Feminen hareketlermiş!- Gözde Demirbilek

Sistemin açtığı yolda durmadan yürümeyeceğime ant içtiğim için “bu seneyi atlatayım gerisi aksın” düşüncesinin yanında sınav stresi, ne olacak ne bitecek yapabilecek miyim ha gayret tempo arttırayım derken çok yakınlarımı ihmal eder oldum. Dahası arkadaşlarımı özlemeye bile mahal vermeyecek bir stres aldı beni. Bırakmadı da sonra. İnsanları özlediğimi gece uykuya dalmadan önce soğuk yatakta uykuyu beklerken o üç dört dakika içinde fark ediyorum. Sonra çarşaf da ısınıyor, yorgan da. Uykuya dalıyorum. Ertesi gün yine aynı geçiyor. Ne kendime zaman ayırabiliyorum ne dostlarıma. İşin ilginci ayıramadığım zaman neye gidiyor anlamıyorum.
Her neyse… Haftasonu olunca hem okul hem dershane faktörü olmadığından dershanedeki görevimi(!) tamamlayıp biraz kendime vakit ayırabildim. Ayırabildiğim zamanı da özlediğim arkadaşlarıma ulaşarak değerlendireyim dedim. Hayat öyle acımasız ki, özlediğiniz insanlar için “keşke ulaşmasaydım!” dedirtebiliyor. Bandırma’da müzikle ilgilenen dünya tatlısı bir arkadaşım var, sürekli olarak içinde müzik olan her türlü organizasyona katılıyor da. Kendisinin başarılı bir insan olacağına inancım sonsuz, gel gelelim ki başarılı bir insan olmanın çetrefilli yoluyla şimdiden karşılaşmış güzel dostum.

Arkadaşım uzun zamandır bir müzik kursundaydı, çok değil birkaç gün önce “feminen hareketleri” nedeniyle müzik kursundan çıkarılmış. Kurumun açıklamasındaki ibareyi veriyorum çünkü birazdan “feminen hareket” konusunu irdeleyeceğim.

Toplumda genel olarak takılan cinsiyetçi tavır giderek kadına olduğu gibi kadınsal hareketlere de karşı çıkmaya başladı. Siz bu zamana kadar hiç erkek gibi giyindiği için uyarılan bir kadın gördünüz mü? Görmemişsinizdir. Görseniz de örneği çok azdır. Fakat tıpkı o kurumun yaptığı gibi feminen hareketlerde bulunan erkekler bugünün Türkiye’sinde, 21. yüzyılda hâlâ dışlanır, hor görülür ve insanlardan uzaklaştırılır. Peki, bunun altında yatan nefret nedir? Niçin böylesine karşı çıkılır? Cevap çok basit! Toplum ataerkinin o iğrenç pençesinde cinsiyetçi penceresinden gördüğü erkeksi özellikleri tüm toplum üzerinde uygun görür. Bakın erkekler demiyorum, tüm toplum. Yani kadınlar da dâhil… Fakat işin kadın kısmında olay aynı çarkla dönmüyor. Yine aynı mantalitenin ürünü olan cinsiyetçi pencere kadınsal hareketleri tüm toplum üzerinde uygun görmüyor! Çünkü toplumun büyük bir kesiminin ısrarla -ki kadınlar da dâhil olmak üzere- kabullendiği erkek yanlı yaşayış, erkeğin güçlü kadının duygusal görüldüğü bu pencerede öteden gelen bu düşünüşler bir kadının “bir erkek gibi” (!) güçlü olabileceğini fakat bir erkeğin “bir kadın kadar” duygusal ve yumuşak mizaçlı olamayacağını savunuyor.

Sinirlenerek ifşa edeceğimi belirttim kurumun adını, bu saygısızlığı insanların duymasını istediğimi söyledim. Sonra dedim ki, hangi insanlar? Uyuyan insanlar mı? Bugün, ezilen ve hor görülmüş kim varsa susan ve sustuğu için yarın kendisine susacak bir insan bile bulamayacağını düşündüğüm insanlar mı? Hangi insanlara neyin sesini duyuracağım.

Müziğin evrensel olduğunu savunur dururuz, duygu vardır çünkü. Dünyanın neresinde olursa, kim için ve kimin elinden çıkmış olursa olsun sanatın bireysel ve bireysel bir ürün olduğu kadar evrensel olduğundan söz ederiz. Yalan. Eğer böylesine bağnaz böylesine ayrımcı bir sanat ise müzik, daha 3 kişiyi kendisi arasında ayıran ve sırf toplum normlarının dışında görüldüğünü iddia eden kurumların elinde harcanmıyor da kimlerin elinde harcanıyor? 3 kişiyi ayıran, evreni binlerce sel’e de böler nitekim.

Arkadaşım utana sıkıla “Etme” dedi. “Boşver.” Zaten kurum bir ticarethane olduğu ve para kazanmanın peşinde olduğu için kendisine göre sivriyi ayıracağını belirtmiş. Çokgen değil, yuvarlak istiyorlar anlayacağınız. Yontulmak istemeyen köşeyi de çıkartıyorlar aralarından böylece. Çıkarılan köşe de kime sığınsın neye sığınsın bilmiyor, uzamaması için susuyor.

Gelecek hayallerinden bahsettik biraz, sonra şu kanaate vardık birlikte: Önce kendimizi koruyacağız. Sonra gelecek hayallerimizi. Biraz ataerkiden dem vurduk. Biraz üzüldük. Sonra oturup tüm bunları geride bıraktığımız bir dünya düşündük, böyle bir dünya için önce yontulmamak için direnmekten söz ettik.

Pek çok şeyden söz ederken, ne diyeyim gözüm. Kadın olmak zor. Günün birinde bir kadın olarak “feminen hareketler” sebebiyle bir kadın olarak benim dışlanmayacağımın garantisini kimse veremiyorsa, uyanışın vaktidir. Göz açmanın vaktidir.

Vakit, “feminen hareketler”in kamusallaştırılmasının vaktidir.

Gözde Demirbilek -www.kaosgl.com

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR