Geleneksel politika araçları insanların çevre yanlısı davranışlarını iyileştirmiyor! Çünkü bireyin davranışa dair motivasyonları bilinmiyor ya da çevre yanlısı olmayı engelleyen bilişsel kısıtlar tanımlanmıyor.
Peki bu standart düzenlemeler ve politikalar neye yol açıyor? Çoğu zaman bilimsel kanıtlardan uzak ve kısa vadeli çözümler için alınan önleyici tedbirler sistematik bir şekilde uygulanmakla kalıyor: Çöplerimiz geri dönüştürülmek yerine çöp sahalarında ya gömülüyor ya da yakılıyor! Bu da çevresel felaketlerin yaşanma ihtimalini artırıyor…
Atık yönetimi mi, atık çıkarmamak mı?
Öncelikle Türkiye’deki atık yönetimi sorunundan biraz bahsetmek gerekir. Ülkemizde atık yönetimi Ulusal Atık Yönetimi ve Eylem Planı (2016-2023) olarak hazırlanmış. Atık yönetimi planlaması kapsamında hazırlanan bu eylem planı, geri dönüşüm oranlarının artırılmasına yönelik genişletilmekte.
Türkiye’de belediye atıkları düzenli depolama tesisleri, 2022 yılı itibariyle 93 tesis ile 1241 belediyede hizmet veriyor. Belediye atıkları, yerleşim alanlarında oluşan atıkların yine belediyeler tarafından toplanan geri dönüşüm ve bertaraf sorumluluğunun alındığı atıkları temsil ediyor. Mevcut atık yönetim planının “sıfır atık yönetimi ile uyumlu ve atıkların kaynağında artırıldığı stratejik hedefler” doğrultusunda hazırlandığı belirtiliyor. Ancak atık yönetim hiyerarşisinin gerçekleştirilmesi için atıkların düzenli depolama tesislerine gönderilmeden ön işlem ve geri kazanım esaslarının arzu edilen şekilde uygulanması gerekiyor. Aksi taktirde atıklardan elde edilmek istenen çevresel ve ekonomik faydalar gerçekleştirilmemiş oluyor.
Bu noktada ilkesel olarak belirtilmesi gereken şey; düzenli depolamaya gönderilen atıkların azaltılması ve geri dönüştürülebilir malzemelerin depolama sahasına gelen oranın azaltılması gerektiğidir. Türkiye 2035 yılına kadar geri dönüştürülebilir malzemelerin depolamaya gelen oranının yüzde 40’a düşürülmesini hedeflerken bu oran AB ülkelerinde yüzde 10’dur. Hedeflerdeki bu büyük farklılığın en yaygın sebepleri arasında ülkemizdeki atık toplama yönetmeliği ile uygulamadaki yetersizlikler ve kapasite eksiklikleri gösterilmekte. Bu durumun sebebi de ön işlem ve geri kazanım tesislerinin kapasitesinin yetersiz olmasıdır. Doğru yöntemler ile ayrıştırılan atıkların geri kazanımının sağlanması için bu tesislerin hem sayılarının hem de kapasite kullanımlarının artırılması şarttır.
Türkiye’de en çok atığı hane halkı üretiyor!
Diğer taraftan atık üretimi ve geri dönüşüm sorununun kaynağına oransal olarak bakıldığında (Euronews, 2020);
- Toplam atık üretiminin kaynağı AB’de inşaat (% 37) Türkiye’de hane halkı (% 26,5)
- Belediye atıklarının geri dönüşüm oranı AB’de % 49,6 Türkiye’de %12,3
- Avrupa’da en çok atık üreten ülke 401 milyon ton ile Almanya iken Türkiye 108 milyon ton ile 11. sırada yer alıyor.
- AB Türkiye’ye 14,7 milyon ton atık ihraç ediyor (2021)
Görülüyor ki Türkiye’nin atık yönetim karnesi ciddi anlamda endişe verici. Henüz kendi atıklarımızla ne yapacağımızı yönetemiyorken, Avrupa’nın atıklarının yarısının ülkemize gönderilmesi bu endişeyi daha da derinleştiriyor. Hal böyle iken, atık ayırma sorunu için kapsayıcı ve tamamlayıcı çevre politikalarının ivedilikle uygulamaya konması gerekliliği kaçınılmaz.
