[Doğum ve Ötesi] yazı dizisinde okuyacağınız hikayeler annelerin ağzından anlatılmış olacak. Bu diziyi doğal doğumun anne ve bebek açısından öneminden yola çıkarak başlatmaya ve Yeşil Gazete’nin konvansiyonel olmayan bakış açısını doğum hikayelerine de taşımaya karar verdik.
Bununla birlikte gerektiğinde hayat kurtarıcı olan sezaryen hikayelerine de yer vereceğiz. Bu deneyimlerin kadınların kendi içlerindeki güce güvenmeleri için cesaret verip, doğumlarını sahiplenmeleri, mutlu doğum hikayelerine sahip olabilmeleri için destekleyici olmasını ümit ediyoruz.
***
İnanç, kadın doğum doktorunu değiştirmek zorunda kalmasıyla sezaryen olabileceği gerçeğiyle yüzleşmiş, ancak hamileliğinin 32. haftasında yollarının tesadüfen kesiştiği doktoruyla yolculuğuna mutlu bir şekilde devam etmiş. Hikayesi 5 sene öncesine ait. Yazının orijinaline buradaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz
1 Aralık 2013
“Özgürlük Parkı’na gittik. Festival gibi bir etkinlik vardı. Arkadaşlarımızla karşılaştık, hep beraber neşe içinde dans ettik. Laf arasında “Bu arada ben bugün doğuruyorum. Suyum geldi. Muhtemelen akşama doğuracağım” dediğimde hepsinin yüzündeki şaşkınlık hala gözümün önünde…”
Eyvah sezaryen kapıda! 32. haftada içine düştüğüm kaos. Huzur içinde geçirdiğim hamileliğimin 32. haftasına geldiğimde çalıştığı hastanenin doğum tarifesi bütçemize çook yüksek gelince beni yıllardır takip eden kadın doğum doktorumla yola devam edemeyeceğimizi anladığımda içimde huzurdan eser kalmamıştı.
Yandaki goril misali iki elim başımda kara kara düşünür olmuştum. Hele bir de üzerine internette yaptığım araştırma ile Türkiye’de doktorların yüzde sekseninin epizyo yaptığı, hemen hepsinin sezaryene yönlendirdiği gibi acı gerçeklerle karşılaşınca içim hepten kararmıştı.
Daha önce doğum yapmış eşten dosttan çekincelerimi de belirterek tavsiye istemeye başlamıştım. Gelen tavsiyelerden birini değerlendirip bir zat-ı muhteremin muayenehanesinde buldum kendimi. Bu kişi elimde 32. haftaya dair ultrasonografi çıktıları olduğunu söylememe rağmen beni tekrar ultrasona aldı. “Bebeğinin kafası çok büyük, normal doğum için söz veremem” gibi cümleler kurdu. Hatrı sayılır bir muayene faturası, elime tutuşturulmuş, hastane tarifelerinin yazdığı kağıt ile beraber kendimi muayenehanenin karşısındaki parkta buldum. Zihnimi boşaltmaya çalışıyordum ama imkansızdı. Bir sürü soru, endişe dolaşıp duruyordu kafamın içinde.
O an sanki bir işaret gibi telefonuma başka bir öneri mesajı geldi. Adres bulunduğum yere çok yakındı. Mutsuzdum ve hayal kırıklığı yaşıyordum. İsteksizce numarayı çevirdim ve randevu aldım. Sıcacık bir gülümseme karşıladı beni. Hikayemi anlattım. Normal doğum yapmak istediğimi söyledim. Pahalı hastanelerin bütçemi aştığını belirttim. Hepsini anlayışla dinledi Gülnihal Hanım. Doğumumu bir şartla yaptırabileceğini belirtti. Epidural ve suni sancı vermemek koşuluyla… Tam da istediğim buydu aslında, düşünmeden atıldım! Sonrasındaki süreçte sıkça görüştük. Doğumuma az kaldığından birbirimizi biraz daha tanımaya çalıştığımız bir süreç geçirdik. Muayenehanesinde hamile yogası ve nefes egzersizi cdleri vardı. Bir de bana perine masajı yapmamı tembihlemişti. Onlardan alarak, içim rahat, yüzümde gülücükle çıktım.
Gökyüzü daha maviydi. Doğum öncesi zihinsel detoks. Artık rotamı belirlemiştim. Çok güvendiğim destekçim (Dr. Gülnihal) ve yol arkadaşım vardı. Her sabah kalkıp yoga, canım istedikçe de nefes egzersizi yapıyordum. Bazen yoga seansı günde ikiye çıkıyordu. Akşamüstleri hava serinleyince Caddebostan sahilde çimenlerde tekrarlıyordum hareketleri. Denize karşı bu egzersizler sadece bedenimi değil ruhumu da dinlendiriyordu.
