yeşili bol bir gezegende rahat nefes almayı umacağız. Cehaletin, yoksulluğun, sömürünün, işkencenin ortadan kalktığı adil bir dünyanın hayalini kuracağız. Sanatın, sanatçının, yazarın el üstünde tutulduğunu, kadına karşı şiddetin, masum çocuklara yönelik tacizin bittiğini görmek isteyeceğiz. Hayvan haklarına saygılı olunmasını dileyeceğiz. Peki, bunların hangisi gerçekleşecek? Günler geçecek ve sonraki yılbaşında biz aynı şeyleri özlemeye devam edeceğiz ne yazık ki. Bir şeyleri değiştirebilmek için yıl başlarında sevinmek, coşmak yeterli değil elbet, çalışmak mücadele etmek gerek.
Kitaplar, şarkılar ayakta tutacak bizi. Yılmayacağız, gönlümüzce yaşayacağımız günlerin,yılların geleceğine inanarak çalışacağız.
Biraz da eski keyiflerden geçmiş yıl başlarından bahsetmek gerekirse: Dostlarla geçen her yılbaşı güzel. Yılbaşına ne hacet, sevdiklerinizle geçen her an güzel. En keyifli yılbaşı deyince tek bir akşam aklıma gelmiyor. Bir dönemin seneyi devriyelerini hatırlıyorum. Hayatın yavaş aktığı, sosyal medyanın dikkat dağıtmadığı, sohbetin mesajlaşmaktan fazla olduğu günlerdi. O günlerin eğlenceleri daha içtendi, kaliteliydi.
Çoğu yılbaşını evde geçirirdik. Kaloriferimiz, kombimiz, Pimapen’ imiz yoktu, dışarıda esen kış yeli perdelerimizi usul usul havalandırırdı. Odun sobamız yanardı bir köşede çıtır çıtır ama pek de ısınamazdık doğrusu. Üfüren camlarımıza, kendi kendini ısıtan sobamıza karşın yüreklerimiz sıcacıktı. Ailemizle hep bir arada yaşamanın güveni ısıtırdı sanırım içimizi.
O zamanlar zarafet modaydı. Bilgili görgülü insanlar çoktu ve onların sözü geçerdi toplumda. Şehir magandası deyimi henüz konuşma dilimize bile girmemişti.
Misafir odası
Yılbaşı için misafir odamızı açar, süslerdik. Bilenler bilir, bir zamanlar evde konuklar için”misafir odası” olarak her daim bir mekân hazır bulundurulurdu. Ev halkı misafir odasını günlük oturmalar için kullanmazdı. Arada bir özenle tozu alınır, temizlenir, kapalı tutulurdu. Bu odada evin en gözde eşyası (koltuk takımı) üstü örtülü olarak yer alır, ortadaki sehpanın üzerinde ise cam şişe içinde kaliteli limon kolonyası hazır bulunur, misafirlerin yolunu gözlerdi.
Siyah beyaz günler
Yıl başlarında ne mi yapardık? En büyük eğlencemiz televizyondu. Herkes ona bakardı. Yemek masasında bile gözümüz kulağımız onda olurdu. TRT tek kanal olduğu için bütün evlerde aynı yayın izlenirdi. Yılbaşında belli sanatçılar mutlaka program yapardı. Başta Zeki Müren! Emel Sayın, Ajda Pekkan, Nilüfer, İbrahim Tatlıses, İzzet Altınmeşe. Bir de Muazzez Abacı tabi ki. Orhan Gencebay ve Ferdi Özbeğen 70’li 80’li yıllarda kasetleriyle tanınmış, sevilmişlerdi. TRT bu isimleri Arabesk müzik kapsamında değerlendirdiği için programlarında pek yer vermezdi. Bazı yıl başlarında kamuoyu ağar basar, yasaklar delinirdi.
Büyük güldürü ustalarımız da zaman zaman sahne alırdı 31 Aralık gecelerinde. Bugün olduğu gibi gibi Cem Yılmaz’ın anlık esprileriyle idare etmek zorunda değildik. Levent Kırca, Oya Başar, Ali Poyrazoğlu, Ferhan Şensoy, Ali Atik ve Ayşen Guruda, Zeki Alasya ve Metin Akpınar, Altan Erbulak gibi güldürürken düşündüren, kalıcı espriler üreten ustalarımız vardı.
Saat 24.00 olup da yeni yıla girildiği anda ünlü dansözümüz Nesrin Topkapı ekranları doldururdu. Bu dakikalarda ne olursa olsun herkes televizyona biraz daha yaklaşır hatta içine girerdi.
Yılbaşında en çok tombala oynanırdı. Masa başına toplanılır, kartlar dağıtılır, biri bez torbanın içinden tek tek çektiği sayıları yüksek sesle okurdu. Birinci çinko, ikinci çinko ve sonunda kazanan “TOMBALA!” diye bağırırdı.
Bir de fırdöndü oynardık. Küçücük ruleti masanın ortasında topaç gibi çevirirdik. Rulet hızı kesilip de yan yattığı anda üzerinde yazılı komut herkesi hoplatırdı. “Bir al, iki koy, hepsini al”Ne de çok gülerdik oynarken.
Dışarıda patır kütür havai fişekler filan atılmazdı. Gece sonunda sevdiklerimizle birlikte eğlenmenin keyfi öyle doyururdu ki bizi, binlerce maytabın aydınlığından daha fazla coşku olurdu içimizde. Yılbaşı ölçülü, nezih bir eğlentiydi. Tüm aile fertlerinin bir arada olması anlamlıydı.Yaşlılar unutulmaz, herkes sofrada olurdu. Daima insan insana başlar, can cana sona ererdi.
İyi seneler…
.
Selim Altınok