ManşetRöportaj

Filiz Yavuz: “Nükleer teknolojik bir mesele değil, yaşamsal bir kararın ta kendisi”

0
Filiz Yavuz
Filiz Yavuz

Filiz Yavuz

Çernobil felaketinin yirmi dokuzuncu, Fukuşima felaketinin dördüncü yılında Türkiye nükleer santrallere sahip olmak planlarına gözü kapalı bir şekilde devam ediyor. Yaklaşık kırk yıldır gündemde olan Akkuyu nükleer santral projesi için verilen ÇED onayı uzmanlar tarafından sert bir şekilde eleştirilirken santralın temelinin gelecek yıl atılması bekleniyor. Ancak Akkuyu’nun Türkiye’nin en uzun  mücadelelerinden biri olduğunu unutmamak gerekiyor. Yani mücadele saha bitmedi ve bu iş o kadar da kolay değil.

Gazeteci Filiz Yavuz, yeni yayımlanan kitabı Beni “Akkuyu”larda Merdivensiz Bıraktın”da işte bu mücadeleyi anlatıyor. Can Yayınları inceleme serisinden çıkan kitabı ben bir solukta okudum. Türkiye’de yıllardır süren nükleer karşıtı mücadeleyi konunun aktörlerinin değerlendirmeleriyle ele alan ve bilim insanlarının görüşlerine yer veren kitapta, kendinizi bir Akkuyu’da bir Sinop’ta buluyorsunuz. Hatta ilk kez 2014’te Fukuşima kazasının yıldönümünde  Yeşil Düşünce ve Nükleersiz.org davetiyle Türkiye’ye  gelen, benim de gönüllü tercümanlığını yaptığım Fukuşima Tanığı Japon gazeteci Toshiya Morita da kitapta karşıma çıkıyor: “Biz nükleer santralı hiç istemedik,  fakat söz hakkını siyasetçilere bıraktık. İşte bu yüzden bütün bu sorunları yaşadık. Ama artık kendi kaderimizi kendimiz tayin etmek istiyoruz.”

Bu kitabı yazdığı için Filiz’e bir kez daha teşekkür ediyorum. İşte Filiz Yavuz’la Yeşil Gazete için yaptığımız söyleşi…

Beni “Akkuyular”da Merdivensiz Bıraktın’ı oluşturan koşullar neydi? Niçin bu kitabı yazmaya ihtiyaç duydunuz?

akkuyularda

Beni “Akkuyu”larda Merdivensiz Bıraktın, Filiz Yavuz, Can Yayınları, 2015

Aslında ilk neden gazeteci olarak Nükleer enerjiyle ilgili haber yaparken takıldığım noktalarda sayfalarını karıştırıp aradığım bilgiyi bulabileceğim bir kaynağa ihtiyaç duymamdı. Bu kaynağın bilim insanları ya da teknik insanlar tarafından değil de gazeteci gözüyle yazılmış olması, anlaşılırlık ve akıcılık açısından tercihimdi. İnternet ortamında elbette pek çok makaleye erişim mümkün olsa da elimin altında meselenin tüm yönlerini anlatan, geçmişe referans veren, saha çalışması içeren ve nükleer karşıtı harekete de az da olsa değinen bir kitap yoktu. Ekoloji gazetecisi arkadaşlarım da ısrarlarıma rağmen böyle bir kitap yazmayınca, mecbur kaldım. Yani aslında bu kitabı öncelikle kendi ihtiyaçlarımdan yola çıkarak yazdım.

İkinci neden ise AKP dönemindeki nükleer politikaları ve bunun paralelinde nükleer karşıtı hareketi dili geçmiş zamanla değil, tam da bu dönem bitmeden şimdiki zamanla anlatmak istememdi. Çünkü bir dönemi ancak yaşandığı zamanda değiştirme şansına sahip olabiliriz.

Üçüncü neden ise yürütülen nükleer enerji tartışmalarının verimli olmadığını düşünmemdi. Bence bu tartışmalar iktidar diliyle, onun sunduğu argümanlarla ve onun çizdiği sınırlar içinde yapılıyor. Zira nükleer gibi teknolojik bir mevzuyu yaşama hiç değmeyen argümanlarla tartıştırmak fayda sağlamıyor, bu da iktidarın işine geliyor.  Kitap tam da bu sebeple nükleer meselesini istihdam, dışa bağımlılık, pahalılık vs. üzerinden değil de yaşam üzerinden; yani kaza riski, bir türlü çözülemeyen atık sorunu ve demokrasi meselesi üzerinden tartışmayı öneriyor.

Bu kitabı yazarken amacım meseleyi oldukça şeffaf bir biçimde ortaya koymaktı. Çünkü nükleer meselesinde ancak gerçekler olduğu gibi anlatıldığı zaman, siyasetçilerin ve siyasete soyunmuş bilim insanlarının yönlendirmelerinden, nükleer karşıtlarının bilerek ya da bilmeden kullandığı abartılı cümlelerden kurtularak “nükleere evet mi hayır mı” ikileminde karar verilebileceğine inanıyorum.

Oldukça değişik bir kitap ismi, meseleyi niçin “kuyu” üzerinden aldınız?

Kitabın ismini Münir Nurettin Selçuk’un “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” eserine atıfla seçtim. Zira bence tam anlamıyla  bir kuyuda merdivensiz bırakılma halidir yaşanan. Üstelik balçık dolu bu kuyunun dibini de görmek mümkün değil. Akkuyu için 40 yıldır süren ve kelimenin tam anlamıyla ömür tüketen bir nükleer ısrardan ve nükleer karşıtı süreçten söz ediyoruz. Sanırım bunu anlatabilecek en iyi metafor kuyuydu.

