Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yaşadığımız ülkede demokrasiye, insan haklarına, hukuka ve barışa sistematik bir şekilde tecavüz edilmiştir. Tecavüz kültürü yaşamımızın adeta bir parçası hâline gelmiştir. Son günlerde anadil taleplerini sürekli gündeme getiren Kürt ve Süryani halkına ve de diğer halklara 87 yıldır bu ülkede durmaksızın dil tecavüzü yaşatılmıştır. Sadece diline mi?… Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin köy tabelalarının isimlerinin Kürtçe ve Türkçe olarak yazılmasıyla iki dillicilik anlayışını hayata geçiren düşünceye, valilik kararınca dava açılması da anti-demokratik bir uygulama olarak hafızalarımızdaki yerini çoktan almıştır.
Anayasada iki dillilik yasak olmadığı hâlde keyfi bir uygulama ve faşizan baskılarla Kürtçe ve Süryanice köy isimleri daha Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türkçeleştirilmiştir. Tek dil, tek din, tek bayrak yani tekçi anlayışların sonucu olarak ulus-devlet anlayışı ile bugün okullarda Kürt, Süryani, Ermeni çocuklarına sürekli bir şekilde her gün “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtmek insan hakları ile ne kadar bağdaşıyor? Ama bir Türk olarak ben kendi anadilimi özgürce kullanmak ve geliştirebilmek için öncellikle bu ülkede ötekinin anadilini kamusal alanda konuşması gerektiğine inanıyorum. Bu ülkede ufacık beyinlere dikte edilen ırkçı anlayış yerine “Ne mutlu insanım diyene” ifadesini öğrettiğimiz zaman başlayacak ötekiyle buluşmak. Bu ülkede yaşayan diğer dilleri yok sayarak 87 yıldır her gün okullarda ötekinin diline tecavüz ediyoruz.
Bizlere çağdaş bir Türkiye fotoğrafı çizmek isteyen politikacılara sormak gerek: 21. yüzyılda bile, hâlâ bu ülkede yaşayan anadiller kamusal alanda yerini neden alamamıştır? Oysa ki 35 ülkede çok kökenli, çok eyaletli, çok otonom bölgeli, çok başkentli, çok bayraklı, çok dilli, çok lehçeli ve çok alfabeli halklar bir arada yaşamaktadır. Örnek verecek olursak İsviçre, Belçika gibi. Çok dillicilikten bu ülkeler neden bölünmedi yıllardır? Tam tersine, çok dilli, çok kültürlü bir hayatın, yaşamın her alanında kullanılarak sosyal, siyasal, ekonomik anlamda kendilerini çok daha fazla geliştirmişlerdir. İki dilin (çok dillicilik içinde) bir arada yaşaması veya farklı toplumların / kültürlerin birlikte yaşaması, doğal olarak, karşılıklı güven ve birlikte yaşamın ilişkisiyle kaynaşmaya, sevgiye yol açacaktır. Çok dillilik, bir ülkede kültürel zenginliği artıran önemli bir faktördür. Çok kültürlü ve çok dilli bir toplum, şoven ve ırkçılıktan uzak tutarlı bilimsel bir eğitimle kaynaşarak birlikte yaşamanın güzelliklerini de öğretecektir.
***
Bugün Kürt ve Süryani halkının yerleşim yerlerinin isimlerinin geri verilmesini istemelerinden daha demokratik ne olabilir? Anadil talebi konusunda gösterilen direnç hayatın her alanında gündemi işgal etmeli. Hep bölüneceğiz edebiyatı ile bu güne değin ayakta tutulan Pantürkist politikalar artık iflas etmiştir. Anadil talepleri, demokratik özerklik projesi bir insan hakkıdır ve bu talepler hayata geçmediği sürece asıl bölüneceğiz. Bu konuda devlet acilen yasal düzenlemelerle farklı etnik gruplarla buluşmalı. Bu ülkede ancak ve ancak her rengin yaşatılması, her renkten insanın kendini etnik tanımlaması, dini, dili ve kültürüyle bizler yarınlara güvenle bakabiliriz. Ancak, hâlâ tek tipleştirilme politikalarının sonucu olarak anadillere pranga vurulan bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye, imajını çağdaş bir Türkiye fotoğrafına çevirmek istiyorsa, bu ülkede anayasal güvenceyle ötekinin dilini, kültürünü, dinini, sosyal ve siyasal alanda demokratik haklarını hayata geçirmek zorundadır.
Süryani halkının ana dilde eğitim hakkı ve kamusal alanda yer alması dışında yaşadıkları bir diğer baskı ise inanç meselesidir. İsa’ya ilk inanan Hıristiyan bir halk olan Süryaniler, kendi inançlarını yaşayabilecekleri kilise, manastır ve tarihi eserlere bile İslami ve/veya faşist referansları olan anlayışlardan ötürü sahip çıkamamaktadır. Süryani halkının ana dil talepleri Kürt halkından farklı olarak inançlarını da özgürce yaşamak şeklindedir. Mezopotamya medeniyetine yön vermiş, oradan dünya kültür ve edebiyatına büyük katkıları olmuş Süryanice’nin ve bu kültürün yaşatılması büyük önem arzetmektedir. Ülkemizde yaşayan demografik bir çoğunluğa sahip Kürtler’in, az sayıda kalan Süryaniler’in ve diğer etnik grupların kendi anadilinde kamusal alanda yer alması ise, insanlığımızı geliştirici ve ötekine hoşgörü kültürüyle bakmamızı sağlayacak bir olgudur. Unesco’nun bile koruma kapsamında olan Süryanice için bir şeyler yapmalı. Bu duruma rağmen, Mardin/Artuklu Üniversitesi’nde açılan Arami Dili ve Edebiyatı Bölümü ve Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü YAŞAYAN DİLLER kapsamında yer almaktadır. Bu bir utançdır. Süryaniler için Süryani Dili ve Edebiyatı, Kürtler için Kürdoloji adı altında bölümler açılmadığı, ilkokullardan başlayarak Süryanice ve Kürtçe okutulmadığı sürece bu Avrupa’ya karşı göz boyamaktan başka bir şey değildir.
Bu ülkenin en eski medeniyetine sahip, asli unsuru olan Süryaniler de artık anadilde eğitim istiyor (Suryoye Bohen yulfono bleshono emhoyo). Bu sese kulak verin efendiler. 2500 yıldır kendi anavatanlarında acının renginde, köle anlayışı ile yaşatılan Süryani halkı hep sessiz kalmaya zorlanmıştır. 1915’ten bu yana Süryani halkının geleceğine tecavüz eden zihniyetler 87 yıldır da Süryani diline, inancına, kültürüne tecavüz etmeye devam etmektedir. Dilimiz onurumuzdur demek için, tam 87 yıl ömür tüketen bu güzel halka gelin hep birlikte sahip çıkalım.