Demokrasiyi petrollü mü alırsınız kömürlü mü? – Pelin Cengiz

IPCC (Intergovernmental Panel on Climate ChangeHükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) kapsamında biraraya gelen bilim insanlarının uzun bir çalışma sürecinin ardından ortaya koyduğu 5. Değerlendirme Raporu’nun bulgularını geçen iki yazıda dile getirmiştim. Bu raporlar, IPCC’yi oluşturan hükümet temsilcilerinin ve bilim insanlarının mutabakatıyla yayınlanıyor. Rapor, altı yıllık bir çalışmanın ürünü, yüzlerce bilim insanının emeği var. Şu âna kadar açıklanan bölümü, hükümetlere sunulan özet niteliğinde. Tamamının 2014 başında yayınlanması beklenen raporun özeti, iklim değişikliğine bağlı olarak giderek artan bir hızla yaklaşan dramatik gelişmelere karşı alınması gereken önlemlerle ilgili bir yol göstericiliği niteliğinde. Hükümetlerin tasarlaması gereken politikaları oluşturması için bir rehber gibi.

Bu yazıda, Türkiye’nin de tarafı olduğu raporun Türkiye özelinde neler anlattığından bahsetmek istiyorum. IPCC toplantılarına Türkiye adına katılan iklimbilimci Prof. Dr. Murat Türkeş, İstanbul Politikalar Merkezi’nde raporun içeriğiyle ilgili bir sunum yaptı. Türkeş, IPCC toplantılarında mesajın hükümetler açısından en anlaşılır şekilde yazılması için çalışıldığından bahsetti. Gerek Türkeş’in gerekse toplantıda bilgi veren Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen’in aktardıkları Türkiye için karamsar bir tablo çiziyor.

Türkiye ve bölgesinde yüzey ve troposfer hava sıcaklıklarındaki artışla yağışlardaki (yağışlı gün sayısı, yağış toplamı ve kar yağışı vs.) azalma ve kuraklaşma eğilimleri sürüyor. Bu eğilimler eski ve yeni karbon emisyonu senaryolarına göre, sürmeye devam edecek. Türkiye’nin büyük bölümü gelecek on yıllarda ısınacak, ekstrem iklim olayları kuvvetlenecek, yaz sıcaklığı kışa göre daha çok artacak. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sıcaklık artışı daha fazla olacak. Yükselen sıcaklarla orman yangınları artacak.

Üçte ikisinde Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Türkiye’de yağışlar 10 yılda yüzde 25 azalmış. Su kaynakları olumsuz etkilenecek. Fırat ve Dicle’de su azalacak. HES’ler bu durumdan olumsuz etkilenecek. Su stresi olan ülke kategorisinden su kıtlığı olan ülkeler sınıfına düşeceğiz. Türkiye, 1960’lı, 1970’li yıllara göre 2000’lerde 1,5 derece ısınmış. Dağ buzulları eriyor, kar ilkbaharda erken erimeye başlıyor, karla beslenen nehirler erken yükseliyor. Bunların sonucu olarak doğal afetler fazlalaşacak.

Mevcut ekonomik yapıyı, enerjide fosil yakıtları ve yüksek dışa bağımlılığı, tüketim alışkanlıklarını değiştirip ekoloji temelli hedefler koyacağına Türkiye ne yapıyor dersiniz? Şubatta İklim Değişikliği Daire Başkanlığı’nı Hava Yönetimi Dairesi Başkanlığı altında bir şube hâline getiren Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bu kez de İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu’nu Hava Emisyonları Koordinasyon Kurulu ile birleştirdi. IPCC raporunu okuyan hükümet yetkilisi var mı bilmiyoruz. Türkiye ile ilgili kritik tespitlerin yer aldığı IPCC raporunun açıklanmasının hemen ardından alınan bu kararla, bir kez daha görüyoruz ki, AKP “ileri demokrasisinde” doğanın yeri yok.

Tespitler, hızlı ve agresif kalkınma anlayışının ekoloji ve demokrasi açısından iflas ettiğinin göstergesi. Bir devletin en temel görevi vatandaşlarının sağlığını ve yaşam hakkını korumaktır. Bunun zedelendiği her yerde ekoloji, demokrasi ve insan hakları mücadelesi artık birarada ilerleyecek. Bu iktidarın petrol boru hatlarının, termik ve nükleer santrallerin, mega inşaat projelerinin eşitlik, özgürlük, katılımcılık sağlamayacağını, yaşam alanlarının yaşanmaz hâle gelmesinin ise demokrasiyi işlemez hâle getireceğini görmesini beklemek de herhâlde yıllarımızı alacak.

Pelin Cengiz – Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR