Hafta SonuKitapManşet

Ezberin de ezberini bozan bir kitap: Yarabıçak

0

Yazarımız Ömer Faruk‘un Yarabıçak kitabı hakkında Gülayşe Koçak‘ın K24′te yaptığı değerlendirmeyi özetleyerek sunuyoruz. 

*

… Zihin haritası, bir beyin fırtınası yapma yöntemidir. Ortaya çıkış nedeni, şu: Alışageldiğimiz şartlarda, örneğin bir konuda düşünce geliştireceğimiz veya bir yazının taslağını oluşturacağımız zaman, aklımıza gelenleri satır satır, madde madde, düşüne taşına kâğıda aktarırız; satırlarımız lineer bir hat takip eder. Okurken de satır satır, yine düz bir hat izleyerek okuruz. Konuşurken de sözcükler dudaklarımızdan, zihinde düşünce olarak canlandıkları gibi karışık halde değil, peş peşe, art arda dökülür. Fakat bu yöntemi izlediğimizde, daha yazmaya bile başlamadan, düşüncelerimizi hizaya, düzene sokmuş oluyoruz; tek bir düşünce hattını izlemek zorunda kalıyoruz.

Oysa beynimiz öyle mi? Her an fıldır fıldır! Bir yazı yazmaya giriştiğimizde, birçok düşünce, fikir, duygu aynı anda işgal etmektedir zihnimizi, ama ellerimiz yazarken bu hızı, bu düşünceleri raptedemez. Siz de bu satırları okurken bir yandan beyniniz başka şeyleri de algılıyor – etrafınızdaki sesler, kokular… Kim bilir, belki de çorabınızın lastiği sıkıyor.

Zihin haritası yöntemi, düzen gözetmeksizin, sezgiyle, çağrışımlar yoluyla iş görür. Uzun ve monoton bir malumatlar listesini, beynin çalışma biçimine uygun, renkli bir tür diyagrama dönüştürmeye yarar: Üzerine düşünmek, beyin fırtınası yapmak istediğiniz kavramı yan yatırılmış, çizgisiz bir kâğıdın ortasına yazıp etrafına bir daire çizersiniz, sonra aklınıza gelen HER şeyi, alakalı-alakasız, akıllı-saçma ayırmadan, asla sansürlemeden, son hızla zamana karşı yarışarak ve tamamen serbest çağrışımla ortadaki daireden, kavisli – yuvarlak hatlarla, eğik güneş ışınları gibi dallandırıp budaklandırarak bir “harita” çıkartırsınız ortaya. Bu işi renkli kalemlerle de yapabilirsiniz, resimler de çizebilirsiniz.

Ömer Faruk’un gerek Bir Aşağılama Aracı olarak Çöp kitabında, gerekse Yarabıçak’ta sık sık zihin haritası yöntemi geliyor aklıma, fakat Ömer Faruk, ezberin de ezberini bozuyor:

600 sayfalık Yarabıçak, araya Yelda Baler’in fotoğraflarının serpiştirilmiş olduğu beş alt-kitaptan oluşuyor; bunlar, yazarın kimi zaman “felsefe” yaptığı, kimi zaman anılara ve anlatılara daldığı alt-kitaplar, fakat hepsinin ortak özelliği, yapıları:

Zihin haritasını yazar sanki tersine çevirmiş, yani kitaplarının mimarisi, tersinden başlanmış birer zihin haritası gibi: Yazıyı merkezdeki kavramdan dışarıya doğru işlemiyor -ki aslında bu da sınırlayıcı-, haritanın dış kenarlarının sınırlarında hafif dokunuşlarla seyrediyor; sanki buralardan içeriye, içinde hiçbir şey yazılı olmayan boş bir daireye, bilinmeyen bir merkeze doğru işleyen bir yapı var – meselenin bilinmeyen “öz”üne ulaşmaya çalışırcasına.