Neden çevresel felaketlere karşı eylemsiz kalıyoruz?
Geri dönüşüme davranışsal ekonomi merceğinden baktığım bu yazı dizisinde, istenilen davranışın gerçekleşebilmesi için öncelikle bilişsel kısıtların tespit edilmesi gerektiğini yazmıştım. Söz konusu psikolojik faktörlerin belirlenmesi ve çevre yanlısı davranışların iyileştirilmesi için öncelikle şu soru sorulmalıdır: İnsanlar çevresel değişikliklere hatta çevresel felaketlere karşı neden eylemsizdir?
Statüko Bağımlılığı: İnsanlar mevcuttaki davranışlarını değiştirmede çoğu zaman direnç gösterir çünkü değişim, konfor alanına müdahale eder. Bu sebeple otomatik davranır, alışkanlıklarımızı koruruz. Bireylerin, toplumların ve kurumların geri dönüşüm davranışının gelişememesinin önündeki en büyük engellerden biri statüko bağımlılığıdır. Atıkların nasıl ayrıştırılacağı ve hangi maddelerin geri dönüştürülebildiğini düşünmek zihinsel bir sürecin çıktısını ifade eder ve çoğu zaman bu yükten kaçarız.
Kayıptan Kaçınma: İklim krizi ve çevresel felaketler ile ilgili değişimler yakın gelecekte belirsiz olarak algılanır ve bu belirsizlik için fazladan bir çaba göstermenin aciliyeti yok diye düşünülür. Yani atıkları ayrıştırmanın ya da sürdürülebilir tüketim kalıplarını tercih etmenin henüz somut bir faydasını görmüyorsak neden çevre yanlısı davranalım ki? Bu psikolojik eğilim çevre yanlısı davranışların; maddi yük oluşturabileceği, yeni davranışın öğrenilmesinin konforsuz olması ve somut faydalarının yakın zamanda görülmemesi gibi nedenler ile iyileştirilemediğini açıklar.
Uyum Sağlama Eğilimi: Davranışsal iklim politikacıları, bireylerin mevcut davranışını sürdürmedeki direncinin bulunduğu ortama ya da kişilere uyum sağlama eğiliminden kaynaklı olabileceğini belirtiyor. Bu duruma çokça örnek verebiliriz zira hepimizin her gün sürdürdüğü bir davranış kalıbı bu: Eylemsizlik! İş yerinde, okulda, hastanede, parkta aslında soluduğumuz her ortamda davranışlarımız diğer insanlara ya da statükoya göre şekilleniyor. Eğer bir kamu kurumunda çalışıyorsanız ve ofisinizdeki arkadaşlarınız çöplerini ayrıştırmıyor ya da kağıt tüketimini azaltmıyorsa sizin de grup içi davranışlarınız benzer eğilimler gösteriyor. Ya da bir işçisiniz ve bulunduğunuz şehirde toplu taşıma imkanları sizin için konforlu değil bu durumda sürdürülebilir opsiyonları değerlendirmekle ilgili bir önceliğiniz olmuyor. “Zaten herkes işe araba ile gidiyor ya da toplu taşıma opsiyonları yeterli değil” diye düşünmek sosyal normların ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.
Çevre yanlısı davranışlara uygun politikalar tasarlanması için bu bilişsel kısıtların tanımlanması ve tespit edilmesi oldukça önemli. Hangi çevre yanlısı davranış değiştirilmek isteniyorsa bu davranışın önündeki engellerin belirlenmesi ona uygun davranışsal müdahale geliştirilmesini sağlıyor. Bu noktada davranışsal iktisat, optimal çevre politikalarının geliştirilebilmesi için şu önerilerde bulunuyor:
- İklim politikalarının etkili bir biçimde uygulanmasını engelleyen siyasi ve sosyal bariyerlerin ortadan kaldırılması,
- İstenilen davranış değişikliğini hedefleyen davranışsal müdahaleler geliştirmek ve yaygın hale gelmesini sağlamak,
- Yerel, ulusal ve uzlaşmacı karar alma süreçlerini kolaylaştıracak davranışsal dürtüleri sonuçlandırmak.
