Emanet Oy – Tanıl Bora

Oy dediğiniz, zaten hep emanet değil mi? Kaydı hayat şartıyla değil, bir dönemlik, birkaç seneliğine verilir. Atadan-dededen hep aynı partinin seçmeni denenler için bile öyle: memleketimizde partileri bazen kapatırlar, bazen partide dertler, çalkalanmalar olur, küserler, başkasına ödünç verdikleri veya hiç oy vermedikleri olur. Oy, zaten bir emanet (Anarşist bir slogan: “Vekâlet rezalettir!” der).

HDP’nin barajı taşırmasını sağlayan oy infilakında, olağan kaynakların dışından, başka mahallelerden, ekstradan gelen katkılar üzerine konuşurken, önceleri “ödünç” sıfatı yeğleniyor, ödünç oylardan söz ediliyordu. Hatta HDP adayları da kullandılar bu sıfatı, “ödünç oy istiyoruz” dediler. Hasımları da bazı bölgelerde CHP’nin HDP’ye mahsus ödünç oy kaydırdığı iddiasında bulundular; sözgelimi bütün husumetlerin kör bıçağı Melih Gökçek, ısrarla söyledi bunu. “Nötr” seçim değerlendirmelerinde de “HDP’nin ödünç oyları” terimi defalarca kullanıldı.

Terimin mucidi, Süleyman Demirel’dir. 1991 Genel Seçimleri’nde Doğruyol Partisi için ödünç oy istemiş, epeyce de almıştı. DYP sözcüleri, ödünçlüğü vurgulamak için “bir kereliğine” bile demişlerdi yanlış hatırlamıyorsam. “Ödünç”, alıcısını rahat ettirmeyen bir statü. Sana ait olmadığı belli, geri alınacağı belli. İktisadî imâsı fazla güçlü – “Ödünç cesaretlerle” şairine hürmetimiz sonsuz olsa da…

Ödünç yerine emanet sıfatı tercihi, galiba seçim gecesi netleşti. HDP adına yapılan ilk açıklamada Ankara milletvekili (“HDP Ankara milletvekili” diye bir şey, ne güzel bir mucize, bu arada!) Sırrı Süreyya Önder: “Aldığımız oyda emanet oylar olduğunu iyi biliyoruz. Onları mahcup etmeyeceğiz. Hakkını vereceğiz,” dedi. Sonra, parti eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, yine emanetli ve mahcubiyetli cümleler kurdu: “Bize emaneten oy vererek de HDP’nin Türkiye’de demokratik siyasetin önünü açmasını isteyenleri de mahcup etmeyeceğiz. Emaneten bizde duranları gönülden HDP’li yapmak için daha çok çalışacağız.”

Emanet, ödünçten farklı vaadleri olan, sıcak bir sıfat. (Argodaki kullanımını bir kenara bırakıyorum, barış sürecine terstir.) “Sana emanet” sözünün duygusunu düşünün. Emanet, herhangi birine değil, güvenilen birine verilmiştir. Emin olmakla, emniyetle aynı kökenden geliyor bu kelime. Emanet verdiğiniz kimseye, emanetinize sahip çıkacağına, kollayacağına dair bir sorumluluk yüklemiş, bir salâhiyet atfetmişsinizdir. Emaneti alan, emaneti verenin hassasiyetini gözetecek, onun sorumluluğunu duyacaktır. Emanet ahlâkı, bir empati kurumudur, neticede. Önder ve Demirtaş’ın sözleri, –“mahcup etmeme” taahhüdü de önemli burada–, emanet kelimesinin sorumluluğuna, salâhiyetine talip olduklarını, bu kelimenin duygusuna, sıcaklığına sarıldıklarını söylüyor bana.

HDP’nin seçim kampanyası, oydan ötesine uzanan bir emanet ilişkisinin ipliğini dokumadı mı zaten? Kürt, Türk, Müslüman, Alevi, Ermeni, Ezidi, kadın, erkek, LBGTİ… diye sayılıp giden kimliklerin kendini birbirine emanet etmesinin imkânını, –sadece mebus adayı listesiyle bile–, anlatmadı mı? Kimliklerden öte, “İnsana insana emanettir” fikrinin canlanıp kanlanması için (ne yazık ki sadece mecazen de değil) bir ümit kapısı açmadı mı?

Kök HDP oyunu üçe katlayan bir Batı vilayetindeki bir kıymetli arkadaşımı aradığımda, şöyle ifade etti sevincini ve işin sırrını: “Birbirine hiçbir yanıyla benzemeyen, benzememe halinden rahatsız olmayan ama birbirini anlamaya çalışan bir avuç insan, hep bizle kalası bir amatörlükle çalıştı”… Benzemezlerin birbirlerine emniyet etmesi, kendilerini birbirlerine emanet etmesi… Arkadaşlığın sırrı… Bir başlangıç yapabilmenin sırrı… Birbirine kendi haklılığını, kendi “en…”ini kanıtlamak yerine, beraber bir şey yapmaya yoğunlaşabilmenin sırrı.

Emanet oyların bir kısmı sahiden ödünç ve âriyettir, ertesi sabah geri almaya karar vermiş olanlar bile vardır aralarında. Emanet ehline güvenecek, güveni pekişecek olanlar da çıkacaktır; asıl önemlisi emanet ilişkisini birilişki olarak yaşayanların da çıkmasıdır. HDP sözcülerinin “emanet” kelimesine yükledikleri duygu, oydan ötesini söylüyor. Emanet ilişkisinin, anlamaya, anlaşmaya, temasa, ele ele tutuşabilmeye açılan ufkunu gösteriyor.

Ernst Bloch’un Umut İlkesi’nde “homo homini lupus”a (insan insanın kurdudur) karşı çıkardığı “homo homini homo” şiârının ufku bu: İnsan insana muhtaçtır; insan, insanlarla insandır. İnsan insana emanettir. Birbirimize emanetiz.

Bu yazı birikimdergisi.com/ dan alınmıştır

32.Tanıl Bora

 

Tanıl Bora

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR