Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Asklepion – Güzin Öztürk

0

Dokunsam ölecekti!

Ruhunu teslim etmek, ölüme kucak açmak istiyordu. Çektiği ıstırap nedeniyle gözlerinin altında koyu gölgeler oluşmuştu. Ağlıyor, gülüyor, hıçkırıklara boğuluyordu. Yalvarıyordu. “Yaşamak istemiyorum!”

O halini görünce, bugüne kadar vermiş olduğum sözleri, ettiğim yeminleri tutamayacağımı anladım. Otuz yaşındaydı, henüz çok gençti. O yaşa gelinceye kadar bir gölge gibi onu takip etmiştim. Bugüne kadar kimseye karşı böyle hissetmediğim, bağlanmadığım düşünülürse neden hayatta kalması için bildiğim tüm dillerde dua ettiğimi anlayacağınızı düşünüyorum.

Uzunca bir yolu geçtikten sonra hastanenin Viran Kapı’sına kadar ona eşlik ettim. Harap olmuş gözlerini bana doğru çevirdi.

“Görüyor musunuz? Geldi!”

Asklepion 2 - Güzin Öztürk

Beni gördüğünü o an anladım. Ete kemiğe bürünmüş bir vücudum olsaydı kan ter içinde kalabilirdim. Paniğe kapıldım. Henüz zamanı değildi, beni görmemesi gerekiyordu. Bakışlarını bana kenetlemişti. Bu canımın daha fazla sıkılmasına sebep oluyordu. O ölmek için hazırdı ama ben onu öldürmeye hazır değildim. İlk kez bir insanoğluna ölümü yakıştıramamamın sebebi; belki de bu güne kadar, kendisini zor durumlara sokma pahasına dahi olsa tek bir kişinin bile canını yakmamasıydı… ya da bahçesinden topladığı meyveleri yolun kenarına koyması, yoldan gelip geçenlerin yemesi için bırakmasıydı… belki de kimsesiz çocuklara yurt kurmasıydı… -Çocuklardan biri hastalanıp da yatağa düşünce gece gündüz onun başından ayrılmadığını hatırlarım.- Bir insan nasıl bu kadar sevgi dolu olabilirdi? Bu kadar yaşam doluyken nasıl ölmek isteyebilirdi? Evet, ona acıyordum. Acısına son vermek istiyordum ama bunu yapamıyordum.

Bana güçlükle, “Kanatlarının olacağını düşünmüştüm,” diyebildi.

Etrafını saran hemşireler ne dediğini anlamadılar. Muhtemelen yüksek ateş nedeniyle böyle konuştuğunu düşündüler. Başımı öne doğru eğerek ona yaklaştım.

“Kanatlara ihtiyaç duyulmadı…”

İlk kuralı çiğnemiştim. Onun ölüm meleği olabilirdim ama asla onunla konuşmamam gerekiyordu.

“Peki, nasıl oluyor?”

Nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Ne takip edip gidebileceği bir ışık vardı ne de önüne çıkacak bir kapı. Ruhunun kanatlanıp gökyüzünde bir kuş gibi uçacağını söylesem daha mı az korkardı?

“Bunu sana anlatabilmem mümkün değil. Sözcükleriniz yetersiz!”

“Anlıyorum,” dedi üzüntüyle, “Henüz bana dokunmadın. Böyle oluyor değil mi?”

“Parmağımın ucuyla alnına küçük bir dokunuş bırakmam gerekiyor. Canın yanmayacak. Ruhun parçalara bölünecek. İçinde milyonlarca kelebeğin saklandığını düşün ve aynı anda kanat çırpmaya başladıklarını. Önce ayak parmaklarında bir çekilme hissedeceksin. Yavaş yavaş bedeninin yukarısına doğru devam edecek. Ayaklarından başına doğru bir sıcaklık akacak. Sadece kanat çırpacaklar, korkma! Kalbine doğru yol alacaklar. Üşümeye başlayacaksın. Kelebeklerin kanatlarından ruhunun parçaları dökülecek, toza dönüşecek. O kadar parlak olacaklar ki yıldızlara benzeyecekler. Gökyüzünü içinde taşıdığını ve yaşamın boyunca nasıl fark edemediğini düşüneceksin. Aklından son olarak bunlar geçecek. Sonra ışığın sönecek, son ılık nefesini verirken ağzının içinden çıkıp gidecek. Ben sana, ‘Yapabileceğim bir şey yoktu. Yapmak zorundaydım,’ diyeceğim. Ama sen beni duyamayacaksın. Senin hiç sönmeyecek bir yıldıza dönüşmüş olmanı dileyeceğim. İlk kez bir insanoğlunun ellerimden ölümü tatmasına üzüleceğim. Ama sen bunu da bilemeyeceksin…”

Asklepion 1 - Güzin Öztürk

Konuşabilseydim söyleyeceklerim bunlar olacaktı. Onun ruhunu teslim almam için yalvaran bakışlarına takılıp kalmasaydım elbette.  Fakat cevap vermeye fırsatım olmadı. Şimdi o anı tekrar yaşayabilseydim, düşüncelere takılıp kalmak yerine acısına son vermeyi isterdim. Suskun kaldığım sırada rahip hekimlerden biri gelerek durumunu kontrol etti. Ona, kutsal sudan içireceklerini, sıcak ve soğuk banyolara sokacaklarını, bitki terapileri yapacaklarını, uzun bir süre hastanede kalmasının gerektiğini, söyledi. Uyku odasında dinlendireceklerini,  gördüğü sanrılardan ancak bu şekilde kurtulacağını da ekledi.

Garip hissettim. Hakkımda sanrı diye konuşulduğu hiç olmamıştı. Ama o, rahip hekimin konuşmaları arasında acıdan kıvranıyor, şişmiş karnını ovuşturuyor ve “Ölmek istiyorum!” diye haykırıyordu.

Daha fazla dayanamadım. Cesarete gelip kapıdan bir adım attım, tam elimi ona doğru uzatmıştım ki, rahip hekim bana doğru döndü. Gözleri alev alıp tutuşacak sandım. Beni nasıl olup da görebildiğini bile düşünemedim. Elini bana doğru kaldırdı, olduğum yerde durmamı istedi. Adım atamadım, kıpırdayamadım.

“Bütün Tanrıların kutsiyeti için, Asklepion’a ölüm giremez!”

 

* Asklepion’un girişinde bir taşın üzerinde şöyle yazılıdır: Buraya ölüm giremez! Eski zamanların bu tıp merkezinin girişinde bir rahip hekim gelip hastayı kontrol edermiş, tedavi edilemeyecek durumda olanları kabul etmeyip, başka hastanelere gönderirlermiş. Ölüm bu yüzden, Azrail kılığında olsa bile oraya giremezmiş.

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.

32-Güzin-Öztürk

 

 

Öykü ve Fotoğraflar: Güzin Öztürk

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.