Davranış değişikliklerinin kanıtlanmasına bağlı olarak önemli derecede politika desteği sağlayan davranışsal iktisadın araçları birçok ülkede kullanılmakta. Farklı katılımcı profilleri ile yapılan çalışmalar gösteriyor ki bireylerin çevre yanlısı davranışları doğru davranışsal müdahaleler ile iyileştirilebilir. Almanya, İsveç ve Hollanda gibi ülkelerde politika aracı olarak kullanılan dürtmeler, geri dönüşüm davranışının iyileştirilmesinde örnek teşkil edecek ülkeler arasında sayılabilir.
Avrupa’da çevresel sorunlarının önlenmesi için atık azaltma ve geri dönüşümü artırma stratejileri eş anlı uygulanıyor.
Bu durumu somutlaştırmak için Norveç’te yapılan doğal bir saha deneyinden bahsetmek isterim. Doğal saha deneyi diyorum çünkü bu deney, gerçek davranışın tespit edilip sonrasında uygulanan dürtmelerin davranışı değiştirip değiştirmediğini ortaya koyuyor. Toplamda 6 bin hane ile yapılan bu deney, 2 tedavi grubu ve 1 kontrol grubundan oluşuyor. İlk 7 ay tüm grupların hane bazında atık miktarı ve geri dönüşüm miktarı kg olarak ölçülüyor. Sonrasında bir tedavi grubuna kendi atık miktarları hakkında bilgilendirme dürtmesi diğer tedavi grubuna ise sosyal karşılaştırmalı geri bildirim dürtmesi uygulanıyor. Kontrol grubundaki hanelere ise herhangi bir geri bildirim ya da bilgilendirme mektubu gönderilmiyor. Sonraki 7 ay kendi atık ve geri dönüşüm miktarları hakkında bilgilendirilen hanelerin atık miktarının ayda 1,1 kg azaldığı tespit edilmiş. “Kristiansand‘daki diğer hanelerden daha az atık mı üretiyorsunuz?” gibi sosyal karşılaştırmalı geri bildirim alan hanelerde benzer etkiler gözlemleniyor (geri dönüşüm miktarı artıyor) ve bu etkinin deney bittikten sonra da devam ettiği tespit edilmiş. Yani uygulanan dürtmeler, hane halkının atık ayırma ve geri dönüşüm davranışını kontrol grubuna artırdığı anlamına geliyor.
Dürtmelerin davranış değişikliğine yol açtığı çalışmaları örneklendirmek oldukça mümkün ancak davranışın değiştirmediği bulgularına da rastlanıyor. Bu durumda atık azaltmanın ve geri dönüşümün artırılmasında politika yapıcılar tarafından geleneksel politikaların yetersiz olduğunun kanıksanması ve davranışsal iktisadın araçlarının tamamlayıcı politikalarla desteklenmesi gerektiği kanaatindeyim. Atıkların kaynağında ayrıştırılarak geri dönüşüm oranın artırılma çabası elbette kurum kültürü ve paydaşlar arasındaki iş birliği ile mümkün. Bu noktada en belirleyici faktör olan yerelden merkeze koordineli bir sistemin varlığından söz etmek gerekir. Ancak mevcut durumda hane halkının hala atıklarını ayrıştırmadığını ayrıştıranların ise sokağında ayrı konteynerler olmadığı için o atıklarında çöp olduğu biliniyor.
Sonuç olarak iklim krizi ile mücadelenin kümülatif faydalardan ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Bu krizi yavaşlatacak, azaltacak ya da bir dönüşüm sağlayacak faydaların azımsanmaması ve birey-toplum-devlet nezdindeki her türlü çabanın sistematik hale getirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu ortamın oluşabilmesi için çevre konularıyla ilgilenen akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının, gazetecilerin ve araştırmacıların çalışmaları resmi makamlarca şeffaf bir şekilde takip edilmeli.