Mülkiyet duygusunun çeşitli tezahürleri

Ömer Faruk’un çeperlerde ele alır göründüğü konular herkese pek hitap etmeyebilir – çöp, dışkı… Ama Yarabıçak’ın asıl dokusuna örülmüş ana ipliklerden en önemlileri mülkiyet, duvarlar, sınırlar gibi, esasında sonunda “özgürlük” meselesine bağlanabilecek kavramlar.

“Kelimeler”in de çok üzerinde duruyor; okudukça gerçekten de mülkiyet, duvarlar, sınırlar, kelimeler, özgürlük, hepsinin ve her şeyin ne kadar iç içe olduğunu kavrıyorsunuz. Ömer Faruk kelimelerin, kısıtlılıkları nedeniyle düşüncelerimizi de nasıl sınırladığına ve hizaya soktuğuna dikkat çekiyor. Okurken sizin de beyninizde pıtrak gibi yeni fikirler canlanıyor; Yarabıçak, çok ilham verici bir kitap!

… Yarabıçak’ı okurken, mülkiyet duygusunun ne çeşitli tezahürleri olabildiğine ayılıyorsunuz!

… Ömer Faruk’un Yarabıçak’ta, Mahmut Memduh Uyan’ın kitabından (Ben Bir İnsanım) zikrettiği bir olay, mülkiyetin daha da çarpıcı bir boyutunu ortaya koyuyor: İstanbul Gayrettepe Polis Merkezi’nde tutuklu bulunan Uyan’a, bir evin adresini ele vermesi, “konuşması” için 35 gün insanlık dışı işkenceler yaparlar; Uyan direnir ve konuşmaz. Derken bir gece memurlardan biri, evde üç çocuğu olduğundan, eve odun, kömür alamadığından, zor geçindiğinden dem vurarak, Memduh sen iyi insansın, bana yardım et, şayet konuşursan terfi eder, ikramiye alırım, ailem ihya olur, mealinde yalvar yakar Uyan’ı bu kez tatlılıkla ikna etmeye çalışır; yine nafile. Nihayet sorgulanmak üzere Uyan’ı Ankara’ya gönderecekler; aniden ortaya çıkan bu rekabet karşısında İstanbullu polislerin paçası tutuşur: “Konuşacaksan bize konuşacaksın, ibne… Seni biz yakaladık! (…) Konuştuğunu bir duyalım, seni alır gebertiriz!” (sh. 552).

Yani bir anlamda, sen bizim mülkümüzsün, bize sadakat borçlusun; bizi aldatamazsın! demeye getirirler…

“Mülkiyet” kavramıyla bağlantılı olarak Ömer Faruk’un zihin haritasının çeperinde dolaşan farklı kavramları ele alışındaki sıradışılık başınızı döndürüyor, peş peşe sizin de zihninizde kıvılcımların çakmasına yol açıyor.

Örneğin “sınır”… Sadece kapı, kilit değil; “aile” dahil, insan icadı her şeyin, ama her şeyin sınır olduğuna, bu sınırların bizi korumaktan ziyade, bizi gerçekte içeriye hapsettiğine ayılıyorsunuz.

İnsan icadı en büyük malik’in ise ulus devlet olduğunu kavrıyorsunuz.

Çingeneler

Kitabın çok önemli bir bölümü, Romanlara tahsis edilmiş… “Çingeneler”, kitabın en ilginç bölümlerinden biri. Ömer Faruk dünyayı, hayranlık duyduğu ve sınır tanımayan çingeneler üzerinden yeniden okumaya girişiyor; çok ezber bozan bir bölüm.

“İnsanlık tarihine kısaca göz attığımızda bile elleri kana, katliama, günaha ve suça en az bulanmış halk olduğunu söyleyebiliriz Çingenelerin. Devlet kurmamış, kale yapmamışlar, düzenli orduları, bayrakları, milli marşları, ulusal önderleri, kahramanları, anıtları yok.” (sh. 463).