34.haftada Gülnihal, artık zihnimi boşaltmam gerektiğini, çevremde maruz kaldığım tüm bilgi akışına kulaklarımı tıkamam gerektiğini, artık bebeğimin sağlıklı olduğunu da belirterek kilosunu boyunu ölçse de bana bilgi vermeyeceğini söyledi. Artık tamamen doğuma odaklanmam gerekiyormuş ve bilmem gereken tek bilgi, bebeğimin büyüklüğünün bedenimle çok uyumlu olduğuymuş. Internette gezinmeye, TV izlemeye sınırlama getirdim. Felaket haberlerinden uzak durmaya karar verdim. Şehrin hızlı ritminden sıyrılmak, daha az medya aracına maruz kalmak düşündüğümden daha iyi geldi.
Eşlerin doğuma girmesi tartışması ile 38. haftaya geldik. Eşimin doğuma girmesini çok istiyordum, sağdan soldan bir sürü yorum, tavsiye yağıyordu.
“Erkekler doğuma şahit olunca eşlerinden soğurlar”
“Her erkek doğumda görecekleriyle yüzleşemez, ağır gelir”
Vıdı vıdı vıdı…
Doğum bu kadar travmatik bir şey miydi ki, eşim bundan bu kadar etkilensindi. Ayrıca bu kadar travmatik olduğunu bana düşündürtmek de gerçekten inanılmaz sevimsiz bir tavırdı. Tüm bu yorum sahiplerini hala esefle anıyorum. Umut bu konuda netti. Beni yalnız bırakmak istemiyordu. Her ne yaşanacaksa beraber olmalıydı. Ayrıca doğum deneyimimizden sonra diyorum ki bir erkek destek olacaksa ve bu paylaşımdan mutlu olacaksa doğuma girmeli.Yoksa hiç anlamı yok. Kadın, kendisiyle empati kurmaya kalkışmayacağı ve destek alabileceği başka bir yakınıyla da doğum yapabilir.
Dr. Gülnihal, feminist çizgisini belli eden tavrıyla “Eşinle tanışayım, ona göre doğuma girmesine izin vermeme hakkımı saklı tutayım” dedi. Umut’la tanıştı ve doğumda bizimle olmasında sakınca olmadığını söyledi. Yalnız anneanneleri istemediğini net biçimde belirtti : ). Bu konuda da anlaştıktan sonra belirsizliklerin tümü gitmiş oldu. Artık hep beraber Deniz Çınar’ı bekliyorduk. Her sabah “Acaba bugün olur mu!” heyecanıyla kalkıyordum yataktan.
Anne geliyorum, hazır mısın?
38. hafta içindeydik. Sabah kalktım tuvalete gittim. Çiş yaptığımı sandım önce ama hayır, böyle çiş mi olur? Ben yapmadan kendisi geliyor. Çığlık kıyamet Umut’un yanına koştum. Mutluluk, heyecan, telaş hepsi birbirine geçmişti. Hemen doktoru aradık. Sancı olup olmadığını sordu. “Yok, bir şey hissetmiyorum” dedim. “Telaş yapmadan kahvaltınızı edin. Hastaneye uğrayın, NST çektirin bana gelin” dedi. Doktorun dediğini yaptık. Öğleden sonra saat 14.00 sularıydı. NST’de herhangi bir olağanüstü durum olmadığını söyledi doktorumuz. Muayenede hiç açıklık olmadığını söyledi. Yeşillikler içinde bol yürüyüş tavsiye etti. Özgürlük Parkı’na gittik. Festival gibi bir etkinlik vardı. Arkadaşlarımızla karşılaştık, hep beraber neşe içinde dans ettik. Laf arasında “Bu arada ben bugün doğuruyorum. Suyum geldi. Muhtemelen akşama doğuracağım” dediğimde hepsinin yüzündeki şaşkınlık hala gözümün önünde…
Doktur bu ne!!! Dans mans işe yaramadı. Sancılar gelmiyordu. Eve gittik. Bir şeyler yedik. Yatağa uzandım. Belime sıcak su torbası koymamı söylemişti doktorum. Öyle yaptım. Bir film açtık, komedi izleyelim dedik ama kapağına aldanmışız. Felaketlerle dolu bir dram çıktı. Yarısı olmadan daraldığımı hissettim. Evde vakit geçmeyecekti. Akşam 18.00 gibi tekrar NST çektirmeye gittik. Gülnihal, internetten gönderdiğim sonuçlara baktı. Yürüyüş önerdi tekrar. Bu sefer de Caddebostan sahilinde turlamaya başladık. Sahili neredeyse baştan başa yürüdük. Biraz belim ağrır gibi oldu. Artık evde yatağımda olmak istedim. Biraz uyumalıydım. Nasıl olsa sancılar beni uyandırır diye düşünerek eve geldik. Yatağa yatalı 15 dakika olmuştu. Regl ağrısı gibi bir şey hissettim belimde. Dakika tutalım dedim ama beceremedim bir türlü. Ama heyecandan uyuyamadım. Sonra bir ağrı daha hissettim. Tekrar dakika tutmayı denedim. Çok benzer bir ağrı 6 dakika sonra geldi ve bir 6 dakika sonra daha. Doktoru aradık. Hastaneye gelmemizi söyledi. Gittiğimizde sancılar 2 dakikada bir gelmeye başlamıştı. NST’ye bağladılar. Sancı diyorum ama öyle katlanılmaz olağanüstü bir şey gelmesin akla. Laylaylom takılıyordum hala.