Peki sizce kimler bu kitabı okumalı ya da bu kitap kimlere hitap ediyor?

Nükleer enerji teknik olarak algılandığı için insanlar bu meseleye karşı önyargılılar. Öyle ki kitapta formül bulacağını düşünen bile olmuş. Oysa nükleer teknolojik bir mesele değil, yaşamsal bir kararın ta kendisi. Dolayısıyla kitap nükleer meselesini merak eden herkesin anlayabileceği bir biçimde yazıldı ve öncelikle bu meseleyi merak eden herkese diyecek bir sözü var. Zaten bu topraklarda yaşayan insanların yabancı olduğu konular değil bunlar. İnsanlar Çernobil’i, Çernobil’den sonra kameraların karşısında çayların radyasyonsuz olduğunu ispatlamak için çay içen dönemin sanayi bakanı Cahit Aral’ı hatırlar. İşte onlar var kitapta. Hiç şüphesiz nükleer karşıtlarına da hitap ediyor, zira kitap biraz da tartışma ve algı biçimini değiştirmeyi öneriyor.

Gazeteci gözüyle gerek Akkuyu’da gerekse Sinop’ta görüşmeler yaparken nükleer mücadelesinin Türkiye medyasına doğru ve eksiksiz yansıdığını ya da aksini düşündünüz mü?

Nükleer enerji siyasi bir mesele. Dolayısıyla gazetelerin nükleer enerjiye bakış açıları iktidarın konumuna göre zaman içinde değişiyor. Ama son dönemde, özellikle ana akımı temsil eden gazetelerde ekonomi sayfalarında yer alan nükleerle ilgili haberlerin hep iktidarın diliyle yazıldığını söyleyebilirim. Nükleer karşıtlarının eylemleri ve söylemleri, yapılan eylemin ve üretilen söylemin çarpıcılığına göre ya da sayfanın editörünün nükleer hassasiyetine göre zaman zaman kendine yer buluyor. Genellikle kısa haberler oluyor bunlar. Ama Greenpeace’in eylemleri renkli  olduğundan genellikle iki satır yazıyla fotoğraf açılıyor. Yerellerde süren mücadeleyle ilgili ise basını takip ederek fikir sahibi olmanın pek kolay olmadığını düşünüyorum. Zaten kaç gazetenin ekoloji muhabiri var ki? Ya da kalmış ki?

Ama şunu da unutmamak gerek ki Çernobil’den sonra Doğu Karadeniz’de üretilen çaylardaki radyoaktivite oranının yüksek olduğunu, ODTÜ’den Prof. Dr. İnci Gökmen ve arkadaşlarının raporuyla birlikte kamuoyuna duyuran da basın olmuştu.

Kitabı yazarken veya yazdıktan sonra nükleer karşıtlarından herhangi bir tepki aldınız mı?

Kitabı yazarken gerek yerellerde gerek metropollerde pek çok nükleer karşıtıyla konuştum. Hepsi destekledi bu çalışmayı. Yerellerde “bu işleri fazla kurcalama bak, mesele yukardan bağlanmış. Biz ne desek sen ne yazsan faydasız” diyenler oldu. Yazıldıktan sonra da herhangi bir olumsuz tepkiyle karşılaşmadım, en azından şimdiye kadar.

Kitabın hayatımızda neyi değiştirmesini arzu ediyorsunuz?

Bir kelebeğin kanat çırpışının kilometrelerce ötede fırtınaya neden olabileceğine dair teoremler var elbet ama, ben tek bir kitabın koca nükleer meselesini çözmeye muktedir olacağını düşünmüyorum açıkçası. Keşke kendi yaşamlarını ilgilendiren kararların saray tarafından değil de kendileri tarafından alınmasını talep eden, bunun için baskı yapan insanların sayısı artsa da bunda da kitabın ufacık bir payı olsa! Ama öncelikle nükleerin teknolojik ve anlaşılmaz bir mesele olduğuna dair önyargıların kırılması benim için yeterli. Elbette iki nükleer santral yapılması planlanan memlekette nükleer enerji tartışmalarının daha yüksek sesle, ama doğru bağlamlarla yürütülmesine katkı sunmasını isterim.

 

filizFİLİZ YAVUZ, 23 Kasım 1981 yılında Eskişehir’de doğdu. Nükleerin ne demek olduğunu 1999’da girdiği İstanbul Üniversitesi’nde öğrendi ve nükleer karşıtı oldu. Belki de bu yüzden ekoloji alanında çalışmayı seçti; çeşitli dergi, gazete ve televizyon kanallarında muhabirlik ve editörlük yaptı.

2008’de Marmara Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansına başladı. İstanbul ve Madrid örnekleri üzerinden kent kültürü ve gazetecilik ilişkisini inceledi. Tezin Madrid ayağını yazmak üzere “Universidad Complutense de Madrid”den davet aldı. Yaklaşık 1 yıl Madrid’de kaldı. Tezini 2011’de savundu. 2012’de yine Marmara İletişim’de gazetecilik doktorasına başladı. Halen “AKP döneminde nükleer karşıtı hareketin gazetelerdeki yansıması” konulu doktora tezini yazmakla, bir de Deniz’e bakmakla meşgul.

Röportaj: Pınar Demircan (Yeşil Gazete)

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.