Ömer Faruk’un “çingeneler”e hayranlığını iki kelimeyle açıklayabilecek en önemli nedeni, yine yazarın kendisinin zikrettiği başka bir yazarın ağzından duyarız:

“ ‘Normallik, ölümdür.’ Theodor W. Adorno”. (sh. 375).

Yarabıçak, bir yanıyla rahat kaçıran, diğer yanıyla rahat akan, keyifle okunan bir kitap. Çıkılan, kafa karıştırıcı, ezber bozucu bir yolculuk, ama Ömer Faruk sizi kaderinizle baş başa bırakmıyor; okur olarak elinizden tutup adım adım yazar yolculuğuna ortak kılıyor; kaybolmuyorsunuz. Ömer Faruk’un diğer kitaplarıyla, yazarla Mister Fa’nın ilişkisiyle biraz aşinalığınız varsa, zaten nispeten sağlam / tanıdık topraklara ayak basmış gibi oluyorsunuz.

Ömer Faruk’un üzerinde kafa yorduğu ve Yarabıçak’ta ele aldığı önemli konulardan biri, Türkiye’de muzdarip olduğumuz zihinsel kalite krizi. Bu seviye düşüklüğü her alana yansıyan entelektüel bir kriz –ilişkiler, edebiyat, bilim…

Ömer Faruk’un uzun uzun anlattığı “çingeneler”in sınır, kural ve mülkiyet tanımazlığına benzer şekilde; kitabın sonunda, tabuların yıkıldığı; zamanın, mekânın, inançların ve her şeyin birbirine girdiği bir “Karnaval” bölümü var ki, kitaba apayrı bir şenlik katıyor! Uzun uzun anlatılan Karnaval, bence rengârenk, katman katman bir kitap olarak Yarabıçak’ı tanımlayacak en güzel ve en yerinde metafor: İkisi de insanın beyin kıvrımlarını gıdıklıyor. İkisi de sefil halimize hiç acımaksızın projektör tutuyor. Kendimizi içine soktuğumuz paradokslar, çıkmazlar… Zalimliğimiz… İkiyüzlülüğümüz…

İkiyüzlülükler

“Projektör” ve “ikiyüzlülüğümüz” derken – kitapta eski sol örgütler de bu ifşaattan bol bol nasiplerini alıyorlar: Ömer Faruk alimallah hiç kimseyi kayırmıyor; pek de alışık olmadığımız şekilde, eski soldaki zulümle ve ikiyüzlülükle yüzleşiyor.

1970’lerde sol örgütlerin uyguladıkları, yobaz dinci tarikatları aratmayacak o inanılmaz cinsel – ahlaki baskılar… Kızlara yapılan “bacı” muhabbeti… Kızların etek boylarından tutun, sözüm ona devrim yapmayı tasarlayan bu örgütlerin takıldığı kılık kıyafet ve davranış kodları, bunları ihlal edenlerin maruz kaldığı aforoz…

Bu anlamda Yarabıçak aynı zamanda bir dönem kitabı; ben de Ömer Faruk’un kuşakdaşı olarak, kitabın bu bölümlerini okurken her şey öyle aşina geldi ki!

1970’ler dönemine ve eski solcuların ahlakçı zihniyetine ışık tutmak babında, Ömer Faruk kitapta, bir zamanlar ODTÜ’de dağıtılmış bir sol bildirinin fotoğrafına da yer vermiş. Şimdiye kadar varlığı inkâr edilen, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde de yer almayan bu bildiri, bu kitapta ilk kez yayımlanıyor. Dönemi yaşamış olanlar için çok eğlenceli, adeta nostaljik bir bildiri; burada iki paragrafını paylaşmak isterim:

“(Bizler), faşizmin katlettiği arkadaşlarımız için, faşizmi lanetlemek ve mücadele bilinç ve kararlılığımızı yükseltmek için forum yaparken, aynı anda çimenlerde, şurada burada erkek ve kız arkadaşların kayıtsız ve saygısızca diye nitelendireceğimiz ilişki ve davranışlarına tanık olmak utanç vericidir.

ODTÜ gibi devrimci mücadelede sesini duyurmuş, yerini belirlemiş bir okulda, jandarma ve işçilerin böyle davranışlara tanık olmasının onlar üzerinde nasıl olumsuz bir etki bırakacağını, burjuvazinin yalan ve iftiralarına kanmalarına nasıl bir zemin hazırlayacağını düşünmeli ve bunu hiçbir zaman akıldan çıkartmamalıyız.” (sh. 560).

Erkek bakışı

Burada yeri gelmişken kadın arkadaşlarımı uyarayım: Yarabıçak, çok “erkek”, hatta belki kimine göre maço denebilecek bir kitap. Burada “maço”nun sözlüklerde yer alan kaba, görgüsüz, kadını hor gören erkek tanımını kastetmiyorum, hatta tersine: Ömer Faruk kitap boyunca sık sık erkeklerin eksikliklerine, zaaflarına, duyarsızlıklarına vurgu yapıyor. (“Erkek küçülebilen bir yaratıktır.” – sh. 500). Kastettiğim, baştan sona -kadınlara bakış başta olmak üzere- hep bir erkek bakışı, bir erkek değerlendirişi ile karşılaşıldığı; kitabın dili, erkek ve eril bir dil. Bu yanıyla kitabın kadınları olduğu kadar yer yer erkekleri de rahatsız edebileceğini düşünüyorum.

Fakat bu maçoluğun içinde bir kırılganlık var; buradaki erillik şiddet yüklü veya düşmanca değil, aksine buram buram hüzün kokuyor. (Kim bilir, aslında belki de maçoluk veya erillik zaten hüzünlü bir durumdur…) Kitapta anlatılan hikâyelerde pek çok konunun boş bırakıldığını fark ediyorsunuz; anlatılanlar kadar, anlatılmayan da çok şey var ve bunlar anlatılanlar kadar önemli; genel tablonun tamamlayıcıları.

…Evet, kitapta kadınlara bakış bir yandan erkekçe, ama ezilen ve hakları yenen, ayrıca cinsel haklarından mahrum bırakılan kadınlardan yana tavır, bazen açık, bazen gizli biçimde karşımıza çıkıyor.

Anne, oğlun beni kalaylamıyor!” Bu türkü dizesi, anlatıcıyı çok etkiliyor:

“Örgütlü kadın hareketlerinin ‘bedenlerini salt savunmak’ yerine ‘bedenlerini sahiplenerek karşı atağa geçmesini’ de gözeten bu ‘yaratıcı pervasızlığı’ neden edin(e)medikleri üzerine çok düşündüm – açıklayamadım.” (sh. 455).

Cinsel açıdan erkeklerden çok daha aktif ve atılgan olan çingene kadınlarını bol bol konu eden anlatıcı, Melih Cevdet Anday’ın “Raziye” romanına yer yer atıfta bulunuyor – kadınlardaki bu “yaratıcı pervasızlık” karşısında şaşakalan erkekleri, bir nevi “erkekliklerinde boğulan erkekler” olarak sunuyor.

Bolca küfür ve açık saçıklık var kitapta; buna karşılık bu konularla hiç ilgisi olmayan bir şekilde çocuk teması, çocuk hakları teması karşımıza çıkıyor sık sık.

“Çocuğu küçük yaşta sünnet ederek bedenini yaralamak zalimliktir!”

“Çocuk parklarının mabet ve okullardan daha az olduğu her toplumsallık çocukların çocukluklarını gasp eder!”

“Âşık olmadan çocuk yapmak suçtur!” (sh. 269).

Davet ve yolculuğun sonu

Peki, Ömer Faruk’un şaşırtıcı zihin haritasının içeriye, merkeze, ruh’a, öz’e yönelen yolculuğunda nereye varıyoruz?

