Dış Köşe

Direniş ve mekan – Metin Yeğin

0

Castels; meydanlar, anıtlar ve anıtsal yapıları, ideolojik yapının taşıyıcılığını yapıyor diye tanımlarken, aksine bir meydanın, yılda bir kere de olsa ele geçiriliyor olmasının, o ideolojiyi kırmak olduğunu da söylemek istiyordu mutlaka. Çok şükür ki 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim Meydanı’nda kutlanmasını engellemek isteyerek, her geçen gün manasızlaştırılmış sokaklarımıza yine direniş ruhu katan hükümet oldu. Ortasındaki koca bir çukurla, karnı deşilerek yok edilmek istenen Taksim Meydanı, yine bir arzu nesnesi olarak, direnişin merkezi halini alıyor.

Lefebvre ise 1968 eylemlerindeki barikatları, okul işgallerini mekansallığa işaret eden bir şey olarak tanımlarken, tam anlamıyla 1 Mayıs meydanı olarak Taksim’i anlatıyordu. Barikatlar ve direniş, kendine mekan yarattığında siz artık mekanın ele geçirilmesinden mutlak olarak etkilenirsiniz. Uzun süre iktidar olmanın sersemleştirdiği, her hangi bir hükümetin kavrayamadığı tam olarak budur. Sizi oradan alaşağı edebilmek için mutlak olarak meclis binalarının, resmi konutlarınızın, ordularınızın sevk ve idare merkezlerinin, radyo ve televizyon istasyonlarının ele geçirilmesine gerek yoktur. Direnişin yarattığı mekan üzerine yürüyen mücadele, her şeyi belirler. Bir bakmışsınız kendinizi her şeye muktedir hissettiğiniz mekanınız, parlamento ya da başkanlık, başbakanlık binanız, dışarıdan kapısı kilitlendiğinde hapsedildiğiniz kafese döner. Nasıl ki Mısır’da Tahrir Meydanı yıktıysa kokuşmuş Mübarek rejimini, ya da Yunanistan’da Albaylar cuntasını Politeknik Üniversitesi işgali kovduysa, Taksim Meydanı da direniş mekanı olarak, simgesel bir  iktidarkovar halini almıştır artık.

Bu nedenle Taksim’e çıkmayı ideolojik olarak nitelendirenler tabii ki çok haklıdırlar. Mekan ideolojinin elle tutulur halidir ve belki de onu metafizik halinden tek kalıcı gerçeğe dönüştürebilen durumundadır. İronik bir benzetme olsun diye tanımlarsam “katı olan her şeyin buharlaştığı” dünyada, buharlaşmış ideolojinin katılaşmış halidir mekan. Bu yüzden kentin ana artellerinde yer alan finans kuleleri tam anlamıyla neo-liberalizmin simgesel yapılarıdır. Ortaçağ’ın etrafı hendeklerle çevrili kale surları yerine, kamera hendekleriyle korunan camdan penisleri andıran kuleler, neoliberalizmin ana taşıyıcısı, finans kapitalin görkemli merkezleridir. Bütün feodal şatolar gibi duvarların yüksekliği, asıl olarak dışarıdan gelen düşmanlara değil kendi halkına karşı inşa edilmiş olmasıdır. Finans kulelerin yüksekliği de iktidarlarına ulaşamayacağımız duygusu yaratmasıdır.

Genellikle, en azından gazete de yapmadığım, bir konuyu kavramsal olarak anlatmaya çalışmamın nedeni ise yine gerillanın barışına ilişkin aslında. Guatemala’da ülkenin yüzde 40’ını elinde bulunduran gerillanın barış anlaşmasından hemen sonraki seçimde sadece 4.2 oranında oy alabilmesi, 4 yıl sonra sadece 3.7 oy alabilmesinin nedenini gerilla komutanlarına sorduğumda, “Bu futbol oynarken, birden basketbol oynamaya başlamanıza benziyor. Yani daha önce çok iyi gol atabilirsin ama şimdi basketbol oynuyorsun” diye tanımlıyorlardı. Bu gerilla etkinken, her türlü baskıya rağmen, katılınmış seçimlerdeki duruma da benzemez. Çünkü artık “basketbol” oynanmaya başlamıştır. Bu yüzden yeni dönem için tercih edilen sol-işçi çizgisi, her türlü çabaya karşı Diyarbakır’daki 1 Mayıs’a katılımında kendisini göstermiştir. Kolaycı bir açıklama yaparsak, Diyarbakır’da kaç işçi! vardır ki 1 Mayıs’a katılsın. İşte tam bu nedenle, yeni bir direniş mekanı olarak kent toprakları doğrudan, hızla kadınlara dağıtılması gereklidir. Bu cinsiyet özgürlükçü paradigmanın, kendi mekanını yaratması, yeni bir direniş-mekan odağı inşa etmesidir.

Yeniden ve yeniden; kent toprakları kadınlara…

 Metin Yeğin – Özgür Gündem

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.