Ülkelerin ekonomik açıdan büyümesinde ve ekonomik büyümeyle birlikte sosyal ve çevresel açıdan gelişmesinde coğrafi konumları önemli bir role sahiptir. Gelişmekte olan çoğu ülke tropik bölgelerde yer almaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin tropik bölgelerde yer alması, yıllık yağış değişimleri ve çok yüksek sıcaklıkları içeren aşırı iklim olaylarına daha fazla maruz kalmaları anlamına gelmektedir.
Önümüzdeki yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerden, iklim değişikliğine bağlı milyonlarca insanın “çevresel mülteci” olması beklenmektedir. İklim değişikliği kaynaklı bu göç yalnızca insani bir tehdit olarak değil, aynı zamanda uluslararası ve bölgesel güvenlik için de bir risk olarak görülmektedir. Yapılan araştırmalara göre son 20 yılda yaşanan doğal felaketlerin sayısı neredeyse ikiye katlanmış ve 2008’de 20 milyondan fazla insan göç etmek zorunda kalmıştır. Bu durumun daha da kötüleşeceği ve özellikle de sıcaklık dalgalanmaları ile yağışlar ve fırtınaları içeren aşırı hava olayları sonucu gelişmekte olan ülkelerin çok daha büyük felaketlerle karşılaşacağı tahmin edilmektedir. Buna bağlı olarak bölgelerin kırılganlıklarının da artacağı ve bölgede yaşayan nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geleceği ifade edilmektedir. Kırılganlık, iklim değişikliğinin yaşanan coğrafyaya bağlı olarak insanlar üzerindeki etkisi beraberinde, potansiyel kayıplar ve zararlar, olarak tanımlanmaktadır.
İklim değişikliğine karşı savunmasız olduğu düşünülen bölgelerde kıyı şeridinde düşük kotta yaşayan nüfus yoğunluğu oldukça fazladır. Bu alanlar dünya yüzölçümünün sadece % 2’sini kaplamakta ancak bu bölgelerde yaşayan nüfus dünya nüfusunun % 10’unu oluşturmaktadır. Bu bölgeler aşırı hava olaylarından ve deniz seviyesinin yükselmesinden en çok etkilenecek bölgeler olduğu için buralardaki nüfus büyük önem taşımaktadır. Ortalama sıcaklıklarda yaşanacak artışla birlikte buzulların erimesi sonucu deniz seviyesinde meydana gelecek 1 metrelik yükselme bu nüfusu yaşamsal açıdan tehdit edeceği gibi, bir bölgenin coğrafyasının da kaybına neden olacaktır. Örneğin, kıyı şeridinde yer alan Bangladeş’te 1960-2010 yılları arasında 289 adet doğal felaket yaşanmış ve toplam olarak 416 milyon kişi, ölümler, yaralanmalar ve barınma anlamında bundan etkilenmiş, yaklaşık 631 bin kişi yaşamını yitirmiştir. Bu felaketlerin ülkeye maliyeti ise yaklaşık 18 milyon dolardır.
Ayrıca, yüzyılın sonlarına gelindiğinde, tahminlere göre deniz seviyesinde meydana gelecek 1m’lik yükselme Bangladeş’in beşte birinden fazlasının sular altında kalmasına neden olacaktır. Bu da Bangladeş’te kıyı bölgesinde yaşayan nüfusu nasıl bir yaşamsal felaketin beklediğinin açık bir kanıtıdır. Diğer taraftan gelişmiş bir Avrupa ülkesi olan ve yine kıyı şeridinde yer alan Hollanda 1972-2010 yılları arasında 29 adet doğal felaket yaşamış, yaklaşık 2000 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu felaketlerin ülkeye maliyeti ise yaklaşık 4.5 milyon dolardır. Görüldüğü gibi, iklim değişikliğinin etkileri dünya çapında ekonomik, sosyal ve çevresel olarak eşit dağılmamıştır.
Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere göre çok daha erken ve çok daha fazla zarar göreceği rakamlarla kanıtlanmaktadır. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin ekonomik yetersizlikleri ve demografik yapıları dolayısıyla adaptasyon süreçleri çok daha sancılı olmakta ve iklim değişikliğinin bedelini ağır ödemektedirler. Bu bedelin bir ölçüde hafifletilebilmesi, bu bölgelerin ekonomik, sosyal ve çevresel koşullarının ve demografik yapılarının iyileştirilmesine dayanan adaptasyon stratejilerinin acil olarak değiştirilmesi ve geliştirilmesine bağlıdır. Yani aslında, gelişmiş ülkeler kendilerini düşünmeyi bırakıp tüm dünya insanlarını düşünmeye başladıkları zaman, o bölgelerdeki yaşamların kurtarılabilmesi için bir şans yaratılabilir…
Nazan An
Boğaziçi Üniversitesi
İklim Değişikliği Çalışma Grubu