Bir çok ekolojist, siyasetçi ve doğa hakları savunucusu hukukçunun öncülüğüyle oluşturulan Ekolojik Anayasa Girişimi meclis başkanlığına sunulan anayasa önerilerini değerlendirerek bir açıklama yaptı. Açıklamada TBMM’de grubu bulunan Siyasi Partilerin Meclis başkanlığına sundukları anayasa önerilerinde Doğa’nın bir hak öznesi olarak tanınmadığını ve çoğunda doğa haklarına yeterince önem verilmediğini gördüklerini belirten Ekolojik Anayasa Girişimcileri bu önemli eksikliğe dikkat çekmek ve 2 Ocak 2012’de Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunduğumuz önerilerimizi hatırlatmak için bu açıklamayı yapma gereği duyduklarını belirtiyorlar.
Doğa’nın bir hak öznesi olarak tanınması ve Doğa’nın haklarının anayasal güvence altına alınması Türkiye’nin çözüm bekleyen acil meselelerinden bağımsız olmadığını söyleyen Ekolojik Anayasa Girişimi yeni anayasanın demokratik, eşitlikçi ve sivil olması kadar ekolojik de olmasını talep ediyor.
Ekolojik Anayasa girişiminin 2 Ocak 2012’de Meclis Anayasa uzlaşma komisyonuna sundukları önerinin başlangıç cümlesi şöyleydi:
“Bu Anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet aldığı bilinciyle doğayla uyum içinde yaşamaya söz veren Türkiye vatandaşları tarafından yazılmıştır”
Ekolojik Anayasa Girişimi’nin açıklaması :
Bizim savunduğumuz Ekolojik Anayasa anlayışı insanı doğanın efendisi olarak gören bir anlayış yerine insanı doğanın anlamlı bir parçası olarak görecek şekilde yeniden tanımlar, doğayı kaynak olarak değil varlık olarak görür, emanetçilik anlayışını benimser ve ihtiyatlılık prensibiyle hareket etmeyi önerir.
Ekolojik Anayasa su, hava, genler, tohum ve doğanın diğer unsurları doğal varlıklar olarak görür, kaynak olarak nitelendirilmesine karşı çıkar. Bu varlıkların Doğa’nın bir parçası olarak kabul edilmesini ve onlara bağlı yaşayan tüm canlıların ortak kullanımında olmasını savunur.
Ekolojik Anayasada doğal varlıklar mülkiyete tabi olmamalı, kendileri veya genetik bilgileri hiç bir şekilde patentlenememeli ve kamusal kullanımları ekolojik dengeler öncelikli tutularak güvence altına alınmalıdır.
Geleneklerin, dilsel ve kültürel çeşitliliğin, biyolojik çeşitliliğin algısı ve yaşatılmasındaki rolü dikkate alınarak, geleneklerin farklı dillerin ve kültürlerin korunması ve kendini gerçekleştirme ve geliştirme hakkı anayasal güvence altına alınması da ekolojik anayasa anlayışının gereğidir.
Her canlının temiz ve ücretsiz suya ve sağlıklı gıdaya erişim hakkı vardır. Devlet, ekolojik anayasa gereği herkesin temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişmesini sağlamak için gerekli önlemleri almak zorundadır.
Hayvanların da bizler gibi hakları olduğu ve bunların başında yaşam hakkı ve eziyet görmeme hakkı olduğu Anayasa’da kabul edilmelidir. Türlerin devamlılığı ve yavru canlıların anneleri ile serbest ve doğal bir gelişim sağlama hakkı gözetilmelidir.
Yeni Anayasada kamu yararı, üstün kamu yararı ilkeleri ekoloji merkezli bir bakış açısıyla yeniden tanımlanmalıdır. Üstün kamu yararı gereği tüm canlıların haklarının korunması ve ekolojik dengenin devam etmesi emanetçilik anlayışıyla yorumlanmalıdır. Devlet, tüm faaliyetlerde doğal varlıkların kendilerini yenileyebileceği şekilde kullanılmasını sağlamak için ihtiyatlılık ilkesi çerçevesinde gerekli önlemleri almak zorunda olmalıdır.
Ekolojik Anayasa Girişimi olarak Doğa’nın da bir hak öznesi olarak tanınması, bu hakkın tanımlanıp, çerçevesinin çizilerek anayasal güvence altına alınması talebimizde ısrarcı olmaya devam edeceğiz.
(Yeşil Gazete)