Hemen hepimiz yin yang sembolünü biliriz. Bir tarafı siyah, bir tarafı beyaz bir daire; beyazlığın içinde siyah bir nokta, siyahlığın içinde beyaz bir nokta… Yin yang sembolü bize, karşıtlı ikilik diye tanımladığımız şeylerin aslında bir bütünün parçası olduğunu öğretir. İyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, güneş ve ay, erkek ve kadın, beynin sağı solu, ve benzeri karşıtlıklar aynı bütünün parçası ve tamamlayıcısıdır. Dahası, bir rengin içindeki diğer renge ait nokta, bir tarafın diğer taraftan da bir şeyler taşıdığını niteler. Kötülüğün içinde iyilik, erkeğin içinde kadın, güzelliğin içinde çirkinlik…
Postmodern batı akımlarının yeni vardığı bu “karşıtlı ikiliğin bütünlüğü” kavramı, binlerce yıllık geçmişe ait Hindu, yogik ve Tantrik yaklaşımlarda açıkça görülür. MÖ 1500 yıllarında yazıldığı düşünülen Veda’lar ve hemen hemen aynı döneme dayanan Tantra öğretilerinde ilahi Tanrı ve Tanrıçalar’dan bahsedilir ve Tanrılar kadar Tanrıçalar’a da hürmet edilir. Bu anlayışlarda Tanrıça, Tanrı’nın arkasındaki güç değil, bilakis içindeki yaratıcı güçtür ve Tanrıça gücü olmadan Tanrı, Tanrı olamaz. Tıpkı yin yang sembolünü ya da beyni ikiye bölemeyeceğimiz gibi. Yogik ve Tantrik metinlerde tanrılar bilincin (consciousness), tanrıçalar ise yaratıcı güç shakti’nin bedenleşmiş halidir.
Saiva Tantra yazıtlarında evrenin yaradılışı şu şekilde hikaye edilir. Her şeyin sahibi ve ta kendisi olan Tanrı Shiva (bilinç) her zamanki gibi tüm varlığı ile sakince oturmaktadır, etrafında yılanlar ve tüm yaratıklarla ve hiç bir şey olmamaktadır. Birden karşısına bir kadın görüntüsü çıkar; shakti’nin bedenleşmiş hali Param. Shiva şaşkınlıkla bağırır: “Sen de kimsin?!” Param, küçümseyerek karşılık verir; “Asıl sen kimsin?!” Öfkelenen Shiva, “ben her şeyim,” der, “eğer sen varsan, benim bir parçam olmalısın!” Şuh bir kahkaha atan Param, “öyleyse yok olayım da gör,” der ve birden gözden kaybolur. Shiva şaşkınlıkla kalır ve sorar; “bütün sesler nereye gitti?” Sonra bir OMM (aum) sesiyle geri gelir Param. Birbirlerinin varlığını ve bütünlüklerini kabullenirler. Hani çocukken bir arkadaşımızla karşılıklı elele tutuşur, ayaklarımız birbirine yakın dönerdik ve bu dönüş gitgide hızlanır, birimizin elini bırakmasıyla bir tarafa fırlama tehlikesi yaşardık… İşte Shiva ve Shakti bir gün elele dönerek dans ederken, yavaşça parçalanmaya başlarlar. Bu parçalanışla evrenin oluşmaya başladığı, eril bilinç ve yaratıcı dişil gücün parçalarının tüm evrene olduğu gibi insan bedenine de dönüştüğünü anlatır Saiva Tantra. Bu parçalanış hızlandığında Shiva sorar, “ya kendimizi insan bedeninde unutursak?”.
“Merak etme,” der Shakti, “ben bizi hep hatırlatacağım.” İşte denir ki, çocukların annelerini isterken çıkardıkları “nnnn, nnnn” sesi, aslında yaratıcı güç, her şeyin kaynağı ve ana tanrıça Shakti’ye bir çağrıdır. Saiva Tantra takipçileri, yaradılışın sesi aum’un arkasına bir de “nnn” sesini eklerler. Bu sesi çıkarmak için dilin, dokunduğu üst damak ve ön dişlerle birleştiği yer ise dişil güç noktası olarak tanımlanır.
Ses dalgasından, enerjiden ibaret bedenlerimizin yaradılış hikayelerinden biri bu. Pek çok metinde Shiva ile Shakti’nin dansına ait değişik hikayeler var. Ama hepsinin ortak noktası, evrenin yaradılışının eril bilinçten çok, bilinci harekete geçiren bir enerji vasıtasıyla olduğu, bu güç olmasa hareketin ve yaradılışın mümkün olmayacağı. Tanrı/Tanrıçalara inanmasak da yaratıcı güç, ana tanrıça Shakti, kadın/erkek hepimizin bedeninde varolan bir enerji. Nasıl bir anne çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılarsa, ihtiyacımız olan yaşam enerjisi de evrenden, ulu tedarikçiden gelir. Yani Shakti, evrensel annedir.
Shakti’ye içinde varolduğumuz ve yaşadığımız evrenin ta kendisi demek de mümkün. Shakti’nin Shiva ile titreşimi, metinlerdeki tabiriyle dansı, evrendeki genişleme ve büzülmenin nedeni. Bir kuşun kanat çırpması, hayatta iyi ve kötü anlarımızın olması, hatta gündüz ve gece, güzel ve çirkin, iyi ve kötü, beynimizin sağı solu, duygu ve düşünce, yin ve yang, işte bu dansın bir bütün olarak yansıması, erillik ve dişillik aynı ölçüde, bir ses kadar bize yakındır.
Bizler, aldatıcı zaman ve mekan düzleminde, evrensel bilincin ve bütünün mikrokozmik nabız atışları, bu titreşimin bedenleşmiş haliyiz. – Parama Shiva
Yeşeren Olgu Alibeygil