Dış Köşe

Gezi ve laik kesim siyaseti – Erol Katırcıoğlu

0

Herkesin kendi Gezi’si olduğu açık. Bunun nedeni muhtemelen Gezi’deki çok katmanlı durum. Yeşil’e ve demokrasiye duyarlı olanlardan, “Kim bu bize ne olacağımızı, nasıl yaşayacağımızı dikte eden adam?” diyerek heyheylenenlere, oradan eli bayraklı “Mustafa Kemal’in askerlerine”, oradan İstanbul’da bir tür “Paris Komünü” hayali görüp “Her yer devrim!” diye koşturanlara  kadar bir çok insanın varlığı Gezi konusunu değerlendirmeyi de zorlaştırıyor. Bu nedenle de insanın baktığı katmana göre farklı bir Gezi görmesi mümkün.

Gezi’nin Türkiye siyasetindeki yeri konusu bu nedenle de tartışmaya çok açık. Tabii her şeyden önemli olan temel üç soru şu: “Gezi, halkın AKP iktidarına karşı bir direnişi midir?” yoksa “Gezi, siyasetle ilgili bir değişimin işareti midir?”, ya da “Gezi eski rejimin yeni postu mudur?”Hemen herkes kendi meşrebine göre bu sorulara bir cevap veriyor.

Doğrusu benim cevabım Gezi’nin yeni bir siyasete çağrı olduğu yönünde. Dolayısıyla henüz fikirleri ve aktörleri netleşmemiş olsa da Gezi olayının bu ülkenin doksan yıllık siyasi tarihinde bir değişime işaret ettiğini düşünüyorum.

Bizim gibi İslami niteliği ağır basan ülkelerde demokrasi ancak askerlerin gölgesinde kurulabildi. Toplumun önüne konulan sandığın İslamcı bir iktidara yol açmaması için askerin “vesayeti” de koşul olarak görüldü. Her zaman “sandık”’ın üreteceği sonucun “İslami” niteliği önceden filitrelendi ya da siyaset büyük ölçüde bu vesayeti kabul edenlere açıldı. Bizim 90 yıllık cumhuriyet tecrübemizin gösterdiği gerçek bu değil midir?

Bu ülkedeki “vesayet rejimi”nin kadroları çokluk “laik kültürel kimlik”ten gelmiştir. Cumhuriyeti kuranlar,  bir ulus devlet kurabilmek için o günün kültürel kimlik dünyasına  güvenemediklerinden cumhuriyet okullarında “Batılı, modern ve laik”  bir kimlik yaratmayı seçmişlerdi. Bu kimlik Alevilik, Kürtlük, Çerkeslik, İslamcılık gibi bir “inanç” ya da bir “etnisite” temelli ve dolayısıyla da “doğal” bir kimlik değil “yaratılmış” bir kimlik oldu.

Uzatmadan söyleyelim. Neredeyse 90 yıldır şu ya da bu biçimde vesayet rejiminin doğal çalıştıranı olan bu kimlik, bir yandan AKP’nin kendi kadrolarını süratle iktidara taşıması, bir yandan da AKP’nin askerin rolünü gerileten çabaları sonucu kendisinin “yaratılmış”ve “azınlık” bir kimlik olduğunun farkına varmasına yol açtı.

Gezi olayları, bu kimlik mensuplarının bu durumun farkına varmış olmalarından neşet ettiği gibi aynı zamanda bu durumdan kurtulmanın yollarının arayışlarını da başlatan bir moment oldu. O nedenle de bugünlerde bu olaylarla başlamış bir siyasallaşmanın hızla (şimdilik “parklar” düzeyinde olsa da) yaygınlaşmakta olduğuna tanık oluyoruz. Hızla yerel liderler ve kadrolar oluşuyor. Henüz nasıl bir vizyon ve anlayış içinde siyaset yapmalı sorusuna bir cevap üretilmiş değilse de konuşulan konulardan giderek söyleyecek olursak bu arayışın mevcut “sandık” demokrasisinin ötesinde “katılımcı” bir demokrasi ve farklılıklarla birlikte bir yaşam anlayışı üzerinden yürümekte.

 

Bütün bunlar doğal değil mi?

 

Daha dün İslami kimlik mensupları nasıl iktidarda olan laik kimliğin baskısı altında birleşmiş ve kendi aralarında kendi kimliklerini bir arada tutan bir “biz”” duygusu yaratmışlarsa, nasıl Kürtler aynı laik kimliğin baskısı altında birleşmiş ve kendi aralarında kimliklerini bir arada tutan bir “biz” duygusu yaratmışlarsa,  şimdi de İslami kimliğin baskısı altında kalan “laik kimlik” mensupları da benzer bir tepki göstererek kendi aralarında kendi kimliklerini bir arada tutacak bir biz” duygusu üretmeye çalışıyorlar.

Diyebilirsiniz ki AKP, vesayetçi rejim gibi baskı yapmadı, kimsenin yaşam tarzına karışmadı. Ama unutmamak gerekir ki önemli olan böyle bir baskının olup olmadığı değil, böyle bir baskının hissedilip hissedilmediğidir. Kaldı ki Başbakan’ın son zamanlardaki kürtaj, alkol, gençlik gibi konularda “ahlakçı” konuşmalar yapması bu kesimdeki korkuları daha da arttırmıştır.

Sonuç olarak Gezi olayları, Cumhuriyetin, cumhuriyet okullarında yarattığı “laik kimliğin” bir kendini farkediş anı olduğu kadar bir yeni siyaset arayışının da başlangıcıdır.  Çünkü askerin gölge etmediği ve demokrasiden yanlızca “sandık”ın anlaşıldığı bir ülkede demokrasi her zaman “İslami kimliğin” iktidarı anlamına gelecektir. İslami kimliğin iktidarı ise ülkedeki farklı kimlik taleplerini içeren bir demokrasi üretemedikçe baskıcı olacak, ve sonuçta toplumsal huzursuzluklar devam edecektir. Dolayısıyla laik kesimin siyasal vizyonu, bütün farklı kimliklerin siyasete taşınabildiği, iktidarın yalnızca “sandık”ın değil toplumun da katılımcı bir biçimde sağladığı yeni bir “meşruiyet”e ihtiyacı olduğu bir başka deyişle iktidarın yerelle iktidarı paylaşabildiği yeni bir demokrasi hattı üzerinden yürümelidir. Parklardan yükselen sesler de bu yöndedir.

Erol Katırcıoğlu – www.t24.com.tr

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.