Yaklaşık bir saat sonra Dr. Gülnihal geldi. Aralık kapıdan hemşireyle konuşmalarını duyuyordum. “Damar yolu açmıyoruz, lavman yapmıyoruz, odasına zırt pırt girmeyin, duş almak istiyorsa yardımcı olun” gibi talimatlar veriyordu. Hemşire şaşkın, hatta şoktaydı. Bir de yanında bir sandalye getirmişti. Bu arada ben de kendime pozisyon arıyordum. Biraz keyfim kaçmıştı. Üstüne bir bebek hemşiresi gelip elime 50 soruluk anket tutuşturunca bir anda bütün sinirlerim zıpladı! Hemşireye gitmesini söyledim, ısrar edince de çaresiz sanki sancım gelmiş gibi bağırmaya başladım. Nereye kaçacağını bilemedi ve bir daha beni rahatsız etmeye cesaret edemedi. Yatsam bir türlü, ayakta gezsem başka bir türlü zordu. Bu sandalye ay çöreği şeklinde, hem üzerine kollarımla dayanabileceğim hem de oturduğumda gelip Umut’un bana arkamdan sarılarak destek vermesine izin veren bir yapıdaydı. Sancıların frekansı artmıştı. Sancının yanına bir de aşırı terleme ve üşüme eklenmişti. Vücudum yay gibi gergindi. Ne yapsam bu gerginliği atamıyordum. Kendimi bir türlü gevşetemediğim için de doğum dalgalarını yeterince güçlü karşılayamıyordum. Sanki onca yoga haybeye yapılmıştı!
Bu anda Umut’un telkinleri Hızır gibi yetişti. Yumuşak bir sesle gevşememi söylüyordu. Yumuşak dokunuşlarla kah omzuma kah belime masaj yapıyordu. O anda sihirli sözcükler ağzından döküldü: Yaptığımız en güzel tatili hatırla!
Mavi tura çıkmıştık çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla. Kaygısız, barış içinde bir tatil olmuştu. Bir anda gözümün önüne tekneden ormanı seyrettiğimiz bir manzara geldi. O an teknedeydik, vücudumu tamamen Umut’a yasladım. Tüm kaslarımı elimden geldiğince bıraktım. Sonra güçlü bir üşüme dalgası ile yine kaskatı olmuştum. Tam bu sırada Dr. Gülnihal bize bakmaya geldi. Vücudumun bu kadar kasıldığını görünce belimde birkaç noktaya dokunarak masaj yaptı. Oldukça etkili bir hamleydi ama yetmedi. Bir kas gevşetici iğne yaptı. Hayat biraz daha kolaylaştı o anda.
Sabah 7 sularında açıklık 6 cm’e anca ulaşmıştı. Hemşire gelip ıkınma hissi gelince haber et dedi. Bunu söylemesinden kısa süre sonra hemşireyi çağırdım. Apar topar doğumhaneye gittik. Umut, ebe, ben ve Gülnihal baş başaydık. Ebe bana yeşil kıyafet giydirmek istedi. Geceliğimle kalma konusunda ısrar ettim. Gülnihal ebeye üstelememesini söyledi. Konu kapandı. Artık doğum koltuğunda gelen doğum dalgasını karşılıyor ardından ıkınma hissi gelince ıkınıyordum. Tam karşımda koca bir saat vardı. Geldiğimizden beri yarım saati geçmişti. Ikınmaktan yoruldum. Hiç bağırmamak gerektiğini bildiğim halde artık bağırıyordum, bağırdıkça enerjim düştüğünden halsizleşiyordum. Artık moralim bozulmuş, gücüm bitmeye yüz tutmuştu. Gülnihal’e “Olmuyor, yapamıyorum” dedim. Bana “Bütün kadınlar, doğumun bu aşamasında aynı duyguya kapılır, halbuki işin büyük kısmını başarmış olurlar” dedi ve elimi vajinama doğru götürdü. O anda içimi müthiş bir heyecan kapladı. Gözlerim bir anda yaşlarla doldu. Oğlumun saçlarına dokunmuştum.
Bir şeyler yiyip içmek istedim. Umut biraz meyve suyu ve ceviz içi verdi. Daha iyi hissediyordum. 4-5 güçlü ıkınma sonrasında Deniz Çınar Dr. Gülnihal’in kollarında, bir-iki saniye sonra da benim kollarımdaydı. Ağlamıyordu, sakindi. Göbeği daha kesilmemişti. Göğsüme götürdüm. Sanki aylardır bunu bekliyor gibi heyecanla meme emdi. Sonra göbeği kesildi ve babasıyla beraber doğumhaneden çıktılar. Doğum kesiğinden çok korktuğum halde benim de bir küçük kesiğim olmuştu. Ama burada önemli olan doktorun son ana kadar yapmamak için elinden geleni yapması ve kesiye ilişkin tüm süreçten anneyi haberdar etmesiydi. Birkaç dikiş, plasentanın çıkmasının ardından odamızdaydık.
İnanç Mısırlıoğlu