Bir kere, Yarabıçak bir davet: Bizleri kendi yaralarımızı cesurca bıçaklamaya davet ediyor Ömer Faruk; hepimiz hem yarayız, hem bıçak. Yaralığımızla ve bıçaklığımızla samimiyetle yüzleşmeye ve bunu açık açık deklare etmeye bir davet.

Fakat bu davete icabet etmenin zorlukları var; kitap tekrar tekrar bunlara dikkat çekiyor: Geçmişi değerlendirişimizdeki zaaflarımız… Düşünme ve görme sınırlılıklarımız… Akıl almaz ikiyüzlülüğümüz… Kibrimiz… Hele de çıkmazlarımız: Yüzleşmeler sırasında bir şeylere silah tutmak isteriz, ama Ömer Faruk’un işaret ettiği üzere, o silah bize ait bile değildir; dahası, silahı üreten ile silahı kullananın kapasitesi arasında dünyalar kadar fark vardır; böyle olunca geriye kalan tek çare, kendimizi silaha dönüştürmektir!

Kitap pek çok açıdan çok-katmanlı olduğundan, rüya, kurgu, hakikat sık sık iç içe geçiyor, anlatıcı, yazar, Mister Fa ve başkaları girift bir şekilde birbirine karışıyor. Tıpkı kitapta anlatılan çingenelerin, “Gaco”ların kafasını karıştırmak için başvurduğu şaşırtmalı dil gibi veya tarif edilen karnaval sahneleri gibi, kitap olarak Yarabıçak’ta da sık sık böyle bir şaşırtmalı dil kullanılıyor:

Hani küçük çocuklar eğlenmek için apartman zillerini çalıp kaçarlar ya… Bu da yine sınırlarla, mülkiyetle bağlantılı bir eğlencedir: Hem ziller hem de vakit, sonuçta büyüklere ait, büyükler için değerli “şey”lerdir; büyüklerin bu mülklerine dokunmak ise onların tahammül sınırlarını test ve tahrik ettiği için zevklidir ya…

İşte, Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp’te de, Yarabıçak’ta da Ömer Faruk, şaşırtmalı dilin yanı sıra, araya mutlaka müstehcen bir fıkra, komik bir hikâye, bir deyiş veya olay serpiştirip, zili çalıp kaçıyor! Bana sorarsanız bu zil çalmalar, ciddi konuların arasına birer soluklanma fırsatı sunuyor.

Son olarak şunu söylemek isterim:

Ömer Faruk kitap boyunca büyük bir sabır ve dürüstlükle, ortaya attığı en ufacık düşünce kırıntısı için bile kimden, neden, hangi kitaptan veya filmden esinlendiğini yazmış, ki bence bu, çok kıymetli ve pek az kişinin gösterdiği bir ahlaklılık. Bununla da yetinmemiş, okurların yararlanması için kitabın sonunda büyük bir cömertlikle, referans aldığı kitap ve filmlerin kapsamlı listesini sunmuş; bu liste kitaba apayrı bir değer katıyor.

Kitaptan bir paragrafla bitireyim:

“Hayatın tartışılmaz iki temel gerçeği vardır: Doğum ve ölüm. Aradaki döneme hayat diyoruz. Ölüm kaçınılmaz, tamam; bütün sorun, ölümün gölgesinde mi yoksa doğumun neşesinde mi yaşayacağız? Yasla mı yoksa gülümsemeyle mi yürüyeceğiz; ölüm bizi ele geçirerek bir cesede mi dönüştürecek yoksa bedenini ele geçiren bir varlık olarak neşeye mi sahip çıkacağız? (…) Aslında soru çok ama çok basit: Doğumu mu seveceğiz yoksa ölümü mü?” (sh. 354)

*

  • Bir Aşağılama Aracı Olarak Çöp, Ömer Faruk, Yeni İnsan Yayınevi, 256 sayfa
  • Yarabıçak, Ömer Faruk, Yeni İnsan Yayınevi, 608 sayfa

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.