Literature Across Frontiers ve Anatolia Ajans işbirliğiyle Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen çalıştayda devletsiz dillerde yayıncılık, yazarlık, şairlik ve çevirmenlik yapan çok sayıda kişi bir araya geldi. Toplantıda, devletsiz dillerin yazarları, egemen devletlere karşı dillerini nasıl savunduklarını tartışmaya açtılar.
Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nde iki günü alacak şekilde organize edilen Avrupa Bölgesi ve Akdeniz Uluslararası Yazarlar, Çevirmenler ve Yayıncılar Toplantısı çok sayıda ülkeden katılımcıyla başladı. İlk oturumda Kürtçe’nin var olma mücadelesini ve kendi serüvenlerini anlatırken, başka ülkelerden gelen katılımcılar da kendi dillerinin Kürtçe’ye benzer macerasını paylaştı.
Toplantının ilk oturumunda BDP Siirt Milletvekili Osman Özçelik, Dilbilimci Zana Farqini, Ronayi Önen ve yayıncı Deniz Gündüz konuşmacı olarak katıldılar. Moderatörlüğünü İrfan Güler’in yaptığı oturumda ilk sözü alan Özçelik, hayat boyu devam eden asimilasyona dikkat çekti.
Kürtçe konuşan ilkokul öğrencilerinin başına gelenler ile asimilasyonun boyutlarına dikkat çeken Özçelik, “Bize anne ve babalarımızın dilinin ne kadar kötü olduğunu öğrettiler. Kendi halkımıza düşman olmamız istendi ve çoğumuz da düşman olduk. Bizim dilimiz serada büyütülmüş bir dil değildir. Organik ve zengin bir dildir. Bir dili kesmek, kelle kesmekten farklı değildir. Militarist askeri eğitimle hiçbir yere varılamaz artık” diye konuştu.
Özçelik’in ardından yaptığı konuşmada Kürtçe’nin Ehmedê Xanê, Melayê Cizîrî, Celadet Bedirxan ve daha eski çalışmalarla başlayan macerasına dikkat çeken Ronayi Önen de, TZPKurdi’nin başlattığı boykot kampanyasına kadar gelinen aşamaları sıraladı. Kürtçe üzerindeki baskılara rağmen bu gün gelinen aşamayı hatırlatan Önen, Maxmur, ve diğer parçalarda devam eden Kürtçe eğitim sistemlerinden de yararlanılarak TZPKurdi tarafından bir Kürtçe eğitim müfredatının hazırlanacağını aktardı.
Önen’in ardından söz alan Vate grubundan Deniz Gündüz ise Kürtçe’nin lehçelerine dikkat çekerek, Zazaca’nın yaşadığı ikinci ötekileştirilme durumuna dikkat çekti. Yayıncılığın Türkiye’de bazı örgütlerin legal bürolarında başlayan çalışmalarla işe koyulduğunu ancak bu gün birçok bağımsız yayınevinin açılmasına kadar gelindiğini aktaran Gündüz, politik ve bazı diğer meseleler nedeniyle Zazaca’nın tıpkı Türkiye’de Kurmanci’ye uygulanan durumun ikinci bir versiyonunu yaşamak zorunda kaldığını söyledi.
Kürtçe denildiğinde Türkiye’de Kurmanci’nin akla geldiğini aktaran Gündüz, “Oysa Kürtçe’nin 4 lehçesi var ve her biri diğeri kadar yetkin. Başlayan siyasal mücadele ile birlikte gidilen standardizasyon nedeniyle bir resmi dil yaratılıyor ancak diğer lehçeler geri planda kalıyor. Bizim bu noktada diğer dil zenginliklerimizi göz ardı etmememiz lazım” diyerek konuşmasını tamamladı.
Hazırladığı sözlüklerle Kürtçe’ye büyük katkılar sunan dilbilimci Zana Farqînî ise bilimsel alanda Kürtçe’nin yaşadığı sorunlara dikkat çekti. Hazırladığı 3 sözlüğü de dil çalışmaları nedeniyle aldığı mahkumiyetler döneminde tamamladığını aktaran Farqînî, Kürtçe’nin bölünmüş coğrafyalar üzerindeki var olabilme savaşımından doğan handikaplara dikkat çekti. Zengin bir dil olması nedeniyle standardizasyon aşamasının zorlu geçeceğine işaret eden Farqînî, her şeye rağmen Kürtçe’nin mücadeleyle bu günlere kadar geldiğini ve hala da Kürtçe için bir resmi dayanak bulunmadığını söyledi.
Toplantının ikinci oturumunda ise Katalan Bölgesi ve Baskça, İrlanda dili ve Galler’den gelen temsilciler kendi dil mücadele ve geldikleri noktayı katılımcılarla paylaştı.
İrlanda’dan gelen şair ve çevirmen Gabriel Rosenstock, “Bizim ülkemizde de aynen Kürtçe’ninkine yakın bir süreç yaşandı. Okullarda telistik diye bir sopa vardı ve kendi dilimizi konuşanlar bu sopayla dövülürdü. Çocuklar İrlandaca konuşamaz ve dile tanınan imkanlar son derece sınırlıydı. Ama şimdi gelinen aşamada dilimiz büyük oranda varlığını korumuş ve büyük kitap fuarlarında geniş şekilde temsil edilebilmektedir” diye konuştu.
Galler bölgesinden gelen Francesca Rhyderch de Wales dilinin yaşadığı zorlu mücadeleden bahsetti. Yaklaşık 100 yıl önce benzer yasağın kendi dilleri üzerinde de uygulandığını aktaran Rhyderch, “Sınıfta kendi dilini konuşan çocukların yüzü dışarı çevrilerek cezalandırılırlardı. Orada binlerce insan kendi dilini konuşmak için ağır bedeller ödedi. Ama şu anda bir meclisimiz var ve dili desteleyen de bir bakanlık var. Dilimiz çok önemli bir gelişme kaydetti” şeklinde konuştu.
Bask bölgesinden katılan Amaia Gabantxo ise Bask dilinin çok eski bir dil olduğunu, diğer hiçbir dille bir bağlantısının olmadığını ve bu yüzden bir izole durum yaşamak zorunda kaldığını ifade etti. Bask dilinde eğitim öğretim görebilmenin Franko rejiminin yıkılmasından sonra gerçekleşebildiğine dikkat çeken Gabantxo, “Bask dilinin 8 ayrı lehçesi var ve bir çok lehçedekiler diğerini anlayamayabiliyor. Bask dilinde yayın yapan televizyonu benim ailem anlamıyor mesela. En çok konuşulan lehçe üzerinden bir standardizasyona gidildi. Bunun elbette büyük avantajları var ama bazı dezavantajları da var. Diğer lehçelerdeki zenginlikleri göz ardı etmemek lazım. Kürtçeye benzer bir mücadele bizim dilimiz için de söz konusuydu. Şu anda Bask ülkesinde bir memur olabilmek için Baskça bilmek gerekiyor. Tabi birçok kişi bunun antidemokratik olduğunu düşünebiliyor. Ancak bir yerde yaşıyorsan oranın dilini öğrenmelisin. Bir dilin yetkin ve esnek olabilmesi için çeviriye ağırlık vermesi gerekir” diyerek konuşmasını tamamladı.
Son konuşmacı olarak söz alan Katalon Roman Farres de yaşadığı bölgedeki diller ve geçirdikleri siyasi mücadeleler konusunda bilgiler verdi. Çalışma öğleden sonraki oturumla devam etti. (ANF)