Yeşeriyorum

Dağdaki Çobana Yaklaşımlar

0

Geçtiğimiz hafta bir televizyon programında bir manken/fikir kadını’nın “dağdaki çobanın oyuyla benim oyum eşit mi olacak” sorusu derin ve yüksek siyasetin arasından kendine alan açıp gündem oluşturmayı başardı.

Demokrasiyi reçete olarak taşıyıp, gördüğü her toplumsal hastalığa ilaç olarak öneren aydın çevrelerinde pek dikkate değer görülmedi bu sözler. AKP kurmaylarından geldi tepki. Onlar da böyle bir yaklaşımı kınamak yerine, alışkın oldukları hakaret ve aşağılama yöntemiyle fikri değil söyleyeni hedef aldılar.

Oysa demokrasinin faşizme evriltilmesinin temel argümanı olan bu düşüncenin teşhir edilmesi ve tehlikesi de açıkça gösterilmesi beklenirdi demokrasi reçetesi elinde, uygulayacak sorun arayan aydınlarımızdan.

Bülent Ersoy “çocuğum olsaydı ölüme göndermezdim” dediğinde yarattığı etki ile Aysun Kayacı “dağdaki çobanın oyuyla benim oyum eşit mi olacak” dediğinde yarattığı etki aynı değil.

Bülent Ersoy şiddetsizliği ve vicdani reddi savunuyor ve karşıtları medyayı da arkasına alıp söyleyeni sözünden döndürene kadar her türlü baskıyı yapıyor. Başta sahiplenen bizim demokrasi doktorlarımız, baskılara karşı direnemeyip yan çizdiğinde, bu kadın hep yapar bunu deyip kenara çekiliyorlar.

Aysun Kayacı faşizme kapı aralayan bir söylemi gündeme getiriyor. Bu defa karşıtları değil, rivayete göre oy kaynağına sahip çıkan AKP karşı duruyor. Hakaret edip aşağılıyor kadını, fikre karşı fikir düzeyinde bir karşı duruş yok yine.

Bizim antifaşist demokrasi doktorlarımızın böyle bir faşist söylemde açıkça taraf bile olmayıp köşesinde beklemesi de kendi içinde çok derin anlamlar taşıyor.

İlk tespitimiz kimseyi şaşırtmayacak sanırım; demokrasi aşığı aydınlarımızın hiç biri dağdaki çoban değildir.

İşin asıl üzerinde durulması ve açığa çıkarılması gereken boyutu ise, Aysun Kayacı’nın bu fikrin ülkedeki tek temsilcisi olmadığıdır.

Cumhuriyet öncesinden miras aldığımız sosyal sınıflar ve statüler ve ayrıcalıklar, sonrasında ortadan kaldırılmamış sadece el değiştirmiştir.

Saraya yakın olmanın getirdiği saygınlık, ayrıcalık, ekonomik ve sosyal fayda, devlete yakın olmak olarak devam etmiş, değişen ise sadece bundan nemalananlar olmuştur.

Ulema ve ayrıcalıkları ortadan kalkmamış, sadece devletle ilişkilenme biçimleri değişmiştir. Sosyal ayrıcalıkları ve siyasette değişik yollarla belirleyici olmaları yöntem olarak dahi eskisi gibidir.

Cumhuriyet öncesi ulema arasında yer alan bilim insanlarına, cumhuriyet kurulduktan sonra dinden bağımsız bir statü kazandırılmıştır. Ancak bu statü bilim insanlarını ulemanın ayrıcalıklarından vazgeçmesine değil, kurulan yeni devletin fikri savunucuları ve dinden koruyucuları olma misyonunu üstlenmiş ve bu yolla eski ayrıcalıklarından daha ileri bir konuma erişmişlerdir.

Yeni sistemin kendi devamını sağlayabilmesi için ihtiyaç duyduğu zihniyeti yerleştirmesi ve tabanını sağlamlaştırmasında da bu bilim insanlarına görev düşmüştür. Bu yolla, sistematik bir çalışmayla (eğitim, kültür, sanat v.s.) son zamanlarda yaratılan ve öne çıkarılan tehlikeye karşı savunma kalkanları olan insan tipini yaratıp yetiştirmişlerdir.

Son zamanlarda açık bir ötekileştirmeyle öne çıkardıkları “Atatürk’ün çocukları”, “Cumhuriyet gençleri”, tüm diğerlerine karşı cumhuriyetin sahipleri ve koruyucuları olarak cumhuriyetin kazandırdıklarının kazanımlarını korumayı görev bilmektedir. Doğal olarak da cumhuriyetin kazandırdıklarının kazanımlarına tehlike oluşturan AKP iktidarına, ve onun tabanı olarak gördükleri “dağdaki çoban”, “ayak takımı”, “cahil” halka tepkilerini, bazen Aysun Kayacı gibi patavatsızca, çoklukla da usturuplu biçimde yansıtmaktadırlar.

Cumhuriyetin ortadan kaldırmayıp el değiştirdiği ayrıcalıklardan söz etmişken orduyu anmadan geçmek büyük eksiklik olur. Osmanlı’da ordunun misyonu, ayrıcalıkları ve siyasete etki gücü neyse Cumhuriyet tarihi boyunca da hiç değişmeden devam etmiştir. Devleti halka karşı koruması, mensubu olduğu biri halkla aynı suçu işlese dahi özel yasalarla ve özel mahkemelerde yargılanması çok görünür aynılıklardır. Hatta Cumhuriyet öncesi ülkeyi yönetemediğini düşündüğü padişahı tahttan indirip yerine yenisini geçiren ordu cumhuriyetten sonra devleti tehlikeye sokan iktidarları darbeyle indirip “demokratik seçimlerle” halka yenisini seçtirmiştir.

Son söz olarak; ayrıcalıklarından vazgeçmeden demokratik bir topluma sahip olmak isteyenlerin bilmesi gerekir ki demokrasi onların ayrıcalıklarının ellerinden alındığı ve dağdaki çobanla kendilerinin eşit söz ve oy hakkına sahip oldukları bir yönetim biçimidir. Yeşillerin politikalarını götürecekleri ve destek alacakları alan da ayrıcalıklıların değil dağdaki çobanın ve ayak takımının alanıdır. Halklar kendi gerçek çıkarının nerede olduğunu görebilecek yetiye sahiptir. Yeter ki biz söyleyecek sözlerimizi yutmadan ve yüksek sesle söylemeyi başarabilelim.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.